Videolar

28 Ağustos 2024 Çarşamba

Mimarlık Psikolojisi Kitabı Tanıtımı

Mimarlık Psikolojisi Kitabı Tanıtımı

 

Ulaş Başar Gezgin, ulasbasar@gmail.com

 

Vietnamlı iç mimar Dr. Nguyen Thi Bich Van ile kaleme aldığımız mimarlık psikolojisi kitabında en fazla kaynaktan yararlanılan bölüm biyofilik mimari bölümü oldu. Biyofilik mimari, biyofilya denencesine (hipotez) dayanıyor. Bunu ilk ortaya atan Erich Fromm’a göre, insanda doğal olana dair doğal bir yatkınlık var. Bunu nerede görüyoruz? Değerli antropolog Dr. Tayfun Yeşilşerit’in bir seminerde belirttiği üzere, bitkisel ürünleri yeğleme eğilimimiz var; çünkü doğal olanın bize zarar vermeyeceğini var sayıyoruz. Biyofilya denencesi, daha sonra mimarlığa uygulanıyor. Böylelikle, orta yerinde yapay değil yaşayan ağaçlara yer veren AVM tasarımlarıyla karşılaşıyoruz. Doğanın dinlendirici bir yanı var. Birçokları için, evi ev yapan özelliklerin arasında, yeşil alanlara yakınlık ya da deniz manzarası olması var. Bu konuda kitap için yüzlerce kaynak taradık. Bu kaynaklarda, akla ne gelirse her işlevdeki yapılaşma için biyofilik tasarım örnekleri sergilendiğini gördük. Elbette bu tasarım çözümleri, coğrafyadan coğrafyaya fark edebiliyor. Örneğin, kutup-altı bölgeler ile dönencesel (tropikal) bölgelerin doğal öğeleri, dolayısıyla biyofilik tasarımları farklı olacaktır. Soğuk ülkelerde, gün ışığı arzulanır iken, böylelikle geniş pencerelere yer verilirken, sıcak ülkelerde, gün ışığının yakıcılığını engellemek hedeflenecektir. Örneğin, gölge edecek ağaçlara odaklanılacaktır. Ayrıca, kültürel farklar da bulunmaktadır. Bunların dışında, bu biyofilik mimarlık ortaya çıkmadan önce de bu ilkeleri uygulayan mimari yapılar var. Bunların başında şifahaneler geliyor. Kimi dinsel yapılar için de aynısı söylenebiliyor.  

 

Bir diğer konu, mimarlık ve sağlık ilişkisi. Kimi yapılar, insanları psikolojik ve fiziksel olarak hasta edebiliyor. Penceresiz, ışık görmeyen, rutubetli yapılar bunlara örnek verilebilir. Önceki odak noktası, sağlıksız yapılarken, bugün yaygın çalışma konusu, insanları sağlıklı yapacak binalar inşa etmeye kaydı. “Yapılar, insanları stresten nasıl arındırabilir?” sorusu öne çıktı. Burada yine biyofilya yardımımıza koşuyor. Bunun dışında, salgın, mimarlık ve sağlık ilişkisini yeniden düşünmemizi sağladı. Evde yapmamız beklenmeyen birçok etkinliği evde yapmak zorunda kaldık. Bu sürece en iyi dayananların evde bitki yetiştirenler ve balkon gibi açık alanları olanlar olduğu ortaya çıktı.

 

Türkçe’de bu ayrımı vermek zor: ‘Home’ ile ‘house’, bilindiği gibi farklı. Bir yapıyı ‘benim evim’ kılan şey, ona yüklediğim anlam. Ev, rahat ettiğimiz, pijamalı dolaştığımız, istediğimiz zaman uyuduğumuz, özel yaşamımıza ait olan özel bir uzamdır. Ancak, kitapta, marksçı kuramdan esinlenerek geliştirdiğimiz bir kavram var. O da, mimari yabancılaşma. Nüfusun çoğunluğuna, oturacakları evlerin özellikleri, yapı inşa edilirken sorulmuyor. Konutlarda başkalarının tercihleriyle yaşıyoruz. Orta sınıf ve üstünün bina sipariş etme olanakları var. Onlar, kendileri için tasarlanmış evlerde kalabiliyorlar. Ama çoğunluk için bu, söz konusu değil. Kullanıcı-merkezli ve katılımcı mimarlık yaklaşımları, bu mimari yabancılaşmanın panzehiri. Fakat bunun için, iyi kalpli, yurttaşının mutluluğunu önemseyen bir devlet anlayışına ihtiyacımız var.

 

Bir diğer konu, okul mimarisi. Okul mimarisinin psikolojik ve özellikle eğitsel etkileri olduğu biliniyor. Montessori ve Waldorf gibi alternatif eğitim yaklaşımlarının kendi mimarlık anlayışları var. Yine mimari yabancılaşma söz konusu. Öğrenciler başta olmak üzere, eğitim bileşenlerine tasarım öncesi gerekli sorular sorulmuyor. Kutu gibi okullarda eğitim görüyoruz; ancak bu okullarda değil de, eğitsel ihtiyaçlara karşılık gelen mimari tasarımlar içerisinde okuyor olsaydık, hangi noktada olurduk; yanıt sizin olsun. Bir de, tasarımın kendisinin bir pedagojik araca, bir tür öğretmene dönüşmesi durumu söz konusu: Biyofilik ya da çevre dostu tasarımlı okullarda okuyan öğrencilerin daha çevre dostu tutumlar ve davranışlar sergiledikleri ortaya çıkmış. Yeşil bir okul, öğrencilerin ekolojik bilinçleri için de bir kılavuz işlevi görüyor. Örneğin, okul yıllarında çeşitli hayvanlara bakmış, bahçecilikle uğraşmış öğrenciler, elbette doğaya daha yatkın olacaktır. Bu tür etkinliklere izin veren bir okul tasarımı gerekli.

 

Hastane mimarisi bir diğer konu. Aslında belki de başta söylemeliydik: Mimarlık psikolojisi alanının başlaması, hastane mimarisinin psikolojik etkilerine duyulan merakla başlıyor. Mimarlar, psikologlara soruyor: Hastaneleri (özellikle de akıl hastanelerini) nasıl tasarlayalım ki, hastalar daha çabuk iyileşsin? Alanın klasik çalışmalarından birinde, iki gruptan ameliyat bekleyen hasta karşılaştırılıyor: Pencereli bir odada bekleyenler ve penceresiz bir odada bekleyenler. Pencereli grup, penceresiz gruba göre daha hızlı iyileşiyor. İlk dönem, katı belirlenimcilik var: Yapıların bireyleri belirlediği ileri sürülüyor. Ancak biz, cezaevi mimarisinin psikolojisi bölümünde anlattığımız üzere, biliyoruz ki, her mahkum, cezaevi mimarisinden aynı biçimde etkilenmiyor. Kimileri kötü etkileniyor, kimileri hiç etkilenmiyor. Kimi etkiler geçici, kimi etkiler daha uzun süreli oluyor. Buradan şu sonuç çıkıyor: Evet, yapılar, bireyleri belirleme potansiyeline sahip, ancak bu konuda bireysel farklılıklar var. Böylelikle, yumuşak belirlenimcilik akımı ortaya çıkıyor. Daha sonra bu iki yaklaşım da eleştiriliyor, çünkü ilişkinin okunu tek yönlü kurguluyorlar. Diğer bir deyişle, yapılar bireyleri etkiliyor ama bireylerin yapılar üstünde etkisi yok. Oysa, insanlar, uygun görmedikleri tasarımları dolayımlıyorlar; kendilerine uyduruyorlar. Sıcak bir ülkede, geniş pencereler yapıyorsunuz; sakinler, beyaz çarşaf gererek sizin tasarımınıza meydan okuyor, müdahale ediyorlar. Ya da rutubetli bir evi, posterler asarak güzelleştirmeye çalışıyorlar. Dolayısıyla, artık, bireyleri yapılar karşısında edilgen, etkisiz varlıklar olarak kodlamıyoruz.

 

Ofis mimarisi de ilginç bir konu. Şirketler ısrarla açık ofis tasarımı uyguluyorlar. Çalışanlar da ısrarla bunun verimsizliğe yol açtığını kanıtlamaya çalışıyorlar. Birçok iş kolunda, özellikle de eğitim-öğretim gibi bilişsel karmaşıklık düzeyi yüksek işlerde açık ofis tasarımı, gürültü nedeniyle odaklanamama sorununu getiriyor. Her çalışanın odasının olması verimi arttırıyor. Ancak, şirketler açık ofiste ısrarcı. Neden peki? Çünkü bu tasarım ucuza geliyor. Aklı başında bir kapitalist yine de, konuyu kâr-zarar tartısına çıkardığında, açık ofis tasarımını savunamaz duruma gelecektir; çünkü açık ofis tasarımı daha ucuzken, verimlilikten götürdükleri de oldukça fazla olduğundan; o ucuzluğun getirdiği kârın ötesinde zarar elde edilmiş oluyor. Açık ofisi savunanlar, bir de, bunun etkileşime izin vermesinden dem vuruyor. Ama yine kâr, zarardan yüksek değil. Çözüm: Herkesin ayrı odası olsun ama bir de toplantı odası olsun, dizüstü bilgisayarlarımız ve tabletlerimiz nasılsa taşınabilir nitelikte…

 

Ele aldığımız bir başka konu da, cezaevi mimarisi. Bu, tümüyle felsefeye dayanan bir durum. Amaç, cezalandırmaksa; cezaevlerini çirkin, sağlıksız, boyasız, beton, gri yapılar olarak kurgularsınız. Ama amaç, suçluların bir daha suç işleyip cezaevine dönmelerini engellemekse, onları topluma kazandırmaksa, diğer bir deyişle, amaç, rehabilitasyonsa, tasarım da o derece insancıl, renkli ve doğayla bütünleşik olacaktır. Bir diğer konu da, mahremiyetin dengelenmesi sorunu. Belli tip cezaevlerinde olduğu gibi bireyselleştirme ve yalnızlaştırma siyasaları, cezalandırmanın ötesine geçip mahkumların psikolojik sağlığını bozuyor. Psikoloji etiğinin bu tür uygulamalara kesinlikle karşı olması gerekir. Öte yandan, koğuş sistemi de, bir baskı aracına dönüşebiliyor. İkisinin bir dengesinin bulunması gerekiyor – ki bu durumun bir benzerini, ofis tasarımında gördük. Biraz mahremiyet, biraz da sosyal etkileşim gerekli.

 

Bir diğer konu ise, nöro-mimari adlı yeni akım. Artık sinirbilimciler de mimarlık araştırmaları yapıyor. En çok kullanılan yöntem, EEG. Sonra FMRI geliyor. Bu yöntemleri sanal gerçeklikle birleştirerek, katılımcılara çeşitli mimari tasarımlar gösterip hangi beyin ağlarının etkinleştiğini inceliyorlar. Bu çalışmalara iki tür eleştiri geliyor. Birincisi, EEG için katılımcıların sabit durması gerekiyor; bu, araştırmaların gerçekçiliğine ket vuruyor. Ancak bu eleştiri aşıldı, çünkü mobil EEG’ler çıktı. Artık bu araştırmalar, açık alanda, gerçek yaşamın içinde gerçekleştiriliyor. İkinci eleştiri ise, bu çalışmaların çoğunlukla betimleme niteliğinde olması, beyin ağlarını saptamanın ötesine geçmemesiydi. Bu eleştiri de geçersizleşiyor; çünkü deneysel çalışmalar artıyor.

 

Kitapta başka konular da var. Ancak bunları öne çıkarmak istedik. Umarız yararlı olmuştur…(*)

 

 

(*) Kitapla ilgili daha fazla bilgi için, kitabı tanıtan iki seminere bakılabilir:

Mimarlık Psikolojisi - Kitap Tanıtımı - Ulaş Başar Gezgin

https://www.youtube.com/watch?v=ZCZODepC7xk

 

Kütüphane Konferansları 6: Mimarlık Psikolojisi

https://www.youtube.com/watch?v=-sAiAYsLhT4

 

Ne Kalır Geriye Bilir misin? / What Remains?

Ne Kalır Geriye Bilir misin?

 

Bütün bu saatlerden ve gecelerden,

Ne kalır geriye bilir misin?

Çocuklar oynarlar parklarda, onlar kalır.

Köprü olurlar geçmişimizden geleceğimize...

 

Bütün bu günlerden, bu aylardan,

Ne kalır geriye bilir misin?

Yazıya döktüklerimiz kalır,

Sana yazdığım bu şiir kalır

Yer kalırsa kağıtların arasında...

 

Bütün bu aylardan, senelerden,

Ne kalır geriye bilir misin?

Hatıralar kalır, hayal meyal anımsadığımız

Umutlar kalır bitimsizce.

 

Hiç aklına gelir miydi

Bu acı günlerin de

Unutulacağını,

Geleceğe bakacağımızı?

Çünkü geriye güzel anılar kalır,

O keyif anları, o huzur anları...

 

Bütün bu anlardan, dakikalardan,

Ne kalır geriye bilir misin?

Sen ve ben kalırız, sevgiler içinde,

Geçmişten arınmış ve hep şimdiyi yaşayan...

 

Ulaş Başar Gezgin, 11.08.2024

 

 

 

What Remains?

 

From all these hours and nights,

Do you know what remains?

Children play in the parks, they remain.

They become a bridge from our past to our future...

 

From all these days, these months,

Do you know what remains?

What we have written remains,

This poem I wrote to you remains,

If there is space between the papers...

 

From all these months, years,

Do you know what remains?

Memories remain, vaguely remembered,

Hopes remain endlessly.

 

Had it ever occurred to you

That these painful days would also be

Forgotten,

That we would look to the future?

Because beautiful memories remain,

Those moments of joy, those moments of peace...

 

From all these moments, minutes,

Do you know what remains?

You and I remain, in love,

Purified from the past and always living the present...

 

Ulaş Başar Gezgin, 11.08.2024

 

 

To Love You in Difficult Times / Zor Zamanlarda Sevmek Seni

 To Love You in Difficult Times

 

To love you in difficult times,

Is difficult as the times,

But I know that true nature of love

Appears only on those times.

 

Quest for immortality as a solution to lost ones,

Is as old as the history of humanity.

Do you remember Gilgamesh darling,

Who lost his friend and searched the world to revive him.

 

As there are people who bring us to this world,

There are others who left us early.

And you know my beauty, every time is early

As we will always miss the loved ones.

 

Deceased ones! We remember you with due respect.

We will go, at the end, to wherever you go, that is for sure,

Maybe there is an after world to go or not

Is not a matter of concern, the result is the same.

 

Sweest one, to love you in difficult times can be

Difficult as the times, but that means you have

A companion that will always be with you.

I hope this would bury your sorrow at least for some time.

 

 

Ulaş Başar Gezgin, 25.07.2024

 

 

 

Zor Zamanlarda Sevmek Seni

 

Zor zamanlarda sevmek seni

Zaman kadar zor,

Ama aşkın gerçek doğasını biliyorum

Sadece bu zamanlarda ortaya çıkar.

 

Kayıplara çözüm olarak ölümsüzlük arayışı,

İnsanlık tarihi kadar eskidir.

Gılgamış'ı hatırlıyor musun sevgilim,

Arkadaşını kaybeden ve onu diriltmek için dünyayı arayan kişi.

 

Bizi bu dünyaya getiren insanlar olduğu gibi,

Aramızdan erken ayrılanlar da var.

Ve biliyorsun güzelim, her zaman erkendir

Sevdiklerimizi her zaman özleyeceğimiz için.

 

Ölmüşlerimiz! Sizi saygıyla anıyoruz.

Sonunda siz nereye giderseniz oraya gideceğiz, orası kesin.

Belki gidilecek bir sonraki dünya vardır ya da yoktur

Bu, mesele edilecek bir durum değil, sonuç aynı.

 

En tatlım, zor zamanlarda seni sevmek olabilir

Zaman kadar zor, ama bu demek oluyor ki

Her zaman yanında olacak bir yol arkadaşın var.

Umarım bu, üzüntünü en azından bir süreliğine saklar.

 

Ulaş Başar Gezgin, 25.07.2024