Videolar

28 Ağustos 2024 Çarşamba

Mimarlık Psikolojisi Kitabı Tanıtımı

Mimarlık Psikolojisi Kitabı Tanıtımı

 

Ulaş Başar Gezgin, ulasbasar@gmail.com

 

Vietnamlı iç mimar Dr. Nguyen Thi Bich Van ile kaleme aldığımız mimarlık psikolojisi kitabında en fazla kaynaktan yararlanılan bölüm biyofilik mimari bölümü oldu. Biyofilik mimari, biyofilya denencesine (hipotez) dayanıyor. Bunu ilk ortaya atan Erich Fromm’a göre, insanda doğal olana dair doğal bir yatkınlık var. Bunu nerede görüyoruz? Değerli antropolog Dr. Tayfun Yeşilşerit’in bir seminerde belirttiği üzere, bitkisel ürünleri yeğleme eğilimimiz var; çünkü doğal olanın bize zarar vermeyeceğini var sayıyoruz. Biyofilya denencesi, daha sonra mimarlığa uygulanıyor. Böylelikle, orta yerinde yapay değil yaşayan ağaçlara yer veren AVM tasarımlarıyla karşılaşıyoruz. Doğanın dinlendirici bir yanı var. Birçokları için, evi ev yapan özelliklerin arasında, yeşil alanlara yakınlık ya da deniz manzarası olması var. Bu konuda kitap için yüzlerce kaynak taradık. Bu kaynaklarda, akla ne gelirse her işlevdeki yapılaşma için biyofilik tasarım örnekleri sergilendiğini gördük. Elbette bu tasarım çözümleri, coğrafyadan coğrafyaya fark edebiliyor. Örneğin, kutup-altı bölgeler ile dönencesel (tropikal) bölgelerin doğal öğeleri, dolayısıyla biyofilik tasarımları farklı olacaktır. Soğuk ülkelerde, gün ışığı arzulanır iken, böylelikle geniş pencerelere yer verilirken, sıcak ülkelerde, gün ışığının yakıcılığını engellemek hedeflenecektir. Örneğin, gölge edecek ağaçlara odaklanılacaktır. Ayrıca, kültürel farklar da bulunmaktadır. Bunların dışında, bu biyofilik mimarlık ortaya çıkmadan önce de bu ilkeleri uygulayan mimari yapılar var. Bunların başında şifahaneler geliyor. Kimi dinsel yapılar için de aynısı söylenebiliyor.  

 

Bir diğer konu, mimarlık ve sağlık ilişkisi. Kimi yapılar, insanları psikolojik ve fiziksel olarak hasta edebiliyor. Penceresiz, ışık görmeyen, rutubetli yapılar bunlara örnek verilebilir. Önceki odak noktası, sağlıksız yapılarken, bugün yaygın çalışma konusu, insanları sağlıklı yapacak binalar inşa etmeye kaydı. “Yapılar, insanları stresten nasıl arındırabilir?” sorusu öne çıktı. Burada yine biyofilya yardımımıza koşuyor. Bunun dışında, salgın, mimarlık ve sağlık ilişkisini yeniden düşünmemizi sağladı. Evde yapmamız beklenmeyen birçok etkinliği evde yapmak zorunda kaldık. Bu sürece en iyi dayananların evde bitki yetiştirenler ve balkon gibi açık alanları olanlar olduğu ortaya çıktı.

 

Türkçe’de bu ayrımı vermek zor: ‘Home’ ile ‘house’, bilindiği gibi farklı. Bir yapıyı ‘benim evim’ kılan şey, ona yüklediğim anlam. Ev, rahat ettiğimiz, pijamalı dolaştığımız, istediğimiz zaman uyuduğumuz, özel yaşamımıza ait olan özel bir uzamdır. Ancak, kitapta, marksçı kuramdan esinlenerek geliştirdiğimiz bir kavram var. O da, mimari yabancılaşma. Nüfusun çoğunluğuna, oturacakları evlerin özellikleri, yapı inşa edilirken sorulmuyor. Konutlarda başkalarının tercihleriyle yaşıyoruz. Orta sınıf ve üstünün bina sipariş etme olanakları var. Onlar, kendileri için tasarlanmış evlerde kalabiliyorlar. Ama çoğunluk için bu, söz konusu değil. Kullanıcı-merkezli ve katılımcı mimarlık yaklaşımları, bu mimari yabancılaşmanın panzehiri. Fakat bunun için, iyi kalpli, yurttaşının mutluluğunu önemseyen bir devlet anlayışına ihtiyacımız var.

 

Bir diğer konu, okul mimarisi. Okul mimarisinin psikolojik ve özellikle eğitsel etkileri olduğu biliniyor. Montessori ve Waldorf gibi alternatif eğitim yaklaşımlarının kendi mimarlık anlayışları var. Yine mimari yabancılaşma söz konusu. Öğrenciler başta olmak üzere, eğitim bileşenlerine tasarım öncesi gerekli sorular sorulmuyor. Kutu gibi okullarda eğitim görüyoruz; ancak bu okullarda değil de, eğitsel ihtiyaçlara karşılık gelen mimari tasarımlar içerisinde okuyor olsaydık, hangi noktada olurduk; yanıt sizin olsun. Bir de, tasarımın kendisinin bir pedagojik araca, bir tür öğretmene dönüşmesi durumu söz konusu: Biyofilik ya da çevre dostu tasarımlı okullarda okuyan öğrencilerin daha çevre dostu tutumlar ve davranışlar sergiledikleri ortaya çıkmış. Yeşil bir okul, öğrencilerin ekolojik bilinçleri için de bir kılavuz işlevi görüyor. Örneğin, okul yıllarında çeşitli hayvanlara bakmış, bahçecilikle uğraşmış öğrenciler, elbette doğaya daha yatkın olacaktır. Bu tür etkinliklere izin veren bir okul tasarımı gerekli.

 

Hastane mimarisi bir diğer konu. Aslında belki de başta söylemeliydik: Mimarlık psikolojisi alanının başlaması, hastane mimarisinin psikolojik etkilerine duyulan merakla başlıyor. Mimarlar, psikologlara soruyor: Hastaneleri (özellikle de akıl hastanelerini) nasıl tasarlayalım ki, hastalar daha çabuk iyileşsin? Alanın klasik çalışmalarından birinde, iki gruptan ameliyat bekleyen hasta karşılaştırılıyor: Pencereli bir odada bekleyenler ve penceresiz bir odada bekleyenler. Pencereli grup, penceresiz gruba göre daha hızlı iyileşiyor. İlk dönem, katı belirlenimcilik var: Yapıların bireyleri belirlediği ileri sürülüyor. Ancak biz, cezaevi mimarisinin psikolojisi bölümünde anlattığımız üzere, biliyoruz ki, her mahkum, cezaevi mimarisinden aynı biçimde etkilenmiyor. Kimileri kötü etkileniyor, kimileri hiç etkilenmiyor. Kimi etkiler geçici, kimi etkiler daha uzun süreli oluyor. Buradan şu sonuç çıkıyor: Evet, yapılar, bireyleri belirleme potansiyeline sahip, ancak bu konuda bireysel farklılıklar var. Böylelikle, yumuşak belirlenimcilik akımı ortaya çıkıyor. Daha sonra bu iki yaklaşım da eleştiriliyor, çünkü ilişkinin okunu tek yönlü kurguluyorlar. Diğer bir deyişle, yapılar bireyleri etkiliyor ama bireylerin yapılar üstünde etkisi yok. Oysa, insanlar, uygun görmedikleri tasarımları dolayımlıyorlar; kendilerine uyduruyorlar. Sıcak bir ülkede, geniş pencereler yapıyorsunuz; sakinler, beyaz çarşaf gererek sizin tasarımınıza meydan okuyor, müdahale ediyorlar. Ya da rutubetli bir evi, posterler asarak güzelleştirmeye çalışıyorlar. Dolayısıyla, artık, bireyleri yapılar karşısında edilgen, etkisiz varlıklar olarak kodlamıyoruz.

 

Ofis mimarisi de ilginç bir konu. Şirketler ısrarla açık ofis tasarımı uyguluyorlar. Çalışanlar da ısrarla bunun verimsizliğe yol açtığını kanıtlamaya çalışıyorlar. Birçok iş kolunda, özellikle de eğitim-öğretim gibi bilişsel karmaşıklık düzeyi yüksek işlerde açık ofis tasarımı, gürültü nedeniyle odaklanamama sorununu getiriyor. Her çalışanın odasının olması verimi arttırıyor. Ancak, şirketler açık ofiste ısrarcı. Neden peki? Çünkü bu tasarım ucuza geliyor. Aklı başında bir kapitalist yine de, konuyu kâr-zarar tartısına çıkardığında, açık ofis tasarımını savunamaz duruma gelecektir; çünkü açık ofis tasarımı daha ucuzken, verimlilikten götürdükleri de oldukça fazla olduğundan; o ucuzluğun getirdiği kârın ötesinde zarar elde edilmiş oluyor. Açık ofisi savunanlar, bir de, bunun etkileşime izin vermesinden dem vuruyor. Ama yine kâr, zarardan yüksek değil. Çözüm: Herkesin ayrı odası olsun ama bir de toplantı odası olsun, dizüstü bilgisayarlarımız ve tabletlerimiz nasılsa taşınabilir nitelikte…

 

Ele aldığımız bir başka konu da, cezaevi mimarisi. Bu, tümüyle felsefeye dayanan bir durum. Amaç, cezalandırmaksa; cezaevlerini çirkin, sağlıksız, boyasız, beton, gri yapılar olarak kurgularsınız. Ama amaç, suçluların bir daha suç işleyip cezaevine dönmelerini engellemekse, onları topluma kazandırmaksa, diğer bir deyişle, amaç, rehabilitasyonsa, tasarım da o derece insancıl, renkli ve doğayla bütünleşik olacaktır. Bir diğer konu da, mahremiyetin dengelenmesi sorunu. Belli tip cezaevlerinde olduğu gibi bireyselleştirme ve yalnızlaştırma siyasaları, cezalandırmanın ötesine geçip mahkumların psikolojik sağlığını bozuyor. Psikoloji etiğinin bu tür uygulamalara kesinlikle karşı olması gerekir. Öte yandan, koğuş sistemi de, bir baskı aracına dönüşebiliyor. İkisinin bir dengesinin bulunması gerekiyor – ki bu durumun bir benzerini, ofis tasarımında gördük. Biraz mahremiyet, biraz da sosyal etkileşim gerekli.

 

Bir diğer konu ise, nöro-mimari adlı yeni akım. Artık sinirbilimciler de mimarlık araştırmaları yapıyor. En çok kullanılan yöntem, EEG. Sonra FMRI geliyor. Bu yöntemleri sanal gerçeklikle birleştirerek, katılımcılara çeşitli mimari tasarımlar gösterip hangi beyin ağlarının etkinleştiğini inceliyorlar. Bu çalışmalara iki tür eleştiri geliyor. Birincisi, EEG için katılımcıların sabit durması gerekiyor; bu, araştırmaların gerçekçiliğine ket vuruyor. Ancak bu eleştiri aşıldı, çünkü mobil EEG’ler çıktı. Artık bu araştırmalar, açık alanda, gerçek yaşamın içinde gerçekleştiriliyor. İkinci eleştiri ise, bu çalışmaların çoğunlukla betimleme niteliğinde olması, beyin ağlarını saptamanın ötesine geçmemesiydi. Bu eleştiri de geçersizleşiyor; çünkü deneysel çalışmalar artıyor.

 

Kitapta başka konular da var. Ancak bunları öne çıkarmak istedik. Umarız yararlı olmuştur…(*)

 

 

(*) Kitapla ilgili daha fazla bilgi için, kitabı tanıtan iki seminere bakılabilir:

Mimarlık Psikolojisi - Kitap Tanıtımı - Ulaş Başar Gezgin

https://www.youtube.com/watch?v=ZCZODepC7xk

 

Kütüphane Konferansları 6: Mimarlık Psikolojisi

https://www.youtube.com/watch?v=-sAiAYsLhT4

 

Ne Kalır Geriye Bilir misin? / What Remains?

Ne Kalır Geriye Bilir misin?

 

Bütün bu saatlerden ve gecelerden,

Ne kalır geriye bilir misin?

Çocuklar oynarlar parklarda, onlar kalır.

Köprü olurlar geçmişimizden geleceğimize...

 

Bütün bu günlerden, bu aylardan,

Ne kalır geriye bilir misin?

Yazıya döktüklerimiz kalır,

Sana yazdığım bu şiir kalır

Yer kalırsa kağıtların arasında...

 

Bütün bu aylardan, senelerden,

Ne kalır geriye bilir misin?

Hatıralar kalır, hayal meyal anımsadığımız

Umutlar kalır bitimsizce.

 

Hiç aklına gelir miydi

Bu acı günlerin de

Unutulacağını,

Geleceğe bakacağımızı?

Çünkü geriye güzel anılar kalır,

O keyif anları, o huzur anları...

 

Bütün bu anlardan, dakikalardan,

Ne kalır geriye bilir misin?

Sen ve ben kalırız, sevgiler içinde,

Geçmişten arınmış ve hep şimdiyi yaşayan...

 

Ulaş Başar Gezgin, 11.08.2024

 

 

 

What Remains?

 

From all these hours and nights,

Do you know what remains?

Children play in the parks, they remain.

They become a bridge from our past to our future...

 

From all these days, these months,

Do you know what remains?

What we have written remains,

This poem I wrote to you remains,

If there is space between the papers...

 

From all these months, years,

Do you know what remains?

Memories remain, vaguely remembered,

Hopes remain endlessly.

 

Had it ever occurred to you

That these painful days would also be

Forgotten,

That we would look to the future?

Because beautiful memories remain,

Those moments of joy, those moments of peace...

 

From all these moments, minutes,

Do you know what remains?

You and I remain, in love,

Purified from the past and always living the present...

 

Ulaş Başar Gezgin, 11.08.2024

 

 

To Love You in Difficult Times / Zor Zamanlarda Sevmek Seni

 To Love You in Difficult Times

 

To love you in difficult times,

Is difficult as the times,

But I know that true nature of love

Appears only on those times.

 

Quest for immortality as a solution to lost ones,

Is as old as the history of humanity.

Do you remember Gilgamesh darling,

Who lost his friend and searched the world to revive him.

 

As there are people who bring us to this world,

There are others who left us early.

And you know my beauty, every time is early

As we will always miss the loved ones.

 

Deceased ones! We remember you with due respect.

We will go, at the end, to wherever you go, that is for sure,

Maybe there is an after world to go or not

Is not a matter of concern, the result is the same.

 

Sweest one, to love you in difficult times can be

Difficult as the times, but that means you have

A companion that will always be with you.

I hope this would bury your sorrow at least for some time.

 

 

Ulaş Başar Gezgin, 25.07.2024

 

 

 

Zor Zamanlarda Sevmek Seni

 

Zor zamanlarda sevmek seni

Zaman kadar zor,

Ama aşkın gerçek doğasını biliyorum

Sadece bu zamanlarda ortaya çıkar.

 

Kayıplara çözüm olarak ölümsüzlük arayışı,

İnsanlık tarihi kadar eskidir.

Gılgamış'ı hatırlıyor musun sevgilim,

Arkadaşını kaybeden ve onu diriltmek için dünyayı arayan kişi.

 

Bizi bu dünyaya getiren insanlar olduğu gibi,

Aramızdan erken ayrılanlar da var.

Ve biliyorsun güzelim, her zaman erkendir

Sevdiklerimizi her zaman özleyeceğimiz için.

 

Ölmüşlerimiz! Sizi saygıyla anıyoruz.

Sonunda siz nereye giderseniz oraya gideceğiz, orası kesin.

Belki gidilecek bir sonraki dünya vardır ya da yoktur

Bu, mesele edilecek bir durum değil, sonuç aynı.

 

En tatlım, zor zamanlarda seni sevmek olabilir

Zaman kadar zor, ama bu demek oluyor ki

Her zaman yanında olacak bir yol arkadaşın var.

Umarım bu, üzüntünü en azından bir süreliğine saklar.

 

Ulaş Başar Gezgin, 25.07.2024


Kasırgalar Bile / Even Hurricanes

Kasırgalar Bile

 

Hayatta iyi günler olduğu kadar,

Kötü günler de var güzelim.

Böyle olmamalıydı bunu öğrenmen,

Yine de sen bu gerçeği bil.

 

Zorlar bizi hayat, bitimsizce ağladığımız olur.

Hiç geçmeyecekmiş gibi gelir yüreğinin yarası.

Kaybetmek sevdiklerini, hastalıklar yetmezmiş gibi,

Bir çığ olur düşer yüreğe, altında kalırız tümüyle.

 

Hepimiz ölmeyecek miyiz sonunda,

Ama bilsek de bunu, yaşamalıyız

Sonsuza dek yaşayacağımızı düşünerek.

 

Bu acılar da geçer, neler neler oldu dünyada,

Yine de devam etti her şey,

Hiç bir şey olmamış gibi.

 

Güzelim, taksan da bugün hüznün örtüsünü,

Güzel günler gelecek inan buna,

Bu acılardan, öyle bir bilgelikle çıkacaksın ki,

Bundan sonra kasırgalar bile ilişemeyecek sana.

 

 

Ulaş Başar Gezgin, 24.07.2024


 

 

Even Hurricanes

 

As much as there are good days in life,

There are bad days too, honey.

Your learning of it shouldn't have happened like this.

However, you should know this truth.

 

Life forces us, sometimes we cry endlessly.

The wound in your heart feels like it will never go away.

Losing loved ones, as if the illnesses weren't enough,

An avalanche falls on the heart and we are completely buried under it.

 

Won't we all die in the end?

But even if we know this, we have to live our lives

Thinking we'll live forever.

 

This pain too will pass, so many things happened in the world,

Yet everything continued,

As if nothing has happened.

 

My beauty, even if you wear the veil of sadness today,

Good days will come, believe it.

You will come out of this pain with such a wisdom that,

From now on, even hurricanes won't be able to touch you.

 

 

Ulaş Başar Gezgin, 24.07.2024

Vera’m / My Vera

Vera’m

 

Benim de bir Vera’m var Nazım,

Yaşadığımda yanımda olacak,

Öldüğümde yüzüme bakacak hüzünle,

Benim de bir Vera’m var Nazım.

 

Oralarda havalar daha soğuk,

Sokul bana cancağızım sokul,

Bende kanın sıcağı var Akdeniz’den,

Sende yanağın soğuğu, Kuzeylerden.

 

Bende de bir verem var Nazım,

Angina pektorisin gibi senin.

Uzaklarda daha da azar bu hastalık,

Geçer, Vera’ma kavuşunca...

 

Senin kadar sevemem elbet Nazım,

Ama bende de bir kalp var,

Bakarsın bir gün tekler bu tansiyonla,

O zaman senin Vera’n gibi bakacak bana,

Benim Vera’m, son kavuşmamızda.

 

Eşitleneceğiz o zaman, ölüm karşısında,

Yazdıklarımız kalacak geriye, bir de Vera.

Boşuna olacak anımsanmamız yıldönümlerinde,

Bizi geriye getirmeyecek ki, yine de,

Benim de bir Vera’m var Nazım,

Ben öldüğümde,

İsterim ki karalar bağlamasın,

Gülsün her zamanki gibi ve gülsün onunla,

Tüm çiçekler, tüm gökyüzü, tüm evren...

 

Ben döngüye inanırım, materyalist döngüye,

Kavuşurum bir gün Vera’ma, bir kelebek olarak,

Sevinçle kanat çırparım, o gülen yüzünü görürsem,

Hüzünle yas tutarım, onu üzüntülü görürsem.

Ama yine de görmüşüm ya, yeter bana...

Aç pencereni kelebeklere Vera,

Belki böyle olacak kavuşmak sana...

 

 

Ulaş Başar Gezgin, 17.07.2024

 


My Vera

 

I also have a Vera, Nazım,

She is with me when I live,

When I die, she will look at my face with sadness,

I also have a Vera, Nazım.

 

The weather is colder there,

Come close to me my dear, come close to me,

I have the heat of blood from the Mediterranean,

The cold on your cheeks is from the North.

 

I also have tuberculosis, Nazım.

It's like you have angina pectoris.

This disease is worse in the distance,

It will pass, when I meet my Vera...

 

Of course I can't love as much as you, Nazım,

But I have a heart too,

You may see that one day it may stop with this blood pressure,

Then she will look at me like your Vera,

My Vera, at our last reunion.

 

Then we will be equal in the face of death,

What we wrote will remain, and Vera.

Our remembrance will be in vain on anniversaries,

It won't bring us back, though,

I also have a Vera, Nazım,

When I die,

I wish that she won’t wear blacks, feel blue,

Let her laugh as always and laugh with her,

All the flowers, all the sky, all the universe...

 

I believe in the cycle, the materialistic cycle,

One day I will meet my Vera as a butterfly,

I will flap my wings with joy, if I see her smiling face,

I will mourn with sadness if I see her sad.

But still, I've seen her, that's enough for me...

Open your window to the butterflies, Vera,

Maybe this is how I will be meeting you...

 

Ulaş Başar Gezgin, 17.07.2024

Psikoloji ve Mimarlık Kitabı Yazım Notları

Psikoloji ve Mimarlık Kitabı Yazım Notları

 

Ulaş Başar Gezgin, ulasbasar@gmail.com

 

Bu yazıda, yazmakta olduğum psikoloji ve mimarlık kitabımızla ilgili yazım notlarımı paylaşıyorum.

 

 

Psikoloji ve mimarlık kitabımın yazımında son gelişme şu:

13 günde kitap yazımının yaklaşık üçte birini bitirdim. Son tarih olarak 16 Eylül'ü koymuştum, hayli hayli biter gibi görünüyor, bakalım... Umarım başka bir çok emek isteyen iş araya girmez.

Bugün biyofilik (doğasever) mimariye odaklanıyorum.

Doğaseverlik hipotezini Erich Fromm ortaya atmış, insanda doğal olana yönelik 'doğal' bir sevgi olması anlamında. Bunu mimarlığa uyarlamışlar.

Görebildiğim kadarıyla, mimarlık psikolojisi alanında en çok bu konuda araştırma yapılmış.

Bu konuda taradığım kaynakların sayısı (200 civarı), kitap için şimdilik kullandığım toplam kaynak sayısıyla neredeyse eşit. Bu nedenle, en dolu dolu bölüm bu olacak.

Arkadaşınız yoğun çalışma, az uyku ve yorgunluk içinde bildirdi. :)

 

****

 

Psikoloji ve mimarlık kitabımızın yazımını yarıladım sayılır, ama duygusal mimari, mimarlıkta yapay zeka gibi konularda yeni bölümler eklemeyi düşünüyorum. Dolayısıyla, kitap, beklediğimden daha uzun olacak.

Bu kitabı yazarken, dünyanın dört bir yanından mimarlarla ve az sayıda psikologla sohbet eder gibi oldum. Gururla söyleyebilirim ki, Türkiye çok kaliteli, üst düzey, yüksek donanımlı mimarlık araştırmacıları yetiştirmiş. Bazı ülkelerden (özellikle düşük nüfuslu olanlardan) çok az girdi var.

Öte yandan, bu alanı, çok az psikolog çalışmış. Psikologların eksikliği hissediliyor.
Gecem gündüzüme karıştı. 24 saat yazdım/yazıyorum. Bu gün günlerden ne? Saat kaç? Biraz durup düşünerek yanıtladığım sorular bunlar.

Neyse... Heyecanlıyım... Kitaplar benim çocuklarım. Bu, 118. çocuğum olacak.
Vietnamlı iç mimar Dr. Van da, kitapta meslek deneyimleriyle yer alıyor. Güzel bir eser çıkacak.
Ha gayret, daha da çalışmalıyız.

 

****

 

Son gelişmeler:

 

Mimarlık ve psikoloji kitabında ilerlemeye devam: Bugün ve önümüzdeki günlerde ev psikolojisini yazıyorum. Konumuz, konut tasarımının psikolojik etkileri. Elbette konu, kaçınılmaz olarak karantina ve kapanma günlerine bağlanacak.

 

Bunun dışında, bir üniversiteye çevrimiçi olarak bir "psikoloji makalesi nasıl yazılır?" dersi vereceğim. 4-5 hafta sürecek, toplam saat olarak tam bir dönemi kapsayacak. Dersleri, herkes faydalansın diye Youtube'a koyacağım. Okulla bu konuyu konuştum, olurlarını aldım. Göreceksiniz, sıfırdan makale nasıl yazılıyor, çok güzel bir biçimde anlatıyor olacağım. Halk için bilim şiarını uygulamaya devam.

 

****

 

Mimarlık ve psikoloji kitabımızdan bir bölüm (Türkçe çevirisi) :

Konuya Marksist bir yaklaşımla yaklaşacak olursak, konutların son kullanıcının ihtiyaçları dikkate alınmadan inşa edilmesi nedeniyle gelecekteki sakinlerin tasarım sürecine katılmamasının yabancılaşmaya yol açtığını söyleyebiliriz. Tasarımcıların fildişi kulelerinde aldıkları tasarım kararlarını kabul etmek zorunda kalıyorlar. Kapitalizmde zengin insanlar tasarımla ilgili karar alma süreçlerinde tercihlerini belirtme ayrıcalığına sahiptir, binaları sipariş ederler. Ancak sakinlerin çoğunluğu için durum böyle değil. Konut sakinlerinin psikolojisi ile konut mimarisi arasında daha iyi bir ilişki için bu durumun değişmesi gerekiyor. Bu, çok politik bir soruyu beraberinde getiriyor: Meslekten olmayan insanlar nasıl tasarımcılardan daha fazlasını bilebilir? Ancak insanlar hakkında bildiğimiz en iyi şey kendimiz hakkındadır. Beni mutlu edecek ya da mutsuz edecek bir kararda söz sahibi olmam gerekiyor. Bunlar genellikle şirketlerin isteklerine ve mali kısıtlamalara aykırı olabilir, çünkü mutlu tasarımlar daha pahalı olacaktır. İnşaat öncesinde vatandaşlara danışarak, bedavaya insana yakışır konut sağlayacak hayırsever bir devlete ihtiyacımız var.

 

****

 

Dün biraz tembellik etmekle birlikte, psikoloji ve mimarlık kitabında çok ilerledim. Sanırım bir-iki hafta içinde kitap uzunluğuna ulaşacağım.

Dün ve bugünün konusu, ofis tasarımı. Açık ofisle kendi odanın olmasının verimlilik üstüne etkisi tartışması var. Yıllarca açık ofislerde çalıştım, her zaman verim almamı engelledi.

Aslında, tüm işler için uygun bir ofis tasarımı yok. Bir de bilişsel karmaşıklığa sahip işler, odaklanma gerektiriyor, işte onlarda açık ofis çok olumsuz sonuçlar doğuruyor. Bir sürü bulgu var bu yönde; buna karşın neden bu açık ofiste ısrar? Çünkü ucuza geliyor. Kapitalizmin çalışana verdiği değer bu kadar. Koyuyor kümes gibi ofislere, çalışın diyor. Nasıl çalışayım? Çalışamamam için bütün koşulları hazırlamışsınız. Sürekli gürültü içinde çalış mümkünse...

Bir de hiyerarşi farkı var: Müdürlerin odası var, çalışanların yok. Çalışanlara oda ver, onlar da senin kadar çalışsın değil mi ama?

Neyse, bu konudaki geçmiş kızgınlıklarım kitaba yansıyacak sanırım.

Bundan sonraki konu ise, okul mimarisinin psikolojik etkileri olacak.

Bakalım...

 

 

 

Yapay Zekanın Şimdiki ve Gelecek Zamanı: Bir Değerlendirme

Yapay Zekanın Şimdiki ve Gelecek Zamanı: Bir Değerlendirme

 

Prof.Dr. Ulaş Başar Gezgin, ulasbasar@gmail.com

 

Bu çalışmada, Stanford Üniversitesi tarafından yayınlanmış olan ‘Artificial Intelligence Index Report 2024’ adlı raporunu değerlendiriyor; sağlanan veriler ışığında çeşitli çıkarımlarda bulunuyoruz. Çalışmamız, raporun içeriğini yansıtır biçimde 9 bölümden oluşuyor:

1. Yapay Zeka Konusundaki AR-GE Çalışmaları

2. Yapay Zekanın Teknik Başarıları

3. Sorumlu Yapay Zeka Kavramı

4. Yapay Zeka Ekonomisi

5. Bilimde ve Tıpta Yapay Zeka

6. Eğitimde Yapay Zeka

7. Yapay Zeka Politikaları ve Yönetimi

8. Yapay Zeka ve Çeşitlilik

9. Yapay Zeka ve Kamuoyu

 

1. Yapay Zeka Konusundaki AR-GE Çalışmaları

 

Yapay zeka konusunda belli başlı olarak 3 oyuncu anılabilir: Başlangıçta, devlet kurumlarının (özellikle orduların) yaptığı çalışmalar öne çıkıyordu. Son zamanlarda ise, özel sektör, yapay zeka çalışmalarında başı çekiyor. Onu açık arayla akademi izliyor.

 

Yapay zekanın eğitilme masrafı, gün geçtikçe daha da artıyor. Bu nedenle, üretici yapay zeka şirketlerinin azelleşmeye (oligopoli) doğru gittiğini görüyoruz. Bu alana giriş çok masraflı. Şirketler arasındaki yarışma çok çetin.

 

Yapay zeka çalışmalarında, ABD, belki de şimdilik, başı çekiyor. Onu açık arayla Çin, AB ve İngiltere izliyor. Fakat bu ara, hızla kapanabilir; çünkü yapay zeka patentlerine baktığmızda Çin en önde gidiyor. Çin’in bir de nüfus çokluğu ve gözetim toplumu modeli nedeniyle büyük veri üstünlüğü var.

 

Bir yandan da, açık kaynak yapay zeka çalışmaları hız kazanıyor; fakat bunların büyük şirketlerle yarışması, maliyetler düşünüldüğünde kolay görünmüyor. Yapay zekayla ilgili makaleler de hızla artıyor.

 

 

2. Yapay Zekanın Teknik Başarıları

 

Yapay zeka iyimserlerinin düşündüğünün tersine, yapay zeka (belki de henüz) insanların yapabildiği bazı görevleri yerine getiremiyor. Görüntü tanıma gibi konularda yapay zeka oldukça başarılı. Örneğin, yapay zekanın radyologların işlerini elinden alması bekleniyor. Ancak, sağduyu gerektiren sıradan işlerde yapay zeka hâlâ geride. Örneğin, bir sınıfta “hava da sıcak oldu” dersek, bir öğrenci çıkıp camı ya da havalandırmayı açar. Ama kimse bunu söylemiş değil. Bu, çıkarıma bir örnektir ve edimbilim (pragmatik) denilen dilbilim alt alanına karşılık gelir. Bu tür çıkarsamalarda yapay zeka zorlanıyor.

 

Yapay zeka hızla bütüncülleşiyor: İmge ve metin işleyiciler iç içe geçiyor. Buna ‘çoklu modlu model’ deniyor. Birçok işi ayrı ayrı yapay zekalar yapmaktayken (örneğin video üretme, sunum hazırlama vb.), geleceğin yapay zekaları İsviçre çakısı gibi çok işlevli olacak.

 

Yapay zeka, durmak bilmiyor. Aşılan bir hedef, yeni bir hedefin başlangıcı olarak görünüyor.

 

Girilen veriler ne kadar kirli olursa, yapay zeka o kadar yanılıyor. Son dönemde bu konuda duyarlılık artıyor; daha ‘temiz’ veriler giriliyor. Örneğin, önceki verilere dayanarak siyahları suçlu bulan yapay hukuk programları gözden düşüyor. Ancak, yapay zekanın önünde çatallı bir yol var: Toplumda var olan adaletsizlikleri, ayrımcıları yansıtmak ya da onların üstüne çıkıp demokratik bir çıktı sağlamak.

 

Yapay zekalar sayıca artarken, onların üzerinde insan editörlerin etkisi önem kazanıyor. Kimi şirketler, aynı soruya verilen yapay zeka yanıtlarının değerlendirilmesini ve bu yolla insansallaştırılmasını getiren bir iş modeline sahipler. Yapay zekalar, insan editörlerin yorumlarına göre, bir daha eğitimden geçiriliyor.

 

Üretici yapay zekaların ortaya çıkışı, robot çalışmaları alanında da etkisini duyumsatıyor. Robotlar soru soruyor ve yanıtlıyor. Böylelikle, daha gerçeğe uygun bir nitelik kazanıyorlar.

 

3. Sorumlu Yapay Zeka Kavramı

 

Yapay zekaların hangi ölçütlere göre değerlendirileceği tartışması sürüyor. İlgili şirketler tek bir ölçüt seti kullanmadığından, karşılaştırma yapmak zorlaşıyor. Şirketlerin etik sorunlar nedeniyle sorumluluk alması gerekiyor.

 

Sahte videolar (deepfakes) yaygınlaşıyor ve bunların doğruluğunu test edecek araçlar yeterince gelişmiş değil. Facebook gibi uygulamalarda ‘yapay zekayla yapılmıştır’ etiketi görüyoruz; ancak bu gibi girişimlerin ne kadar etkili olacağını zaman gösterecek.

 

Yapay zeka, insanlık için çeşitli olanaklar yaratırken, riskler de barındırıyor. Bunun en dikkate değer örneği, yapay zekalı silahlanma yarışı. Bunun dışında, gözetim toplumu tartışmaları da önem kazanıyor. Veri güvenliği de not edilmeli. “Kişisel verilere kimin erişimi olacak ve ne hakla?” gibi sorular akla geliyor.

 

Yapay zeka, telif hakkı olan ürünlere dayanıyor. Yazarlar ve sanatçılar, yapay zeka şirketlerini kendilerine telif ödenmediği için dava ediyor. Bu davalar kabul edilirse, yapay zeka geliştirmenin bedeli iyice artacak. Bu da, bu konudaki gelişmelere ket vurabilecek. Öte yandan, insan üretimlerinden doğan hakların da korunması gerekiyor.

 

Yapay zeka şirketleri, şeffaflık konusunda oldukça zayıf. Yapay zekaların nasıl eğitildiği, yöntem ve algoritmalar kamusal gözlere açık değil. Bu da, yapay zekaları bir kara kutu durumuna getiriyor.

 

Yapay zeka tartışmalarındaki kısa erimcilik (short-termism) eleştiriliyor. Kısa erimde, algoritmik ayrımcılık gibi sorunlar öne çıkarken, yapay zekanın uzun erimde insanlığın sonunu getirme riski var. Gerçekte, yapay zekanın kendisinden çok, yapay zekayı insanlıkdışı amaçları için kullanacak güçlerden korkuyor olmalıyız.

 

Gözden kaçan bir konuda şu: Yapay zekalar, kaçınılmaz olarak ideolojik olacaktır; çünkü insan verisi ideolojiktir. Herkesin doğru bulduğu bilgiler olduğu gibi (örneğin dünyanın en yüksek dağı), tartışmalı olan bilgiler de olacaktır (örneğin, ABD’nin neden Japonya’ya atom bombası attığı). Bu konularda, üretici yapay zekaların farklı görüşlere yer vermesi gerekir ama böylesi bir öneri bile, bu sorunu çözmeye yetmeyebilir.  

 

4. Yapay Zeka Ekonomisi

 

Üretici yapay zekaya yönelik yatırımlar, şaşırtıcı olmayacak bir biçimde artıyor. ABD, bu konuda, Çin’in çektiğinin yaklaşık 9 katı kadar daha fazla yatırım çekiyor.

 

Yapay zekanın açmazlarından biri şu: Üretkenliği arttırırken, istihdamı düşürüyor. Yapay zeka işlerinde bile, yapay zekaların gelişmesiyle birlikte bir düşüş yaşanıyor.

 

Yine şaşırtıcı olmayacak biçimde, yapay zeka, şirketlerin maliyetlerini düşürürken, kazançlarını arttırıyor.

 

Yapay zeka şirketlerinin sayısı hızla artarken, toplam yapay zeka yatırımı o hızla artmıyor.

 

Bugün ortalama olarak şirketlerin yarısı, yapay zekayı iş amaçlı kullandığını bildiriyor. Kuşkusuz, bu sayı, daha da artacak.

 

Çin, endüstri robotları kesiminde, Japonya’yı geçerek fark atmış durumda. Dünyada, endüstri robotlarının yarıdan fazlası Çin’de üretiliyor.

 

Yapay zeka kullanımı, üretkenliği ve iş kalitesini arttırıyor. Öte yandan, yapay zekayla birlikte, nitelikli iş gücü, niteliksizleşebiliyor: Tasarımı Canva’yla yapan kullanıcılar, şirketteki tasarımcıların işsiz kalmasına ve böylece “ne iş olsa yaparım” durumuna düşmesine yol açıyor. Böylelikle bir tasarımcı, örneğin, kurye oluyor. Bu, başka bir açıdan, insan kaynağı israfı olarak görülebilir.

 

5. Bilimde ve Tıpta Yapay Zeka

 

Yapay zekayla yapılan bilimsel buluşlar sayıca artıyor. Tıpta üretici yapay zeka kullanımı da artış grafiği sergiliyor. Çok sayıda yapay zekalı tıp aygıtı, onay almış durumda.

 

6. Eğitimde Yapay Zeka

 

Bilgisayar bilimlerinde eğitim gören lisans öğrencileri sayıca artıyor; ancak aynı yükseliş, lisans üstünde geçerli değil. Bu konuda dereceleri olanların çoğu, artık üniversitelerde çalışmak yerine, şirketlerde çalışıyor. Endüstriden akademiye geçiş yapanların oranı düşüyor. Öte yandan, yapay zekayla ilgili lisans üstü programların sayısı artıyor. Avrupa’da ilgili alanlardan mezunların çoğu, İngiltere ya da Almanya eğitimli oluyor.

 

7. Yapay Zeka Politikaları ve Yönetimi

 

Yapay zekanın yaygınlaşmasıyla, tam da hızına yetişememekle birlikte, ilgili yasal düzenlemeler sayıca artıyor. Kimi eleştirmenler, aşırı düzenlemenin yapay zeka atılımlarına ket vurma olasılığına dikkat çekiyor. ABD ve AB, bu düzenlemelerde öne çıkıyor. Yapay zeka konusu, artık parlamentolarda daha çok konuşuluyor.

 

8. Yapay Zeka ve Çeşitlilik

 

Bilgisayar bilimleri mezunlarının etnik çeşitliliği artıyor. Asyalılar öne çıkıyor. Öte yandan, kadın-erkek mezun oranında çok fazla iyileşme gözlenmiyor.

 

9. Yapay Zeka ve Kamuoyu

 

Yapay zeka, geniş kitleler tarafından kuşku, kaygı ve korkuyla karşılanıyor. Birçok ülkede, olumsuz beklentiler söz konusu. Çoğunluk, yapay zekanın ekonomik etkilerinin yıkıcı olacağını düşünüyor. Gençler ve yüksek gelir grubuna sahip olanlar, yapay zeka konusunda daha iyimser.

 

***

 

Böylelikle değerlendirmemizin sonuna geldik. Daha söylenecek çok söz var; gerisini zaman gösterecek.