Videolar

17 Aralık 2017 Pazar

Uzaylıların Gizli Oyunları… (öykü)

Uzaylıların Gizli Oyunları…

Ulaş Başar Gezgin


Bizim işyerinde uzaylıların çalıştığının ortaya çıkması herkesi şaşırtmıştı. Hemen yanı başımdaki çalışma arkadaşım bile uzaylıymış! Onların uzaylı olup olmadığını anlamak çok zor. Onların da iki gözü, iki kulağı, iki burnu, üç dudağı, beş kalbi, yedi bacağı var. Yani hepimiz gibiler. Yürüyüşlerinde hiç bir fark göremezsiniz. Aynı bizim gibi şarkı söyler; aynı bizim gibi içlenirler kara gecelerde. Hah, bizim işyerinde çok uzaylı çıkmıştı; ben de uzaylı uzmanı kesilmiştim. Uzaylıları şıp diye anlamaya çalışıyordum.

İşyerinde yakalanan uzaylıların kimisinin oracıkta kafasını uçurdular ama kafaları hep yerine geliyordu. Kimilerini ise, araştırma yapmak üzere falakaya yatırdılar; ters askıya astılar; elektrik verdiler. Yüce bilim insanlarımız, onların acıya ne kadar dayanabildiklerini görmeye çalışıyorlardı. Acısız bir dünya için, uzaylılar üstünde acı deneyleri yapmak gerekliydi onlara göre. Böylece, insansoyu, acıya daha dayanıklı olacak; daha mutlu yaşayacaktı.

Yok, hiçbir yerlerinden uzaylı oldukları anlaşılmıyor. Hatta bana kalırsa, ‘uzaylı’ diye acı araştırmaları merkezlerine götürdüklerinin en azından bir bölümü, dünyalıydı. Ama olsundu canım; dünyalılar üstünde de acı deneyleri yapmalı; uzaylılarla dünyalıların acı deneylerini karşılaştırmalıydı.

Bir insanın uzaylı olduğunu anlamanın tek bir yolu vardı: Konuşmaları. Uzaylıların özelliği, ağızlarını açtıklarında, dünyalılar gibi havadan sudan değil güneşten yıldızdan konuşmalarıydı. Onlara göre, insanların mutlu olduğu başka gezegenler vardı. İşte bu sözler, dünyanın tüm devletlerinin birleşmesinden oluşmuş Dünya Devletleri Birliği’nin resmi görüşüne tersti. Dünyadan daha güzel bir gezegen mi vardı! Evet, dünyada yoksullar vardı; dünya pazarlarında domates gibi eziliyorlardı; ama onlar, yoksul ve mutlulardı. Dünya, öyle güzel bir gezegendi ki, yoksulları bile mutlu etmeye yeterdi.

Ben güneşten yıldızdan söz açan birçok kişiyle tanıştım ömrümde. Güneşten gelip güneşe gideceklerini söylüyorlar. Onlara göre, güneş tozundan gelmişiz ve yine güneş tozuna dönüşecekmişiz. Bunlar, şiirlerinde güneşi içtiklerinden söz ediyorlardı. Bir gaz bulutu olan güneşi solumak ya da içine çekmek neyse de, içmek ne oluyordu...

“Uzaylı doğulmaz, uzaylı olunurmuş”. Ablam, bana öyle söyledi. 25 Mayıs 2525. Bu günü hiç unutmuyorum. Ablam, bu günde, bana, kendisinin de uzaylı olduğu söyledi. Şaşırdım ama yadırgamadım. Uzaylı doğulmaz, uzaylı olunurmuş. Ablamla biz kardeşmişiz ama annemiz babamız, uzaylı değilmiş (en azından bana öyle dedi; belki onlar da uzaylıdır kimbilir). Yani ablam, dünyalı olarak doğmuş; sonradan uzaylı olmuş. Uzaylıların çocuğu olup uzaylı olmayanlar da oluyormuş. Peki nasıl uzaylı olmuşmuş? Aynen benim olduğum gibi. Ona da birisi, ablamın bana yaptığı gibi, güneşi içmeyi öğretmiş. Biz uzaylılar, beş vakit güneşi içer; konuşma gücümüzü böyle kazanırız.

Ablam, beni, sonunda ikna etti. Mars’a gitmeye karar verdik. Dünyalıların yaptığı acı deneyleriyle belirsiz bir geleceğe yelken açmak istememiştik. Mars’a ‘kızıl gezegen’ denmesi boşa değil. Kızıl bir gezegendir gerçekten. Mars’ın kızıllığı, Marslılar’ın kızıllığından gelir. Görmesini bilene...

Mars’ta, dünyalıların yoksulu ve yoksunu oldukları herşeyin paylaşıldığını gördüm. Mars’ta herşey yoktu elbette, ama olmayanların yoksulluğunu ve yoksunluğunu da paylaşıyorduk. Ben de ablamla bir işe girdim. Ne ışın silahı ne acı deneyleri korkusu vardı burada. Fakat bir süre sonra bir söylenti çıktı: “Dünyalılar, gezegenimize gizlice girmiş!” Dünyadaki uzaylı avında olduğu gibi; Mars’ta da dünyalı avı başladı. İşyerinde, yanı başımızdakiler, bizden ayrılıp bilinmedik bir yere götürülüyorlardı. Zaten bir kişinin dünyalı olması, havadan sudan konuşmasından anlaşılıyordu. Onların üstünde de acı deneyleri yapılıyor muydu bilmiyoruz; ama en azından, kafaları, göz göre göre uçurulmuyordu. Dünyalılar üstünde acı deneyleri yapılmışsa, bunun, Marslı bilimcilerin şaşkınlığı nedeniyle olabileceğini düşünüyorum. Nasıl oluyordu da bu dünyalılar, acıya bu kadar dayanıksızdı?! Bu, Marslılar için bir hastalıktı. Marslılar, bu hastalığa karşı önlem almak durumundaydı.

Mars’ta yoksulluğu ve yoksunluğu çekilen herşey paylaşılırken, Mars Devletler Birliği, büyük bir hızla silahlanıyordu. Dünya’nın daha çok kaynağı ve daha gelişmiş silahları vardı. İşte Dünyalılar da, gizlice Mars’a giriyorlardı. Anayurt Mars, Dünyalı saldırısına karşı savunulmalıydı. Bu gerginlik içerisinde, Mars’taki düzen de, Dünya’daki düzene benzemeye başladı yavaş yavaş. Paylaştığımız yoksulluklara ve yoksunluklara yenileri eklenirken, ordumuza yeni silahlar alınıyordu. Bunu anlıyorduk. Gerçekten tehdit altındaydık. Bu son gelişmeler, bize, bir Dünyalı’nın görüşlerini anımsatıyordu. Dünyalı, “sınırlar kalkmadan Dünyalılık olanaksız” demişti. Bizden öncekiler, bunu Mars için de söylemişlerdi; Mars düzeni, ancak, Mars’taki tüm sınırlar kalkınca kurulabilmişti. Fakat bu son silahlanma yarışından sonra, bunun yeterli olmadığını anladık. Tek ülkede Dünyalılık ya da tek ülkede Marslılık, işlemiyordu. Tek gezegende Marslılık’ın da yürümeyeceğini anladık. Tüm gezegenlerde kurulsa, Güneş Dizgesi dışında da kurulmalıydı. Her neyse. Bunları düşünmek için erken. Bizden sonraki kuşaklar düşünsün.

Ablamla Mars’ta rahattık. Başka ablalar da başka kardeşler de bizim gibi mutlu olsun diye, Dünya’ya dönmeye karar verdim sonunda. Sen yakın arkadaşımsın diye, bunları sana anlattım. Amacımız, bütün yoksulları Mars’a götürmek. Böylece, zenginler, Dünya’da kendi başlarına kalacak ve yoksullara yaptırdıkları tüm ayak işlerini, kendileri yapacaklar. Robotlar herşeyi yapamaz. Robotlar da ayaklanıyor zaten bu aralar. Robotlar, zenginlerin kurtuluşu değil. Onları da katacağız saflarımıza; onları da alacağız yanımıza elbette. Bu durumda, Dünya’da Mars düzenini kurmamıza ramak kalacak. Bizim kuşağımız görmez herhalde, ama ileride neden olmasın...


 Kaynak: Gezgin, U. B. (2009). Barbar Türkler, İMF’ye Karşı (gülmece öyküleri) [Barbarian  Turks against  IMF- Short Stories]. Ho Çi Min Kenti, Vietnam, 2009.


BARBAR TÜRKLER İMF’YE KARŞI (GÜLMECE ÖYKÜLERİ)

Ulaş Başar Gezgin

İçindekiler

Eyids, Ölüm, Yaşam...

Satılık Yüz, Kiralık Yüz

Cennet’e Cehennem’e Döşenen Yol...

Gerçek Gülüşlüler...

Devre-yaşam

Birinci Ay Savaşı. 

İnsanları Ayakkabılarından Tanıyan Adam.

İstanbul’da 1 Milyon Bangkoklu; Bangkok’ta 1 Milyon İstanbullu...

Bümbüyüklerle Kümküçükler...

Çocuk, Çocuk, Lanet Olası Çocuk. 

Dünya: Kapkaranlık Bir Gezegen.

Yaşamın Anlamı.

Beşizistan’ın Öyküsü. 

Doktor’un Ölümü.

Yanardağlar Patladığında.

Güldüm ve Güldüm ve Güldüm...

Aşçı Kral. 

Tanrı Yaratmak (ya da Toplamak).

Bali’de Bitimsiz Bir Gece.

Uzaylıların Gizli Oyunları…

Düşünürler Maçının Uzatmaları...

“Barbar Türkler, İMF’ye Karşı!”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder