Uzaylıların
Gizli Oyunları…
Ulaş Başar Gezgin
Bizim işyerinde uzaylıların çalıştığının ortaya çıkması herkesi şaşırtmıştı.
Hemen yanı başımdaki çalışma arkadaşım bile uzaylıymış! Onların uzaylı olup
olmadığını anlamak çok zor. Onların da iki gözü, iki kulağı, iki burnu, üç
dudağı, beş kalbi, yedi bacağı var. Yani hepimiz gibiler. Yürüyüşlerinde hiç
bir fark göremezsiniz. Aynı bizim gibi şarkı söyler; aynı bizim gibi içlenirler
kara gecelerde. Hah, bizim işyerinde çok uzaylı çıkmıştı; ben de uzaylı uzmanı
kesilmiştim. Uzaylıları şıp diye anlamaya çalışıyordum.
İşyerinde yakalanan uzaylıların kimisinin oracıkta
kafasını uçurdular ama kafaları hep yerine geliyordu. Kimilerini ise, araştırma
yapmak üzere falakaya yatırdılar; ters askıya astılar; elektrik verdiler. Yüce
bilim insanlarımız, onların acıya ne kadar dayanabildiklerini görmeye
çalışıyorlardı. Acısız bir dünya için, uzaylılar üstünde acı deneyleri yapmak
gerekliydi onlara göre. Böylece, insansoyu, acıya daha dayanıklı olacak; daha
mutlu yaşayacaktı.
Yok, hiçbir yerlerinden uzaylı oldukları
anlaşılmıyor. Hatta bana kalırsa, ‘uzaylı’ diye acı araştırmaları merkezlerine
götürdüklerinin en azından bir bölümü, dünyalıydı. Ama olsundu canım;
dünyalılar üstünde de acı deneyleri yapmalı; uzaylılarla dünyalıların acı
deneylerini karşılaştırmalıydı.
Bir insanın uzaylı olduğunu anlamanın tek bir yolu
vardı: Konuşmaları. Uzaylıların özelliği, ağızlarını açtıklarında, dünyalılar
gibi havadan sudan değil güneşten yıldızdan konuşmalarıydı. Onlara göre,
insanların mutlu olduğu başka gezegenler vardı. İşte bu sözler, dünyanın tüm
devletlerinin birleşmesinden oluşmuş Dünya Devletleri Birliği’nin resmi görüşüne
tersti. Dünyadan daha güzel bir gezegen mi vardı! Evet, dünyada yoksullar
vardı; dünya pazarlarında domates gibi eziliyorlardı; ama onlar, yoksul ve
mutlulardı. Dünya, öyle güzel bir gezegendi ki, yoksulları bile mutlu etmeye
yeterdi.
Ben güneşten yıldızdan söz açan birçok kişiyle
tanıştım ömrümde. Güneşten gelip güneşe gideceklerini söylüyorlar. Onlara göre,
güneş tozundan gelmişiz ve yine güneş tozuna dönüşecekmişiz. Bunlar,
şiirlerinde güneşi içtiklerinden söz ediyorlardı. Bir gaz bulutu olan güneşi
solumak ya da içine çekmek neyse de, içmek ne oluyordu...
“Uzaylı doğulmaz, uzaylı olunurmuş”. Ablam, bana
öyle söyledi. 25 Mayıs 2525. Bu günü hiç unutmuyorum. Ablam, bu günde, bana,
kendisinin de uzaylı olduğu söyledi. Şaşırdım ama yadırgamadım. Uzaylı
doğulmaz, uzaylı olunurmuş. Ablamla biz kardeşmişiz ama annemiz babamız, uzaylı
değilmiş (en azından bana öyle dedi; belki onlar da uzaylıdır kimbilir). Yani
ablam, dünyalı olarak doğmuş; sonradan uzaylı olmuş. Uzaylıların çocuğu olup
uzaylı olmayanlar da oluyormuş. Peki nasıl uzaylı olmuşmuş? Aynen benim olduğum
gibi. Ona da birisi, ablamın bana yaptığı gibi, güneşi içmeyi öğretmiş. Biz
uzaylılar, beş vakit güneşi içer; konuşma gücümüzü böyle kazanırız.
Ablam, beni, sonunda ikna etti. Mars’a gitmeye karar
verdik. Dünyalıların yaptığı acı deneyleriyle belirsiz bir geleceğe yelken
açmak istememiştik. Mars’a ‘kızıl gezegen’ denmesi boşa değil. Kızıl bir
gezegendir gerçekten. Mars’ın kızıllığı, Marslılar’ın kızıllığından gelir.
Görmesini bilene...
Mars’ta, dünyalıların yoksulu ve yoksunu oldukları
herşeyin paylaşıldığını gördüm. Mars’ta herşey yoktu elbette, ama olmayanların
yoksulluğunu ve yoksunluğunu da paylaşıyorduk. Ben de ablamla bir işe girdim.
Ne ışın silahı ne acı deneyleri korkusu vardı burada. Fakat bir süre sonra bir
söylenti çıktı: “Dünyalılar, gezegenimize gizlice girmiş!” Dünyadaki uzaylı
avında olduğu gibi; Mars’ta da dünyalı avı başladı. İşyerinde, yanı
başımızdakiler, bizden ayrılıp bilinmedik bir yere götürülüyorlardı. Zaten bir
kişinin dünyalı olması, havadan sudan konuşmasından anlaşılıyordu. Onların
üstünde de acı deneyleri yapılıyor muydu bilmiyoruz; ama en azından, kafaları,
göz göre göre uçurulmuyordu. Dünyalılar üstünde acı deneyleri yapılmışsa,
bunun, Marslı bilimcilerin şaşkınlığı nedeniyle olabileceğini düşünüyorum.
Nasıl oluyordu da bu dünyalılar, acıya bu kadar dayanıksızdı?! Bu, Marslılar
için bir hastalıktı. Marslılar, bu hastalığa karşı önlem almak durumundaydı.
Mars’ta yoksulluğu ve yoksunluğu çekilen herşey
paylaşılırken, Mars Devletler Birliği, büyük bir hızla silahlanıyordu.
Dünya’nın daha çok kaynağı ve daha gelişmiş silahları vardı. İşte Dünyalılar
da, gizlice Mars’a giriyorlardı. Anayurt Mars, Dünyalı saldırısına karşı
savunulmalıydı. Bu gerginlik içerisinde, Mars’taki düzen de, Dünya’daki düzene
benzemeye başladı yavaş yavaş. Paylaştığımız yoksulluklara ve yoksunluklara
yenileri eklenirken, ordumuza yeni silahlar alınıyordu. Bunu anlıyorduk.
Gerçekten tehdit altındaydık. Bu son gelişmeler, bize, bir Dünyalı’nın görüşlerini
anımsatıyordu. Dünyalı, “sınırlar kalkmadan Dünyalılık olanaksız” demişti.
Bizden öncekiler, bunu Mars için de söylemişlerdi; Mars düzeni, ancak,
Mars’taki tüm sınırlar kalkınca kurulabilmişti. Fakat bu son silahlanma
yarışından sonra, bunun yeterli olmadığını anladık. Tek ülkede Dünyalılık ya da
tek ülkede Marslılık, işlemiyordu. Tek gezegende Marslılık’ın da yürümeyeceğini
anladık. Tüm gezegenlerde kurulsa, Güneş Dizgesi dışında da kurulmalıydı. Her
neyse. Bunları düşünmek için erken. Bizden sonraki kuşaklar düşünsün.
Ablamla Mars’ta rahattık. Başka ablalar da başka
kardeşler de bizim gibi mutlu olsun diye, Dünya’ya dönmeye karar verdim
sonunda. Sen yakın arkadaşımsın diye, bunları sana anlattım. Amacımız, bütün
yoksulları Mars’a götürmek. Böylece, zenginler, Dünya’da kendi başlarına
kalacak ve yoksullara yaptırdıkları tüm ayak işlerini, kendileri yapacaklar.
Robotlar herşeyi yapamaz. Robotlar da ayaklanıyor zaten bu aralar. Robotlar,
zenginlerin kurtuluşu değil. Onları da katacağız saflarımıza; onları da
alacağız yanımıza elbette. Bu durumda, Dünya’da Mars düzenini kurmamıza ramak
kalacak. Bizim kuşağımız görmez herhalde, ama ileride neden olmasın...
Kaynak: Gezgin, U. B. (2009). Barbar Türkler, İMF’ye Karşı (gülmece öyküleri) [Barbarian Turks against IMF- Short Stories]. Ho Çi Min Kenti, Vietnam, 2009.
BARBAR TÜRKLER İMF’YE KARŞI (GÜLMECE ÖYKÜLERİ)
Ulaş Başar Gezgin
İçindekiler
Eyids, Ölüm, Yaşam...
Satılık Yüz, Kiralık Yüz
Cennet’e Cehennem’e Döşenen Yol...
Gerçek Gülüşlüler...
Devre-yaşam
Birinci Ay Savaşı.
İnsanları Ayakkabılarından Tanıyan Adam.
İstanbul’da 1 Milyon Bangkoklu; Bangkok’ta 1 Milyon İstanbullu...
Bümbüyüklerle Kümküçükler...
Çocuk, Çocuk, Lanet Olası Çocuk.
Dünya: Kapkaranlık Bir Gezegen.
Yaşamın Anlamı.
Beşizistan’ın Öyküsü.
Doktor’un Ölümü.
Yanardağlar Patladığında.
Güldüm ve Güldüm ve Güldüm...
Aşçı Kral.
Tanrı Yaratmak (ya da Toplamak).
Bali’de Bitimsiz Bir Gece.
Uzaylıların Gizli Oyunları…
Düşünürler Maçının Uzatmaları...
“Barbar Türkler, İMF’ye Karşı!”
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder