İnsanları
Ayakkabılarından Tanıyan Adam
Bu olayın Afrika’da geçtiği
söyleniyor, ama dünyanın hemen hemen her yerinde geçmiş olabilir aslında.
Görünürde, olayın başkişisi, ülkenin dahi başbakanı. Dahi başbakan, birçok
dahide de olduğu gibi, garip huylara sahipmiş. İnsanların yüzlerini
anımsayamaz, ama onları ayakkabılarından tanırmış. Onun için, insan bedeni,
yalnızca ayaklardan oluşurmuş; dünyayı, sanki bir kamera, yalnızca ayakları
çekiyor gibi görürmüş. “Dost, başa; düşman, ayağa (bakar)” derler, ama o,
dostunun da düşmanının da ayağına bakarmış. Halk da yöneticiler de bu garip
huyunu çok yadırgarlarmış; yine de başbakanı severlermiş; çünkü o, bir
dahiymiş; ülkenin yerli yapımı ilk füzelerini ve uydularını yapıp ülke adına
göğün enginlerine atan adammış. Egemenler de severmiş onu; çünkü başbakan, dahi
de olsa, toplumsal ilişkilerde zayıfmış; onu kandırmak, çok kolaymış; herkesin
iyi niyetli olduğunu sanırmış.
Bir kere, ayakkabı renkleri,
önemli bilgiler verirmiş ona; sonra, düz mü, bağcıklı mı, çıtçıtlı mı,
yapışkanlı mı, ona bakarmış. Zaten kimilerinin spor, kimilerinin iş ayakkabısı
giymesi; kimi ayakkabıların ucuz, diğerlerinin pahalı olması; kimilerinin
kadın, kimilerinin erkek, kimilerinin çocuk, kimilerininse erkeklerin de
kadınların da giyebileceği ayakkabılardan olması, işini çok kolaylaştırırmış.
Sonra, ayakkabının tasarımına bakarmış. Sivri burunlu mu, düz burunlu mu,
arkası nasıl; ve elbette, malzemesi, lastik mi, deri mi vb… Bunların hepsi ama
hepsi, bir şimşek çakımında uyanırmış dahi başbakanın beyninde, insanlarla
karşılaştığı zaman. Bundan sonra, ayakkabının yıpranmışlık düzeyine bakarmış.
Yeni-eski ayakkabı ayrımının ötesinde, ayakkabının özellikle nerelerinin
eskidiğine bakarmış. Ama bir ayakkabı türü varmış ki, işte onu ayıramazmış:
Postallar. Postallılar, sabah-akşam, postallarını boyadıklarından; hep, bakımlı
olduklarından; hep aynı renk ve kalıpta postal giydiklerinden; dahi başbakan,
postallıları bir türlü ayırt edemezmiş. Öyle olurmuş ki, hükümet başkonağında,
emireri bile odasına girse, genelkurmay başkanı sanıp saygı duruşunda
bulunurmuş. Genelkurmay başkanını da emireri sandığından, işler hep sarpa
sararmış.
Dahi başbakanın bu huyu, garip
elbette. Bu garip huyun altını kazmak istersiniz diye, dahi başbakanın
üniversite hocası olduğu yıllara gidelim: Dönem sonunda, bir öğrenci, dahi
hocayı görür. Hoca, onu tanımak için, bir, ayağına; bir de yüzüne bakarken,
öğrenci, “hocam, ben bütün derslerinize girdim, tartışmalara etkin olarak katıldım,
yine de dersinizden kaldım, nasıl olur?” demiş. Dahi hoca da, “o zaman başka
ayakkabı giymişssin!” demez mi?! O zaman öğrenci üstelemiş: “Hocam, siz
öğrencileri neden ayakkabılarından tanıyorsunuz?” Bunun üzerine dahi hoca,
“siz, gençsiniz; izlentilere uyup sürekli, saçınızı başınızı değiştiriyorsunuz;
ama ayakkabılarınızı nadir olarak değiştiriyorsunuz. Saçınız değişince, yüzünüz
de görünüşünüz de değişiyor. Ayakkabılarınız, daha güvenilir” demiş.
Dönelim postallılara: Ülkede
çeşit çeşit ayakkabı, sokakları turlarken ve dahi başbakan, insanları
rahatlıkla ayırt edebildiği için mutlu mesut yaşarken; bir gün, postalların
sayısının arttığını görüp şaşırmış ve daha sonra, ülkeye ordunun elkoyduğunu
öğrenmiş. Artık ne sokakta ne de hükümet başkonağında, postal dışında ayakkabı
görmek ne mümkün… Daha da kötüsü, dahi başbakandan da postal giymesini
istemişler. İşte bu, dahi başbakan için çok zor olmuş. Postalları ayırt
edemeyen dahi başbakan, kendisini de ayırt edemez olmuş. Kendi ayağına
baktığında, saygı duruşuna geçer olmuş.
Sokaklarda yalnızca postal
görülürken, insanlar, aslında, evlerinde, gizli gizli, takunya giyerlermiş.
Sonra bir gün, takunyalılar, topluca sokağa çıkmışlar; hükümet başkonağını
sarıp başpostallıları tutuklamışlar. Bu kez, sokaklar ve hükümet başkonağı,
takunyalılarla dolup taşmış. Bir süre sonra, bir tane postal bile görülmez
olmuş. Ama fabrikalarda, işyerlerinde, okullarda, insanın varolduğu ve
varolacağı her yerde, insanlar, içlerinden “ne postal ne takunya” diyorlarmış;
bu ikisi yerine, çıplak ayakla dolaşıyorlarmış. Takunyalılar tarafından
yakalandıklarında falakadan geçirilip zorla takunya giydirilen bu
çıplak-ayaklıların ne zaman iktidarı alacağı belli değil. Ama dahi başbakan,
bize, şu sözü verdi: “Çıplak-ayaklılar başa geçerse, insanları ayakkabılarından
tanıma huyumdan vazgeçeceğim; çünkü insanı insan yapan, elleridir.
Çıplak-ayaklıların yalnızca ayakları değil, elleri de nasırlı olur. Tüm
insanlar, ellerinden ibarettir zaten. Elleri tanımayı öğreneceğim.” Dahi
başbakan, sözünü tutar mı bilmiyoruz; ama bize, insanlığın kurtuluşunun,
çıplak-ayaklılarda olduğunu söyledi.
Kaynak: Gezgin, U. B. (2009). Barbar Türkler, İMF’ye Karşı (gülmece öyküleri) [Barbarian Turks against IMF- Short Stories]. Ho Çi Min Kenti, Vietnam, 2009.
BARBAR TÜRKLER İMF’YE KARŞI (GÜLMECE ÖYKÜLERİ)
Ulaş Başar Gezgin
İçindekiler
Eyids, Ölüm, Yaşam...
Satılık Yüz, Kiralık Yüz
Cennet’e Cehennem’e Döşenen Yol...
Gerçek Gülüşlüler...
Devre-yaşam
Birinci Ay Savaşı.
İnsanları Ayakkabılarından Tanıyan Adam.
İstanbul’da 1 Milyon Bangkoklu; Bangkok’ta 1 Milyon İstanbullu...
Bümbüyüklerle Kümküçükler...
Çocuk, Çocuk, Lanet Olası Çocuk.
Dünya: Kapkaranlık Bir Gezegen.
Yaşamın Anlamı.
Beşizistan’ın Öyküsü.
Doktor’un Ölümü.
Yanardağlar Patladığında.
Güldüm ve Güldüm ve Güldüm...
Aşçı Kral.
Tanrı Yaratmak (ya da Toplamak).
Bali’de Bitimsiz Bir Gece.
Uzaylıların Gizli Oyunları…
Düşünürler Maçının Uzatmaları...
“Barbar Türkler, İMF’ye Karşı!”
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder