‘Uçurtma Avcısı’ Üzerine
Ulaş Başar Gezgin
‘Uçurtma Avcısı’ bir Afgan-Amerikalı yazarın kendi anıları üstünden yazdığı
aynı adlı romandan uyarlanmış bir film. Afganistan’ın ortak dili olan Dari
dilinde ve İngilizce’de çekilmiş. Afgan Farsçası olarak da bilinen Dari, filme
özel bir hava katmış. Teşekkür, aferin, selam, inşallah, maşallah gibi ortak
sözcüklerle karşılaşıyoruz.
Filmin temel olarak 5 anlatı zamanı bulunuyor: Sovyet işgali öncesi Kabil,
1988 ve sonrasında ABD, 1990’ların sonunda Pakistan, Kabil ve 2000 yılında ABD.
Sovyet İşgali Öncesinde Kabil
Amir, Sovyet işgali öncesinde Kabil’de babasıyla bir konakta yaşamaktadır.
Herşeyleri vardır, evde Batılı bir yaşam tarzı geçerlidir. Babası, evin uşağı
Ali’yi kırk yıldır tanımaktadır. Ali’nin bir de oğlu vardır, Hasan. Başkişimiz
Amir’le aynı yaşlardadırlar. Amir’in babası, Hasan’la kendi oğlunu ayırmaz. Onu
kendi çocuğu gibi görür. O dönem, çocukların en büyük eğlencesi uçurtma
yarışlarıdır. Ali ve Hasan, yarışlara birlikte katılır, kazanırlar. Mahallede
büyük çocuklar, küçüklere zorbalık yapmaktadır. Amir ve Hasan’ı çevirirler.
Özellikle Hasan’ı hedef alırlar; çünkü onlara göre, hem Afgan değildir[1]
hem de hizmetçinin çocuğudur. Üstelik, babası, komünisttir. Bir keresinde Hasan,
elindeki sapan sayesinde kurtulur zorbalıktan. Başka bir keresinde ise o kadar
şanslı olamayacaktır.
Amir, Hasan’a yapılanlardan sonra, onu korumaya çalışacağı yerde, onun ve
babasının konaktan atılması için elinden geleni yapar. Bir hırsızlık oyunu
oynar. Ali, ailesini toplayıp konaktan ayrılır. Bu ayrılmanın hırsızlık
yalanından mı başka bir nedenden mi olduğunu anlayamayız. Bir süre sonra,
Sovyetler, Afganistan’ı işgal eder. İşgalle birlikte baba, Amir’i alır ve
malını mülkünü bırakıp insan kaçakçılarının yardımıyla ülke dışına çıkar.
Giderken, yanında, bir tutam toprak alır. Sonra öykü, ileri sarar.
1988 ve Sonrasında ABD
Yıllar geçmiştir. Baba, bir markette çalışmaktadır; bugün, özel bir gündür:
Oğlu, kolejden mezun olacaktır. Babasının istediğinin tersine, doktor değil
yazar olmak istemektedir. Çokça öykü yazmıştır, yazmaktadır. Sonrasında, bir
kızları olan Afgan bir aileyle tanışırlar. Ne ki babanın ölümcül bir hastalığa
yakalandığı anlaşılır. Ölüm döşeğinde bile, başucunda, Afganistan’dan
ayrılırken yanına aldığı bir tutam toprak vardır. Ömrünün son günlerinde oğlunu
evlendirir. Bu düğündeki danslarla filmin başındaki doğum günü partisine
döneriz. Yıllar geçmiştir; ancak gelenekler, diasporada da olsa değişmemiştir.
Herşey güllük gülistanlıktır. Acı günler, geride kalmıştır. Bir süre sonra
babayı kaybederiz. Bu noktada, Saroyan’ın bir öyküsünde bahsettiği, aileden bir
ölüm olunca ve yalnızca böyle olunca buraya ait olma duygusunu hissederiz.
Babanın ölümünden sonra Amir, babasının arkadaşından, kendisinin çocukken
rol modeli olan Rahman Amca’dan bir mektup alır. Babası, Kabil’den ayrılırken,
evi ona emanet etmiştir. O sırada sağlık sorunları nedeniyle Pakistan’dadır.
Amir’i çağırmaktadır, önemli bir durum vardır.
1990’ların Sonunda Pakistan
Pakistan, filmde geçici bir sıçrama noktası olacaktır. Amir, Rahman
Amcası’ndan babasının bile söylemediği bir sırrı öğrenecektir. Çocukken
konaktan attırmak istediği Hasan, onun kardeşidir. Hasan, mayın nedeniyle
yakınlarda ölmüştür. Oğlu Zohrap sağ kalmıştır. Amca, onun Kabil’e gitmesi
gerektiğini söyler. Yeğenini bulmalı, onu kurtarmalıdır. Bir süre sonra ikna
olur.
1990’ların Sonunda Kabil
Kabil, Taliban zamanında, tahmin edileceği gibi korkunç bir durumdadır.
Sakal polisi vardır. Amir, gerekli parayı vererek bir şoför ayarlamıştır; şoför,
aynı zamanda mihmandarıdır. Takma sakalla dolaşır. Rahman Amca’nın verdiği
fotoğrafla yeğenini bulmaya çalışacaktır. Zohrap’ın yetimhanede olduğunu
öğrenirler. Gittiklerinde, yetimhane müdürü, ilk başta “tanımıyorum” dese de,
sonradan Taliban’dan bir komutanın ara ara gelip yetimler için para verip
yetimhaneden kız çocuklarını cariyesi olarak aldığını söyler. Bir keresinde
ise, bir de erkek çocuğu almıştır. Bu çocuk odur. Bu sahnede, yetimhane müdürünün
kızgın konuşması özellikle dikkate değer, düşündürücü. Amir, bir çocuğu
kurtaracaktır alt tarafı, ama bu yetimhanede kurtarılmayı bekleyen tam 200
çocuk vardır.
Zohrap’ı bulabilmek için komutana para yedirirler. Oysa, yeğenine kavuşmayı
beklerken, kendi çocukluğuyla yeniden karşılaşacaktır. Karşısındaki Taliban
komutan, mahallenin zorbalarındandır. Böyle çocukluğa böyle bir yetişkinlik
şaşırtmaz. Kahramanımız, zor da olsa, yeğenini Kabil’den çıkarmayı başarır ve
ABD’ye getirir. Film burada bitebilirdi; ancak belli ki, anlatının,
döngüselliği vurgulaması sözkonusu. Bu döngüsellik, çocuklukla yetişkinlik
arasında, Hasan’ın sapanıyla Zohrap’ın sapanı arasında ve Sovyet öncesi
dönemdeki uçurtma yarışmalarıyla filmin son sahnesi arasında görülür.
2000 Yılında ABD
Zohrap’ın yeni dünyaya alışması zaman alacaktır. Filmin sonunda başa
döneriz. Amir, bu kez, Hasan’la olmasa da Zohrap’la birlikte uçurtma uçurur.
Bu, ona babasını anlatmak için bir fırsattır. Filmin sonlarında, ABD’de de,[2]
Hazaralara yönelik ayrımcılığa tanık oluruz. 1970’lerin Afganistanı’nda da,
Taliban Afganistanı’nda da, Afgan-Amerikalılar arasında da önyargı ve
kalıpyargılar olduğu gibi sürmekte; hatta birbirlerini tamamlayan bir bütün
oluşturmaktadır.
Filmin En Zayıf Noktası
‘Uçurtma Avcısı’, dokunaklı bir film. Ancak, zayıf bir noktası var ve bu
nokta, tüm anlatıya sirayet ediyor: Filmde, ABD’nin Afganistan’a yaptığı
kötülüklere dair tek bir ima bile bulunmuyor. Bu da, yazarın, Amerikalı olmak
dolayısıyla ödediği diyet olsa gerek. Sovyetler, açıkça işgalci güç olarak
değerlendiriliyor; hatta baba, ABD’de, doktorun Rus kökenli olduğunu öğrenince
kliniği terk ediyor. Aklına, o doktorun ve/ya da ailesinin, Rusya’yı,
babanınkine benzer nedenlerle terk etmiş olabileceği gelmiyor. Baba, çok düz
mantıklı bir insan. Dahası, Taliban’ı ve türevlerini başımıza saranın, ABD’nin
Yeşil Kuşak projesi olduğunu aklından bile geçirmiyor. ABD, Sovyetlere karşı
‘mücahit’leri silahlandırmasaydı, Afganistan, bir Sovyet cumhuriyeti olsaydı,
bugün ne olacaktı? Dünyanın sonu mu gelecekti? Büyük olasılıkla, Sovyetlerin
çöküşünden sonra, Orta Asya devletleri ne kadar kötüyse, en fazla o kadar kötü
olacaktı. Diğer bir deyişle, bugünkü Afganistan kadar kötü olmayacaktı. Film,
ABD’nin Afganistan’daki kötülükler üzerindeki tarihsel sorumluluğunu
yadsıyarak, Amerikalı ortalama izleyiciye şirin görünmüş oluyor, gerçekleri
eğip bükmek pahasına...
Babanın, ABD’de, hasta yatağında tek ziyaretçisi, bir diğer Afgan aile
olacaktır. Bu bile, tek başına, Amerikan rüyasının istedikleri gibi
gitmediğinin bir göstergesi sayılabilir. Oğlu başka bir Afgan’la evlenir.
ABD’de, Afgan toplumu dışındaki kesimlerle bütünleşmeleri sözkonusu olmamıştır.
Amir de, bu topraklarda, babası kadar yalnızdır.
Özetle, filmi yukarıdaki zayıf nokta dolayısıyla şerh koyarak öneriyoruz.
Dokunaklı, etkileyici ve bir o kadar da düşündürücü bir film.
[1] Farsça
konuşan, Şii olan ve Moğol ordusundan kalanlardan oluştuğu ileri sürülen Hazara
etnik grubundandır.
Kaynak: Gezgin, U.B. (2017). Anlatıbilim Açısından Film Psikolojisi ve Film Çözümlemeleri [Film Psychology and Film Analysis through Narratology].
ANLATIBİLİM AÇISINDAN FİLM PSİKOLOJİSİ VE FİLM ÇÖZÜMLEMELERİ
Prof.Dr.Ulaş Başar Gezgin
İçindekiler
Filmlerde Psikoloji Filmlerle Psikoloji
1. ‘Açlık Oyunları’nın Politik Psikolojisi
2.‘Deney’ Filmi: Bir Mürekkep Testi Olarak Film
3. ‘Amerikan Güzeli’ Filmi Neden Hâlâ İzlenebiliyor?
4. ‘Papa: Hemingway Küba’da’
5. Tehlikeli Oyunlar
Yerli Filmler: Ağrı Dağı’ndan Gezi Direnişi’ne
6. Türkiye Sinemasında Karlı Bir Doruk: ‘Ağrı Dağı Efsanesi’
7. Gezi Direnişi Film Olsaydı: Anlatıbilim Açısından Direniş
8. Gezi Direnişi ve Selma Filmi: Benzerlikler ve Farklılıklar
9. VI. İstanbul Uluslararası Mimarlık ve Kent Filmleri Festivali’nin Ardından
10. İki Film ve Umut(suzluk)
Bir Kültür Endüstrisi Olarak Hollywood Sinemacılığı
11. ‘Son Samuray’dan ‘Boyun Eğmez’e Amerikan Sineması’nın Öteki Temsillerinde Japonlar
12. Yıldız Savaşları Güzel mi Gerçekten?: 68’lerden Bir Yanıt
13. Trump’a Karşı Trumbo: Bir İhraç, Hayalet Yazarlık ve Umut Öyküsü
14. Trump’la Los Angeles’tan Kaçış
15. ‘Geliş’ Filmi, Bilişsel Bilim ve Çin Araştırmaları
Asya Sineması: Budist Sinemadan Jackie Chan’e
16. Anlatıbilim Açısından Budist Sinema: Yeni Bir Türe Doğru mu?
17. Jackie Chan: Kungfu Ustasından Çinli İndiana Jones’a
18. Hanoi Film Festivali'nden 2 Film: 'Tatlı 20 Yaş' ve 'Yen'in Yaşamı'
Latin Amerika Sineması: % 3 ve Festival Filmleri
19. % 3: Brezilya’dan Bir Adaletsizlik Anlatısı
20. Latin Amerika Film Festivali’nin Ardından
21. Latin Amerika Film Festivali’nin Bir Kez Daha Ardından
Sinemada Roman Uyarlamaları: Anlatıda Birlik ve Ayrılık
22. ‘Notre Dame’ın Kamburu’ ve Romanların Film Uyarlamaları
23. ‘Şeker Portakalı’ Uyarlamaları: Şeker Portakalı Nasıl ‘Beyaz’ladı?
24. ‘Uçurtma Avcısı’
Barış Filmleri
25. Barış Psikolojisi için 3 Film: ‘Maymunlar Cehennemi’, ‘Kovboylar ve Uzaylılar’ ve ‘Çocukluğun Sonu’
26. İki Film, İki Barış Olasılığı: Son Umut ve Mandalina Bahçesi.
İtalyan Sineması
27. ‘Yabandan Gelen Adam’
28. Pasolini’nin ‘Matta İncili’
Kısa Kısa: Kısa Film Eleştirisi ve Kısa Yorumlar
29. İki Artı İki Beş Eder mi?: Arabesk Bir Filmin Eleştirisi
30. 30 Film Üstüne Kısa Yorumlar: İzgin Notları
Ek: Anlatıbilim, Tür Özellikleri, Olay Örgüleri
31. Anlatıbilim Açısından Politik Bilim-Kurgu: Tür Özellikleri ve Olay Örgüleri
Yaşamöyküsü
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder