Videolar

17 Aralık 2017 Pazar

Hayır! Don Kişot, İnsanlık Tarihinin İlk Romanı Değildir! ya da Zamanımızdan Bin Yıl Önce Japonyalı Bir Kadın Yazar Tarafından Yazılmış ‘Genji Hikayesi’ Üstüne

Hayır! Don Kişot, İnsanlık Tarihinin İlk Romanı Değildir!
ya da
Zamanımızdan Bin Yıl Önce Japonyalı Bir Kadın Yazar Tarafından Yazılmış ‘Genji Hikayesi’ Üstüne

Ulaş Başar Gezgin


Yaygın kanı, Don Kişot’un insanlık tarihinin ilk romanı olduğu yönündedir. Oysa insanlık tarihindeki ilk roman, zamanımızdan bin yıl önce, Japonyalı bir kadın yazar olan Murasaki Şikibu tarafından yazılmış olan ‘Genji Hikayesi’dir. Don Kişot’a ilişkin yanlış kanının altında iki neden bulunmaktadır: Birincisi, ‘Genji Hikayesi’nin İngilizce’ye ilk çevirisi, kitabın yazılışından yaklaşık dokuz yüzyıl sonra yapılmıştır: 1900’de, Kencho Suematsu tarafından eksik bir çeviri yapılmıştır. Bütün iki çeviri ise, Arthur Waley’in çevirisiyle 1933 yılında ve Edward G. Seidensticker’ın çevirisiyle 1976 yılında yayınlanmıştır. İkinci neden ise, daha bütüncül ve daha ciddidir: Birçok alanda olduğu gibi, ekinsel (kültürel) alanlarda da bir A.B.-A.B.D. başatlığı sözkonusudur. Çok çok az sanatçının ve düşünürün aklından, ilk romanın, A.B.-A.B.D. yeryapısı (coğrafya) dışından çıktığı geçebilir. Herşeyin en iyisinin o yeryapıda olduğu düşünülür. Aynı biçimde, ilk denemeyi yazanın Montaigne olduğu düşünülür. Oysa Montaigne’den en az bin yıl önce, Çin’de komutlu (memur) olabilmek için deneme ustası olmanın zorunlu olduğu hiç akla gelmez (Gezgin, 2546a). 

Roman, Asya anlatılarında geleneksel olduğu üzere, roman kişisinin ailesinin tanıtılmasıyla başlar. İmparator’un soylu olmayan gözdesinin güzel mi güzel bir oğlu olur. Daha sonra Genji adını alacak bu çocuk, büyür; annesi ve anneannesi ölür. Koreli falcılar gelir ve büyük bir adam olacağını söylerler. Ancak, İmparator’dan sonra kimin başa geçeceği bellidir: Tahta, İmparator’un büyük oğlu geçecektir. Çocuk, bunun yerine, soylu olmayan Gen klanının başına getirilir; bu nedenle, adı, ‘Genji’ olur.

İkinci bölümde üç tür kadından sözedilir. Genji, romanın ilerleyen bölümlerinde bu üç kadınla karşılaşacaktır. Bu bölüm, Bayan Murasaki’nin ustalığını konuşturduğu; erkeklerin gözüyle kadın tiplemeleri çizdiği bölümdür.

Bundan sonraki bölümlerde, Genji birçok kadınla birlikte olur. Bunların arasında, imparatorun gözdesi de vardır. İmparatorun gözdesinin bir oğlu olur. İmparator, O’na gözü gibi bakar. Ancak, gerçeği bilmemektedir: Çocuğun babası, Genji’dir. Bin sayfanın büyük bir bölümü boyunca, evli-bekar birçok kadınla birlikte olan Genji, yıllar sonra güçten düşecek; yeni karısı O’nu aldatacaktır. Romanın kurgusunda, Budacı inancından kaynaklanan bir döngü bulunmaktadır. Aldatan, aldatılana dönüşür. Bu yanıyla Genji, birçok romanı etkilemiştir. Bunlardan biri de Candara’dır (Gezgin, 2546b). Genji, karısının doğurduğu çocuğun kendisinden olmadığını öğrenecek, bir manastıra çekilecektir. Romanın son bölümleri, Genji’nin karısını gebe bırakan ve çok sayıda kadınla birlikte olan yeni bir kişilik çevresinde döner. Döngü, sürecektir. 

Murasaki’nin romanı, çokeşlilik düzeninde büyük acılar çeken kadınların romanıdır. Yaşadığı dönemde çokeşlilik çok yaygındı ve toplum tarafından olumlu karşılanıyordu. Ancak, toplum, öngörülebileceği üzere, erkeklerin çokeşliliğini daha olumlu karşılıyordu. Bu nedenle, kadınların yaşamı, kıskançlık, hınç, öfke arasında eriyip gidiyor (Bowring, 2004, s.3); dönemin en ülküsel (ideal) kadın yaşantısı, kraliçenin ya da prensesin değil, rahibelerin oluyordu. Ancak, bir kadın, evlenmişse; rahibe olmak için, eşinden izin almak durumundaydı (Hirota, 1997) ve bu izin, çok az durumda verilmekteydi.

Anlatı geleneğinin, Şikibu döneminde günümüzdekinden farklı olduğunu söylemekte yarar var ve bu durum, ‘Genji Hikayesi’nin kurgusunu ve yazılışını tümüyle etkilemiş bir özelliktir: Anlatılar aktarılırken, bir yandan, olan bitenlerin resimlendiği temsiller de gösterilirdi (Hirota, 1997). Bu nedenle, dönemin anlatıcıları, uzun betimlemelere yer vermemiş; olay öykücülüğüne ağırlık vermiştir. İnsanlık tarihindeki ilk romanın 1000’lerin Japonyası’ndan çıkması, belki de bundan kaynaklanmaktadır. Elbette, bu savı sınamak için, anlatılarını temsiller eşliğinde sunma geleneği olan toplumlara da bakılmalıdır. 

Böylece asıl soruya geliyoruz: Nasıl oldu da insanlık tarihinin ilk romanını Murasaki Şikibu ya da daha çok bilinen adıyla Bayan Murasaki yazdı? Bu soruya yeterli bir yanıt vermek olanaklı görünmese de, yaşamına göz atmak, bir fikir verebilir. Öncelikle, ‘Şikibu’, Bayan Murasaki’nin babasından aldığı bir san: ‘tören makamı’ anlamına geliyor. ‘Murasaki’ ise, roman kişilerinden birinin takma adı (Bowring, 2004, s. 4). ‘Lavanta’ anlamına geliyor (Puette, 1999, s. 52) (Zaten romandaki kişilerin hepsinin takma adı var (Hirota, 1997)). Dolayısıyla, romanı yazan Bayan Murasaki’nin gerçek adını bilmiyoruz (1).  Bayan Murasaki, kimi kaynaklara göre, İ.S. 978’de, kimi kaynaklara göre ise, İ.S. 973’te doğmuştu. Babası bir Çince bilginiydi. Bayan Murasaki’nin kısa yaşamına çok acı düşecekti: Daha yaşamının ilk yıllarında annesini yitirdi. Yirmili yaşlarda ise, ablasını yitirdi. Bu, O’nu çok etkileyecek ve romanına, genç yaşta ölen ablasını, aynı biçimde genç yaşta ölen Agemaki tiplemesiyle yansıtacaktı. 999 yılında evlenir. Eşi, yaşlıdır. 1000 yılında kızı olur. Başka çocuğu olmayacaktır. 1001 yılında ise, eşi ölür. Bunlar, Murasaki’yi elbette çok etkiler (Puette, 1999). Murasaki’nin yaşamının 1014 yılında son bulduğu sanılmaktadır (Bowring, 2004, s. 5). Murasaki’ye ilişkin edinebildiğimiz bilgilerin çoğu, günümüze kalabilen ‘Murasaki Günceleri’nden gelmektedir. 

Öte yandan, soylu bir aileden geldiği için, bir saray insanıdır ve saraylı olmanın o dönemdeki temel ölçülerinden biri, sanatlarda ustalıktır. Bu konuda, o dönem, kadınlarla erkekler arasında büyük farklar vardır: Erkekler, örgün eğitim alırlar ve eğitim dili olan Çince’yi çok iyi bilmeleri beklenirken; kadınlar, örgün eğitim almazlar; bu da, yeteneklerini, anadilleri Japonca’da geliştirmelerine izin vermiştir (2). Bayan Murasaki, yine de, erkek kardeşine Çince öğretilirken, çoğu zaman kulak misafiri olmuş ve o dönem bir kadından beklenmeyecek düzeyde Çince öğrenmişti. Dönem için, varlığı çelişikti: Çince bilen bir kadındı (3). Bu durum, İmparator’u çok etkileyecekti. Öte yandan, önce Çince bilen belki de tek kadın olması ve sonra, bir kadın anlatı ustası olması nedeniyle ve bunun yanında, elbette, yakınlarını hep erken yitirdiğinden, son derece yalnızdı. Dönemin doğaüstü güçlerin artık sıradanlaştığı ve sıkıcılaştığı öykücülük anlayışı, İmparator’u ve genel olarak saraylıları heyecanlandırmamaktadır (4). Bu, Bayan Murasaki’de de dönemin öykücülerinde de arayışlara yolaçmaktaydı (Puette, 1999).

Sonuç olarak denilebilir ki; kadınlara Çince öğretilmediğinden; Japonya’daki anlatı geleneği, resimli temsiller eşliğinde sunulduğundan ve son olarak, İmparator’un yazınsal seçimleri nedeniyle; insanlık tarihinin ilk romanı, Japonyalı bir kadın tarafından günümüzden bin yıl önce yazıldı. Çince, siyaset dili; Japonca, sanat dili olmaya, ‘Genji Hikayesi’yle başladı. Döneme ilişkin bilgileri günümüze ulaştıranlar da günceleri ve anlatılarıyla, çoğunlukla kadınlar oldu. Sarayda olan bitenleri, çektileri çileleri yazdılar (Bowring, 2004, p. 12).

Kantçı bir soru soralım: Bir romanı roman yapan öğeler nelerdir? Ve Kantçı bir yanıt verelim: Özeleştiri öğesinin olmasıdır. Ve bilişsel bilimler açısından ekleyelim: Anlatıcının anlatısı içerisinde anlatısına gönderme yapabiliyor olması gerekir (5). İkincisi, kişiliklerin kendi iç hesaplaşmalarına yer verilmelidir. Diğer bir deyişle; roman kişilerinin yansıyapısına (psikoloji) da yer verilir. Ama buraya kadarı, bir romanı roman yapmaya yetmez çünkü o zaman, romanla günce arasında fark olmaz. Bu nedenle, üçüncü ölçütü ekleyelim: Olayları başkalarının gözünden aktarabilme yeteneği. Son olarak, gerçekçi bir anlatım beklenir. Gerçi, bu dördüncü ölçüt, oldukça tartışmalıdır: Gerçekçi olmayan çok sayıda roman bulunmaktadır. Dolayısıyla, elimizde üç ölçüt var: Özgönderim (self-reference), yansıyapı (psikoloji) ve eşduyum (empati). Genji Hikayesi, üçüncü noktada, dönemin kadınlarınca yazılan güncelerden farklılaşmaktadır: Günceler, yazanın başından geçenlere, kendi bakış açılarından bakmakla sınırlı iken; Genji Hikayesi’nde, yazarın dışında gelişen olaylar, farklı bakış açılarından verilmektedir (Bowring, 2004, s. 17). Yazar, romanın yazımında, Japon tarihsel metinlerinden yararlanmıştır. Kimi yorumcular, bu nedenle, Genji Hikayesi’ni yansıyapısal bir anlatıdan çok, tarihsel bir roman olarak görme eğilimindedir. Romanın, tarihsel bir arkatasarı (background) elbette vardır; yazar, yaşadığı dönemden yüz yıl öncesini anlatmaktadır. Ancak, tarihte yazanlardan, yazılmayanları çıkarsayıp kurgulamıştır. Bu nedenle, Genji Hikayesi’ni, bir tarih kitabı olarak değerlendirmek doğru değildir (Bowring, 2004, s. 17).

Genji Hikayesi’nin elbette siyasal bir boyutu da var: Genji, İmparator’un halktan bir kadından olma oğludur. Saraydakiler, bu ilişkiyi onaylamamış; Genji, prens olma hakkına sahip olamamıştır. Genji’nin annesi de kahrından ölmüştür. Olayın büyüklüğünü anlamak için bir anımsatma yapalım: Japonya’nın dini olan Şintoculuk’ta, İmparator, Güneş’in oğlu olarak kabul edildiği için; İmparator’un halktan bir kadınla birlikte olması, Tanrı ile kul arasındaki bakışımsızlığın (asimetri) ortadan kaldırılması anlamına geliyordu (6). Genji, prens de değildi sıradan halk da. Tanrı-kul eytişiminden (diyalektik) çıkma bireşimdi. Dolayısıyla, “Bayan Murasaki, ilk romanı yazmanın verdiği deneyimsizlikle ve siyasal nedenlerle, Genji Hikayesi’nde derin siyasal çelişmeleri anlatmayıp daha etkili bir anlatı içeriğini ıskaladı” diyebiliriz. Romanı, eşeyselliğin (cinsellik) ve kadınlığın romanıdır.

Ama daha ilgi çekici olanı şudur: İmparator’un oğlunun gerçekte O’nun oğlu değil, yarı halk yarı tanrı olan oğlunun oğlu yani soyu karışmış torunu olduğunu yazan bir kitap, nasıl olup da yasaklanmamıştır? Nasıl olup da günümüze ulaşabilmiştir? Dahası, romanın bölüm bölüm,  İmparator’a ve Saray’ın ileri gelenlerine hem de yazar tarafından okunduğu bilinmektedir. Bu, yazarın gerçek kimliğinden daha gizemli bir durumdur. Belki de, bu türden birçok kitap ortadan kaldırıldı; yalnızca Genji Hikayesi günümüze kaldı. Belki de hiçbir kısıtlama getirilmiyordu (7). İlk romanın ortaya çıkması, belki de, romanın toplumu yeniden kurma gizilgücüne (potansiyel) sahip olduğu, o dönemde bilinmediği için; pek de önemli bir olay olarak görülmemişti. Burada ‘belki’ sözcüğünün altını çizelim; çünkü örneğin Siyam’da çağdaş anlamdaki ilk öykü, 4 Budacı rahibin tapınaktan ayrılmasını anlatıyordu ve başrahip, Kral’dan, öykücüyü cezalandırmasını istemişti (Gezgin, 2546b).

Sorunun yanıtı, Japonya’daki imparatorluk yapısına bakılarak verilebilir: Gerçekte, İmparatorlar, kuklaydılar. Ülkeyi yönetenler, Onlar değil, Onlar’ın çevresindeki yaşlılardı. Çoğu, tahta, bebekken geçiyordu (buna, “tahta geçmek” denebilirse) (Bowring, 2004, s. 19). Dolayısıyla, çeşitli dönemlerde Osmanlı Sarayı’nda da olduğu gibi, İmparator analığı ve İmparator vekilliği, en iktidarlı kurumlardı. İlk roman, anasının ve vekilinin sözünü dinlemeyen İmparator’a ceza olarak yazılmış ve yine bu cezaya ek olarak okunmuş olabilir.

Konuya bir de üzerinde yaşadığımız yeryapı (coğrafya) açısından bakalım: Niye Osmanlı’dan roman çıkmadı? Romana konu olacak bir sürü olay vardı: Kardeş kıyımı, ilk akla gelen konu. Daha da özelleştirirsek, Cem Sultan’ı anlatan bir anlatı ustası neden çıkmadı? Bu soru, ayrı bir yazıda işlenecek denli kapsamlı bir konu.

Şimdiye kadar romanın kendi iç bağlamı üzerine konuştuk. Bir de etkileri var: Hemen hemen her Japonya yurttaşı, bu ilk romanı ilköğretimde okuyor. Çokeşliliği anlatan bu romanın aile ve eşeysel (cinsel) yaşam üzerine etkilerini incelemek gerekir. Japonya’nın yaşamakta olduğu toplumsal bunalımın; gözlerini düzleştirmek için çırpınan, saçlarını sürekli sarıya boyayan gençlerin çöküntüsünün nedenini belki de tek başına A.B.-A.B.D. etkisinde aramamak gerekir. Bir çöküntü romanını zorunlu olarak okuyarak büyüyenlerin sıkıntılarının yerel kökleri de olabilir.


Sonuç Olarak

‘Genji Hikayesi’ üzerine söylenebilecek çok söz var. Bu yazı, kapsamlı bir yazı değil ve böyle bir savla öne çıkmış değil. Yüzünü A.B.-A.B.D. yönüne çevirenlerin, arkalarına baktıklarında görebilecekleri zenginliklere bir örnek olsun diye; bir giriş yazısı olarak kaleme alındı. İlgilenenler, kitabın kendisini okuyabilirler.

Türkiye’nin de içinde bulunduğu merkezkaç toplumunun okur-yazarları, sürekli yakınıyorlar: “A.B.-A.B.D. dışında ne bilim ne sanat var. Vahim bir durum vb.” Peki bu okur-yazarların kaç tanesi bir Asya dili biliyor? Asya’da, Avrupa dillerine çevrilmemiş öyle büyük bir hazine var ki; yüz insan ömrü yetmez. Japonca’dan Türkçe’ye yalnızca iki kitap çevrilmiş olması, gerisinin İngilizce çevirinin çevirisi olması da, bu noktada, yüzünü A.B.-A.B.D.’ye dönmüşlerin körlüklerini bir kez daha ortaya seren anlamlı bir veri.

İşin bir de Çin, Hindistan ve Kore boyutu var. A.B.-A.B.D.’ye tapınışımız içerisinde, gözden kaçırdığımız zenginliğin kaç bin sayfalık olduğunu varın siz düşünün. 



Kaynakça

Bolt, R. (1960). A man for all seasons. London: Heinemann Educational Books.

Bowring, R. (2004). Murasaki Shikibu: the tale of Genji. Cambridge: Cambridge University Press.

Gezgin, U. B. (2546/2003a). Ortadoğu Asya yazını (edebiyat): ne kadar Batılı olduğumuzu saptayabilmemiz için bir turnusol kağıdı daha. Zinhar, http://www.zinhar.com/tekst/ulas5.html.

Gezgin, U. B. (23 Temmuz 2546/2003b). Gezgin’in roman kuramına doğru: Siyam romancılığı bağlamında romanda gerçeklik sorunu üzerine. www.ekolojikpolitika.org/ulas 

Hirota, A. (1997). The tale of Genji: from Heian classic to Heisei comic. Journal of Popular Culture, 31(2), 29-68.  

Hofstadter, D. R. (1979). Gödel, Escher, Bach: an eternal golden braid. New York: Basic Books.

Puette, W. J. (1999). The tale of Genji: a reader’s guide. Charles E. Tuttle Company: Rutland, Vermont & Tokyo.



Çıkmalar:

(1) Burada dikkat! Romanda ‘Bayan Murasaki’ adlı bir kişinin olması, yazarın romanda kendisine yer verdiğini ve kendisini anlattığını göstermez. Roman ile romancı arasında, günümüzde pek rastlanmayan bir ilişki var: Romancı, bir kişilik yaratıyor, O’na bir ad veriyor ve o adı, yazar da kendi adı olarak kullanıyor.

(2) Bu durumun günümüzde ne çok benzeri var: Akademi, düşünceyi dizgeselleştiriyor (systematize). Bu nedenle, ilk romanın bol diplomalı erkeklerden değil de, dul bir saray hanımından çıkması, ne kadar tanıdık.

(3) Çince bilmek, bin yıl öncesinin Japonyası’nda bir iktidar aracıydı. Ancak yönetici sınıfı ve seçkinlerin Çince öğrenmesi beklenirdi. Bunların dışındakilerin Çince biliyor olması, tehdit olarak algılanırdı. Bu ‘bunların dışındakiler’ öbeği, dönemin kadınlarını da kapsıyordu. Kadınların Çince öğrenmesi, yakışıksız bulunuyordu (Bowring, 2004, s. 11). Murasaki’nin güncesinden, babasının, Murasaki’nin engin Çince bilgisi karşısında, “amma şanssız bir adamım; niye erkek olarak doğmadı ki?!” diye yakındığını öğreniyoruz. Dahası, kendini yargılama süreci de başlamış oluyor: Bir kadının Çince öğrenmesi, o dönemde yakışıksız görüldüğü için, Murasaki’nin kendisi, Çince yazı yazmayı bırakıyor; temel harfleri unutmaya çalışıyor.     

(4) Bugünün bilim-kurgu ve/ ya da düşlem (fantezi) öykücülüğü yandaşları, ne yapmakta olduklarını, yaptıklarının gelişmiş bir sanatın ürünü olup olmadığını bir de bu açıdan düşünsün.

(5) Bu çerçevede, keyifli bir Gödel (matematikçi), Escher (ressam), Bach ilişkilendirmesi için bkz. Hofstadter, 1979. 

(6) Bu kadar ciddi bir boyutta olmasa da, benzer bir durumu İngiltere Kralı VIII. Henry’de görüyoruz. Henry, geleneklere göre, ölen ağabeyinin eşiyle evlendirilmişti. Oysa halktan bir kadını seviyordu. İyidüş (ütopya) yazarı olarak tanıdığımız Thomas Moore’un temsil ettiği Katolik Kilisesi, bu ilişkiye kesinlikle karşı çıkıyor; Henry’nin boşanıp istediği kadınla evlenmesine ayak diriyordu. Bunun üzerine Henry, Katolik Kilisesi’ne başkaldırdı ve Anglikan Kilisesi kuruldu. Olayın tiyatro diliyle akıcı bir anlatımı için bkz. Bolt, 1960.


(7) Bu doğruysa, kitapların yakılmasının istendiği 2005 yılıyla ne büyük bir karşıtlıktır bu.  


Kaynak: Gezgin, U. B. (2007). Asya Yazıları [Asian Writings]. İzmir: Ara-lık Yayınevi. 


ASYA YAZILARI
ÇİN, JAPONYA, HİNDİSTAN, SİYAM, KORE, FİLİPİNLER, NEPAL

Ulaş Başar Gezgin

İçindekiler
‘1421: Çin’in Amerika’yı Keşfettiği Yıl’

Bir Gülümseme- Ai Ç’ing (Çin)

2500 Yıl Önceden Günümüzü Açıklayan Bir Asyalı: Tarihteki İlk ‘Strateji’ Kitabının Yazarı Sun Tzu

Kar Düşüyor Çin’e- Ai Ç’ing

Hayır! Don Kişot, İnsanlık Tarihinin İlk Romanı Değildir! ya da Zamanımızdan Bin Yıl Önce Japonyalı Bir Kadın Yazar Tarafından Yazılmış ‘Genji Hikayesi’ Üstüne

Ekmek Parası mı Kazanayım Şiir mi Yazayım?- Bişwabimohan Şreşta (Nepal)

Tarih, Yapışık İkizlere Gebe

Bangkok’taki Balığın Baştan Kokuşu- Çitr Phumisak (Siyam)

Siyam'dan Bir Köy Romanı: 'Muson Ülkesi'

Ah! Türbe! Fakirullah Türbesi! (Ah! Tapınak, Bot Tapınağı!)- Suçit Wongthed (Siyam)

Çin’de Halk Bugün Savaşıyor

Han Po Odun Kırıyor: Anneyle Çocuk Arasında Bir Konuşma- Feng Çih (Çin)

Kuzey Kore ve Güney Kore: İki Elmanın Yarısı mı, Elmadaki Kurt mu?

Çalınmış Tarlalara da Gelir mi Bahar?- Yi Sang-Hwa (Kore)

“Japonya Nasıl Japonya Oldu?”

Buda'nın Çağcıl Zamanlar İçin Birinci Söylevi- Gezgin

Karoşi: Japonya’nın Kalkınmasının Altındaki Kanlı Gerçek

Benim Ülkem Cennet Değildir Mistır Cekıpsın- Romulo P. Baquiran, Jr. (‘Filipin’ler)

Hindistan’da Kast Düzeni Hala Sürüyor…

Resmin Arkasında- Siburapha (Siyam)

"Antarktika, Tellioğulları'nındır!..." 

Arkadaşının Savaştan Döneceğini Duyarak- Wang Çien (Çin)

Son ‘Hoşçakal’ım- Jose Rizal (‘Filipin’ler)
Molav Gibi- Rafael Zulueta da Costa (‘Filipin’ler) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder