1- İzlediğim kadarıyla başta psikoloji
olmakla birlikte pek çok alanda akademik çalışmalarınız bulunuyor.
Okuyucularımız için kendinizi tüm bu bilinen şeyler dışında nasıl tanıtırsınız?
En kısa haliyle bir akademisyen-yazarım. Akademi dünyasında
çalışıyorum ama birçok çalışmam da akademi dışında. Gençliğimde birçok ülkede
bulundum. Çok sayıda kitap yazdım. Hayatta üretmekten daha keyifli bir iş
bilmiyorum.
2- Türkiye, Vietnam, Tayland ve
Malezya gibi ülkelerde 23 yıl ders verme deneyimine sahip bir akademisyen
olarak son yıllarda ülkemiz özelinde akademik alandaki gerilemeyi nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Yurtdışında bulunduğum yıllarda, çok kez Türkiye’ye
dönmeye çalıştım. 5 yıl ayrılıktan sonra 2 yıl (tam Gezi Direnişi döneminde)
İstanbul’da çalıştım. Sonra tekrar ayrıldım. Her dönüşümde akademinin daha da
gerilediğini, kapitalistleşmenin ötesinde feodalleştiğini gözlemledim. Hak
arama mücadelesi her daim sürüyor. Bu süreçte, kimilerini karşımıza aldık ama
kimileriyle de güçlü dostluklar geliştirdik. Gayet sosyal psikolojik bir durum.
Öte yandan, dünya genelinde de neo-liberalleşme gözlemledim. Baş icracıların
(CEO) üniversitelerin rektörüyle eşit hatta ondan da üstün konumlara
getirildiği; eğitimin her öğesinin ölçülüp performans değerlendirme aracına
dönüştürüldüğü; üniversitelerin ticarethaneleştiği bir süreç. Dünya genelinde
bir kötüye gidiş olduğunu gözlemliyorum. Fakat bizde bunun ötesinde feodalleşme
de var, bu da üniversite kavramıyla daha fazla çelişiyor.
3- Yukarıdaki soruyla bağlantılı
olarak özellikle mezun olduğunuz Boğaziçi Üniversitesi gibi parmakla gösterilen
başarılı üniversitelerimize iktidar tarafından yöneltilen asimetrik bir saldırı
ve ele geçirme politikası var. Boğaziçi Üniversitesi’nden uzaklaştırılan
hocalar ve okullarına sahip çıkmak isteyen öğrencilerin direnişi hala güncelliğini
koruyor.
Siz özellikle her iki camiayı da iyi tanıdığınız için
Boğaziçi ve ODTÜ gibi üniversitelere yönelen bu yeniden yapılandırma/tasfiye
girişimlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gerçekten çok üzücü. Her gün bu iki değerli
üniversitenin bir tuğlasını söküyorlar. Benim gibi birçok eski arkadaşım,
memlekete döndüğünde Boğaziçi’nde çalışmak ister, bunu tercih eder. Fakat bu
yol kapatıldı. Durum, Theseus’un gemisine benziyor. Her defasında,
Boğaziçi’nden ODTÜ’den bir parça koparıp üniversiteyi feodalize ediyorlar.
Sonunda, bütün parçaları değiştirmiş olacakları için, bu süreçten geriye kalan,
Boğaziçi ya da ODTÜ olmayacak. Ya da keser ve sapı örneği var. Keserin bu yıl
sapını değiştirdik, bir sonraki yıl da başını. Elimizde kalan aynı keser
olmaktan çıkıyor.
Aslında neden Boğaziçi ve ODTÜ’ye saldırıyorlar? Çünkü
AKP geçen on yıllarda kendi entelektüellerini yaratamadı. Liberallerden
‘kullanışlı aptallar’ üretti; soldan çakma Foucault’lar devşirdi. Ama kendi
düşünürleri ortaya çıkmadı, çoğunluğu köşe yazarlığı yüzeyselliğinde kaldı.
Bunu kırmak için geçtiğimiz yıllarda Şehir Üniversitesi gibi oluşumlara
gittiler. Sonucunu biliyorsunuz. Düşündükleri şu: Boğaziçi ve ODTÜ’yü ele
geçirirsek, kültürel hegemonya bizim olur. Ama öyle olmuyor. Orada bir direniş
var. O direniş çok değerli.
4- Kişisel blogunuzda “Akademik
çalışmalar dışında, çeşitli dergi ve gazetelere köşe yazıları yazmakta; şiir,
şarkı sözü, şarkı, deneme, yazınsal inceleme, öykü, film öyküsü, film
çözümlemesi, tiyatro oyunu, masal ve roman türlerinde yapıtlar vermekte ve
çeşitli ülkelerden şairleri ve şarkıcıları Türkçeye kazandırmaktadır.”
ibaresi geçmekte. Sahiden bilimsel çalışmalarınızın yanı sıra sanatla ilgili bu
denli geniş bir alanda -bilinen zorlukları da göze alarak- yürüttüğünüz
çalışmalarınız hakkında bilgi verebilir misiniz?
Uzun yıllar Evrensel ve Birgün gazetelerine köşe
yazıları yazdım. Özellikle Evrensel’de Asya-Pasifik’i yazıyordum. Artık Rusya
uzmanlarının öne çıktığı bir haber sitesi olan Medya Günlüğü’ndeyim. Köşe
yazıları, kitlelere ulaşmanızı sağlıyor. O nedenle önemli. Küçük yaşlardan beri
şiir yazıyorum. Evrensel Kültür gibi dergilerde geçmiş yıllarda şiirlerim
yayınlanırdı. Bir yandan da şarkı ve şarkı sözü yazıyorum. Müziğe dönük bir
yönüm var. 22 yaşımdayken ilk iki kitabım yayınlandı. Biri, üç öykümün
yayınlandığı bir seçme öyküler kitabıydı. Diğeri, İspanyolca’dan çevirdiğim bir
Octavio Paz kitabıydı. 20’li yaşlardan başlayarak ağırlıklı olarak şiir ve
şarkı sözü çevirileri yaptım. Film çalışmaları için, Sinematek’te bir dönem
eğitim aldım. Film çözümlemelerimi içeren bir kitap geçtiğimiz yıllarda
yayınlandı. İlk tiyatro oyunumu lise yıllarında yazmıştım, arkadaşlarla
oynamıştık. Ne yazık ki bu metin kayıp. Fakat o dönem Kadıköy BEKSAV’da bu
oyunu yeniden oynamıştık diye anımsıyorum. Ara ara toplumsal içerikli masallar
yazıyorum. Üç dilli bir çocuk öyküsü kitabım var, yayınlanması için çizimleri
bekliyoruz. Bir tane romanım var. Ama bütün bunlara yayınevleri öncelik vermiyor
gibi görünüyor. Edebiyat kitapları yerine akademik kitaplarımı yayınlamayı
yeğliyorlar. Bu nedenle, bunlar çalışmalarım içinde pek de öne çıkamıyor.
5- Kapitalist çağda, kültür
endüstrisinin yönlendirmesiyle postmodernizmin etkisinde popüler kültür
ürünleri sanatsal çalışmaları kuşatmış durumda. Bir anlamda piyasacı sanat
istemediğini görmezden geliyor, istediğini allayarak pullayarak piyasaya
sunuyor. Bu anlamda toplumcu sanatçıların dışarda tutulduğu sistemin
sürekliliğini sağlayan bireyci bir kültür sanat halka dayatılıyor. Bu konudaki
düşünceleriniz nelerdir? Sermayenin kuşatması altında devrimci sanat nasıl gelişir,
zorlukları aşarak kitlerle buluşabilir?
Devrimci ve toplumcu sanat, düşünsel dünyamızda,
haksız yere çok değersizleştirildi. 12 Eylül’ün etkileri ve dünya genelinde
neo-liberal dalganın etkileri (Vietnam’da bile!!!) çok baskın. Bireyin keşfi
adı altında, bireycilik, sanatı sömürgeleştirdi. Geçenlerde verdiğim bir
seminerde, bir katılımcı, “yapay zeka geliyor, Marksizm geçersiz olacak” dedi;
oysa, emek-sermaye ve yöneten-yönetilen arasındaki çelişkiler kapitalizm
koşullarında her zaman sürecek. Bunlar sürecekse, devrimci, toplumcu sanat için
her zaman ihtiyaç var ve olacak diyebiliriz. Aslında, öte yandan, bireyle
toplum çok iç içe geçmiş kavramlar. Nazım Hikmet’in de bireysel izleklere sahip
şiirleri var ama onun altındaki toplumsal duyarlılığı hissedebiliyoruz. Daha
önce incelediğim Vietnam sanatında şöyle bir durum vardı: Sosyalistler, aşkı
yalnızca toplumsal boyutlarını içerecek biçimde işliyorlardı. Örneğin,
Vietnam’ın ikiye bölünmesiyle ayrı düşen bir çift gibi. Avrupa’da yeniden
uyanış (rönesans) nasıl oldu? Geçmişteki klasik yapıtlardan esinlendiler. Bizim
de sanat için Marksist klasiklerden esinlenme zamanımız geldi de geçiyor bile…
6- Vietnam’da uzun yıllar akademisyen
olarak çalışmalarda bulundunuz. Oradaki kültür sanat politikalarını inceleme
fırsatınız oldu mu? Vietnamlı sanatçıların yukarıda bahsettiğimiz kültür
endüstrisine dayalı popüler kültürün karşısında sanatsal üretimleri hakkındaki gözlemlerinizi
anlatabilir misiniz?
Vietnam’da 30 yıllık savaş 1975’te bitti. Bu savaş
döneminde, hatta öncesinde, Vietnamlı devrimci sanatçılar toplumsal gerçekçi
yapıtlar verdiler. Özellikle de savaşı konu aldılar. Bugün nüfusun çoğunluğu
ise, savaş sonrasında doğmuş durumda. O dönemi kitaplardan biliyorlar yalnızca.
Savaş anlatılarından sıkılıyorlar. Okullarda Marksizm-Leninizm dersleri hâlâ
zorunlu. Ezber dersi olarak görüp ondan da sıkılıyorlar. Kablolu TV’yle
Amerikan ve Güney Kore yapımları yaygınlaşıyor. Vietnam’ın çocukları Japon animeleriyle
büyüyor. 1986’da hain Gorbaçov’un Vietnam’a yardımı kesmesi sonucunda,
Vietnam’da enflasyon % 400’e çıktı. O zamanlar küçük bir ülkeydi, endüstri yok
denecek kadar azdı. İnsanlar aç, çaresizdi. Savaş zaten tek başına büyük bir
yıkım getirmişti. 150 yıllık sömürgecilik yıkımı da bu listeye eklenmeli.
Vietnam, böyle olunca, daha birkaç yıl önce savaşa tutuştuğu Çin’i örnek aldı,
karma ekonomiye geçti, yabancı sermayeye açıldı. Bunu, sanatçıların ve genel
olarak öğrencilerin Rusya yerine Amerika’da eğitim almaya gönderilmesi izledi.
Şu an ABD, Vietnam’ın Çin’le birlikte en önemli ticaret ortağı. Amerikan savaş
gemileri, Vietnam limanlarına demirliyor. ABD, Vietnam’da askeri üs açmak
istiyordu, neyse ki VKP (Vietnam
Komünist Partisi) reddetti. Neden bunlardan söz açtık? Tüm bu gelişmeler,
sanatı da etkiliyor. Gençlerin sanatı Vietnamlı ve toplumcu olmaktan oldukça
uzak. Toplumsal gerçekçiliği dinozorluk olarak görüyorlar diyebiliriz.
7- Sosyal medya paylaşımlarınızdan
gördüğüm kadarıyla şiir çalışmalarınız da var. Modern şiirin gelişmişlik düzeyi
açısından Vietnam ve ülkemizdeki durum hakkında bir kıyaslama yapabilir
misiniz?
Şiirin gelişmişliğini ölçmek doğru mu bilemiyorum.
