Videolar

17 Aralık 2017 Pazar

İnsanları Ayakkabılarından Tanıyan Adam (öykü)

İnsanları Ayakkabılarından Tanıyan Adam

Ulaş Başar Gezgin


Bu olayın Afrika’da geçtiği söyleniyor, ama dünyanın hemen hemen her yerinde geçmiş olabilir aslında. Görünürde, olayın başkişisi, ülkenin dahi başbakanı. Dahi başbakan, birçok dahide de olduğu gibi, garip huylara sahipmiş. İnsanların yüzlerini anımsayamaz, ama onları ayakkabılarından tanırmış. Onun için, insan bedeni, yalnızca ayaklardan oluşurmuş; dünyayı, sanki bir kamera, yalnızca ayakları çekiyor gibi görürmüş. “Dost, başa; düşman, ayağa (bakar)” derler, ama o, dostunun da düşmanının da ayağına bakarmış. Halk da yöneticiler de bu garip huyunu çok yadırgarlarmış; yine de başbakanı severlermiş; çünkü o, bir dahiymiş; ülkenin yerli yapımı ilk füzelerini ve uydularını yapıp ülke adına göğün enginlerine atan adammış. Egemenler de severmiş onu; çünkü başbakan, dahi de olsa, toplumsal ilişkilerde zayıfmış; onu kandırmak, çok kolaymış; herkesin iyi niyetli olduğunu sanırmış.

Bir kere, ayakkabı renkleri, önemli bilgiler verirmiş ona; sonra, düz mü, bağcıklı mı, çıtçıtlı mı, yapışkanlı mı, ona bakarmış. Zaten kimilerinin spor, kimilerinin iş ayakkabısı giymesi; kimi ayakkabıların ucuz, diğerlerinin pahalı olması; kimilerinin kadın, kimilerinin erkek, kimilerinin çocuk, kimilerininse erkeklerin de kadınların da giyebileceği ayakkabılardan olması, işini çok kolaylaştırırmış. Sonra, ayakkabının tasarımına bakarmış. Sivri burunlu mu, düz burunlu mu, arkası nasıl; ve elbette, malzemesi, lastik mi, deri mi vb… Bunların hepsi ama hepsi, bir şimşek çakımında uyanırmış dahi başbakanın beyninde, insanlarla karşılaştığı zaman. Bundan sonra, ayakkabının yıpranmışlık düzeyine bakarmış. Yeni-eski ayakkabı ayrımının ötesinde, ayakkabının özellikle nerelerinin eskidiğine bakarmış. Ama bir ayakkabı türü varmış ki, işte onu ayıramazmış: Postallar. Postallılar, sabah-akşam, postallarını boyadıklarından; hep, bakımlı olduklarından; hep aynı renk ve kalıpta postal giydiklerinden; dahi başbakan, postallıları bir türlü ayırt edemezmiş. Öyle olurmuş ki, hükümet başkonağında, emireri bile odasına girse, genelkurmay başkanı sanıp saygı duruşunda bulunurmuş. Genelkurmay başkanını da emireri sandığından, işler hep sarpa sararmış.

Dahi başbakanın bu huyu, garip elbette. Bu garip huyun altını kazmak istersiniz diye, dahi başbakanın üniversite hocası olduğu yıllara gidelim: Dönem sonunda, bir öğrenci, dahi hocayı görür. Hoca, onu tanımak için, bir, ayağına; bir de yüzüne bakarken, öğrenci, “hocam, ben bütün derslerinize girdim, tartışmalara etkin olarak katıldım, yine de dersinizden kaldım, nasıl olur?” demiş. Dahi hoca da, “o zaman başka ayakkabı giymişssin!” demez mi?! O zaman öğrenci üstelemiş: “Hocam, siz öğrencileri neden ayakkabılarından tanıyorsunuz?” Bunun üzerine dahi hoca, “siz, gençsiniz; izlentilere uyup sürekli, saçınızı başınızı değiştiriyorsunuz; ama ayakkabılarınızı nadir olarak değiştiriyorsunuz. Saçınız değişince, yüzünüz de görünüşünüz de değişiyor. Ayakkabılarınız, daha güvenilir” demiş.

Dönelim postallılara: Ülkede çeşit çeşit ayakkabı, sokakları turlarken ve dahi başbakan, insanları rahatlıkla ayırt edebildiği için mutlu mesut yaşarken; bir gün, postalların sayısının arttığını görüp şaşırmış ve daha sonra, ülkeye ordunun elkoyduğunu öğrenmiş. Artık ne sokakta ne de hükümet başkonağında, postal dışında ayakkabı görmek ne mümkün… Daha da kötüsü, dahi başbakandan da postal giymesini istemişler. İşte bu, dahi başbakan için çok zor olmuş. Postalları ayırt edemeyen dahi başbakan, kendisini de ayırt edemez olmuş. Kendi ayağına baktığında, saygı duruşuna geçer olmuş.

Sokaklarda yalnızca postal görülürken, insanlar, aslında, evlerinde, gizli gizli, takunya giyerlermiş. Sonra bir gün, takunyalılar, topluca sokağa çıkmışlar; hükümet başkonağını sarıp başpostallıları tutuklamışlar. Bu kez, sokaklar ve hükümet başkonağı, takunyalılarla dolup taşmış. Bir süre sonra, bir tane postal bile görülmez olmuş. Ama fabrikalarda, işyerlerinde, okullarda, insanın varolduğu ve varolacağı her yerde, insanlar, içlerinden “ne postal ne takunya” diyorlarmış; bu ikisi yerine, çıplak ayakla dolaşıyorlarmış. Takunyalılar tarafından yakalandıklarında falakadan geçirilip zorla takunya giydirilen bu çıplak-ayaklıların ne zaman iktidarı alacağı belli değil. Ama dahi başbakan, bize, şu sözü verdi: “Çıplak-ayaklılar başa geçerse, insanları ayakkabılarından tanıma huyumdan vazgeçeceğim; çünkü insanı insan yapan, elleridir. Çıplak-ayaklıların yalnızca ayakları değil, elleri de nasırlı olur. Tüm insanlar, ellerinden ibarettir zaten. Elleri tanımayı öğreneceğim.” Dahi başbakan, sözünü tutar mı bilmiyoruz; ama bize, insanlığın kurtuluşunun, çıplak-ayaklılarda olduğunu söyledi.  



Kaynak: Gezgin, U. B. (2009). Barbar Türkler, İMF’ye Karşı (gülmece öyküleri) [Barbarian  Turks against  IMF- Short Stories]. Ho Çi Min Kenti, Vietnam, 2009.


BARBAR TÜRKLER İMF’YE KARŞI (GÜLMECE ÖYKÜLERİ)

Ulaş Başar Gezgin

İçindekiler

Eyids, Ölüm, Yaşam...

Satılık Yüz, Kiralık Yüz

Cennet’e Cehennem’e Döşenen Yol...

Gerçek Gülüşlüler...

Devre-yaşam

Birinci Ay Savaşı. 

İnsanları Ayakkabılarından Tanıyan Adam.

İstanbul’da 1 Milyon Bangkoklu; Bangkok’ta 1 Milyon İstanbullu...

Bümbüyüklerle Kümküçükler...

Çocuk, Çocuk, Lanet Olası Çocuk. 

Dünya: Kapkaranlık Bir Gezegen.

Yaşamın Anlamı.

Beşizistan’ın Öyküsü. 

Doktor’un Ölümü.

Yanardağlar Patladığında.

Güldüm ve Güldüm ve Güldüm...

Aşçı Kral. 

Tanrı Yaratmak (ya da Toplamak).

Bali’de Bitimsiz Bir Gece.

Uzaylıların Gizli Oyunları…

Düşünürler Maçının Uzatmaları...

“Barbar Türkler, İMF’ye Karşı!”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder