Hayır!
Don Kişot, İnsanlık Tarihinin İlk Romanı Değildir!
ya
da
Zamanımızdan
Bin Yıl Önce Japonyalı Bir Kadın Yazar Tarafından Yazılmış ‘Genji Hikayesi’
Üstüne
Ulaş Başar Gezgin
Yaygın kanı, Don Kişot’un insanlık tarihinin ilk romanı
olduğu yönündedir. Oysa insanlık tarihindeki ilk roman, zamanımızdan bin yıl
önce, Japonyalı bir kadın yazar olan Murasaki Şikibu tarafından yazılmış olan
‘Genji Hikayesi’dir. Don Kişot’a ilişkin yanlış kanının altında iki neden
bulunmaktadır: Birincisi, ‘Genji Hikayesi’nin İngilizce’ye ilk çevirisi,
kitabın yazılışından yaklaşık dokuz yüzyıl sonra yapılmıştır: 1900’de, Kencho
Suematsu tarafından eksik bir çeviri yapılmıştır. Bütün iki çeviri ise, Arthur
Waley’in çevirisiyle 1933 yılında ve Edward G. Seidensticker’ın çevirisiyle
1976 yılında yayınlanmıştır. İkinci neden ise, daha bütüncül ve daha ciddidir:
Birçok alanda olduğu gibi, ekinsel (kültürel) alanlarda da bir A.B.-A.B.D.
başatlığı sözkonusudur. Çok çok az sanatçının ve düşünürün aklından, ilk
romanın, A.B.-A.B.D. yeryapısı (coğrafya) dışından çıktığı geçebilir. Herşeyin
en iyisinin o yeryapıda olduğu düşünülür. Aynı biçimde, ilk denemeyi yazanın Montaigne
olduğu düşünülür. Oysa Montaigne’den en az bin yıl önce, Çin’de komutlu (memur)
olabilmek için deneme ustası olmanın zorunlu olduğu hiç akla gelmez (Gezgin,
2546a).
Roman, Asya anlatılarında geleneksel olduğu üzere, roman
kişisinin ailesinin tanıtılmasıyla başlar. İmparator’un soylu olmayan
gözdesinin güzel mi güzel bir oğlu olur. Daha sonra Genji adını alacak bu
çocuk, büyür; annesi ve anneannesi ölür. Koreli falcılar gelir ve büyük bir
adam olacağını söylerler. Ancak, İmparator’dan sonra kimin başa geçeceği
bellidir: Tahta, İmparator’un büyük oğlu geçecektir. Çocuk, bunun yerine, soylu
olmayan Gen klanının başına getirilir; bu nedenle, adı, ‘Genji’ olur.
İkinci bölümde üç tür kadından sözedilir. Genji, romanın
ilerleyen bölümlerinde bu üç kadınla karşılaşacaktır. Bu bölüm, Bayan
Murasaki’nin ustalığını konuşturduğu; erkeklerin gözüyle kadın tiplemeleri
çizdiği bölümdür.
Bundan sonraki bölümlerde, Genji birçok kadınla birlikte
olur. Bunların arasında, imparatorun gözdesi de vardır. İmparatorun gözdesinin
bir oğlu olur. İmparator, O’na gözü gibi bakar. Ancak, gerçeği bilmemektedir:
Çocuğun babası, Genji’dir. Bin sayfanın büyük bir bölümü boyunca, evli-bekar
birçok kadınla birlikte olan Genji, yıllar sonra güçten düşecek; yeni karısı
O’nu aldatacaktır. Romanın kurgusunda, Budacı inancından kaynaklanan bir döngü
bulunmaktadır. Aldatan, aldatılana dönüşür. Bu yanıyla Genji, birçok romanı
etkilemiştir. Bunlardan biri de Candara’dır (Gezgin, 2546b). Genji, karısının
doğurduğu çocuğun kendisinden olmadığını öğrenecek, bir manastıra çekilecektir.
Romanın son bölümleri, Genji’nin karısını gebe bırakan ve çok sayıda kadınla
birlikte olan yeni bir kişilik çevresinde döner. Döngü, sürecektir.
Murasaki’nin romanı, çokeşlilik düzeninde büyük acılar
çeken kadınların romanıdır. Yaşadığı dönemde çokeşlilik çok yaygındı ve toplum
tarafından olumlu karşılanıyordu. Ancak, toplum, öngörülebileceği üzere,
erkeklerin çokeşliliğini daha olumlu karşılıyordu. Bu nedenle, kadınların
yaşamı, kıskançlık, hınç, öfke arasında eriyip gidiyor (Bowring, 2004, s.3);
dönemin en ülküsel (ideal) kadın yaşantısı, kraliçenin ya da prensesin değil,
rahibelerin oluyordu. Ancak, bir kadın, evlenmişse; rahibe olmak için, eşinden
izin almak durumundaydı (Hirota, 1997) ve bu izin, çok az durumda
verilmekteydi.
Anlatı geleneğinin, Şikibu döneminde günümüzdekinden
farklı olduğunu söylemekte yarar var ve bu durum, ‘Genji Hikayesi’nin kurgusunu
ve yazılışını tümüyle etkilemiş bir özelliktir: Anlatılar aktarılırken, bir
yandan, olan bitenlerin resimlendiği temsiller de gösterilirdi (Hirota, 1997).
Bu nedenle, dönemin anlatıcıları, uzun betimlemelere yer vermemiş; olay
öykücülüğüne ağırlık vermiştir. İnsanlık tarihindeki ilk romanın 1000’lerin
Japonyası’ndan çıkması, belki de bundan kaynaklanmaktadır. Elbette, bu savı
sınamak için, anlatılarını temsiller eşliğinde sunma geleneği olan toplumlara
da bakılmalıdır.
Böylece asıl soruya geliyoruz: Nasıl oldu da insanlık
tarihinin ilk romanını Murasaki Şikibu ya da daha çok bilinen adıyla Bayan Murasaki
yazdı? Bu soruya yeterli bir yanıt vermek olanaklı görünmese de, yaşamına göz
atmak, bir fikir verebilir. Öncelikle, ‘Şikibu’, Bayan Murasaki’nin babasından
aldığı bir san: ‘tören makamı’ anlamına geliyor. ‘Murasaki’ ise, roman
kişilerinden birinin takma adı (Bowring, 2004, s. 4). ‘Lavanta’ anlamına
geliyor (Puette, 1999, s. 52) (Zaten romandaki kişilerin hepsinin takma adı var
(Hirota, 1997)). Dolayısıyla, romanı yazan Bayan Murasaki’nin gerçek adını
bilmiyoruz (1). Bayan Murasaki, kimi
kaynaklara göre, İ.S. 978’de, kimi kaynaklara göre ise, İ.S. 973’te doğmuştu.
Babası bir Çince bilginiydi. Bayan Murasaki’nin kısa yaşamına çok acı
düşecekti: Daha yaşamının ilk yıllarında annesini yitirdi. Yirmili yaşlarda
ise, ablasını yitirdi. Bu, O’nu çok etkileyecek ve romanına, genç yaşta ölen
ablasını, aynı biçimde genç yaşta ölen Agemaki tiplemesiyle yansıtacaktı. 999
yılında evlenir. Eşi, yaşlıdır. 1000 yılında kızı olur. Başka çocuğu
olmayacaktır. 1001 yılında ise, eşi ölür. Bunlar, Murasaki’yi elbette çok etkiler
(Puette, 1999). Murasaki’nin yaşamının 1014 yılında son bulduğu sanılmaktadır
(Bowring, 2004, s. 5). Murasaki’ye ilişkin edinebildiğimiz bilgilerin çoğu,
günümüze kalabilen ‘Murasaki Günceleri’nden gelmektedir.
Öte yandan, soylu bir aileden geldiği için, bir saray
insanıdır ve saraylı olmanın o dönemdeki temel ölçülerinden biri, sanatlarda
ustalıktır. Bu konuda, o dönem, kadınlarla erkekler arasında büyük farklar
vardır: Erkekler, örgün eğitim alırlar ve eğitim dili olan Çince’yi çok iyi
bilmeleri beklenirken; kadınlar, örgün eğitim almazlar; bu da, yeteneklerini,
anadilleri Japonca’da geliştirmelerine izin vermiştir (2). Bayan Murasaki, yine
de, erkek kardeşine Çince öğretilirken, çoğu zaman kulak misafiri olmuş ve o
dönem bir kadından beklenmeyecek düzeyde Çince öğrenmişti. Dönem için, varlığı
çelişikti: Çince bilen bir kadındı (3). Bu durum, İmparator’u çok
etkileyecekti. Öte yandan, önce Çince bilen belki de tek kadın olması ve sonra,
bir kadın anlatı ustası olması nedeniyle ve bunun yanında, elbette, yakınlarını
hep erken yitirdiğinden, son derece yalnızdı. Dönemin doğaüstü güçlerin artık
sıradanlaştığı ve sıkıcılaştığı öykücülük anlayışı, İmparator’u ve genel olarak
saraylıları heyecanlandırmamaktadır (4). Bu, Bayan Murasaki’de de dönemin öykücülerinde
de arayışlara yolaçmaktaydı (Puette, 1999).
Sonuç olarak denilebilir ki; kadınlara Çince
öğretilmediğinden; Japonya’daki anlatı geleneği, resimli temsiller eşliğinde
sunulduğundan ve son olarak, İmparator’un yazınsal seçimleri nedeniyle;
insanlık tarihinin ilk romanı, Japonyalı bir kadın tarafından günümüzden bin
yıl önce yazıldı. Çince, siyaset dili; Japonca, sanat dili olmaya, ‘Genji
Hikayesi’yle başladı. Döneme ilişkin bilgileri günümüze ulaştıranlar da
günceleri ve anlatılarıyla, çoğunlukla kadınlar oldu. Sarayda olan bitenleri,
çektileri çileleri yazdılar (Bowring, 2004, p. 12).
Kantçı bir soru soralım: Bir romanı roman yapan öğeler
nelerdir? Ve Kantçı bir yanıt verelim: Özeleştiri öğesinin olmasıdır. Ve
bilişsel bilimler açısından ekleyelim: Anlatıcının anlatısı içerisinde
anlatısına gönderme yapabiliyor olması gerekir (5). İkincisi, kişiliklerin
kendi iç hesaplaşmalarına yer verilmelidir. Diğer bir deyişle; roman
kişilerinin yansıyapısına (psikoloji) da yer verilir. Ama buraya kadarı, bir romanı
roman yapmaya yetmez çünkü o zaman, romanla günce arasında fark olmaz. Bu
nedenle, üçüncü ölçütü ekleyelim: Olayları başkalarının gözünden aktarabilme
yeteneği. Son olarak, gerçekçi bir anlatım beklenir. Gerçi, bu dördüncü ölçüt,
oldukça tartışmalıdır: Gerçekçi olmayan çok sayıda roman bulunmaktadır.
Dolayısıyla, elimizde üç ölçüt var: Özgönderim (self-reference), yansıyapı
(psikoloji) ve eşduyum (empati). Genji Hikayesi, üçüncü noktada, dönemin
kadınlarınca yazılan güncelerden farklılaşmaktadır: Günceler, yazanın başından
geçenlere, kendi bakış açılarından bakmakla sınırlı iken; Genji Hikayesi’nde,
yazarın dışında gelişen olaylar, farklı bakış açılarından verilmektedir
(Bowring, 2004, s. 17). Yazar, romanın yazımında, Japon tarihsel metinlerinden
yararlanmıştır. Kimi yorumcular, bu nedenle, Genji Hikayesi’ni yansıyapısal bir
anlatıdan çok, tarihsel bir roman olarak görme eğilimindedir. Romanın, tarihsel
bir arkatasarı (background) elbette vardır; yazar, yaşadığı dönemden yüz yıl
öncesini anlatmaktadır. Ancak, tarihte yazanlardan, yazılmayanları çıkarsayıp
kurgulamıştır. Bu nedenle, Genji Hikayesi’ni, bir tarih kitabı olarak
değerlendirmek doğru değildir (Bowring, 2004, s. 17).
Genji Hikayesi’nin elbette siyasal bir boyutu da var:
Genji, İmparator’un halktan bir kadından olma oğludur. Saraydakiler, bu
ilişkiyi onaylamamış; Genji, prens olma hakkına sahip olamamıştır. Genji’nin
annesi de kahrından ölmüştür. Olayın büyüklüğünü anlamak için bir anımsatma
yapalım: Japonya’nın dini olan Şintoculuk’ta, İmparator, Güneş’in oğlu olarak
kabul edildiği için; İmparator’un halktan bir kadınla birlikte olması, Tanrı
ile kul arasındaki bakışımsızlığın (asimetri) ortadan kaldırılması anlamına
geliyordu (6). Genji, prens de değildi sıradan halk da. Tanrı-kul eytişiminden
(diyalektik) çıkma bireşimdi. Dolayısıyla, “Bayan Murasaki, ilk romanı yazmanın
verdiği deneyimsizlikle ve siyasal nedenlerle, Genji Hikayesi’nde derin siyasal
çelişmeleri anlatmayıp daha etkili bir anlatı içeriğini ıskaladı” diyebiliriz.
Romanı, eşeyselliğin (cinsellik) ve kadınlığın romanıdır.
Ama daha ilgi çekici olanı şudur: İmparator’un oğlunun
gerçekte O’nun oğlu değil, yarı halk yarı tanrı olan oğlunun oğlu yani soyu
karışmış torunu olduğunu yazan bir kitap, nasıl olup da yasaklanmamıştır? Nasıl
olup da günümüze ulaşabilmiştir? Dahası, romanın bölüm bölüm, İmparator’a ve Saray’ın ileri gelenlerine hem
de yazar tarafından okunduğu bilinmektedir. Bu, yazarın gerçek kimliğinden daha
gizemli bir durumdur. Belki de, bu türden birçok kitap ortadan kaldırıldı;
yalnızca Genji Hikayesi günümüze kaldı. Belki de hiçbir kısıtlama
getirilmiyordu (7). İlk romanın ortaya çıkması, belki de, romanın toplumu
yeniden kurma gizilgücüne (potansiyel) sahip olduğu, o dönemde bilinmediği
için; pek de önemli bir olay olarak görülmemişti. Burada ‘belki’ sözcüğünün
altını çizelim; çünkü örneğin Siyam’da çağdaş anlamdaki ilk öykü, 4 Budacı
rahibin tapınaktan ayrılmasını anlatıyordu ve başrahip, Kral’dan, öykücüyü
cezalandırmasını istemişti (Gezgin, 2546b).
Sorunun yanıtı, Japonya’daki imparatorluk yapısına
bakılarak verilebilir: Gerçekte, İmparatorlar, kuklaydılar. Ülkeyi yönetenler,
Onlar değil, Onlar’ın çevresindeki yaşlılardı. Çoğu, tahta, bebekken geçiyordu
(buna, “tahta geçmek” denebilirse) (Bowring, 2004, s. 19). Dolayısıyla, çeşitli
dönemlerde Osmanlı Sarayı’nda da olduğu gibi, İmparator analığı ve İmparator
vekilliği, en iktidarlı kurumlardı. İlk roman, anasının ve vekilinin sözünü
dinlemeyen İmparator’a ceza olarak yazılmış ve yine bu cezaya ek olarak okunmuş
olabilir.
Konuya bir de üzerinde yaşadığımız yeryapı (coğrafya)
açısından bakalım: Niye Osmanlı’dan roman çıkmadı? Romana konu olacak bir sürü
olay vardı: Kardeş kıyımı, ilk akla gelen konu. Daha da özelleştirirsek, Cem
Sultan’ı anlatan bir anlatı ustası neden çıkmadı? Bu soru, ayrı bir yazıda
işlenecek denli kapsamlı bir konu.
Şimdiye kadar romanın kendi iç bağlamı üzerine konuştuk.
Bir de etkileri var: Hemen hemen her Japonya yurttaşı, bu ilk romanı
ilköğretimde okuyor. Çokeşliliği anlatan bu romanın aile ve eşeysel (cinsel)
yaşam üzerine etkilerini incelemek gerekir. Japonya’nın yaşamakta olduğu
toplumsal bunalımın; gözlerini düzleştirmek için çırpınan, saçlarını sürekli
sarıya boyayan gençlerin çöküntüsünün nedenini belki de tek başına A.B.-A.B.D.
etkisinde aramamak gerekir. Bir çöküntü romanını zorunlu olarak okuyarak
büyüyenlerin sıkıntılarının yerel kökleri de olabilir.
Sonuç
Olarak
‘Genji Hikayesi’ üzerine söylenebilecek çok söz var. Bu
yazı, kapsamlı bir yazı değil ve böyle bir savla öne çıkmış değil. Yüzünü
A.B.-A.B.D. yönüne çevirenlerin, arkalarına baktıklarında görebilecekleri
zenginliklere bir örnek olsun diye; bir giriş yazısı olarak kaleme alındı.
İlgilenenler, kitabın kendisini okuyabilirler.
Türkiye’nin de içinde bulunduğu merkezkaç toplumunun
okur-yazarları, sürekli yakınıyorlar: “A.B.-A.B.D. dışında ne bilim ne sanat
var. Vahim bir durum vb.” Peki bu okur-yazarların kaç tanesi bir Asya dili
biliyor? Asya’da, Avrupa dillerine çevrilmemiş öyle büyük bir hazine var ki;
yüz insan ömrü yetmez. Japonca’dan Türkçe’ye yalnızca iki kitap çevrilmiş
olması, gerisinin İngilizce çevirinin çevirisi olması da, bu noktada, yüzünü
A.B.-A.B.D.’ye dönmüşlerin körlüklerini bir kez daha ortaya seren anlamlı bir
veri.
İşin bir de Çin, Hindistan ve Kore boyutu var.
A.B.-A.B.D.’ye tapınışımız içerisinde, gözden kaçırdığımız zenginliğin kaç bin
sayfalık olduğunu varın siz düşünün.
Kaynakça
Bolt, R. (1960). A man for all seasons. London:
Heinemann Educational Books.
Bowring, R. (2004). Murasaki Shikibu: the tale of Genji.
Cambridge: Cambridge University Press.
Gezgin, U. B. (2546/2003a). Ortadoğu Asya yazını
(edebiyat): ne kadar Batılı olduğumuzu saptayabilmemiz için bir turnusol kağıdı
daha. Zinhar, http://www.zinhar.com/tekst/ulas5.html.
Gezgin, U. B. (23 Temmuz 2546/2003b). Gezgin’in roman
kuramına doğru: Siyam romancılığı bağlamında romanda gerçeklik sorunu üzerine. www.ekolojikpolitika.org/ulas
Hirota, A. (1997). The tale of Genji: from Heian classic
to Heisei comic. Journal of Popular Culture, 31(2), 29-68.
Hofstadter, D. R. (1979). Gödel, Escher, Bach: an
eternal golden braid. New York: Basic Books.
Puette,
W. J. (1999). The tale of Genji: a reader’s guide. Charles E. Tuttle
Company: Rutland, Vermont & Tokyo.
Çıkmalar:
(1)
Burada dikkat! Romanda ‘Bayan Murasaki’ adlı bir kişinin olması, yazarın
romanda kendisine yer verdiğini ve kendisini anlattığını göstermez. Roman ile
romancı arasında, günümüzde pek rastlanmayan bir ilişki var: Romancı, bir
kişilik yaratıyor, O’na bir ad veriyor ve o adı, yazar da kendi adı olarak
kullanıyor.
(2)
Bu durumun günümüzde ne çok benzeri var: Akademi, düşünceyi dizgeselleştiriyor
(systematize). Bu nedenle, ilk romanın bol diplomalı erkeklerden değil de, dul
bir saray hanımından çıkması, ne kadar tanıdık.
(3)
Çince bilmek, bin yıl öncesinin Japonyası’nda bir iktidar aracıydı. Ancak
yönetici sınıfı ve seçkinlerin Çince öğrenmesi beklenirdi. Bunların
dışındakilerin Çince biliyor olması, tehdit olarak algılanırdı. Bu ‘bunların
dışındakiler’ öbeği, dönemin kadınlarını da kapsıyordu. Kadınların Çince
öğrenmesi, yakışıksız bulunuyordu (Bowring, 2004, s. 11). Murasaki’nin
güncesinden, babasının, Murasaki’nin engin Çince bilgisi karşısında, “amma
şanssız bir adamım; niye erkek olarak doğmadı ki?!” diye yakındığını
öğreniyoruz. Dahası, kendini yargılama süreci de başlamış oluyor: Bir kadının
Çince öğrenmesi, o dönemde yakışıksız görüldüğü için, Murasaki’nin kendisi,
Çince yazı yazmayı bırakıyor; temel harfleri unutmaya çalışıyor.
(4)
Bugünün bilim-kurgu ve/ ya da düşlem (fantezi) öykücülüğü yandaşları, ne
yapmakta olduklarını, yaptıklarının gelişmiş bir sanatın ürünü olup olmadığını
bir de bu açıdan düşünsün.
(5)
Bu çerçevede, keyifli bir Gödel (matematikçi), Escher (ressam), Bach ilişkilendirmesi
için bkz. Hofstadter, 1979.
(6)
Bu kadar ciddi bir boyutta olmasa da, benzer bir durumu İngiltere Kralı VIII.
Henry’de görüyoruz. Henry, geleneklere göre, ölen ağabeyinin eşiyle
evlendirilmişti. Oysa halktan bir kadını seviyordu. İyidüş (ütopya) yazarı
olarak tanıdığımız Thomas Moore’un temsil ettiği Katolik Kilisesi, bu ilişkiye
kesinlikle karşı çıkıyor; Henry’nin boşanıp istediği kadınla evlenmesine ayak
diriyordu. Bunun üzerine Henry, Katolik Kilisesi’ne başkaldırdı ve Anglikan
Kilisesi kuruldu. Olayın tiyatro diliyle akıcı bir anlatımı için bkz. Bolt,
1960.
(7)
Bu doğruysa, kitapların yakılmasının istendiği 2005 yılıyla ne büyük bir
karşıtlıktır bu.
Kaynak: Gezgin, U. B.
(2007). Asya Yazıları [Asian Writings]. İzmir: Ara-lık Yayınevi.
ASYA
YAZILARI
ÇİN,
JAPONYA, HİNDİSTAN, SİYAM, KORE, FİLİPİNLER, NEPAL
Ulaş Başar
Gezgin
İçindekiler
‘1421: Çin’in
Amerika’yı Keşfettiği Yıl’
Bir Gülümseme-
Ai Ç’ing (Çin)
2500 Yıl
Önceden Günümüzü Açıklayan Bir Asyalı: Tarihteki İlk ‘Strateji’ Kitabının
Yazarı Sun Tzu
Kar Düşüyor
Çin’e- Ai Ç’ing
Hayır! Don
Kişot, İnsanlık Tarihinin İlk Romanı Değildir! ya da Zamanımızdan Bin Yıl
Önce Japonyalı Bir Kadın Yazar Tarafından Yazılmış ‘Genji Hikayesi’ Üstüne
Ekmek Parası
mı Kazanayım Şiir mi Yazayım?- Bişwabimohan Şreşta (Nepal)
Tarih, Yapışık
İkizlere Gebe
Bangkok’taki
Balığın Baştan Kokuşu- Çitr Phumisak (Siyam)
Siyam'dan Bir
Köy Romanı: 'Muson Ülkesi'
Ah! Türbe!
Fakirullah Türbesi! (Ah! Tapınak, Bot Tapınağı!)- Suçit Wongthed (Siyam)
Çin’de Halk
Bugün Savaşıyor
Han Po Odun
Kırıyor: Anneyle Çocuk Arasında Bir Konuşma- Feng Çih (Çin)
Kuzey Kore ve
Güney Kore: İki Elmanın Yarısı mı, Elmadaki Kurt mu?
Çalınmış
Tarlalara da Gelir mi Bahar?- Yi Sang-Hwa (Kore)
“Japonya Nasıl
Japonya Oldu?”
Buda'nın
Çağcıl Zamanlar İçin Birinci Söylevi- Gezgin
Karoşi:
Japonya’nın Kalkınmasının Altındaki Kanlı Gerçek
Benim Ülkem
Cennet Değildir Mistır Cekıpsın- Romulo P. Baquiran, Jr. (‘Filipin’ler)
Hindistan’da
Kast Düzeni Hala Sürüyor…
Resmin
Arkasında- Siburapha (Siyam)
"Antarktika,
Tellioğulları'nındır!..."
Arkadaşının
Savaştan Döneceğini Duyarak- Wang Çien (Çin)
Son
‘Hoşçakal’ım- Jose Rizal (‘Filipin’ler)
Molav Gibi-
Rafael Zulueta da Costa (‘Filipin’ler)
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder