Bilişsel Antropolojik Açıdan Mitolojiler/Dinler
Ulaş Başar Gezgin, ulasbasar@gmail.com
Mitoloji araştırmalarında öncelikli konu şu: Aslında bütün dinler mitoloji,
bütün mitolojiler din. Eskil Yunan inanışlarına mitoloji diyoruz, halbuki bu
inançlar bir dinin temel öğeleriydi. Tapınakları, rahipleri de olan bir
mitoloji, elbette din sayılır. Öte yandan, tek tanrılı dinlerden gelen
araştırmacıların, tek tanrılı olmayan ve tanrısız dinlere karşı bir önyargısı
var. Onlar ilkel sayılıyor. Oysa, hiçbir inanış bir diğerinden üstün değildir.
Dahası, ‘en mantıklı din’ gibi iddialar da doğru değildir. Dinler bilimsel
olmadığına göre, mantıklı olmaları beklenemez. İsteyen, tek tanrıya da hayvan
totemine de inanabilir.
Bir başka konu şu: Mitolojilerdeki/dinlerdeki ortaklıkları nasıl
açıklayabiliriz? Daha eski kaynaklardan mı almışlar? Bu, birçok Güneybatı Asya
(Ortadoğu) inanışı için doğru. Ancak, coğrafi olarak birbirlerinden oldukça
uzak mitolojilerin/dinlerin bile bazı ortak inanışlara sahip olduğunu
görüyoruz. Örneğin, yaradılış miti olmayan hiçbir inanç yok. Bütün anakaralarda
bu, böyle. İşte bu noktada, bilişsel antropoloji devreye giriyor.
Mitolojiler/dinler, aslında insan zihninin/beyninin evrenle ilgili merak ettiklerini
ortaya döküyor. Ayrıca, bunlar oldukça karmaşık. ‘En ilkel’ denilen kabilelerin
bile, anlamakta zorlanacağımız karmaşıklıkta inançları olabiliyor.
Yaradılış mitlerini biraz açalım: Bunların birçoğunda, herşeyin
başlangıcında ilksel bir kaos vardı. Sonra tanrı(lar) ya da daha geniş
anlamıyla göksel varlık(lar) ortaya çıkar ve çeşitli yollarla evreni yaratır.
Daha sonra ilk insan ortaya çıkacaktır. Birçok anlatıda, topraktan yaratılma
olan bu ilk insan, dişisine kavuşacak ya da dişi varlıklarla (tanrı, göksel
varlık ya da bir hayvan) buluşacaktır. Öte yandan, ilk insan her zaman erkek
değildir. İnsanlık tarihinde tarım toplumundan önce anaerkil bir toplum
yapısının olduğu söylenir. Bunun kanıtı olarak, bereket tanrıçası heykelleri
gösterilir. Böyle ise, o döneme tarihlenen inanışlarda, ilk yaratıcının ve/ya
da yaratımın dişi olmasını bekleriz.
Diğer yaygın inanışlara bakalım: Ateşin tanrılar diyarından insanlığa
getirilmesi; tufan miti; tanrının ölümü; dünyanın bir merkezi olduğu inanışı; devler;
tanrılar savaşında galip gelenlerin evreni yönetmesi; kahramanımızın
yılanla/ejderhayla savaşı; kendini ısıran yılan imgesi; kurucu mitler;
yamyamlık ve insan kurbanı (oğlunu kurban etmek de bu eski inançların bir
göstergesi olarak okunabilir); yıldız falı ve türevleri; öteki dünya inancı; yeraltı
ve gökyüzü dünyası karşıtlığı; kıyamet vb. Bunların her biri dikkat çekici.
Birini ele alalım, tufan mitini…
Bu mitin en erken kaydı, yaklaşık 4 bin yıllık Gılgamış Destanı’nda.
Sümerlerin Nuh’u Utnapiştim. Güneybatı Asya dinleri/mitolojileri birbirlerinden
öğeler ödünç ala ala günümüze gelmiş. Çoktanrılılık, tektanrılılığa dönüşürken,
kimi tanrıların rütbesi düşürülüp melek yapılmış. Örneğin, ölüm tanrısı, meleğe
dönüşmüş. Tanrılar arasındaki hiyerarşi, diğer tanrıların tanrılığının reddiyle
son noktaya ulaşmış.
Öte yandan, bu tufan miti, çok uzak diyarlarda da görülüyor. Kuzey
Amerika’da çok sayıda yerli halk, geçmişte bir tufanın olduğuna ve toplumun o
dönem ileri gelen liderinin (şamanının/peygamberinin) sayesinde insanlığın
kurtulduğuna inanıyor. Çin’de de Hindistan’da da tufan miti var. Farklı
coğrafyalardaki anlatılar benzerlikler taşıyor. Bunu insansoyunun doğa
karşısındaki hayranlığına ve aynı zamanda korkusuna bağlayabiliriz. İnsansoyunun
deneyimlerinden çıkardığı en büyük derslerinden biri, herşeyin azının ve
çoğunun zarar olduğu… Susuz yaşayamayız. Birçok eskil uygarlık, sulamalı tarıma
dayalı oluşumlardır. Sular taşkın verip toprağı verimli hale getirir
getirmesine, ancak bir noktadan sonra, su taşkını, uygarlıkları da ortadan
kaldırır. Dünyanın neresine gidersek gidelim, bunu düşünmüş insan atalarımız…
Mitolojilerin/dinlerin bilim ortaya çıkmadan önceki inanışlar olduğunu
dikkate almalıyız; ancak, inanç da bir yandan bireyseldir. Yine de, inançların
siyasallaştığı yerde, insanlık hiçbir fayda görmemiş; huzur bulamamıştır. İnanışlar
tarihte kimi grupların tutkalı olup onları birleştirirken, bir yandan da,
dışarıda bıraktıklarına (inançsızlara, gavurlara) ölüm ve zulümden başka bir
şey önermemiştir. Mitoloji/din incelemeleri yaparken, bunu akılda tutmamız
gerekir. İnanışlar, dayanışmayı arttırırken aynı zamanda düşmanlıklara yol
açarlar. Kimseyi dışarıda bırakmayan, ötekileştirmeyen gerçek bir barış
inanışına ihtiyacımız çok fazla…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder