Anlatıbilim
Açısından Budist Sinema: Yeni Bir Türe Doğru mu?
Ulaş Başar Gezgin
Budizm’in
sürekli olarak, bir din değil bir felsefe olduğu ileri sürülür. Bireysel
düzlemde böyle olabilir, ancak kurumsallaşmış bir ideoloji olması dolayısıyla
dinsel niteliği bulunuyor. Budizm, yaşamı acı ile tarifler. Bir tanrı inancı
olmayan Budist ideolojiye göre, Buda, insanın içindedir. Bu özellik doğuştan
gelir. İçimizdeki Buda kimileri için erişilebilirdir, kimileri için değildir.
Ruhban sınıfla halk arasındaki fark tam da buna karşılık gelir. Budizm
rahiplere ve rahibelere katı ahlak kuralları uygular. İçimizdeki Buda’ya
ulaşmak için çileci bir yaşam gereklidir. Fakat Budacı etik, tapınak ahalisi
dışındaki halka neredeyse hiç bir etik ilke dayatmaz. Bu nedenle, Budacılık
başka din ve inanışlarla, örneğin Şintoculuk, canlıcılık (animizm), Taoculuk, Kongculuk
(Konfüçyüsçülük) vb. kolaylıkla kaynaşabilen bir inanışlar bütünüdür. İnsanlara
acıdan kurtuluşun yolu gösterilir, tanrı inancı yoktur; ancak Budizm, tanrı
inancına karşı da değildir. Dolayısıyla bir insan hem ateist hem Budist
olabileceği gibi hem teist hem Budist de olabilir.
Budizm,
toplumsal ve topluluksal olanın son derece önemli olduğu bir coğrafyada
bireysel kurtuluşa vurgu yapması dolayısıyla dikkat çekicidir. Ancak Buda,
kendi kurtuluşuyla yetinmeyip başkalarının kurtuluşuna yardım etmeyi kendine
görev bilmiştir. Rahipler tam da bu görev nedeniyle tapınaklar kurmuşlardır.
Acı çekene empati duyan bir inanıştır Budizm; ancak çeşitli istisnalar dışında
siyasetin dışında kalmıştır ve bir kurucu ideoloji niteliği taşımaz. Tersine,
birçok kurucu ideolojiyle uyum içinde olduğu görülmüştür. İstisnaları analım:
Sri Lanka’da ve Myanmar’da Budist rahiplerin önemli bir kısmı, milliyetçi
faşist ideolojilerin peşinden gitmiştir, gitmektedir. Vietnam-Amerikan Savaşı
sırasında Vietnamlı Budist rahiplerin hatırı sayılır bir kısmı, halkı zorla
Katolik yapmaya çalışıp Budizm’i yasaklamaya kalkan Amerikancı Güney Vietnam
hükümetinin icraatları nedeniyle hızla siyasallaşmış, ulusal kurtuluş kavgasına
katılmıştır. Bugün Vietnam’a ek olarak benzer bir tarihsel arka plana sahip
Laos’ta, bu iki kardeş ülkede, Marksist Budistler gibi bir kavramsallaştırmadan
söz edebiliyoruz. Rahipler din eğitimi alıyorlar, ancak müfredatlarının bir
parçası olarak Marksizm-Leninizm, Komünist Parti Tarihi vb. dersleri de
alıyorlar. Vietnam’da kimi komünist posterlerde Budist rahiplere yer
verildiğini görüyoruz.
Amerikan
emperyalizminin sık sık kendi çıkarı için kullandığı Dalai Lama’nın Marksizm’le
ilgili görüşleri düşündürücüdür. Dalai Lama geçen yıl Türkiye'deki Birikim
çizgisindeki bir dergide çıkan söyleşisinde marksizmi ikiye ayırıyor:[1]
Devlet marksizmi ve eşitlikçi olan ahlaki marksizm. Lama, ikincisine kendini
yakın hissediyor. Dalai Lama bu söyleşide de, daha önce belirttiği gibi kendini
marksist olarak tanımlıyor. Marks zamanındaki marksizmi övüyor. Marks'ın
kendisinin çok acı çektiğini vurguluyor. Karma kavramının egemen sınıfların
emekçileri ezmek için bir araç olarak kullanılmasını eleştiriyor. Dalai Lama,
Leninizm'e tümüyle karşı. Ona göre Sovyetlerde Marksizm'in iktidara gelmesi onu
bozdu. "Ben o partilerden daha marksistim" diyor, "onlar güç
peşinde". Bu Leninizm'siz Marksizm, akla Mehmet Ali Aybar'ı getiriyor.
Dalai Lama'ya
göre şiddete yönelmeleri Marksist düşüncenin amacından sapmasına yol açtı.
Başkalarının iyiliğini düşünmek bağlamında, marksizmin ruhani bir yanı olduğunu
düşünüyor. Bu ruhanilikten kasıt, dinsel değil laik bir ruhanilik. Daha doğru bir
ifade, din ötesi bir etik olabilirdi. Yardımseverlik, fedakarlık gibi değerler
söz konusu. Dalai Lama'nın bu görüşleri onun Budizm felsefesine de etki etmiş
durumda. O 1 milyar inançsızı da içermek üzere 7 milyar insanın iyiliğini
düşündüğünü söylüyor. Dalai Lama, bu bir milyarı 'inançsız' olarak nitelemiş;
ancak daha doğru bir ifade, dinsiz olacaktı. Dinsizlerin de inançları var.
'Tanrıtanımaz' ifadesi de uygun değil; çünkü bu, Tanrı inancına sahip olanların
bakış açısıyla verilmiş bir ad. "Tanrı var ama bunlar tanımıyor" gibi
hedeflenenin tam tersi bir ifadeye karşılık geliyor. Dalai Lama bu bağlamda,
bir dinden çok, 'inançsızları' da kapsayan ahlaki bir felsefeden yana olduğunu
belirtiyor. Bunun için 'laik ruhanilik'
kavramını ileri sürüyor.
Ana konumuz olan
Budist sinemaya dönersek, burada temel bir ayrım yapmamız gerekiyor: Kimi
filmler açıkça Budist izlekler işliyor. Bu çalışmada, ilerleyen sayfalarda
görülebileceği gibi, bu türde 13 filmi inceledik. Bir de, doğrudan Budizm’i
işlemeyen ancak onun kavramlarından yararlanan filmler var. Bu iki tür, daha
geniş bir listeye karşılık geliyor. Kimi yorumcular, bu listeye, Jedilerin
Tibet Budizmi’nden esinlenerek yaratılmış olmasından hareketle ‘Yıldız
Savaşları’nı, uyanış ve koan gibi kavramları işlediği için Matrix serisini,
geçici anlar kavramına vurgusuyla ‘Amerikan Güzeli’ni, döngüsellik ve karmaya
yaptığı göndermeler dolayısıyla ‘Bugün Aslında Dündü’ (Groundhog Day) filmini
vd. de listeye ekliyor.[2]
Bu listeyi daha da geniş tutanlar da var: İMDB daha uzun bir Budist filmler
listesi sunuyor. Bu listede ‘Dövüş Klübü’, ‘Bulut Atlası’, Johnny Depp’in
oynadığı ‘Evrim’ (Transcendence) gibi filmler de yer alıyor.[3]
Bir de burada yeri gelmişken, ABD kaynaklı olan bir vakfı analım: Budist Film
Vakfı. Vakıf, geçtiğimiz yıllarda Uluslararası Budist Film Festivali
düzenlemişti.[4]
Budist
Sinema Seçkisi
Türkçe’de Budist
sinemayla ilgili derli toplu bir çalışma bulunmuyor. Bu nedenle, bu incelemenin
Türkçe’de önemli bir boşluğu doldurduğunu düşünüyoruz. Burada yukarıda belirtildiği
gibi kronolojik sırayla 13 Budist film ele alındı. Bunlar aşağıdaki gibidir:
- Siddharta
(1922/1972, yönetmen: Conrad Rooks)
- Transgression
(1974, yönetmen: Ki-young Kim)
- Mandala (1981, yönetmen: Kwon-taek Im)
- Olması
Gerektiği Gibi Yaşamak (1982, yönetmen: Trần
Văn Thủy)
- Bodhi-Dharma
Neden Doğuya Gitmek İçin Buraları Terk Etti?: Bir Zen Öyküsü (1989, yönetmen: Yong-Kyun Bae)
- Küçük Buda (1993, yönetmen: Bernardo Bertolucci)
- Samsara (2001, yönetmen: Pan Nalin)
- Gezginler ve Büyücüler (2003, yönetmen: Khyentse Norbu)
- İlkbahar, Yaz,
Sonbahar, Kış ve İlkbahar (2003, yönetmen: Ki-duk Kim)
- Zen Noir (2004, yönetmen: Marc Rosenbush)
- Çiçekli Vadi (2006, yönetmen: Pan Nalin)
- Zen: Zen
Ustası Dogen’in Yaşamı (2009, yönetmen: Banmei
Takahashi)
- Batıya
Yolculuk (1592/2013, yönetmen: Stephen Chow ve
Chi-kin Kwok)
Siddharta
(1922/1972)
Siddharta,
Herman Hesse’nin aynı adlı yapıtını birebir işleyen bir film. Bu daldaki bir
ilk. Buddha’nın yaşamı anlatılıyor. İzlemeye değer bir yapım, fakat sonraki
sinemaların bu ilk denemenin ötesine geçip daha derin konuları işleyeceği
başından belliydi. Dolayısıyla, ilk olması dolayısıyla değerli ve bugün de
izlenir bir nitelikte, ancak Budist sinemacılığın en ileri örneklerinden biri
değil. Romandan bir parçayı not alalım:
““Yaşlı
olmaya yaşlıyım,” dedi Govinda, “ama arayışlarım sona ermedi. Hiçbir zaman da
sona ermeyecek, anlaşılan benim yazgım bu. Sen de, bana öyle geliyor ki,
aramışsın. Bana hiçbir şey söylemeyecek misin, dostum?”
“Sana
ne söyleyebilirim ki, saygıdeğer kişi?” diye cevap verdi Siddhartha. “Olsa olsa
kendini aramaya fazla verdiğini mi? Aramaktan bulma fırsatını bir türlü
yakalayamayacağını mı?”
(...)
“Bir
kimse arıyorsa, gözü aradığı şeyden başkasını görmez çokluk, bir türlü
bulmasını beceremez, dışardan hiçbir şeyi alıp kendi içine aktaramaz, çünkü
aklı fikri aradığı şeydedir hep, çünkü bir amacı vardır, çünkü bu amacın
büyüsüne kapılmıştır. Aramak, bir amacı olmak demektir. Bulmaksa özgür olmak,
dışa açık bulunmak, hiçbir amacı olmamak. Sen, ey
saygıdeğer
kişi, belki gerçekten arayan birisin, çünkü amacının peşinde koştuğundan hemen gözünün
önündeki bazı şeyleri görmüyorsun.””
Transgression
(1974)
Güney Kore
yapımı film iki genç rahibin öyküsü. Tapınakta savaş yetimi birçok çocuk
vardır. Tapınağın yemeği yetmez. Yaşlı rahiplerin bir kısmının tapınağı terk
etmesi gibi bir çözüm düşünülür, ancak reddedilir. Öğrencilerin tapınakta rahip
olarak yetişme sürecini görürüz. Filmde hiç de insancıl bir Budizm betimlemesi
yapılmaz. Öğrenciler sopayla yola getirilmektedir. İki gençten biri çok
başarılı olur; diğeri normdan sık sık saptığı için sevilmez. Tapınağın
pirincini satmaya kalktığı için dövülür ve tapınaktan kovular. Başarılı olan
arkadaşı onun yardımına koşar. O da ayrılmayı düşünür. Ama arkadaşı Doşim buna
izin vermez.
Beklenmedik bir
gelişme olur. Doşim geri alınır. Usta bir hırsızdır. Zenginler onun tapınakta
kalması koşuluyla tapınağa bağışta bulunmayı kabul ederler. Böylece tapınak,
Doşim için bir ıslahevine dönüşür. Bu filmde de diğer birçok Budist filmde
olduğu gibi ‘tapınakta kadın sorunsalı’ işlenir. Genç rahiple genç rahibe
yakınlaşır, ancak tapınağın katı kuralları arasında nereye kadar
yakınlaşabilecekler... Rahibe, rahib’e beş yaşındayken savaşın bombalarıyla
kaybettiği annesini anımsatır. Rahibe, rahibin başarılı bir rahip olması için
dua etmeye söz verir.
İlerleyen
günlerde rahibelerden biri bir rahipten gebe kalır. Ceza olarak, rahibin
kendini hadım etmesi istenir. Rahibe ise anne olmak istemektedir, bebeği
aldırmak istemez. “Buda da bir ananın rahminden doğdu. Neden yeni bir Buda
doğurmayayım?” der. Rahib’e “ya ayrıl ya intihar et” der. Rahip oralı olmaz,
tersine rahibeyi feci bir biçimde döver. Diğer öyküye döneriz, iki rahip adayı
gençten birinden inancını kanıtlaması için parmağını yakması istenir, o da
kalıcı olarak sakat kalacak şekilde yakar. Rahibe de sevgisini unutmak için
kendi parmağını sakatlar, ancak sevgisi sönmek bilmez. Filme bakılırsa,
Budizm’in pedagojisinin ilerici olduğunu söylemek olanaksız.
Seksenlik
başrahip yakında ölecektir. Yerine geçecek kişiyi belirlemeye çalışır. Çeşitli
testlerden sonra, adayları kadın bedeniyle test etmek aklına gelir. Çıplak
kadın bedeni gördüklerinde adaylar ne yapacaktır... Bu test için bedenini gösterecek
rahibe ise genç rahibin sevgilisidir. Yaşlı rahipler çıplak bedene tiksinti ve
korkuyla bakarken, rahip bugünkü düşünceye daha yakın bir görüş öne sürer ve
kendi de soyunur. Doğallığa ters düşen geri Budist anlayış, gençlerce
yenilenmiş olur. İkisi de çıplakken kontrolü kaybetmezler. Birkaç dakika sonra
başrahip son nefesini verir. Rahip ve rahibe tapınaktan kovulur. Rahibin dostu
olan hırsız arkadaşı, arkadaşını koruduğu için işkenceye maruz kalır, günlerce
aç bırakılır. Bu tapınağın bir diskosu (Disiplin Koğuşu) vardır. Hırsızın
tepkisi zamanla yayılır; bir kısım rahip isyan eder.
Bu film, olay
ağırlıklı bir Budizm anlatısı olarak bu yazıda ele aldığımız diğer filmlerden
ayrılıyor. Diğer filmlerde yer yer betimleme öne çıkarken, bu filmde olaylar
birbirini izliyor. Ortaya attığı ikilemlerle mutlaka izlenmesi gereken bir
film. Öte yandan, Budistlerle ilgili olumsuz temsili yanıltıcı olabilir. Diğer
dinlerde olduğu gibi Budizm’de de değişik mezhepler var. Bunların kimisi görece
gerici, kimisi görece çağdaş. Yine de, Budizm’in rahiplere yönelik iç ahlakında
açık fikirli olduğunu söylemek zor. Bir de şunu not edelim: Güney Kore’de
Budizm, marjinalize olmuş bir din. Amerikan sömürgecilerin getirdiği
Hıristiyanlık, toplumun tüm kilit noktalarında etkili. Güney Kore Budizmi,
köylülükle, eğitimsizlikle özdeş. Aslında bu film, olumsuz temsiliyle, Güney
Kore’de Hıristiyanlığın yeni müritler kazanması için kullanılmış bile olabilir.
Burada mesele Budizm’i savunmak değil, toplumsal bağlama dikkat çekmek.
Mandala
(1981)
Güney Kore
yapımı olan film, iki Budacı rahibin öyküsü. Şehirlerarası yolculuk yapan bir
rahip, kimliği olmadığı gerekçesiyle askerlerce otobüsten indirilir. Askerler
onun rahip olduğuna inanmazlar, bir başka rahibin ona arka çıkması yetmez.
Ondan ikna olmak için deyişler söylemesini beklerler, söyler ve ikna olurlar.
Daha sonra birinci rahibin isteğiyle yollarını ayırırlar. Karmaları izin
verirse yeniden buluşacaklardır. Buluşurlar da. Birinci rahip içki içer,
ikincisi ise yol giderek dalınç (meditasyon) yapmaktadır. Birinciye göre, Buda,
şarap kadehindedir. Filmde, rahiple öğrencilerinin konuşmaları üzerinden
Budacılık’ın temel ilkelerini öğreniriz.
İkinci rahip
Buda’nın heykellerinde hep güleryüzlü olduğuna inanmaz. Dünyada çok acı vardır.
Tapınaktakilerden farklı olarak üzgün bir Buda heykeli yontar. Birinci rahip
yola çıkacaktır, ona göre hakikat tapınakta değildir. İkinci rahip de katılır
ona çünkü kendi ifadesiyle Buda yerine başrahibe tapılmasına karşıdır. Birinci
rahip bir genç kıza tutulur, ilişki çok çabuk ilerler. Sonra onun meslekten
atılmasına kadar gider. Kız arkadaşıyla Seul’a gider, içerler. Sonra
ayrılırlar, kadın için hiç iyi bir son olmaz. Geneleve düşer. İki rahip onu
ziyarete gider. İlerleyen aylarda rahiplerden biri kendini sınamak için
parmaklarını yakıp sakat kalır. Sonrasında bir başka çift rahibin bu fedaya değip
değmediğine dair tartışmasına tanık oluruz. Laf dönüp dolaşıp maceralı geçmişi
olan rahibe gelecektir. Yıllar sonra baştaki iki rahip yeniden karşılaşır,
hasret giderirler. Birinci rahip uğradıkları köyde, aslolanın heykeller değil
gönül olduğunu ileri süren bir konuşma yapar.
Bir ara yine
ayrılırlar. Birinci rahibi köylüler karda donda evlerine konuk etmeyerek
dışarıda bırakırlar. O da şaşırtıcı olmayacak bir biçimde donarak ölür. İkinci
rahip onun için sade bir tören düzenler, birinci rahibin genelevdeki eski kız
arkadaşına gider ve ona rahipten kalan üzgün Buda izlekli tahta yontuyu verir.
‘Olması
Gerektiği Gibi Yaşamak’ (Chuyện Tử Tế) (1985)
Vietnam yapımı
olan film, kurmaca bir film değil; ancak kurmacadan yararlanan bir belgesel
olarak yine de Budist sinema başlığı altında incelenmeye değer. Filmin konusu,
doğrudan Budizm değil, ancak Budizm’le yakından ilişkili olarak ölüm ve yaşam
konu ediliyor. Film boyunca “şefkat nedir?” sorusu üstüne düşünüyoruz. Filmin
çekildiği tarihte Vietnam’da savaşın bitiminin üstüne 10 yıl geçmiş, ancak bu
süre yaraların sarılması için yeterli olmamıştır. Yoksulluk çok yaygındır.
Ancak biz filme yoksullukla giriş yapmayız. Üst sesin elindeki kamera, film
ekibinden olup yakın bir tarihte ölenleri görür; Budist düşünceler eşliğinde
onların ölüm ve yaşamına odaklanır.
Filmin açılışı,
Budist anlamda ‘acı’ kavramıyla yapılır. Kanserden kaybettikleri kameraman
arkadaşlarının yıldönümünde mezarını ziyaret ederler; sonra kaybettikleri
çalışma arkadaşlarını anarlar. Kameraman arkadaşlarının hastalıkla geçen son
iki yılını kameramanın isteğiyle kayıt altına almışlardır. O kaydı izleriz;
hasta yatağından bize kitap okur meslektaşları. Sonra geleneksel cenaze töreni.
Budizm’deki süreksizlik (impermanence) kavramı vurgulanır. Vasiyeti
arkadaşlarının bir araya gelip acı üstüne bir film çekmeleridir; “çekmezseniz”
der, “yerin altından sizi aşağıya çekerim”. Bu film düşüncesi öyle çıkar.
Kamera kazara
kameraman olmuş ördek çobanının yaşamının izini sürerken, bir yandan da hükümeti
eleştirmekten geri durmaz. Kendilerine film çekip piyasaya uyduruk hikayeler
sürdükleri için kızan tuğlacıya “biz de başımızdaki patronun keyfine göre
çekiyoruz” der, “o severse sever, sevmezse çöpe”. Ayrıca, savaş döneminde sanat
yapıtlarında birçok yoksulun, ezilenin yer aldığı anımsatılır ve sorulur:
“Partimiz iktidara geldikten sonra yoksulların, ezilenlerin sanat yapıtlarında
yer almaması neden?” Belki bu, biraz da haksız bir eleştiridir; ancak filmde bu
eleştiriye yer verilmesi, ‘patronun sesi’ olunmadığını gösterir. 1985’te
gösterime hazır duruma gelen film, eleştirel içeriği nedeniyle ancak 1987’de
günyüzü görecektir. Filmin sonunda, filmin başındaki alıntı görünür yeniden,
fakat bu kez kimden alıntı olduğu belirtilir: Karl Marx. Bu açıdan filmin kavramsal
arka planı, şaşırtıcı bir biçimde Dalai Lama’gil ‘acı çeken Marx’, dolayısıyla
‘acı çekene empati duyan Marx’ çizgisine yaklaşır.
Aslında bir film
serisinin (‘Birisinin Gözüyle Hanoi’, ‘Hà Nội Trong Mắt Ai’) ikinci filmi olan
‘Olması Gerektiği Gibi Yaşamak’, İMDB listesinde değil. Burada incelenen
filmler içinde en az bilinen ve en dokunaklı film. Akıcı anlatımıyla kendini
izletmeyi başarıyor. Önerilir.
Bodhi-Dharma
Neden Doğuya Gitmek İçin Buraları Terk Etti?: Bir Zen Öyküsü
(Why
Has Bodhi-Dharma Left for the East?: A Zen Fable) (1989)
Bir Güney Kore
yapımı olan film, adına yakışır bir biçimde az sayıda konuşmanın geçtiği, bir
görüntü galerisi niteliğinde. Film boyunca 3 rahibin -bir çocuk, bir yetişkin
ve bir yaşlı- yaşam öyküsüne gideriz. Konuşmalarda en küçük ayrıntılar bile,
felsefeyle doludur. Uzun, yorucu ancak Budacı felsefeyi anlamak için izlemeye
değer bir film. Film, Zen koanlarından (bilmece) esinlenmekte ve kendisi de bir
tür koana dönüşmektedir. Filmin adındaki Bodhi-Dharma, 6. yüzyılda Zen
Budizmi’ni Çin’e yayan Hintli rahiptir. Filmin üstünlüğü, felsefel derinliğe
odaklanması; zayıflığı ise, anlaşılması için belli bir düşünsel altyapıya sahip
olunmasının gerekliliği. Örneğin ormanda başıboş dolaşan öküz, insanın
gemlenemez arzularına karşılık geliyor. Dolayısıyla bu filmin gişe rekorları
kırması olanaksız, zaten öyle bir amacı da yok.
Filmde küçük
ayrıntılar dikkatimizi çeker: Çekilen dişin çatıya atılması geleneğini görürüz.
Benim bir öykümde işlediğim bir konu karşımıza çıkar:[5]
Rahiplerin kendilerini inançlarına adayarak ailelerini ihmal etmeleri. Filmde
yetişkin rahibin görme engelli bir annesi vardır, kimsesi yoktur, bakıma
muhtaçtır; ama oğlu, tapınağı seçmiştir. Aslında bu durumda, rahip, bencil
olduğunun farkına varır. Kendi istekleri için annesini yüzüstü bırakmıştır.
Filmin sonlarına
doğru yaşlı rahip ölür. Böylece ölüm törenlerinin nasıl yapıldığını öğreniriz.
Ölünün külleri heryere savrulur; o artık her yerdedir. Filmin sonunda çocuk
büyüyüp yetişkin rahibin yerine geçer. Döngü tamamlanır. Burada, herşeyin
geçiciliği anlamına gelen ‘süreksizlik’ kavramı üstünde durulur.
Küçük Buda (1993)
Bertulucci yapımı Keanu Reeves’li ‘Küçük Buda’ bir ‘Batılı’ gözüyle
Budacılık filmi, fakat olabildiğince içeriden konuşmaya çalışmış. Gülen keçi
meseliyle açılan film, yeniden doğum inancına dayanıyor. Amerikalı çiftin
çocuğu, yakında ölen Budacı rahibinin ruhuna mı sahiptir? Filmde anlatı içinde
anlatı tekniği kullanılmış. Annesi çocuğuna Buda’nın yaşam öyküsünü okumaya
başlar. Buda anlatısı, filmin ana anlatı zamanıyla bölüne bölüne devam eder ve
bize Buda’nın nasıl Buda olduğunu anlatır. Amerikalı çocuk, babasıyla
Kathmandu’ya davet edilir. Burada kendisinin rahibin yeniden doğumu olup
olmadığına karar verilecektir. Burada 2 çocukla tanışır; bunlar da onun gibi
adaylardır. Birlikte oynar, çeşitli sınavlardan geçerler. Film anlatısal
anlamda bir heyecan öğesi taşımıyor. Baştan filmin sonunu tahmin edemiyoruz ama
heyecanın adım adım ilerlediğini görmüyoruz. Bu hikaye daha güzel
anlatılabilirdi. Filmdeki bir ayrıntı not edilebilir: Rahipler kumdan oldukça
incelikli ve yapımı uzun zaman ve emek gerektiren bir mandala yaparlar. Neden
kumdan? Burada, yine önceki filmlerde anıldığı gibi, varlıkların geçiciliğine
bir gönderme yapılmaktadır. Keanu Reeves’i Buda olarak görmek dikkat çekici.
Yine de bu filmin daha iyisi çekilebilirdi.
Samsara
(2001)
‘Samsara’ bir Budacı rahibin dünyevi yaşama giriş öyküsü. Samsara,
Budacı felsefede ölüm-yaşam döngüsüne denk geliyor. Bu anlatıda döngüsel olan,
rahibin dünyevi yaşamdan rahip yaşamına geri dönmesi noktasında görülüyor.
Film, Tibet’te geçiyor izlenimi verse de, aslında, Tibet’e komşu olan bir Hint
bölgesi olan Ladakh’ta geçiyor. En küçük ayrıntıya bile derin bir felsefenin
sığdırıldığı, dolayısıyla her karesiyle dikkatli izleme gerektiren film, 3 yıl
3 ay ve 3 gün münzevi olarak yaşayan başkişimizle açılıyor. Bu uzun sürede hiç
saç sakal, tırnak kesmemiş, ışığı görmemiş ve pek fazla hareket etmemiştir.
Süre dolduğunda, onu çıkarırlar, yıkarlar, traş ederler ve tapınağa götürürler.
Bu çileci yaşamdan sıkıcı bir anlatı bekleriz. Filmin açılışı, kurgudan çok,
belgesel izlenimi verir. Ancak, sonra, işler değişmeye başlar. Bu uzun
çilecilik dönemi, nefsi köreltmemiştir. Rahibimiz bir kızla ilişki yaşamaya
başlar ve böylece kapı önüne konur. Evliliğiyle birlikte dünyevi yaşamı
başlamıştır. Bu Budacı cenneti görüntüsündeki Ladakh, aslında hiç de öyle
değildir. Gençlerin geçinmek için iki seçeneği vardır: Ya rahip olacaklardır ya
çiftçi. Fakat çiftçiliğin de kendi zorlukları vardır. Toptan mal alan
komisyoncularla iyi geçinmek gerekmektedir. Ancak eski rahip olan başkişimiz
buna yanaşmaz, gidip kendi malını kasabada satmaya kalkar. Bu, cezasız
bırakılmaz. Dolayısıyla cenneti birazcık kazdığımızda bir feodalizm
cehennemiyle karşılaşırız. Bu arada, çiftin çocuğu olur. Çocukla eşkonuşmaları
özellikle dikkat çekici. Sonra başkişimiz karısını aldatır. Rahip hayatında
günah sayılan neredeyse herşeyi yapmıştır. Filmde sevişme sahnelerinin olduğu
gibi verilmesinin Budacı izleyicilerin ve genel anlamda tutucuların tepkisine
yol açacağını tahmin edebiliriz. Öte yandan, bu sahnelerin filmden
çıkarılmasında pek bir kayıp olmayacağından, bunların Budacı bir yapıtta yer
almasına anlam veremeyiz. Amaç gişe hasılatı kaldırmak mı ilgi çekmek mi?
Sonunda bütün günahları tadan başkişimiz yeniden rahipliğe dönecektir.
Fakat bu hayatta tutunabilecek midir belli değildir. Film, açık uçlu bitirilir.
Başkişinin rahipliğe döneceğini gören eşinin onunla yaptığı eşkonuşma
düşündürücü. Orta halli bir yapım. İzlense de olur izlenmese de...
‘Gezginler ve Büyücüler’
(Travellers and
Magicians) (2003)
Tümüyle Butan’da
çekilmiş ilk kurmaca film olan ‘Gezginler ve Büyücüler’, oldukça dikkat çekici
bir film. Filmin yönetmenliğini sinemacılığı Bertolucci’den öğrenmiş bir
Butanlı Budacı rahip olan Dzongsar Jamyang Khyentse Rinpoche yapmış. Butan, gelenekleri
bozulmasın diye ülkeye nadiren turist kabul eden kapalı bir ülke. Bu açıdan,
Nepal’le tezat oluşturuyor. Film, bu açıdan da önemli. Yönetmenin ‘Küçük Buda’
filmi için danışmanlık yaptığını da not edelim.
Filmde
başkişimiz Batılılaşmış özenti bir orta yaş erkeği. Bir köyde bir aydır
çalışmakta olan bir devlet görevlisi.
Filmin başında maaş alırken “ABD’deki arkadaşım bu aylığı yarım günde
kazanıyor” diyor. “Çinliler Amerika’ya gitmek için ölümü bile göze alıyor”
diyor. Amerikan hayranlığı ona neler neler dedirtiyor. Başkişimiz amirinden bir
bahaneyle başkente gitmek üzere izin alır; asıl
niyeti, başkent üzerinden ABD’ye gitmektir. Orası fırsatlar ülkesidir
ona göre. Sinema vardır, kızlar vardır vb.
Başkişimiz
başkent otobüsünü kaçırır. Otostop çeker ama almazlar. Sonra bekleyişinde ona
iki kişi daha katılır: Bir elma toplayıcısı ve bir rahip. Geceyi birlikte
geçirirler. Alır sazını bir öykü anlatır rahip: İki kardeşin öyküsü. Abi,
dersleriyle ilgilenmez; tek hedefi, uzaklara gitmektir. Üstün zekalı olan
kardeşi ise abisine hizmet etsin diye okula gönderilmez. Abisine sihirli su
içirir. Abisi eşeklerini at gibi görmeye başlar, at (eşek) durmaz gider ve onu
bilmediği bir yere atar. Abi, yoğun yağmurda, yaşlı bir adamın evine sığınır.
Sabah olur.
Başkişimiz ve iki eşlikçisi bir kamyonun kasasına atlarlar. Yolda sayıları
artar. Bir süre sonra kamyon bozulur. Onarım için mola verirler. Rahip, molada,
öyküsüne devam eder. Abi, sabah uyandığında hiç bilinmedik bir yerde olduğunu
keşfeder. Evine nasıl döneceğini bilmemektedir.
Kavşakta
inerler. Pirinç kağıdı satıcısı ve onun kızıyla birlikte sayıları beşi
bulmuştur. Yolda birlikte yürürler. Bu dağlık bölgeden tek bir araç bile
geçmemektedir. Başkişimizle kız arasında yakınlaşma başlar. Kız, Amerika’da
Butan’ın yerini bile bilmediklerini duyduğunu söyler. Başkişi, ABD’de ne iş
olsa yapacaktır. Bulaşık yıkayacak, elma toplayacaktır. Bu, eşlikçilerine
gülünç gelir. Aslında ABD, düşler ülkesine hiç de benzememektedir.
Paralel öyküde,
yaşlı adam, dokuma satmak üzere köye gidecektir. Abi de onunla birlikte köye
giderek evden ayrılmış olacaktır. Yaşlı adamın kızı yaşındaki karısı, onun
gitmesini istemediğinden dokumayı bir türlü bitirmez.
Ana anlatıya
döneriz: Pirinç kağıdı satıcısının 19 yaşındaki kızı üniversite sınavına girmiş
ama kazanamamıştır. Daha sonra onun sınavı kazandığını ama bunu gizlediğini
öğreniriz. Annesi ölmüştür, üniversite okumaktansa köyde yaşlı babasına yardım
etmek istemektedir. Araç gelmediğinden 5 yol arkadaşı, dağ başlarında günleri
geceleri birlikte geçirmeye başlarlar.
Paralel öyküde abi, yaşlı adamın genç karısıyla ilişki yaşamaya başlar.
Kadın, sonunda hamile kalır. İşler sarpa saracakken, ana anlatı zamanında sabah
olmuştur. Sonunda otobüs gelir. Tek kişilik yer vardır. Amerikan hayranı,
bencil başkişi dönüşmeye başlamıştır. Kendisi binecekken, elmaları çürümesin
diye elmacıyı bindirir. Dahası, kızın ricasıyla sigarayı bırakır.
Mola verdiklerinde, rahibin öyküsü devam eder. Abi, kötülük yaptığı evden
kaçar. Anlatı içindeki anlatının sonu kötü biter. Ana anlatı zamanında ayrılık
vakti gelmiştir. Rahiple başkişi romörke biner, yaşlı adam ve kızı geride
kalırlar.
Film, açık uçlu biter. Başkişi değişmiştir, ancak değişikliğin geçici mi
kalıcı mı olduğu noktasında karar vermekte zorlanırız. Dolayısıyla başkişinin
film sonunda ve sonrasında ne yapacağını kestiremeyiz.
Klişelere düşmeyen, akıcı bir film. Ayrıca Butan’da çekilmesi onu daha da
ilginç kılıyor. Önerilir.
İlkbahar,
Yaz, Sonbahar, Kış ve İlkbahar (Spring, Summer, Fall, Winter... and Spring)
(2003)
Güney Kore
yapımı olan film, Türkiye’de en çok bilinen Budist filmlerden biri; hatta en
çok bilineni bile denebilir. Bunda vizyona girdikten 1 yıl sonra Türkçe
dublajlı olarak TRT 1’de gösterilmesinin büyük payı var. Film bu TRT 1
sürümüyle hâlâ internetten izlenebiliyor. Film, döngüselliğe yönelik vurgusu ve
tapınak çevresindeki muhteşem doğa manzarasıyla akıllarda kalıyor. Film,
ustayla öğrencisinin hayatındaki 5 dönemi ele alıyor. Bu dönemlerin yaklaşık
10-12 yıl sürmesi, Budizm’de ve diğer birçok inanışta 12’nin döngüsel
niteliğini akla getiriyor: 12 ay, 12 yılda bir başa dönen hayvanlı ay takvimi,
günün 2 12 saatten oluşması vb. Film, ilkbaharla başlayıp ilkbaharla bitiyor.
Döngü tamamlanıyor. 50-60 yıllık bir süreyi döngüler halinde izliyoruz. Basit,
fakat zekice bir kurgu.
Baharda, çocuk,
hayvanlara kötülük yapar; bu kötülükler, ömür boyu kalbinde kalacaktır. Yaza
geliriz, çocuk, ergen olmuştur. Tapınağa gelen hasta ergenle bir süre sonra
yakınlaşıp birlikte olmaya başlarlar. Rahip, bunu öğrenince, kızın tapınaktan
ayrılması gerektiğini söyler. Genç, bunun üzerine tapınaktan gizlice kaçar,
yanında tapınağın horozunu ve Buda heykelini götürerek. Sonbahara geliriz.
Ergen, büyüyüp yetişkin olmuştur. Başkasıyla birlikte olduğu için karısını
öldürür, kendisini öldürmek üzere tapınağa gelir. Rahip, onu sakinleştirir;
daha sonra, gelen dedektiflerden biraz süre ister ve sonra onu kanuna teslim
eder. Rahip sayesinde herkes sakinleşmiştir. Onlar tapınaktan ayrılırken, rahip,
kendini yakarak törensel bir biçimde yaşamına son verir. Kışa geliriz, genç, hapisten afla çıkar. Tapınak, çoktan terkedilmiştir.
Tapınağı bulur, yeniden kullanıma sokar, bir kadın gelir, tapınağa bebeğini
bırakır. Yeniden bahara geliriz; genç, büyümüş, rahip olmuştur; ustası gibi
kendisi de, bir çocuğu yetiştirmektedir. Film, umutla biter. Kötülüğün
döngüselliğinin kırılma olasılığı anımsatılır. Bu filmdeki ayrıntılar önemli.
Film bu ayrıntılar üzerinden çok daha uzun ele alınabilir. Son olarak, filmin
döngüselliği dolayısıyla, yukarıda ele aldığımız ‘Bodhi-Dharma Neden Doğuya
Gitmek İçin Buraları Terk Etti?: Bir Zen Öyküsü’ adlı filmin sonuna benzediğini
burada not edelim.
Film oldukça başarılı. Önerilir. Akıcı bir anlatı, Budacı simgelere sürekli
olarak gönderme var. Örneğin her bir mevsimde ayrı bir hayvan var ve bu hayvanların
Budacı inanışta farklı anlamları var.
Zen
Noir (2004)
Zen Noir, gerçeküstücü bir dedektif filmi. Bağımsız bir yapım. Dedektife
“tapınakta cinayet olacak” diye bir telefon gelir, o da çözmek için tapınağa
gider. Dalınçta olan rahiplerden biri ölür. Dedektif, tapınakta karşılaştığı
rahibeden etkilenir. Filmin birleştirici nesnesi portakaldır. Değişik
ortamlarda portakalla karşılaşırız. İkincil bir öğe, çay ve çay töreni
olacaktır. Dedektif ‘Batılı’, olay bir ‘Batı’ ülkesinde geçiyor. Rahiplerin kimi
Asyalı, kimi ‘Batılı’. Filme heyecan ve egzotizm katmak üzere Asya ezgileri
kullanılmış. Ayrıca gizemli bir hava vermek için caz müziğinden yararlanılmış.
Filmdeki gerçeküstü öğeler, bize dedektifin akıl ve ruh sağlığının pek
yerinde olmadığını düşündürüyor. Böylece neyin gerçek neyin uydurma olduğunu
anlamakta güçlük çekiyoruz. Dedektif, sürekli olarak sarhoş gibidir. Kadının
rahibe olmadığı anlaşılır. Aralarında tensel yakınlaşma yaşanır. Bir noktadan
sonra, tapınaktaki cinayet önemsizleşir; dedektifin kendini sorgulama dönemi
başlamıştır. Diğerlerine göre kısa bir film. İzlemeye değer; ancak Budist
sinema sınıflandırmasına tam anlamıyla girmiyor. Yine de çeşitli Zen Budizm
kavramlarını doğrudan ya da dolaylı olarak işlediği için not edilebilir.
‘Çiçekli
Vadi’ (Valley of Flowers) (2006)
Hintli bir
yönetmenin çektiği bağımsız bir yapım olan film, doğrudan Budizm’i işlemiyor,
ancak yeniden dirilme gibi Budist izleklerin peşine düşüyor. Filmin ilk bölümü,
19. yüzyılda Himalayalar ve çevresinde geçiyor. Geçimini yol kesmekten sağlayan
eşkıyaların başı, bastığı kervanda çok güzel bir kızla karşılaşır. Birbirlerine
aşık olurlar, birlikte nice maceralara atılırlar. Birbirlerine o kadar
bağlanırlar ki, eşkıya başı, sonunda yoldaşlarıyla ters düşer ve onlardan
ayrılır. Sonunda baş-eşkıya ölümsüz olurken, insandışı farklı bir varlık olduğu
hissedilen (belki bir peri) kızı kaybeder. Filmin ikinci bölümüne geçeriz.
İkinci bölüm,
günümüz Tokyosu’nda geçmektedir. Baş-eşkıya burada bir doktor olmuştur. Ölüm
hakkı (ötenazi) konulu çalışmaları ve uygulamalarıyla çokça tartışma
yaratmaktadır. Kendisinin ülkeyi terk etmesi istenmektedir. Kendini bir
gökdelenden atar, ölmez. Televizyonda canlı yayınlanan bu atlayış, ilk
bölümdeki kızın yeniden dirilişi olan Sayuri’nin dikkatini çeker. Sayuri,
önceki yaşamlarını anımsamaktadır. 5 kez yeniden dirilmiştir. Doktoru tanır,
onu bulur, yeniden kavuşurlar. Bu kez erkek ölür, kız sağ kalır. Herşey,
baş-eşkiyanın kervanda bulduğu kötülük maskesiyle başlamıştır, onunla son
bulur.
Film, bir aşk
öyküsü olarak izlenebilir. Budacılık’ın çeşitli kavramlarına değiniliyor. Fakat
bu değiniler, bir felsefeden çok, mitoloji ya da efsane düzleminde. Dolayısıyla,
bu filmi Budacılık’ın en önemli filmlerinden biri olarak saymak doğru
olmayabilir. Ancak, ikinci bir listede yer alabilecek bir film.
Zen:
Zen Ustası Dogen’in Yaşamı (2009)
Japon yapımı
olan film gerçekten yaşamış tarihsel bir kişiliğin -Dogen Zenji (1200-1253)-
yaşam öyküsü. Usta, annesi ölünce Çin’e yerleşiyor; birgün orada aydınlandığını
hissederek yeni inanışı yaymak için Japonya’ya dönüyor. Fakat onu bekleyen,
dostça bir dinsel çevre olmayacaktır.
“Cenneti bu
dünyada inşa etmeliyiz” diye açılır film. Sonra Zen ustamızı yollarda görürüz.
Yıl, 1223; yer, Çin. Bir tapınağa varır. Hakikatı arama çabasında önemli bir
dönüm noktasındadır. Çin’de, uzun yıllar sonra, aradığı hakikatı bulacaktır.
1227’de Japonya’ya döner. Bir tür yurtdışında okumaya gidip gelmiş gibi olur. Tapınakları
ziyaret edip Zen dalıncı üstüne yazdığı çalışmayı
okutur. Fakat bu, hoş karşılanmaz. Dogen, bir tehdit olarak görülür. Bu arada
Çin’de, ustası ölmüştür. Çinli rahip, arkadaşı Dogen’e yardıma gelir. Askerler
tapınağı basar, Dogen’i Kyoto’dan kovmaya kalkarlar. Ancak Kyotolular onlara
yardım eder. Başka bir tapınağa taşınırlar. Üç kişi başlarlar, sonra sayıları
artar.
Ölümle ilgili
bölüm, Buda’nın ünlü meselinden geliyor. Bir kadın, bebeğiyle tapınağa gelir;
“bebeğim ölüyor, bir çare” diye yalvarır. Buda, “bunun için tek bir yol var”
der, “hiç yakını ölmemiş bir hane bulacaksın, o zaman iyileşecek”. Kadın, gün
boyu dolaşır; böyle bir hane bulamaz; çünkü yoktur. Kabullenme eğitimidir bu.
Seks işçisi olan kadın, daha sonra tapınağa kabul edilecektir. Ona da Cennet’e
gitmek için ölmek gerekmediği, bu dünyada Cennet’in kurulabileceği inancı
hatırlatılır.
Rakip mezhep,
Usta Dogen’in başarısını kabullenemez. Bir gece, tapınağı kundaklarlar. Onlar
bu nedenle, başka bir yere taşınmak zorunda kalır. Yeni yerlerinde, onlara,
büyük katılımlar olur. Kadın, peşlerinden gelir; rahibe olmak ister. Almak
istemezler, ancak bir süre sonra razı olurlar. Cinsel arzu, bir rahibin
tapınağı terketmesine yol açacaktır.
Birgün, savaş travması
yaşayan şogunun yardımına koşar. Şogun, savaş ölülerinin hayaletleriyle
uyuyamamaktadır bile. Şogun, Dogen’den gerçek Budizm’i öğrenmek ister. Tüm
mezhepler, gerçek Budizm’i temsil ettiklerini söylemektedir. Bu hayaletlerin
kendinin bir parçası olduğunu kabullenmesini ister ondan. Hayaletleri yok
etmesi mümkün değildir, ama dönüştürmek mümkündür. Yine Budizm’deki temel bir
kavramla karşılaşırız; ki bu, psikoterapide de sık sık yer alan bir kavramdır:
Kabullenme. Sonunda şogun, Dogen’den etkilenir ve akıl sağlığına kavuşur.
Artık Dogen,
ölüm döşeğindedir. İzleyicileriyle veda konuşmalarını yapar. Gelenek olduğu
üzere, ölüm şiirini okur ve son nefesini verir. Filmin sonunda ölüm törenine
tanık oluruz; kadının erdiğini görürüz. İçindeki Buda’yı bulmuştur; çocuklara
içlerindeki Buda’yı bulmak üzere yardımcı olmaktadır. Dogen, bu dünyadan
göçmüştür; ancak, göçmeden, kalıcı izler bırakmıştır. Üstadın inançları daha
çok izleyici çeker, daha geniş kitlelere ulaşır.
Japonya’da bugün
Dogen Usta’nın kurduğu Soto Zen akımına bağlı 14 bin tapınak bulunuyor. Film,
sürükleyici ve akıcı bir anlatıma sahip. Kendini izletiyor. Önerilir.
‘Batıya
Yolculuk’ (1592/2013)
‘Batıya
Yolculuk’ filmi, bir Çin klasiğinden esinlenme. Adı, Batı'ya Yolculuk; konusu,
Budizm. Nasıl olabiliyor? Çünkü Çinli Budistler, ellerinde olmayan Budist
metinleri bulmak üzere, Hindistan’a doğru yola çıkıyorlar. Hindistan, Çin’in
batısı oluyor. Filmde, düşmanlar, Budist felsefe uyarınca, 'yok' edilmeyip
içlerindeki iyi yönler öne çıkarılmaya çalışılarak 'ıslah' ediliyor. Bu felsefeye
göre, insanın özünde iyilik vardır; ancak, yaşadıkları toplumsal koşullar,
onları kötülüğe iter. İyiliğe geri dönmeleri için, onlara, halis muhlis
oldukları dönemler anımsatılır, örneğin ninni yaşları... Şiddet de var
kuşkusuz, fakat yok etmeyi değil 'ıslah'ı amaçlıyor. Kadın ise, bu anlatıda,
kurtuluşa engel. Budacılık, kadına bakıştaki cinsiyet ayrımcılığıyla çok
eleştirildi. Çeşitli akımlar daha eşitlikçi bir açıdan bakıyor. Bugün eşitlikçi
akımlar çoğunlukta.
Anlatıbilim
Açısından Budist Sinema
Filmler
özelinden konuya bir kez daha baktığımızda şunu görüyoruz:
‘Siddharta’
(1972)’da arayış ve baştan çıkma gibi öğeler öne çıkıyor.
‘Transgression’
(1974)’daki Budizm, olumsuz. Olay ağırlıklı olmasıyla da diğer filmlerden
ayrılıyor. Neredeyse tümünün tapınakta geçmesi dolayısıyla kimi filmlere
benziyor.
‘Mandala’
(1981), ‘Siddharta’daki arayışa ek olarak acıya odaklanıyor. İki rahip arkadaş
bağlamında, bir “bulup bulup yitirme” anlatısı.
‘Olması
Gerektiği Gibi Yaşamak’ (1985), keşfedilmeyi bekleyen, ölüm ve yaşam döngüsü
ile süreksizlik kavramlarını işleyen oldukça dokunaklı bir film.
‘Bodhi-Dharma
Neden Doğuya Gitmek İçin Buraları Terk Etti?: Bir Zen Öyküsü’ (1989), ağır bir
film. Simgesel içeriği dolayısıyla, ancak bir düşünsel altyapı kazanıldıktan
sonra anlaşılır olabilecek bir film.
‘Küçük Buda’
(1993), bu yazıda ele alınan filmler arasında en bilineni. Sürekli olarak
Buda’nın yaşamı ile günümüz arasında gelip gidiyoruz. Bir ‘Batılı gözüyle
Budizm filmi’ olduğu için, diğer filmlerden ayrılıyor. Ayrıca, anlatısal açıdan
yeterince güçlü olmadığı için de, ayrı bir kulvarda değerlendirilmesi gerekiyor.
‘Samsara’ (2001),
bir Budist rahibin bocalamalarının öyküsü. Orta düzeyde bir yapım.
‘Gezginler ve
Büyücüler’ (2003), tümü kapalı bir ülke olan
Butan’da çekilmiş ilk kurmaca film olması dolayısıyla önemli. Bunun dışında,
işlediği kimlik karmaşası ve kültürel karşılaşmalar gibi izleklerle diğer
Budist filmlerden ayrılıyor.
‘İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış ve İlkbahar’ (2003), bu seçkideki en iyi
filmlerden biri. Film, adından da anlaşılacağı gibi, döngüsellik konusunu
izliyor ve neredeyse tümünün tapınak ve çevresinde geçmesi ve rahiple çırağını
konu alması dolayısıyla, seçkideki diğer filmlerle benzeşiyor.
‘Zen Noir’ (2006), seçkimizde tapınakta geçmesi ve Zen Budizm’in kimi
kavramlarını işlemesi nedeniyle yer alıyor. Bir polisiye. İzlemeye değer bir
film, fakat o kadar üst düzey değil.
‘Çiçekli Vadi’ (2006) yeniden dirilme ve canın sürekli, bedeninse geçici
olması gibi Budist izlekleri konu ediniyor. Doğrudan Budizm’i işlemese de,
izlekleri dolayısıyla seçkimizde kendine yer buluyor.
‘Zen: Zen Ustası Dogen’in Yaşamı’ (2009), klasik bir Budizm filmi. Bir Zen
ustasının yaşamı anlatılıyor. Sıkmıyor, izlemeye değer. Özellikle ölüm ve
kabullenme kavramlarının işlenmesi dolayısıyla öne çıkan bir yapım.
Son olarak ‘Batıya Yolculuk’ (1592/2013), bir Çin klasiğinden esinlenilerek
yapılmış bir film. Filmde temel güdünün Batı’dan (Hindistan’ın kuzeyi, Çin için
Batı olarak görülüyor) Budist klasikleri getirtmek; temel izleğin ise ıslah
olduğu görülüyor. Bu açıdan, seçkimizdeki tüm filmlerden farklı bir konumda.
Oldukça akıcı, destansı bir anlatım kullanılmış. Mizah, onu iyice sürükleyici
kılmış. Defalarca izlenip de sıkmayan filmlerden...
Bu 13 filmden, yukarıda bahsettiğimiz gibi, çeşitli izlekler çıkarmak
olanaklı. Konuya anlatıbilimdeki ortam-kişilik-olay (OKO) üçlemesiyle bakarsak,
tümü ya da çoğu tapınakta geçen filmlerle geçmeyen filmleri ayırabiliriz. Bu
açıdan şöyle bir ayrım söz konusu olur:
Tümü ya da Çoğu Tapınakta Geçen Budist Filmler: ‘Transgression’ (1974), ‘Bodhi-Dharma
Neden Doğuya Gitmek İçin Buraları Terk Etti?: Bir Zen Öyküsü’ (1989), ‘İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış ve İlkbahar’ (2003), ‘Zen
Noir’ (2006)
ve ‘Zen: Zen Ustası Dogen’in Yaşamı’ (2009).
Tümü ya da Çoğu Tapınakta Geçmeyen Budist Filmler: ‘Siddharta’ (1972), ‘Mandala’ (1981), ‘Olması Gerektiği
Gibi Yaşamak’ (1985), ‘Küçük Buda’ (1993), ‘Samsara’ (2001), ‘Gezginler
ve Büyücüler’ (2003), ‘Çiçekli Vadi’ (2006) ve
‘Batıya Yolculuk’ (1592/2013).
Tümü ya da çoğu tapınakta geçen filmler, genellikle daha ağır ve felsefe
yüklü filmler. Öyle olmayanlar ise daha akıcı, daha sürükleyici, daha merak
uyandırıcı filmler. Bu, neden kaynaklanıyor? Tapınağın tekdüze yaşamı, OKO’daki
olası olay seçeneklerini kısıtlıyor. Oysa, tapınak dışında daha çok olay
olasılığı beliriyor. Çoğunlukla tapınakta geçmesine karşın merak uyandırıcı iki
filmden biri, ‘İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış ve İlkbahar’ (2003). Diğeri ‘Zen
Noir’ (2006). ‘Zen Noir’, elbette, tapınakta geçen bir ‘katil kim?’ anlatısı
olduğu için kendini izletiyor. Bu sınıflandırmadan anlaşılacağı üzere, bir
filmi Budist olarak sınıflandırmamız için mutlaka tapınakta geçmesi gerekmiyor.
Şimdi OKO’nun ‘K’sına, diğer bir deyişle kişiliklere bakalım. Bu açıdan,
seçkimizdeki filmleri, rahiplerin başkişi ya da ana kişiliklerden olduğu ve
olmadığı yapımlar olarak ikiye ayırabiliriz.
Başkişisi/Başkişileri ya da Ana Kişilikleri Budist
Rahip(ler) Olan Filmler (Buda dahil): ‘Siddharta’ (1972),
‘Transgression’
(1974), ‘Mandala’ (1981), ‘Bodhi-Dharma Neden Doğuya Gitmek İçin Buraları Terk
Etti?: Bir Zen Öyküsü’ (1989), ‘Küçük Buda’ (1993), ‘Samsara’ (2001), ‘İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış ve İlkbahar’ (2003), ‘Zen
Noir’ (2006), ‘Zen: Zen Ustası Dogen’in Yaşamı’ (2009) ve ‘Batıya Yolculuk’
(1592/2013).
Burada ‘Batıya Yolculuk’a bir not düşmeliyiz: Bu filmin sonuna kadar
başkişi, bir büyücü avcısıdır; filmin sonunda rüştünü ispatlayıp bir Budist
rahip olur ve kötüleri ıslah edip yanına yoldaş olarak alarak Budist klasikleri
Batı’dan Çin’e getirmek üzere yola çıkar.
Başkişisi/Başkişileri ya da Ana Kişilikleri Budist Rahip
Olmayan Filmler: ‘Olması Gerektiği Gibi Yaşamak’ (1985),
‘Gezginler ve Büyücüler’ (2003) ve ‘Çiçekli Vadi’
(2006)
Burada görüldüğü gibi, seçkimizdeki filmlerin neredeyse tümü, başkişilik ya
da ana kişiliklerden biri olarak en az bir Budist rahibe yer veriyor. Ancak,
böyle olmayan 3 filmden, bunun bir zorunluluk olmadığını görüyoruz.
Dolayısıyla, bir filmin Budist film seçkimize girmesi için illa Budist
rahipleri konu alması gerekmiyor.
Şimdi de OKO’nun son O’suna, diğer bir deyişle olaylara bakalım. Yolculuk
ve/ya da arayış anlatılı olanlarla diğerlerini ayırabiliriz:
Yolculuk ve/ya da Arayış Anlatılı Budist Filmler: ‘Siddharta’
(1972), ‘Mandala’ (1981), ‘Bodhi-Dharma Neden Doğuya Gitmek İçin Buraları Terk
Etti?: Bir Zen Öyküsü’ (1989), ‘Küçük Buda’ (1993), ‘Samsara’ (2001),
‘Gezginler ve Büyücüler’ (2003), ‘İlkbahar, Yaz,
Sonbahar, Kış ve İlkbahar’ (2003), ‘Çiçekli Vadi’ (2006), ‘Zen: Zen Ustası
Dogen’in Yaşamı’ (2009) ve ‘Batıya Yolculuk’ (1592/2013).
Görüldüğü gibi,
seçkimizdeki filmlerin neredeyse tümü, yolculuk ve/ya da arayış anlatısına
dayanıyor. Kimilerinde başkişiler diyar diyar geziyor; kimilerinde ise bir
yerde sabit olsalar da sürekli bir hakikat arayışı içerisindeler. Bu
nitelendirmenin istisnası, ‘Transgression’ (1974), ‘Olması Gerektiği Gibi
Yaşamak’ (1985) ve ‘Zen Noir’ (2006). İlki,
tapınak yaşamını, ikincisi ölümü, üçüncüsü bir cinayeti konu aldığı için,
anlatısal olarak yukarıdaki listedeki filmlere göre ayrı bir yerde duruyorlar.
Seçkimizin dikkat çeken bir diğer özelliği ise şu: ‘Olması
Gerektiği Gibi Yaşamak’ (1985) dışındaki tüm filmler, 3. tekilden anlatı’lanıyor.
Budist sinemanın 1. tekilin içtenliğinden yeterince yararlanmadığı anlaşılıyor.
Bu 1. tekil kullanımı, ‘Olması Gerektiği Gibi Yaşamak’ (1985) filmini, konusuna
ek olarak dokunaklı kılan bir diğer olgu. 1. tekil, daha içten (iki anlamıyla
hem ‘içten’ (samimi) hem de ‘iç’ten’) bir anlatım dili kuruyor.
Bu
anlatıbilimsel öğeler dışında, bir filmi Budist olarak sınıflandırmamız için
bir başka nirengi noktası ise, işlediği konular oluyor. Bunlar düz anlatımla da
aktarılabiliyor; senaryoya yedirilerek de... Örneğin, ‘Çiçekli Vadi’, Budizm’e
doğrudan değil mecazlarla yaklaşıyor. Budist sinemanın belgesel tadı veren düz
anlatımın ötesine geçip mecazlara yönelmesi, daha sanatlı bir film dili
oluşturulması için oldukça önemli.
Sonuç
Budist filmlerin
her birinin tümü ya da büyük bölümü tapınakta ve/ya da yollarda hakikat
arayışlarında geçiyor. Başkişiler çoğunlukla Budist rahip ya da başkişiler
arasında en az bir Budist rahip var. İncelemenin başında belirttiğimiz gibi,
Budizm’den esinlenen filmler gibi geniş bir başlık açtığımızda, bu ayırıcı
özellikler ortadan kalkıyor. Sözgelimi, Matrix, bu ölçütlere uymuyor.
Burada incelenen
13 filme dönersek, Budist sinemada en sık işlenen konuların şunlar olduğu
anlaşılıyor: Arayış (özellikle de hakikatı, kurtuluşu ya
da aydınlanmayı arayış), yoldan/baştan çıkma, yolculuk, ölüm, süreksizlik
(impermenance), törensellik, yeniden dirilme, çilecilik, elçekmişlik,
tapınaktan kovulma, cinsellik ve kadın, döngüsellik, karma, dalınç, kabullenme,
ıslah, öze dönme vb. Bu Budist kavram, öğe ve olgular, yukarıda sunulan
anlatıbilimsel özelliklerle birlikte Budist sinemadan yeni bir tür olarak
bahsedebilmemiz için ilk ipuçlarını veriyor. Bu konuda daha fazla araştırma
yapılması gerekiyor. Ayrıca çeşitli Asya dillerinde olan Budist filmlerin
İngilizce altyazı aracılığıyla daha geniş bir izleyici kitlesine ulaşması
gerekiyor.
[1] Dhar,
A., Chakrabarti, A. & Kayatekin, S. (2016) Crossing Materialism and
Religion: An Interview on Marxism and Spirituality with the Fourteenth Dalai
Lama. Rethinking Marxism, 28(3-4),
584-598.
[5] Gezgin,
U.B. (2015). Bir Dağbaşı Tapınağında (Ama Ben Duymaz Olmuştum). Papirüs Dergisi, Eylül-Ekim 2015 sayısı,
s.75-80.
Kaynak: Gezgin, U.B. (2017). Anlatıbilim Açısından Film Psikolojisi ve Film Çözümlemeleri [Film Psychology and Film Analysis through Narratology].
ANLATIBİLİM AÇISINDAN FİLM PSİKOLOJİSİ VE FİLM ÇÖZÜMLEMELERİ
Prof.Dr.Ulaş Başar Gezgin
İçindekiler
Filmlerde Psikoloji Filmlerle Psikoloji
1. ‘Açlık Oyunları’nın Politik Psikolojisi
2.‘Deney’ Filmi: Bir Mürekkep Testi Olarak Film
3. ‘Amerikan Güzeli’ Filmi Neden Hâlâ İzlenebiliyor?
4. ‘Papa: Hemingway Küba’da’
5. Tehlikeli Oyunlar
Yerli Filmler: Ağrı Dağı’ndan Gezi Direnişi’ne
6. Türkiye Sinemasında Karlı Bir Doruk: ‘Ağrı Dağı Efsanesi’
7. Gezi Direnişi Film Olsaydı: Anlatıbilim Açısından Direniş
8. Gezi Direnişi ve Selma Filmi: Benzerlikler ve Farklılıklar
9. VI. İstanbul Uluslararası Mimarlık ve Kent Filmleri Festivali’nin Ardından
10. İki Film ve Umut(suzluk)
Bir Kültür Endüstrisi Olarak Hollywood Sinemacılığı
11. ‘Son Samuray’dan ‘Boyun Eğmez’e Amerikan Sineması’nın Öteki Temsillerinde Japonlar
12. Yıldız Savaşları Güzel mi Gerçekten?: 68’lerden Bir Yanıt
13. Trump’a Karşı Trumbo: Bir İhraç, Hayalet Yazarlık ve Umut Öyküsü
14. Trump’la Los Angeles’tan Kaçış
15. ‘Geliş’ Filmi, Bilişsel Bilim ve Çin Araştırmaları
Asya Sineması: Budist Sinemadan Jackie Chan’e
16. Anlatıbilim Açısından Budist Sinema: Yeni Bir Türe Doğru mu?
17. Jackie Chan: Kungfu Ustasından Çinli İndiana Jones’a
18. Hanoi Film Festivali'nden 2 Film: 'Tatlı 20 Yaş' ve 'Yen'in Yaşamı'
Latin Amerika Sineması: % 3 ve Festival Filmleri
19. % 3: Brezilya’dan Bir Adaletsizlik Anlatısı
20. Latin Amerika Film Festivali’nin Ardından
21. Latin Amerika Film Festivali’nin Bir Kez Daha Ardından
Sinemada Roman Uyarlamaları: Anlatıda Birlik ve Ayrılık
22. ‘Notre Dame’ın Kamburu’ ve Romanların Film Uyarlamaları
23. ‘Şeker Portakalı’ Uyarlamaları: Şeker Portakalı Nasıl ‘Beyaz’ladı?
24. ‘Uçurtma Avcısı’
Barış Filmleri
25. Barış Psikolojisi için 3 Film: ‘Maymunlar Cehennemi’, ‘Kovboylar ve Uzaylılar’ ve ‘Çocukluğun Sonu’
26. İki Film, İki Barış Olasılığı: Son Umut ve Mandalina Bahçesi.
İtalyan Sineması
27. ‘Yabandan Gelen Adam’
28. Pasolini’nin ‘Matta İncili’
Kısa Kısa: Kısa Film Eleştirisi ve Kısa Yorumlar
29. İki Artı İki Beş Eder mi?: Arabesk Bir Filmin Eleştirisi
30. 30 Film Üstüne Kısa Yorumlar: İzgin Notları
Ek: Anlatıbilim, Tür Özellikleri, Olay Örgüleri
31. Anlatıbilim Açısından Politik Bilim-Kurgu: Tür Özellikleri ve Olay Örgüleri
Yaşamöyküsü
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder