Ulaş Başar Gezgin, Medya Günlüğü sitesinin yazarı

17 Aralık 2017 Pazar

Bali’de Bitimsiz Bir Gece (öykü)

Bali’de Bitimsiz Bir Gece

 Ulaş Başar Gezgin


Adam, bir yolculuktan sonra evine dönüyordu. Yol yorgunluğu nedeniyle uçakta kestiriyordu. Bir ara uyanır gibi olup da çevreye baktığında, onu süzmekte olan hostesi gördü. Bu hostes, onun yıllardır görmediği Cana idi. Kucaklaştılar. Adam, evine dönmemeye karar verdi. Cana ile birlikte başka bir ülkeye gideceklerdi. İndikleri ilk havaalanında, Endonezya-Bali’nin en uygun yer olduğuna karar verdiler. Bali’nin o güzelim havaalanından inip bir motosiklet kiralayacak; Bali’nin merkezden uzak, ıssız bölgelerinde, ayrı geçen yılların acısını çıkaracaklardı. Öyle de yaptılar. Motosikleti Cana sürüyordu.

Bali’nin merkezinden geçerlerken, adamı tanıyanlar oldu. “Hoşgeldin John!” diyorlardı ona; adamsa, buna çok kızıyordu, “ben John değilim, Can’ım” diyordu. Can, yolda, yıllardır görmediği çocukluk arkadaşlarını da gördü; onları Cana’ya tanıştırdı. Onlar da, Can ile geleceklerdi. Bali’ye yeni yaptırılmış paralı yoldan geçerlerken Can’la Cana, arkadaşları kaybettiler; ama bunu umursamadılar, çünkü arkadaşları zaten sonuçta nerede buluşacaklarını biliyorlardı. 

Can, motosiklet üstünde, arkadan Cana’nın memelerini avuçlarken, garip bir duyguya kapıldı. Motosikleti süren, Cana değildi sanki. Üstelik, Bali’ye daha önce hiç gelmemiş olduğunu söyleyen Cana’nın Bali yollarını avucunun içi gibi bilmesi, Can’ı kuşkulandırdı. Ama yıllardan sonra Cana’ya yeniden kavuşmaktan öyle mutluydu ki, bu olumsuz düşünceleri içine gömdü. Cana’ydı işte bu; Can’ın küçük avuçlarıyla birebir uyuşan küçük memelerinden belliydi.

Sonra birden, Can’ın aklına, üstünde yeterince para olmadığı geldi. Bir yolculuk dönüşünde, beklenmedik bir biçimde Cana’ya kavuşmuş, yeniden yolculuğa çıkmıştı; para çıkışmayacaktı. Acaba uzaklardaki arkadaşlarından para mı istemeliydi? Umursamadı bu durumu; sonunda Cana’ya kavuşmuştu; para, bir biçimde bulunurdu; ama Cana, herzaman bulunmazdı. Sonra, aklına, sırtındaki çantanın küçücük olduğu geldi. Büyük çantalarını havaalanında kargoya vermişti; ama sonra ani bir kararla uçak değiştirip Bali’ye gelmişlerdi; büyük çantalarını almayı unutmuştu. Çantasında sandalet bile yoktu. Cana’nın çantası da küçücüktü. Hele çantasında kitap olmaması, bir anda beyninden vurulmuşa dönmesine yol açtı. Koca günde ne yapacaktı kitaplar olmasa. Sonra durdu, durdu, “ne biçim düşünce bu! Cana’ya kavuşmuşum sonunda; kitap mı okuyacağım şimdi!” diye geçirdi içinden; “bugünlerde hiç kitap okumayacağım. Hiç! Hiç!”

Sonunda otele geldiler. Tam içeri girecekken, kapı ağzında, yaşlı bir kadınla karşılaştılar. Kadın, Cana’yla konuşuyor; daha önce ödünç verdiği birşeyleri geri istiyordu. Cana’nın otele girdiğinde Kayıt Kabul’a gitmeden doğrudan odaya gitmesi, bu işte bir iş olduğuna Can’ın artık gözünden kaçamayacak kadar açık bir kanıttı. Kadın gider gitmez, Can, Cana’ya “kimsin sen?!” diye sordu şaşkınlıkla; “evde konuşuruz” dedi Cana. Can, ikisi eve girdikten ve kapıyı kapattıktan sonra, Cana’ya baktı. Ama bu kadının yüzü, Cana’nınkine hiç mi hiç benzemiyordu. Hoş bir Cavalı yüzüydü bu, Hintli’ye çalan; boynunda ise bir haç vardı. Kesinlikle Cana değildi bu kadın. Can’ın şaşkın bakışlarına karşılık, “açıklayabilirim” dedi kadın. Bir anda Can, bu kadının bir seks işçisi olduğunu anladı. Yalnız orada kalsa iyi; kendisinin yaşlı bir adam olduğunu, adının da ‘John’ olduğunu anımsadı birden. Kapı ağzındaki kadınsa, kadın satıcısıydı belki. John, ağlamaklı oldu. Cana yoktu ortada. Ömründe hiç sevgi görmemiş bir adamdı o. Kimse, onunla, severek birlikte olmadığından, parasını bastırıp seks işçileriyle yatıyordu işte. Niceleri, bir yabancı olarak sırtından geçinmek için evlenecek olmuştu John’la; ama hiçbirinin kendisini sevmediğini, onunla evlenmek istemelerinin parasızlıktan ileri geldiğini bal gibi biliyordu. Bu nedenle, tüm isteklilere karşın, hiç evlenmedi John. Parayla satın alınmayan seksin, sevgiye dayalı olduğu için, daha fazla mutluluk verici olduğunu hiç bilemeyecekti John; çünkü ömrünü, gençlik yıllarında tutulduğu Cana’yı aramakla heba etmiş; kimseyle severek birlikte olmamıştı.

John, başladı ağlamaya. Ama sonra, kadının da ağlamaklı olduğunu görünce; kendinden utandı. Bu kadının dertleri, onunkilerden daha büyüktü herhalde. Onu tanımak istedi.

- Yine mi John!? Herşeyi unuttun mu?
- Unutup unutmadığımı bile anımsamıyorum.
- Beni de unuttun yani.
- Evet. Adın ne?
- Ben İrena. Anımsadın mı?
- Yok.
- Aşk olsun. Kaç geceyi birlikte geçirdik. Bunamışsın sen John, erken bunamışsın. Aylardır böylesin. Yeniden yeniden anlatıyorum herşeyi. Umarım son olur bu kez.
- Kusura bakma. Gerçekten anımsamıyorum.
- Ben İrena. Cava’dan, Katolik İrena. İlk geceyi çok net anımsıyorum: Kalçamdaki dövmeler çok hoşuna gitmişti. O ilk gece beni çok yormuştun. “Beni bu kadar yorma, sabah işe gideceğim” demiştim.

John, anımsar gibi oldu. Evet, bu, İrena’ydı. Bir işte çalıştığını duyunca şaşırmış; Bali’de gündüzleri otellerde, lokantalarda, dükkanlarda vb. çalışan kızların geceleri bedenlerini satıp satmadıklarını merak etmişti. Seks işçiliği, halklaşmıştı belki de. Bu kadar düşük aylıkla çalışan kızcağızlar, geceleri, aylarca bir işte çalışarak kazanacakları geliri elde ediyorlardı. Tek bir yatışta elde edilen 500,000 Rupiah ya da 50 Dolar, Bali halkı için az para değildi. Gerçi, gecelerin gelirinin çoğu, satıcı ve onun adamlarına gidiyordu; ama yine de para, paraydı. Ona, bu işe nasıl başladığını sormayı düşündü John; ama belki kerelerce sormuştu bunu daha önce; onu bir kez daha üzmek istemedi. Ama şuna hayret etti: Nasıl oluyordu da, bu kadar kötü yaşam koşullarına karşın, kendi canına kıymıyordu İrena? Onu herşeye karşın yaşama bağlayan ne idi? Boynundaki haca bakılırsa, onu ayakta tutan, dindi belki de. Ama bu nasıl tanrıydı ki, onu, geceleri bedenini satmaya itmişti... Büyük başharfle yazılmayı hak etmiyordu böyle bir tanrı. Öyleyse neden hâlâ haç taşıyordu boynunda İrena?.. Yabancılar için, boynunda haç olan bir kadınla yatmak, hoş düşünceler çağrıştırmıyor olsa gerekti. Belki de, İrena, Katolik bir müşterinin onu kurtarmasını bekliyordu. Ya da çoğunluğu Muhammedci olan Endonezya gibi bir ülkede, Muhammedci müşteriler, bir İsacı kadını becermekten özel bir zevk alıyorlardı da; sürekli ona geliyorlardı.

İrena’yı ayakta tutan, din olamayacağına göre, ne idi? Belki çocuğu vardı İrena’nın. Belki, bir adam, evlenme sözü verip onu kandırmış; sonra gebe bırakıp kaçmıştı. Bedenini satmaya ondan sonra başlamıştı belki. Evet, bir seks işçisini ancak bir çocuk bağlayabilirdi yaşama. İrena’nın soyunurken cebinden düşürdüğü resimdeki çocuk, kendi çocuğu olmalıydı.

Birlikte olduktan sonra duş aldılar ve yanyana uzandılar. “Üzülme John” dedi İrena, “ben sana sahip çıkacağım. Sen hiçbirşey anımsamasan da ben herşeyi sana anımsatacağım.” John’un gözlerinden yaşlar dökülse de, yol yorgunluğu baskın çıktı; derin bir uykuya daldı.

Uyandığında, uçaktaydı. Piste çoktan inmiş olan uçakta, bir yolcunun hâlâ uyumakta olduğunu gören hostes, John’un yanına gitti; onu dürtükledi. John, birden uyandı; uçakta olduğunu görünce şaşırdı. Uçaktan çıkıp çantalarını almak üzere Çanta Bölümü’ne geçti. Beyni, kendisine bir oyun oynamıştı işte. Bir düş görmüştü; ama beyni, bunu gerçek bir olaymış gibi kaydetmişti. Uçakta uyuyakalmış olduğuna göre, ne İrena ne de Bali yolculuğu gerçekti. Böylesi daha iyiydi. Şimdi John’u karşılamaya eşi gelmiş olmalıydı. Çantaları aldıktan sonra, havaalanı çıkışında, yüzünü kapatacak biçimde tüllü bir şapka giymiş bir kadın, John’un boynuna sarıldı; “hoşgeldin Can! Oraya varınca haber etmedin, beni merakta bıraktın” dedi. “Ben Can değilim” dedi John, “John’um ben, John!”

“Kocamın şakaları devam ediyor” dedi içinden, kadın. “Tamam kocacığım; sen John’sun ben de Hanna’yım. ‘Can’ ner’den çıktı zaten”. John, rahatlamıştı; karısı Hanna’nın motosikletine atladı, yol boyunca sürekli düşündü. John muydu Can mıydı acaba? Ya bu kadın, Cana mıydı Hanna mıydı? İrena kimdi peki? Hanna, yüzünü neden tülle örtmüştü? Kimden gizliyordu yüzünü? John’dan mı? Çevredeki insanlardan mı? Birden, düşünü anımsadı John. Motosiklet üstünde giderlerken geçtiği bu yollar, Bali yollarının tıpatıp aynısıydı. Yolda, insanlar, selam veriyordu John’a: “Merhaba John! Hoşgeldin! Akşam içmeye gelecek misin bizim meyhaneye?!” Demek Bali’de yaşıyordu John. Eve vardıklarında, Hanna, tülü, yüzünden kaldırdı. Hoş bir Cavalı yüzüydü bu, Hintli’ye çalan; boynunda ise bir haç vardı. John, bu yüze bakakaldı.

- Ne oldu John? Anımsayamadın mı karını? Anımsayamadın mı Bali’de tanışmamızı? İlk geceyi çok net anımsıyorum: Kalçamdaki dövmeler çok hoşuna gitmişti. O ilk gece beni çok yormuştun. “Beni bu kadar yorma, sabah işe gideceğim” demiştim.

John, düşünü anımsadı. “Evet anımsadım” dedi, “sen İrena’sın, Cavalı’sın.”

- Çocuk okulda şu an. O da babasını çok özledi.

John, duyduklarına bir anlam veremedi. Düşünde gördüklerini de birkaç saniye içinde unutuverdi. Belleğinden herşey silinmişti; ama bir adı çok iyi anımsıyordu.

- Cana ner’de peki?
- İşte en çok bu üzüyor beni John. Tamam, erken bunadın, herşeyi unutuyorsun. Ama benim adımı anımsamak dururken, gidip yine ‘Cana’ diye tutturuyorsun.
- Cana mı? O da kim? Kim ‘Cana’ dedi? Ben mi dedim?
- Elbette sen dedin.
- Ne dedim?
- Cana.
- Ha evet ner’de Cana?!

John, sorusuna yanıt alamadı. Akşam yemeğinde kızını gördü ama anımsayamadı. Gece oldu; İrena, soyunduktan sonra, John’un üstünü çıkardı. John’un üstünden bir resim çıktı. Kıvırcık saçlı güzel mi güzel bir kızın resmiydi bu. Resmin arkasında ise, ‘Cana’ yazıyordu. John, yine kuşkulandı. İrena yalan söylüyordu belki. John, uyur gibi yaptı; İrena’nın uyumasını bekledi. İrena uyuyunca, arkasında ‘Cana’ yazan resmi buldu; üstünü giydi ve evi sessizce terketti. Havaalanına gidecekti; çünkü gününün havaalanında başladığını anımsıyordu. Geçmişiyle ilgili ipuçları bulacaktı belki havaalanında. Fakat havaalanı, ona ipucu verecekmiş gibi görünmüyordu. Sonunda umutsuzluğa düştü ve rastgele bir uçak bileti aldı. En iyisi, Bali’den ayrılıp yeniden düşünmekti. Uçak kalkarken, derin bir uykuya daldı John.

Ben, John’u, aynada Can’a bakarken buldum; belki de John, Can’a değil, Can, John’a bakıyordu. Peki ben John’a ve Can’a mı bakıyordum, onlar mı bana bakıyordu? Yoksa ben, John’la bir olup Can’a mı bakıyordum? Bir türlü anlayamadım ben de. En iyisi derin bir uykuya dalmak... Belki, uyanınca, Cana çıkar karşıma...



Kaynak: Gezgin, U. B. (2009). Barbar Türkler, İMF’ye Karşı (gülmece öyküleri) [Barbarian  Turks against  IMF- Short Stories]. Ho Çi Min Kenti, Vietnam, 2009.


BARBAR TÜRKLER İMF’YE KARŞI (GÜLMECE ÖYKÜLERİ)

Ulaş Başar Gezgin

İçindekiler

Eyids, Ölüm, Yaşam...

Satılık Yüz, Kiralık Yüz

Cennet’e Cehennem’e Döşenen Yol...

Gerçek Gülüşlüler...

Devre-yaşam

Birinci Ay Savaşı. 

İnsanları Ayakkabılarından Tanıyan Adam.

İstanbul’da 1 Milyon Bangkoklu; Bangkok’ta 1 Milyon İstanbullu...

Bümbüyüklerle Kümküçükler...

Çocuk, Çocuk, Lanet Olası Çocuk. 

Dünya: Kapkaranlık Bir Gezegen.

Yaşamın Anlamı.

Beşizistan’ın Öyküsü. 

Doktor’un Ölümü.

Yanardağlar Patladığında.

Güldüm ve Güldüm ve Güldüm...

Aşçı Kral. 

Tanrı Yaratmak (ya da Toplamak).

Bali’de Bitimsiz Bir Gece.

Uzaylıların Gizli Oyunları…

Düşünürler Maçının Uzatmaları...

“Barbar Türkler, İMF’ye Karşı!”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Featured Post

Yapay Zekanın Ayrımcılığına Karşı Yapay Zeka Adaleti ve Yurttaş Yapay Zekası

  Yapay Zekanın Ayrımcılığına Karşı Yapay Zeka Adaleti ve Yurttaş Yapay Zekası   Prof.Dr. Ulaş Başar Gezgin, ulasbasar@gmail.com Twitt...