Videolar

17 Aralık 2017 Pazar

Cennet’e, Cehennem’e Döşenen Yol… (öykü)

Cennet’e, Cehennem’e Döşenen Yol…

Ulaş Başar Gezgin


Onunla Hindistan’daki bir tapınakta tanıştım. Görüntüsünden, Türkiyeli olduğunu anlamak, olanaksızdı. Saç-sakal birbirine karışmıştı. Tapınağın çevresinde turist gibi dönüp dolanıp Türkçe konuşuyordum kendi kendime. Nasılsa Türkçe anlayan yoktu çevrede. Türkçe olarak “Harika bir tapınak bu” dediğimde, -o da Türkçe olarak- “öyledir; öyle olmasa, yıllardır burada yaşamazdım” diyerek beni hem şaşırttı hem korkuttu. Elbette bir adı ve soyadı varmış, ama bunları unutmak istiyormuş. Çevrede herkes onu ‘Caney’ olarak çağırıyor. Caney’in anlattıkları, binlerce sayfayı aşar. Bir kere, neden buraya gelmiş? Kendini ‘gizemci ortakçı’ olarak adlandırıyormuş. Ne demek bu? Özel mülkiyetin kalkmasını, kula kulluğun bitmesini istiyormuş. Ama diğer ortakçılar gibi, göksel varlıkları yoksaymıyormuş. Ona göre, buna ‘tanrı’ da dense, ‘melek’ de dense, birtakım göksel varlıklar varmış ve Dünya’daki en ince ayrıntıyı bile göksel varlıklar belirliyormuş. Yine de, tarihte ve günümüzde çok kan döktükleri için üç ‘büyük’ dine uzakmış. Ona göre, Buda, ilk ortakçı imiş. Sonrasında nice ortakçı gelmiş geçmiş ama bunları tanımıyoruz; çünkü tarihi, güçlüler yazarmış. Babai’nin ve Şeyh Bedreddin’in Anadolu’dan çıkmış oluşundan gurur duyuyor. Hindistan’da kimi görse, Şeyh Bedreddin’i anlatır dururmuş. ‘Yoldaş’ sözünü çok beğeniyormuş; çünkü zaten ‘tarikat’ sözcüğünün ‘tarik’i, ‘yol’ demekmiş. Bu nedenle, tüm insanları ‘yoldaş’ diye çağırıyormuş, 7 yaşındaki çocuktan 70 yaşındaki dedeye dek. Hatta kedileri köpekleri de böyle çağırırmış. “Çünkü tüm canlılar olarak doğanın bir parçasıyız. Ömür bir yoldur. Ömrümüzü paylaşıyoruz tüm canlılarla” diyordu.

Caney, bana, bir Hintli dostumu anımsattı. Dostum, belki binlerce yıl toplumun üst tabakasında olan bir aileden geliyordu; soyadını görenler, onun üst tabakadan olduğunu anlıyorlardı. Son derece de dindardı; 35 yaşına dek et yememişti. Gelin görün ki bu aynı arkadaş, “damarımı kessen komünist kanı akar. Böyle bağlıyız biz komünizme ailecek” diyordu. “Bu ikisi uyuşur mu?!” dediğimde ise, “elbette uyuşur. Biri, din; biri, ideoloji” demişti. “Caney dost” dedim, “senin bu duruşunu eskiler ‘Komünist İmam’ adlı  kitapta deşmişler. Hem, birkaç yıl önce, solcu bir gazetede, okur mektuplarına takma adla psikolog gibi yanıt veren, ama her nedense onlara hep tutucu yanıtlar veren yazarımsıya, bir genç, ‘solcu imam’ adını takmıştı. Gerçi, ‘solcu imam’, köşesinden, bu gence hakaret ve küfür etmişti de; gazetenin ‘solcu’ yönetimi, bilinmez (!) bir nedenle, bu yazarımsıyı korumuştu. Sen de bir tür solcu imam mısın?” Değilmiş; dinle bütün ilişkisi, ölümden sonraki yaşama hazırlık içinmiş.

Peki buraya nasıl gelmiş? Türkiye’deyken, gizemci ortakçılığını sınama gereksinimi duymuş. Göksel varlıklar gerçekten onu seviyorlar mıymış?.. Doğru yolda olduğunu nasıl anlayacakmış?.. Caney’e göre, göksel varlıklar, iyilerse –ki iyi olmalılar- onların da eşitlikten ve adaletten yana olması beklenir. Peki nereden bilecek bunu? Caney, kendince bir yol bulmuş. Her hafta piyango almaya başlamış. Piyangoda para çıkınca, “doğru yoldayım, gökler beni seviyor” diye seviniyormuş. Peki parayı ne yapıyormuş? Ne çıkarsa yakıyormuş. Şükür ki, deli diye hastaneye tıkmamışlar. Paranın, kendisini ve eşini-dostunu yoldan çıkarmasından korkuyormuş. Ayrıca, paraları yakınca, düzenin para kıtlığından bunalıma girip çöktüğünü hayal eder dururmuş. Hatta bir keresinde çıkan en yüksek ikramiyeyi kışın ısınmak için sobada yakan da oymuş. Gazetelerde boy boy resmi çıkmıştı; ama burada, sakalı ve yüzünün kavrukluğu nedeniyle, tanıyamadım onu. Yoksa, Caney, o olaydan sonra, silinmez bir biçimde kazınmıştı insanların belleklerine. Hatta kimisi onu taklit etmişti. İkramiye çıkmayanlar da sahte paraları gerçekmiş gibi gösterip topluca yakmış, böylece Caney kadar ünlü olmak istemişlerdi. Herkes yaksaydı ya şu paraları; böylece, Caney’in özlediği gizemci-ortakçı yaşam kurulmuş olurdu. İşte Caney, böyle her keresinde para çıkmasından çok hoşnutmuş; zengin oldu diye değil, “göklerin sevdiği kulum hâlâ” düşüncesi nedeniyle.

Ama birgün, piyango falan çıkmaz olmuş. Şaşmış kalmış, yataklara düşmüş. Son birkaç ayda yaptıklarını düşünmüş, bir tane bile kötülük bulamamış kendi hanesine yazılabilecek. Hiç bir hayvanı da incitmediğinden, tümüyle böcek yuvası olan evinde, almış Caney’i kara bir düşünce: “Acaba yanlışlıkla karıncalara mı bastım?” Aramış aramış ama bir türlü bulamamış. Her gün Şeyh Bedreddin’in Sultan Mahmut Türbesi’ndeki mezarını ziyaret eder olmuş; ama bir türlü geri gelmemiş, şansı. Her hafta, piyangodan para çıkmadıkça eriyip gidiyormuş. Sonra, gençliğinde Hint dili okumuş bir arkadaşı, durumuna üzülmüş; ona Hindistan’da bir tapınağa kapanmayı önermiş. Allem etmiş kallem etmiş, sonunda Caney’i ikna etmiş. Caney, Şeyh Bedreddin’in mezarına son kez gidip ağlamış; hatta öyle sitemliymiş ki, “göksel varlıklar bizden yana olsaydı, Şeyh’im Bedreddin, sen yenilmezdin. Onlar bile yalnız bıraktı bizi” demiş. İşte Caney’in bu Hint tapınağına geliş öyküsü bu.

Tapınaktan ayrılmadan, ona, öbür dünyayı sordum. “Bilemeyiz ama gel sana ben gençken sık sık geçen bir fıkrayı anlatayım” dedi, devam etti:
“Bir ortakçı ölmüş, Cehennem’e koymuşlar, cehennemlikleri örgütlemiş, “insanlar Cennet’te sefa sürerken bize bu kadar eziyet olmaz” diye ayaklanmışlar. Bunun üzerine melekler, onu, Cennet’e atmış; bu kez de, “kardeşlerimiz Cehennem’de ateşler içinde yanarken biz burada nasıl sefa sürebiliriz” diye ayaklanmışlar. Ortakçıyla başa çıkamayan melekler, tanrıdan yardım istemişler. Tanrı, “çağırın bana şu ortakçıyı” demiş. Tanrıyla ortakçının özel görüşmesinden sonra, melekler, tanrıya “ey tanrım, ne yapacağız?” diye sorunca, tanrı şöyle demiş: “Tanrı yok, yoldaş var!””
Fıkraya gülmediğimi görünce, sanırım, biraz alındı. Fıkranın üstüne, sanırım benim görgüsüzlüğüm nedeniyle, ciddileşti ve dedi ki: “Tanrı, insana akıl vermiş. Aklını kullanmayıp körü körüne inananlar, Cehennem’e; aklını kullananlar, Cennet’e gitmeli. Hatta bu aklını kullananlar, tanrının ve Cennet’in ve Cehennem’in varolmadığı sonucuna varmış olsalar bile, Cennet’e gitmeliler. Değil mi ki insanı insan yapan, aklıdır; onlar da akıllarını kullandılar. Bu durumda, tanrının, başta Şeyh Bedreddin olmak üzere tüm ortakçıları Cennet’e koyması gerekir. Ölmeden bilemiyoruz işte bunları; ama sana söz, öldükten sonra bu sorunun yanıtını bulursam, seni, bir yolunu bulup mutlaka bilgilendireceğim.”

Birkaç gün sonra eve döndüm. Aylar sonra ise, Hint gazetelerinde çıkan ‘dervişin ölümü’ haberi, Türkiye’deki ajanslara yavaş yavaş düşmeye başladı. Hele onun Türkiyeli olduğu ortaya çıkmasın mı; 68 kuşağının değerlerini aktaramadıkları şımarık ve kafası dumanlı 75 ve sonrası doğumlu çocukları, Caney’in yıllarını geçirdiği tapınakta aldılar hemen soluğu. Kafamdaki soru ise büyüyordu anbean: Acaba bana haber verecek miydi Caney? Öbür dünyanın ne biçimde olduğunu anlatacak mıydı bir biçimde bana? Ben de piyango mu almalıydım? Para çıkarsa, Caney’in birgün bana haber vereceğini mi ummalıydım? Erkeklik ilacı, kadın bulma siteleri, reklam kampanyaları türünden çöp-postaları bilgisayarımdan silerken, gönderen, başlık ve ileti bölümü boş olan, yani tümüyle boş olan bir e-posta aldım. İlk kez, böyle her yerinden boş bir e-posta alıyordum. Acaba Caney’in e-postası mıydı bu? Peki nasıl okuyacaktım bunu?

Caney, beni geleneksel yollarla buldu. İnsanlık tarihinin başından beri açık olan yolu kullandı; düşlerime girdi. Öbür dünyada tanrı, Cennet’e ve Cehennem’e kimi koyacağına karar vermek için çekiliş yapıyormuş. Caney’in durumu da çekilişle belirlenecekmiş. Tanrı şöyle diyormuş: “İlkdünyada yaptıklarınız or’da kaldı. İyiyi de kötüyü de size ben verdim. Herşeyinizi ben belirledim. Demek ki, kötülükten olduğu kadar, iyilikten de sorumlu tutulamazsınız. O nedenle, melekler, Cennet-Cehennem biletleri için sayı çekecekler.” Böylece, dünyada iyilik yapanların, Cehennem’e; kötülük yapanların, Cennet’e gittiği çok oluyormuş. Soranlar olmuş tanrıya, “bu ne adaletsizlik?!” diyenler olmuş. Tanrı ise şöyle yanıtlamış onları: “siz, benden korktuğunuzdan iyilik yapanlarsınız. Benim korkumdan değil, gerçekten içinden geldiği için iyilik yapanları, Cennet’e de Cehennem’e de koymuyor; kendi ülkemde, tanrı ülkesinde ağırlıyorum. İçinden geldiği gibi, inanan-inanmayan ayırmadan herkese iyilik yapanlar çoğalsaydı, ilkdünyada hiç bir sorun kalmazdı. Ben de bu kadar meşgul olmazdım. Tanrı ülkesinde en güzel yeri, benim varlığıma inanmamalarına rağmen ayrımsız iyilik yapanlara ayırıyorum.”

Caney’le ilgili bir yargı yanlışı olduğuna eminim. Onun, içinden geldiği gibi iyilik yaptığını, gerçekten iyi olduğunu kanıtlamak için, kendimi öldürüp tanrı katında ona tanıklık edeceğim.

 Kaynak: Gezgin, U. B. (2009). Barbar Türkler, İMF’ye Karşı (gülmece öyküleri) [Barbarian  Turks against  IMF- Short Stories]. Ho Çi Min Kenti, Vietnam, 2009.


BARBAR TÜRKLER İMF’YE KARŞI (GÜLMECE ÖYKÜLERİ)

Ulaş Başar Gezgin

İçindekiler

Eyids, Ölüm, Yaşam...

Satılık Yüz, Kiralık Yüz

Cennet’e Cehennem’e Döşenen Yol...

Gerçek Gülüşlüler...

Devre-yaşam

Birinci Ay Savaşı. 

İnsanları Ayakkabılarından Tanıyan Adam.

İstanbul’da 1 Milyon Bangkoklu; Bangkok’ta 1 Milyon İstanbullu...

Bümbüyüklerle Kümküçükler...

Çocuk, Çocuk, Lanet Olası Çocuk. 

Dünya: Kapkaranlık Bir Gezegen.

Yaşamın Anlamı.

Beşizistan’ın Öyküsü. 

Doktor’un Ölümü.

Yanardağlar Patladığında.

Güldüm ve Güldüm ve Güldüm...

Aşçı Kral. 

Tanrı Yaratmak (ya da Toplamak).

Bali’de Bitimsiz Bir Gece.

Uzaylıların Gizli Oyunları…

Düşünürler Maçının Uzatmaları...

“Barbar Türkler, İMF’ye Karşı!”





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder