Ulaş Başar Gezgin, Medya Günlüğü sitesinin yazarı

20 Temmuz 2022 Çarşamba

Çin Kitabından Bir Bölüm: Klasik Çin Felsefesinde Rızanın ve Zorun İktidarı ile Liberalizm

 

Klasik Çin Felsefesinde Rızanın ve Zorun İktidarı ile Liberalizm

Ulaş Başar Gezgin

Klasik Çin felsefesinin ağırlıklı olarak siyaset ve toplumla ilgilendiğini görüyoruz. Bu, bir açıdan şaşırtıcı; çünkü komşu Hint felsefesi, bunun tam tersine, bilgi kuramı (epistemoloji) ve bireye ağırlık veriyor. Çin'in klasik düşünürleri, beylikler döneminde, beylikler arasındaki şiddetin sıradanlaştığı, tek bir birleştirici lidere yönelik özlemle nitelenen bir dönemde ortaya çıkıyorlar. Kimilerine göre, onlar kendi görüşlerini geliştirmekten çok, dönemlerinin toplumsal eğilimlerini yansıtıyorlar. Dolayısıyla, soyutlamayı düşünce sistematiklerinin merkezine yerleştiren klasik Yunan düşünürlerinin tersine, klasik Çinli düşünürler, günlük yaşamla daha çok içiçeler. Öte yandan, onları çağlarının basit bir ürünü olarak görmek, onların fail (agent), özne ya da oyuncu olarak niteliklerini göz ardı etmemize yol açmamalı. Yunanistan da bir şehir devletleri ve iç ve dış savaşlar dönemi yaşıyordu; ama bunun klasik Yunan felsefesine nadiren yansıdığını görüyoruz. Bu açıdan “Antik Yunanistan’da felsefe, bir kaçış, antik Çin’de ise bir arama ya da arayıp bulma çabasıdır” diyebiliriz.

Klasik Çinli düşünürlerde iki eğilim göze çarpıyor: Birincisi, şefkat kavramı üstünden yol alan devlet baba düşüncesi, diğeri ise despotizm üzerinden yürüyen ‘doğal yasa’ ya da ‘doğal düzen’ düşüncesi. Konfüçyüs'ün (‘Kong Usta’ ya da ‘Üstad Kong’ anlamında) temsil ettiği birinci yaklaşıma göre, devletin görevleri ve sorumlulukları var. Hiyerarşi ve uyum, toplum genelinde doğal karşılanıyor. Devletin olduğu gibi, toplumun her üyesinin de görev ve sorumlulukları var. İşin özeti, herkes “büyüklerine saygı, küçüklerine sevgi gösterecek”. Bu anlayışta, aile, kilit bir konumda. Devletin görevi ise, halkı bir ‘aile reisi’ gibi çekip çevirmek. Kong’cu düzen, analojinin hükümdarlığı. Bu aile-devlet benzetmesi, yönetim felsefesi olarak hayata geçiriliyor. Bu yaklaşım, bu nedenle, psikanalitik çözümlemeye oldukça uygun.

‘Hukukçular’ olarak adlandırılan düşünürler ise, yönetenle yönetilen arasındaki böyle bir duygusal bağa tümüyle karşılar. Onlara göre, hükümdarın görevi, kendilerince tanımladıkları ‘doğal düzen’i sağlamak. Bu açıdan, bu anlayış, ‘dirlik düzen’ odaklı. Dahası, bu düzeni koruma görevini en vahşi yollarla gerçekleştirmekten geri durmuyor. Böyle baskıcı bir rejimin ilk düşmanı, kuşkusuz, aydınlar olacaktır. Fakat despotizm o kadar başarılı olacaktır ki, baskı, doğalmış gibi görülmeye başlanıp kanıksanacaktır (“daha ne olacağıdı” düşüncesi). Makyavel’den yüzyıllar önce yaşamış olan bu düşünürler, hükümdara, muhaliflere karşı “böl-yönet” politikasını izlemelerini salık verir. Günümüzün gözetim toplumu tartışmalarının öncülü olarak, hükümdarın ülkenin dört bir yanına hafiyelerini salması ve böylece her yerde gözünün kulağının olması da öneriler arasındadır. Böylece hükümdar, isyanları bastırmanın ötesine geçip isyan olasılığını ortadan kaldıracaktır. Bu da, bize, günümüzün ‘olağan şüpheliler’ kavramsallaştırmasını anımsatır. Bu önerilerin arasında, savaşın yalnızca dışarıya karşı güç gösterisi için değil, içeride kendi halkını baskı altında tutmak için önerilmesi de dikkat çekicidir. Savaş, halkın artı değer üretimine izin vermeyecek, böylece hükümdara kafa tutacak bir mülklü sınıfın ortaya çıkması engellenecektir. Bu despotizmde yasaların tartışılması, ‘teklif dahi edilemez’.

Bu bağlamda diyebiliriz ki, Kong’cu devlet, Gramsci’nin rızaya dayalı hegemonyasıyla benzerlikler taşırken, ‘hukukçu’ düzen, zora dayalı hegemonyayı anımsatıyor. Bir diğer deyişle, havuç-sopa ilişkisi sözkonusu. Bir de, güçlü bir akım olarak, Taocu felsefeyi düşünebiliriz. Bu akım, “herşey olacağına varır” (“Que sera sera”) ya da “Su akar yatağını bulur” anlayışıyla, daha çok, “bırakınız yapsınlar”cıları akla getiriyor. Taocu düşünürler, halk üzerinde, olabilecek en az sayıda ve en basit düzenlemelerin yapılmasından yana; çünkü doğal olan, basittir. Yasaklar, onu çiğnemek isteyenleri başına toplayacaktır. Ne kadar yasa ne kadar ferman o kadar çok hırsız... Taocu düşünürler bugün yaşasaydılar, herhalde ekonomik olarak klasik okulu savunacaklardı; çünkü görüşleri, “piyasanın görünmez elinin dengeyi sağlayacağı; devletin çözüm değil sorun olduğu” biçimindeki klasik ekonomi düşüncesine çok yatkın.

Klasik Çin felsefecilerinden Mencius’a (Meng Usta, Üstad Meng) göre insan, özünde iyidir. O, insandaki iyilik eğilimini yukarıdan aşağıya akan bir ırmağa benzetir. İnsan da akan su gibi doğal olarak iyiliğe yönelmektedir. Ancak onu toplumsal koşullar bozar. Bu nedenle, devlete büyük bir görev düşmektedir. İnsanı kötülüğe sürükleyenler, ekonomik sorunlardır. Demek ki, o zaman, devletin önceliği, eğitim değil istihdam olacaktır. Xunzi (Hun Usta, Üstad Hun) ise Mencius’un dediğinin tam tersini ileri sürer. Ona göre, insan, özünde bencildir. Toplumda dirlik düzenlik sağlanmasa, insanlar her tür kötülüğü yapabilirler. Bu görüşün siyaset felsefesindeki karşılığı, yukarıda anıldığı üzere, despotizm; diğer bir deyişle, insanın doğal kötülüğünü engellemek için halkı sürekli baskı altında tutan bir ‘tek adam’ rejimi. Bu tartışmalardan anlaşılabileceği gibi, aslında klasik Çin felsefesi, Avrupa’da tartışılagelen siyaset felsefesi ikilemleriyle yakın akraba görünümünde.

Bugün Çin’de elbette antik Çin felsefesinin suyunun suyunun suyunu görüyoruz. Nasıl ki günümüz Yunanistan’ında antik Yunan felsefesinden pratik anlamda neredeyse hiç iz kalmadıysa, günümüz Çin’inde de bağlamlar çok farklı artık. Çin’in siyaset felsefesini değerlendirdiğimizde, bugün kapitalizme doğru koşar adım gitmekte olsa da, yakın tarihteki Marksizm ve Maoizm etkilerini yadsıyamıyoruz. Yine de, iktidarın rızaya dayalı mı zora dayalı mı olacağı ve insan doğasının iyi mi kötü mü olduğu gibi sorunlar, evrensel nitelikte olmaları dolayısıyla geçerliliklerini koruyor.

 

Yeni Kitap: Çin

 Merhabalar,


Bir süredir beklediğim Çin kitabım bugün çıktı. 

Ayrıntısı için bkz. https://www.kitapyurdu.com/kitap/cin--cifte-ejderhanin-diyarinda-1/622023.html


Kitabın içeriği aşağıda.

İyi okumalar dilerim,

Töz Yayınevi editörü Serkan Akkuş'a değerli emeği için teşekkür ederim.


ÇİFTE EJDERHANIN DİYARINDA -1: ÇİN


Ulaş Başar Gezgin






İÇİNDEKİLER




Çin Tarihine ve Toplumuna Bakış 9


Sun Tzu 9


Çin’in Birlik ve Beraberliği 18


Çin Seddi’ndeki Görünmez Emek 21


2 Okuma Parçası:  Han Fei Usta’nın Görüşleri ve İki Tutamak 25


Klasik Çin Felsefesinde Rızanın ve Zorun İktidarı ile Liberalizm 27


Nanjing Katliamı Anlatıları: Bir Yurtseverlik Testi 30


Çin’de Komünizm Doğdu mu? 33


Eski Çin-Yeni Çin Algısı: İdeolojiden Pragmatizme 37


Çin-Sovyet İlişkileri: Tarihten Bir Yaprak 42


Çin’de Yüksek Eğitimin Sorunları 45


Çin Ekonomisi 47


Çin Gündeminin Ana Başlıkları 47


Çin’in Hindistan’ın Önünde Olmasının 10 Nedeni 52


Çin’de Teknik İlerleme ve Yaratıcılık Üzerine 54


Sıcak Ülke Çin ve Sıcak Para Renminbi (Halkın Parası) 57


Çin Turizmi:  Kitle Turizminden Nitelikli Hizmetlere Doğru (mu?) 59


Çin’in Latin Amerika Yatırımları: Çin’in Şişeden Çıkışı 62


Çin’in Afrika Yatırımları: Afrika’da 1 Milyon Çinli 65


Çin Kültürü ve İkili İlişkiler 69


Türkiye-Çin İlişkileri 69


Jackie Chan: Kungfu Ustasından Çinli İndiana Jones’a 72


İki Çin Filmi Üstüne Kısa Notlar:  Batıya Yolculuk ve Kurt Savaşçı 79


Bin Buda Mağaraları: Bir Dünya Mirası 84


Çin’den Anaerkil Bir Halk: Mosoular 88


Filipinlerin Yeni Dış Politikası Çin İçin Ne Anlama Geliyor? 90


Çin ve Vietnam 93


Vietnam-Amerikan Savaşı'nda Çin'in Rolü ve Sonrası 93


Vietnam’daki Çin Kültürel Mirası 96


Vietnam-Çin İlişkilerine Kısa Bir Bakış 98


Çin ve Vietnam’da Günlük Yaşam... 101


Çin ve Vietnam’da Yeni-Serbestçilik ve Direniş 103


Çin’den  Şiir Çevirileri 117

11 Temmuz 2022 Pazartesi

Kuşbakışı-5: Abe’den Dünya Nüfusuna

 

Kuşbakışı-5: Abe’den Dünya Nüfusuna

 

Ulaş Başar Gezgin, ulasbasar@gmail.com

 

Hoşçakal Abe

 

Japonya hayranları artık yakamızdan düşer umarım. Eski başbakan suikaste kurban gitti.

“Demek ki ters giden birşey var bu ülkede” dedirtmiyorsa bir gariplik var. Yaklaşık 10 yıl önce Japonya’ya gidip eleştirel şiirlerle dönmüştüm. Bir dostum sağolsun onları Japonca'ya çevirip bir Japon şiir dergisinde yayınlatmıştı. Şimdiye özgü değil suikast, ülkenin geçmişinde de siyasetçilere saldırı örnekleri var – ki genelde bunlar Japon sağcılarının işiydi. (Hani şu onuruna dokunup da intihar edenlerin olduğu söylenen ülke. Oysa neden intihar? Hayatta kal ve yolsuzluk yaptıysan cezasını çek. Başkalarının yolsuzluğu nedeniyle intihar ediyorsan, yine hayatta kal ve mücadele et. Ölümün hiçbir türlüsü çözüm değil.) Peki Abe’yi nasıl bilirdik? Sağcı olarak bilirdik. Japonya’nın 2. Paylaşım Savaşı’ndaki katliamlarını görmezden gelen, bunun için Güney Kore ve Çin’den sık sık tepki gören bir liderdi. Japon ordusunu yeniden kurmak istiyordu; ancak bunu yaparken yine de koyu bir Amerikancı’ydı. Daha Japonya, yenilgi psikolojisinden kurtulup ABD’ye Hiroşima ve Nagasaki için hesap soramadı. Bu gidişle de soramaz. Abe, hesap sormayıp celladına tapanların lideriydi. Bu suikast ayrıca, Japon siyasetinde çeşitli dinsel grupların etkili olduğunu da gösteriyor – ki bu, Türkiye ve dünya basınında yeterince işlenmedi. Bu açıdan, önceki saldırılardan farklı olduğunu da kabul etmek gerekir.

 

 

Sri Lanka Protestoları

 

Uzaklarda bir ülke var, halkın devlet başkanının sarayını bastığı… Yaklaşık 20 yıldır aynı aile üyelerinin yönettiği… Bu halkı başlarda kandırmanın güzel bir yolu vardı: Tamil etnik sorunu. Sonra 2009’da, kendi devletini, deniz ve hava kuvvetlerini kurabilmiş olan, bu kadar başarılı olan Tamil Kaplanları stratejik bir hata yaparak, gerilla savaşı yerine topyekun cephe savaşına girişti ve kaybetti. İşte tam da etnik sorunun böylelikle kanla bastırılmasından sonra, halk daha zor dizginlenir hale geldi. Çünkü artık “vatan millet Sri Lanka” söylemi kimseyi ikna etmiyordu. Tamil Kaplanları’yla savaş ülkenin ekonomisini çoktan çökertmişti. Savaşın bitimiyle bu çökkünlük, hanedan üyelerinin yolsuzlukları ve beceriksizlikleriyle birlikte iyice batışa geçti. İleri saralım: 2022’ye gelindiğinde, hazine tamtakırdı. Sonrasında yüksek enflasyon, sık elektrik kesintileri, akaryakıt kıtlığı derken, bir de bakmışız halk devlet başkanının sarayını basmış. Yeni haber geldi, devlet başkanı birkaç güne istifa etme sözü vermiş. Arkasında bir enkaz bırakıyor olsa da, halk bu zafere ne kadar sevinse azdır. Bu hikayeden Türkiye bağlamında öğreneceklerimiz var; onları da sevgili okurlarım düşünsün…

 

 

Türkiye’nin Geleceği

 

Kurumlardaki aşınmayı görenler soruyor: Türkiye düzelir mi? Seçimden A ittifakı değil de B ittifakı çıksa nasıl olur? Aslında sosyolojik bir gerçek var: Başka bir ittifak bile kazansa, siyasal İslam şimdiye dek büyük güç kazandı. Yeni iktidar, örneğin, tarikatları kapatamayacak. Bir koalisyon olacağı için, her zaman dağılma olasılığı olacak. Kazanan yeni ittifak, bugün Türkiye’yi düzeltmeye başlasa en az 10 yıl çalışması gerekecek. Peki bir daha seçilebilecekler mi? Koalisyonlar daha kolay yıpranır, oysa ittifaka daha fazla zaman lazım olacak. Öte yandan, genç kuşaklara bakınca insan umutlanıyor: Tez-anti-tez-sentez. Ülkenin çelişkileri derinleştiği zaman sorgulayanlar da artıyor. Onlar artık patlama noktasına geliyor. Ancak, bizde siyaset genel olarak emekli mesleği. Böyle olunca, pırıl pırıl gençleri siyasette görmemiz de gecikecek. Bir de şu var: Ekonomik kriz bir iktidarı düşürür mü? Sri Lanka’da düşürdü, fakat orada krizin iyice derinleştiğini gördük. Biz o aşamada değiliz. Ayrıca, ekonomik krizler için yandaşların gerekçesi bol: Dış güçler. Dolayısıyla, yandaşların ciddi bir çekirdek kadrosu, diyelim % 30 değişmeden kalacak. Kısacası, bir düzelme olacaksa, kısa sürede olmayacak. Sabır ya sabır…

 

 

Dünya Nüfusu

 

11 yılda dünya nüfusu 1 milyar daha artmış. Bu kadar kısa sürede inanılmaz bir rakam. 2050'de 10 milyar olacağı tahmin edilmiş. Tarih boyunca Çin en kalabalık ülke. 2050’de ise Hindistan Çin'i geçiyor. Dünya genelinde gelişmiş tıp hayat uzatıyor. Geçmişte tansiyon ve şeker ilaçları yoktu. İnsanlar daha erken ölüyordu. Öte yandan, kimi ülkelerde doğum oranı düşerken, ortalamada artıyor. Dünya ölçeğinde dinlere baktığımızda sırasıyla 4 eğilim görüyoruz: En kalabalık din grubu Hıristiyanlar. Onları Müslümanlar takip ediyor ve 2050’ye daha hızlı bir büyümeyle girecekler. Sonrasında dinsel inancı olmayanlar geliyor. Dördüncü grup ise, Hindular. Hinduların 2050’de dinsel inançları olmayanları sayıca aşmaları bekleniyor. Kadın-erkek nüfusu açısından bakıldığında, erkek/kadın oranının artışını görüyoruz. Bu durum, Hindistan’daki ve Çin’deki ataerkil düzene bağlanıyor. Ultrasonla kız çocuğu olacağı saptananlar bebek aldırıyor. Çin ve Hindistan çıkarıldığında, dünya nüfusunda daha çok kadın olduğu ortaya çıkıyor. Öte yandan, fiziksel nedenlerle, kadınlar, ortalamada erkeklere göre daha uzun yaşıyor. Bu da sayıları etkiliyor.

Featured Post

Yapay Zekanın Ayrımcılığına Karşı Yapay Zeka Adaleti ve Yurttaş Yapay Zekası

  Yapay Zekanın Ayrımcılığına Karşı Yapay Zeka Adaleti ve Yurttaş Yapay Zekası   Prof.Dr. Ulaş Başar Gezgin, ulasbasar@gmail.com Twitt...