Şimdiye dek yüzlerce şiir çevirdim. Elimde yayınlanmayı bekleyen ve bir türlü
yayınlanmayan antolojiler var. Bu antolojilerde en çok beğendiklerim, toplumsal
gerçekçiler oluyor. Vietnamlı gençlerin sıkılması gibi, ben de bireysel
izleklerden, özellikle de aşktan sıkılıyorum. Şimdi tarihsel şiirler de
çevirdiğim oluyor; örneğin, Çin şiirinden. O zaman toplumsal gerçekçilik yoktu,
nasıl değerlendireceğiz? Toplumsal konular işleyenler kalbimi kazanıyor. Örneğin,
biri, toplumdaki adaletsizlikleri mi konu alıyor, hemen radarıma takılıyor.
Elbette şematik de bakmamak gerekiyor ama beni toplumu ilgilendiren konular daha
çok kendine çekiyor. Vietnam sanatının en güzel, en nitelikli yılları, savaş
dönemi. Sonrasında Vietnam sanatı diye bir akımdan ya da yaklaşımdan söz etmek
zor. Dünya çapında ün kazanıp büyük kazançlar elde eden Vietnamlı ressamlar
var; ancak bunlar, ne kadar Vietnam gerçeğinden uzaklaşıp soyutlaşırlarsa o
kadar çok değerli sayılıyorlar. Bunun tersi durumlar da var elbette: Küresel
dünya, Vietnamlı’nın Vietnam’a özgü sanatını alkışlamak istiyor ama Vietnam’ın
genç sanatçıları bunu sanat değil zanaat olarak görüyorlar artık… Şiirden
girdik, resimden çıktık; durum şiirde de çok farklı değil…
8- Psikoloji üzerinde oldukça değerli
çalışmalarınız olduğunu görüyorum. Ülkemizde psikodinamik açıdan sanatçı
özelinde şiir incelemeleri yapan meslektaşlarınız var. Ben bu tür çalışmaları
şiirin yaratılış süreçlerindeki çok katmanlılık ve geçişkenlikler göz önüne
alındığında şairin bilinçaltına ilişkin bir niyet okuma olarak
değerlendiriyorum. Siz bu konuda neler söylemek istersiniz?
Öncelikle, Türkçe’de yanlış kullanım var. Bilinçaltı
değil bilinçdışı. Bilinçaltı, istediğimiz zaman erişebileceğimiz bilgiler
içerir, örneğin “dün akşam ne yemek yedik?” Biraz düşünürsek aklımıza gelir.
Bilinçdışı ise, terapi ve rüyalar gibi özel durumlar dışında erişemediğimiz
bilgi ve deneyimlere karşılık gelir. Dolayısıyla, sanata yansıdığı ileri
sürülen, bilinçaltı değil bilinçdışı. Diğer bir nokta da şu: Psikodinamik
yaklaşım, eskiden çok öne çıkardı ama bugün yaklaşımlardan yalnızca biri olarak
görüyoruz. Sanatı ve sanatçıyı nesneleştiriyor, edilgen varlıklar olarak
tarifliyor. Yine de, kimi çalışmalar değerli katkılar içeriyor. Bu konu,
edebiyat psikolojisi alanına giriyor. Benim sanat psikolojisi konulu bir
kitabım var. Bu noktada, konuyu yalnızca şiir değil sanat üretimi bağlamına
oturtmak gerekiyor. Sanatçının psikolojik süreçleri, üretimde etkilidir ama ne
ölçüde etkilidir? Toplumsal etkilerle bireysel etkiler nasıl buluşuyor? Bunlar
henüz iyice yanıtlanmış sorular değil.
9- Son söz olarak okuyucularımıza iletmek
istediğiniz mesajlar nelerdir?
Maya Kültür olarak çok güzel çalışmalar yapıyorsunuz.
İzliyorum. Bu vesileyle çalışmalarınız için kutlarım. Daha çok
okura/sanatsevere ulaşmanızı dilerim.
Mustafa GÜÇLÜ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder