İlkesizlik,
Omurgasızlık, Kişiliksizlik: Devletlerin, Şirketlerin ve Bireylerin
İkiyüzlülüğü Üstüne
Ulaş Başar Gezgin
‘İçtenlik’
üstüne kaynak taradığımızda, bu konudaki araştırmaların kısıtlı sayıda olduğunu
görüyoruz. ‘Dürüstlük’ üstüne ise daha fazla araştırma var, yine de çok sayıda
değil. Öte yandan ‘ikiyüzlülük’ taraması yaptığımızda, yüzlerce makale çıkıyor.
Bu neden böyle? İçtenlik ve dürüstlüğün fazlasıyla öznel, nitel ve deneyimsel
olmasıyla ilgili bir durum mu bu? ‘İkiyüzlülük’ daha somut, daha ele avuca
gelir göründüğü için, daha rahat mı araştırma konusu oluyor? Bunlar elimizdeki
az sayıdaki veriyle yanıtlaması zor sorular. Ancak ikiyüzlülükle ilgili
çalışmaları üç başlık altında toplayabileceğimizi söyleyebiliriz: Devletlerin,
şirketlerin ve bireylerin ikiyüzlülüğü.
Devletlerin İkiyüzlülüğü
Devletlerin
ikiyüzlülüğü için örnekler saymakla bitmez. Vatandaşlara söylenen ‘milli’
yalanlar yanında uluslararası yalanlar da boy boy. Sahi Irak neden işgal
edilmişti? Ya da Suriye Savaşı[1]
neden çıkmıştı? Birçok yanıtı sezeriz, ama tam olarak işin içyüzünü bilemeyiz
işin açıkçası; çünkü tarihsel gerçekler gizli kodludur çoğunlukla, onları ancak
onyıllar sonra öğrenebileceğizdir; yani başka yalanlarla boğuşmaktan zaman
kalacaksa. Vietnam-Amerikan Savaşı’nı çıkaran olay, Kuzey Vietnam Ordusu’nun
bir Amerikan gemisine saldırmasıydı. Oysa 50 yıl sonra (tam 50 yıl sonra, şaka
değil), kamuya açılan belgelerde, bunun düzmece olduğu, böyle bir saldırının
gerçekleşmediği, asıl niyetin Vietnam’dan başlayarak eski sömürgelerin komünist
ülkeler olarak ABD’ye tehdit oluşturmasını engellemek olduğu ortaya çıkıyor.
Savaş boyunca ABD, Laos ve Kamboçya’yı kesinlikle bombalamadığını ileri
sürüyordu; ama 2. Paylaşım Savaşı’nda görülmedik denli yoğun bir hava ablukası
uyguluyordu bu iki genç ülkeye. Hatta bombaları askeriden çok sivil görünümlü
olan uçaklarla atıyor, pilotlara sivil giysiler giydiriyordu. Neden? Çünkü
Vietnam için bir savaş nedeni vardı; Vietnam’a saldırmasını uluslararası
kamuoyu önünde gerekçelendirebiliyordu, ama Laos ve Kamboçya için kabul
edilebilir bir gerekçesi yoktu. Ortada saldırılmış olan bir Amerikan gemisi
yoktu; elbette Laos ve Kamboçya, Vietnamlı gerillaların üssü gibi bir işlev
görüyordu ama bu, uluslararası kamuoyu için yeterli bir gerekçe olamazdı. Bu
yalanın da ortaya çıkması yaklaşık 50 yıl sürdü. 50 yıl sonra, ABD, Laos ve
Kamboçya’yı bombaladığını itiraf etti. Bugün Laos hâlâ dünyada kişi başına en
çok bomba düşen ülke olarak biliniyor. 40 yıl önce bitmiş bir savaştan geriye
kalan patlamamış bombalar, Lao halkını sakatlamaya ve hatta öldürmeye devam
ediyor.
Yalanlara
karşı, yine de o dönem, güçlü bir 68 hareketi vardı. Birçok gazeteci, olaylara
eleştirel gözle bakıp gerçekte ne olduğunu dile getirebilecek medya araçları
bulabiliyordu. Şimdi elimizde internet var, sosyal medya var; ancak
gazetecilerin hareket özgürlüğü de ifade özgürlüğü de çok daha kısıtlı.
İnternete düşen skandal yazışmalar, olaylar, kayıtlar... Bunlar eskisi kadar
etkili olamıyor. Yine de yalanları ortaya çıkaracak kanallar bulunuyor. Yalanın
başka türlüsü de yok saymayla koşut ilerliyor. Avrupa’nın zenginliğini ve azgın
özgüvenini borçlu olduğu Amerika, Afrika, Asya ve Avustralya halkları için bu
dünya tersten kurulmuş. Avrupalı işgalcilerin bu ülkelerde göklere çıkarıldığı
resmi tatiller, onların tarih anlatıları ve elbette heykelleri daha çok
sorgulanıyor. Bu dört mazlum anakarada birçokları işgalcilerin ‘gezgin’,
‘kaşif’ vb. değil basbayağı katil olduğunu daha yüksek sesle dile getiriyor.
İkiyüzlülük bu bağlamda sökmüyor. Senin zenginliğin, benim yoksulluğum. Senin
efendiliğin, benim köleliğim. Senin uygarlığın, benim yıkımım. Senin özgüvenin,
benim ezikliğim. Böyle gider bu...
Sovyetler’in
yıkılması ve Çin’in henüz emekleme çağında olması, ABD’yi yakın zamana kadar
dünyanın tek gücü yapıyordu. Tek güç olarak ABD’nin çifte standardlı uygulamaları
ve ikiyüzlülüğünün (örneğin, insan hakları ve işgaller ile ilgili yalanlar)
dizginleyecek dinamikler kısıtlıydı (Finnemore, 2009, s.61). Uzun erimde
ikiyüzlülüğün devletlerin saygınlığına gölge düşüreceği, onları güvenilmez
oyunculara çevireceği biliniyor; ancak kısa erimdeki kazançların sonucu olarak
“öyle deyip başka türlü yapma” hali galip geliyor (Finnemore, 2009, s.74). Bu
anlamda, uzun erimde, ikiyüzlülük, yalnızca etik nedenle değil,
teknik/pragmatik nedenle de yanlış. Güven kaybına yol açacağı için maliyeti
yüksek bir hareket. Amerikan tarihi bu tür birçok ‘miyop’ örnekle dolu:
Demokrasi havariliği yaparken seçimle işbaşına gelip Amerikan karşıtı olan
hükümetlere (1953, İran; 1954, Guatemala; 1973, Şili; 1980’ler, Nikaragua vb.)
darbe düzenlenmesi ilk akla gelen örneklerden (Finnemore, 2009, s.79). Bu
örnekler, ABD’nin birbiriyle çelişen politika hedeflerine sahip olmasıyla da
ilişkilendirilebilir: Hem demokrasi olacak hem de Amerikan yanlısı bir hükümet
olacak; hem insan hakları olacak hem de güvenlik politikaları uygulanacak vb.
Dolayısıyla, ABD’nin politikalarındaki ikiyüzlülüğün içsel çelişkiler nedeniyle
içkin olduğunu bile söyleyebiliriz.
Bir
diğer örnek de ABD-İran ilişkileri olacaktır. ABD, Şah döneminde yapılan
nükleer araştırmalara ses çıkarmıyordu çünkü Şah, ABD yanlısıydı; ama ne zaman
ki İran’da iktidar Amerika karşıtlarının eline geçti, ABD o zaman tepki
göstermeye başladı (Newkirk, 2008, s.30). İran ve Kuzey Kore’yi nükleer enerji
kullanımından caydırmaya çalışan ABD’nin kendisinin dünyanın en büyük nükleer
süper gücü olması ise hem ironi hem de ikiyüzlülük olarak okunabilir. İşin
aslı, ABD, nükleer enerjiye, kendi dostu (sömürgesi ya da yarı-sömürgesi)
olmayan ülkeler kullandığı sürece karşı.
İkiyüzlülük bağlamında sık sık dile getirilen bir diğer
konu, Avrupa’nın sığınmacılara yönelik tutumu (Greenhill, 2016, s.317). Buna
Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşların söz-eylem uyumsuzluğundan ileri
gelen ikiyüzlülüğünü de ekleyebiliriz (Shandra, Rademacher ve Coburn, 2016,
s.3). Macaristan hükümeti göçmen politikalarında sınıf ayrımcılığı yapıyor. Ev
alacak kadar parası olanlar Macaristan üzerinden sürekli oturma izni alarak
Avrupa’da vizesiz yolculuk ediyor; yoksul göçmenlere ise kapılar kapalı (Nolan,
2016). Sığınmacılık ile göçmenlik arasında dilsel olarak ince bir çizgi olsa
da, toplumsal olarak derin bir uçurum var (bkz. Arsalai, 2016). Göçmenliği olmasa bile sığınmacılığı uçuran
Suriye Savaşı ile ilgili politikalar da AB(D) için bir ikiyüzlülük testi işlevi
görüyor (Telesur, 2016).
Şirketlerin İkiyüzlülüğü
Şirketler
ve genel olarak kapitalizm, Sovyetlerin yıkılmasından sonraki ilk yıllardaki
‘büyük şampiyon’, ‘muzaffer’, ‘tek doğru yol’ olarak görülmüyor artık.
Şirketlerin kâr hırslarıyla kamusal hayata, kamu mallarının yağmalanması, kamu
sağlığının tehdidi ve hepsinden önce sömürü döngüsü üzerinden verdikleri hasar
daha görünür bir durumda ve daha çok dillendiriliyor. Kapitalizmin güler yüzlü
sürümü, yani şirketlerin batmasının ve kapitalizmin yıkılmasının önce kamuoyundan
geçtiğini bilen ya da böyle olduğunu düşünen sürümü, şirketleri ve kapitalizmi
şirin göstermek için ellerinden geleni yapıyor. Şirket sorumluluğu projeleri
gibi bir başlık altında, 100 aldıklarına 1 vererek aslında ne kadar insancıl
olduklarını kanıtlamanın yarışı içindeler. İşçileri cüzi bir ücretle
çalıştırarak 10 Dolar’a mal ettiği ayakkabıyı pazarlama atağıyla 100 Dolar’a
satabilen bir şirket, falanca köydeki çocuklara kârlarının çok küçük bir
parçasını vererek, vicdanlarını rahatlatmakla kalmıyor; aynı zamanda kendi
ticari imgelerini de cilalamış oluyorlar. Elbette, ara sıra güzel çalışmalar da
olabiliyor, yok değil; ama bunlar onbinlercesi içinde bir elin parmaklarını zor
geçerler.
Youtube’a
girelim, bu şirketlerin çektikleri videolara bakalım. Orada şirketin ne kadar
sevecen, ne kadar babacan, ne kadar “aslında bizden” olduğuna dair gizli ya da
açık iletilerle karşılaşıyoruz. Fakat hak örgütlerinin sayfalarına
girdiğimizde, o her yere kütüphane yapmakla övünen şirketin aslında falanca ülkedeki
köylülerin doğal su kaynaklarını haraca bağladıklarını görüyoruz. Green
Peace’in devasa yağmur ormanı alanlarını yok etmekle suçladığı Nestle’ye karşı
yaptığı karşı-reklam ataklarını anımsayalım.[2]
Bu ataklarda, Nestle’yi bambaşka bir şirket olarak tanırız. Ürettiği ürünlerin
çevresel bir bedeli vardır ve bunlar tüketiciler için görünür değildir.
Tüketici, bir ürünün üretim süreçlerini nadir olarak inceler. Ürünü alır, gider
ve tüketir. Şirket ikiyüzlülüğü, tam da üretim süreçlerine odaklandığımızda karşımıza
çıkıyor.
Şirketlerin
ikiyüzlülükleri, eskisine göre daha görünür çünkü bu konuda günümüzde birçok
belgesel, hak örgütü ya da hareketi ve şirketler karşıtı ağ sayfaları var
(Wagner, Lutz ve Weitz, 2009, s.77). Ancak, hak hareketleri bir arada hareket
etme noktasında, öznel koşulları dolayısıyla daha zayıf. Şirketlerin
ikiyüzlülükleri konusunda, AB(D) şirketlerinin yanısıra çeşitli Çin
şirketlerini de anmamız gerekecek. Çin’de özellikle besin alanındaki zehirli
ürün skandallarının biri diğerini kovalıyor. Zehirli süt tozu, zehir bulaşmış
oyuncaklar gibi örnekler, haklı olarak kuşkuya yol açıyor. Ayrıca, çevre koruma
düzenlemelerin yok denecek kadar düşük düzeyde seyrettiği ülkede çevreye zarar
verecek kirli teknolojiler olağan, temiz teknolojiler ise olağandışı görünüyor.
Pekin ve Şanghay başta olmak üzere birçok Çin kenti, yılın birçok gününde
kirlilik sisi içinde güneşin görülmediği kasvetli coğrafyalar.
Şirketler
toplumsal sorumluluk beyanlarını olabildiğince soyut olarak kaleme alıyorlar
ki, doğaya ve insanlığa yaptıkları kötülükler beyanlarıyla çelişiyor gibi
görünmesin. Ne kadar soyutluk o kadar inandırıcılık... Ayrıca, yoruma açık,
belirsiz ifadelerin (ya da ‘yuvarlak laf’ların) kullanımı da şirketlerin
toplumsal sorumluluktan kaçmasının bir başka yolu (la Cour ve Kromann, 2011,
s.269). ‘Kurumsal yurttaş’ sözü, bu bağlamda, şirketin kâr amacı güttüğü,
böylelikle ekonomik bir oyuncu niteliği taşıdığı gerçeğini perdelemek gibi bir
işleve sahip. ‘Sürdürülebilirlik’ kavramı da, şirketlerin söyledikleriyle
yaptıklarının uyuşmadığı temel noktalardan biri olarak karşımıza çıkıyor (Cho
ve ark., 2015, s.78). Şirketlere bakılırsa, hepsi yeşil, hepsi doğa dostu;
ancak bu şirketlerin uygulamaları bize tam tersini söylüyor.
Bireylerin İkiyüzlülüğü
Devletler
ve şirketler ikiyüzlü olur da bireyler olmaz mı? Böyle devletlere böyle
şirketlere böyle bireyler. Dedikodu kültürü ikiyüzlülüğü sıradanlaştırıyor.
Bunda sosyal psikolojik olarak iç grup (biz) ve dış grup (onlar) algısı da
etkili. ‘Bizden’ olanlarla ilgili algılarımız var ve olmayanlarla ilgili. Bizim
kendi içimizde başkalarıyla ilgili olarak paylaştıklarımız var, bir de
paylaşmadıklarımız. Kamusal yüzümüz, vitrinimiz var; bir de iç yüzümüz,
mutfağımız.
Bizim
mahalleden bir çocukluk anısı:
Çocuğun
annesi babası evde aralarında konuşmaktadırlar. “Falanca aile Çingene” derler,
bununla ilgili kalıpyargılarını dökerler ard arda. Ama çocuğun onları
duyduğunun farkında değildirler. Bir sonraki gün çocuk dışarıda top oynar;
Çingene olduğu söylenen çocuk (Timur), oyuna alınmaz. “Niye beni
oynatmıyorsunuz?” diye sorar; “çünkü sen Çingene’sin” yanıtını alır. Aynı akşam
Timur’un anne-babası, bizim oğlanın kapısını çalar, annesi-babasıyla konuşur;
ellerinde kimliklerini taşımaktadırlar; gösterirler, “biz Çingene değiliz,
bakın kimliğimiz var”. Esas oğlanın anne-babası renkten renge girer, özür
diler; ama iş işten geçmiştir. İlerici bir ailede bile olabilen bu sıradan
faşizm müsameresi, aslında başka ailelerde neler olduğuna ve olabileceğine dair
çok şeyler söylemektedir bize.
Aslında
bu anlamda, bireyleri ait oldukları toplumsal gruplardan sıyırarak incelemenin
zorluklarıyla da karşılaşırız böylelikle. Amerikancı psikolojinin
varsayımlarının tersine, toplumsal grupların birey üzerinde çok daha fazla
etkisi vardır; ancak bireyler, bu etkileri kendilerine konduramamaktadır; özgür
falan olduklarını, kendi kararlarını verdiklerini falan sanırlar, ama hepsi
boşu boşuna. Giysilerimizi bile çağımızın toplumsal eğilimleri belirliyor, daha
ne söyleyelim bunun üstüne...
Psikoloji
araştırmalarında ikiyüzlülük, bireyin söylediğiyle yaptığının uyuşmazlığı
üzerinden araştırılıyor (Valdesolo ve DeSteno, 2007, s.689). Ayrıca, bireyin
başkalarına uyguladığı değer yargılarını kendisi için uygulamaması da
psikolojik açıdan ikiyüzlülüğün boyutlarından biri olarak değerlendiriliyor.
Birey, kendi yaptıklarını etik olarak yargılamakta daha yumuşak davranırken,
sözkonusu başkaları olunca sertleşiyor (Valdesolo ve DeSteno, 2008, s.1334).
Üstelik bu, bireyin aidiyet hissettiği grup(lar) için de geçerli. ‘Bizden’ biri
yaparsa kabul edilebilir; ötekilerden ya da diğerlerinden biri yapmışsa kabul
edilemez. Bir diğer bulgu da, birilerinin kötülüklerini görmezden gelmenin
onların kişisel iktidarıyla da ilişkili olduğu (Lammers, Stapel ve Galinsky,
2010, s.737). Bu, tam da, “çalıyorlar ama çalışıyorlar” sözünün psikolojik
sürümü. Dahası, bunun piyasa ekonomisinin cilaladığı ‘ünlüler’ için de geçerli
bir türü var: Kötülük yapan, ünlünün oğlu olunca ya da ünlünün kendisi olunca
yapılan kötülüğün mazur görülmesi. Diğer bir deyişle, ortalama bir insan,
yalnızca kendinden olanın değil, kendinden psikolojik, sosyolojik ya da
ekonomik olarak güç(lü) olanların da kötülüklerini mazur görüyor. Hatta kimi
zaman, kendini güç(lü)ye nazaran daha sert eleştiriyor (Lammers, Stapel ve
Galinsky, 2010, s.742). Bu durumun zaten sınıfsal bir işlevi bulunuyor.
Kapitalizmin dayanaklarından biri de bu mazur görme hali. Kültürel boyutta ise,
en muhazafakarların özel hayatta en serbest yaşantıya sahip olduğu örnekler
geliyor akla.
Bitirirken
Devlet
ve şirket yalanları çok daha yıkıcı ve etkileri çok daha uzun süreli. Şili’de
anne-babası cuntacılarca öldürülüp sonra subay ailelerine evlatlık verilen
çocuklara bakalım örneğin. Bu çocukların anneanneleri ve babaannelerinin
çabalarıyla, ancak 30-40 yıl sonra ortaya çıkabildi gerçekler. Kimileri için
hâlâ ortaya çıkmış değil. Vietnam’da yetim bırakılan çocuklar uçaklarla onar
yüzer ABD’ye taşındılar, ‘insanlık’ adına ve onların çoğundan, ABD’ye tümüyle
bağlı, köklerini tümüyle unutmuş, Amerikalı’dan daha Amerikalı, beyazdan daha
beyaz ucubeler çıkmış durumda. En sağ politikaları destekliyor, ABD’deki insan
hakları ihlallerini görmezden geliyorlar; çünkü vatandaş olmuşlar, bağlılık
yeminleri var vb. vb.
Bu
yazıda, devlet, şirket ve birey ikiyüzlülüklerinden ve yalanlarından söz açtık.
Birbirini besleyen bu üçlü, ilkeli yaşamayı kendine rehber edinenler için
hayatı oldukça zorlaştırıyor. İlkeli siyaset eskiden bir olasılıkken, bugün bir
ütopya. Ama ütopyalar iyidir. İyidirler, çünkü neyi isteyip neyi istemediğimizi
zihinsel dünyamızda şekillendirebilmek için bize somut olanaklar sağlarlar.
Kaynakça
Cho,
C.H., Laine, M., Roberts, R.W. ve Rodrigue, M. (2015). Organized hypocrisy,
organizational façades, and sustainability reporting. Accounting, Organizations
and Society, 40,78-94.
Finnemore,
M. (2009). Legitimacy, Hypocrisy, and The Social Structure Of Unipolarity Why
Being a Unipole Isn’t All It’s Cracked Up to Be. World Politics, 61(1), 58-85.
Greenhill, K.M. (2016). Open Arms Behind Barred Doors:
Fear, Hypocrisy and Policy Schizophrenia in the European Migration Crisis.
European Law Journal, 22(3), 317–332.
la Cour,
A. ve Kromann, J. (2011). Euphemisms and hypocrisy in corporate philanthropy. Business
Ethics: A European Review, 20(3), 267-279.
Lammers,
J., Stapel, D.A. ve Galinsky, A.D. (2010). Power Increases Hypocrisy:
Moralizing in Reasoning, Immorality in Behavior. Psychological Science, 21(5),
737-744.
Newkirk,
A. (2008). Diplomacy And Hypocrisy: The Case Of Iran. Middle East Policy,
15(1), 30-45.
Nolan,
D. (2016). Hungary's double standard: Orban welcomes foreigners if they pay up,
but rejects poor migrants. Deutsche Welle, 29.09.2016. http://www.dw.com/en/hungarys-double-standard-orban-welcomes-foreigners-if-they-pay-up-but-rejects-poor-migrants/a-35921841?maca=en-newsletter_en_from-the-heart-of-europe-2098-html-newsletter
Shandra,
J.M., Rademacher, H. & Coburn, C. (2016). The World Bank and organized
hypocrisy? A cross-national analysis of structural adjustment and forest loss.
Environmental Sociology, 2(2), 1-16.
Telesur (2016). Kremlin Responds to Merkel's
'Untrustworthy' Syria Claims. Telesur, 09.02.2016. http://www.telesurtv.net/english/news/Kremlin-Responds-to-Merkels-Untrustworthy-Syria-Claims-20160209-0029.html
Valdesolo,
P. ve DeSteno, D. (2008). The duality of virtue: Deconstructing the moral hypocrite.
Journal of Experimental Social Psychology, 44, 1334–1338.
Valdesolo,
P. ve DeSteno, D. (2007). Moral Hypocrisy Social Groups and the Flexibility of
Virtue, Psychological Science, 18 (8), 689-690.
Wagner,
T., Lutz, R.J. ve Weitz, B.A. (2009). Corporate Hypocrisy: Overcoming the Threat
of Inconsistent Corporate Social Responsibility Perceptions. Journal of
Marketing, 73, 77-91.
[2] Bkz. Greenpeace - Kitkat - Ask Nestlé CEO to stop buying
palm oil from destroyed rainforest. https://www.youtube.com/watch?v=1BCA8dQfGi0 ve Nestle, Kitkat, Orang-Utans. https://www.youtube.com/watch?v=ToGK3-2tZz8
Kaynak: Gezgin, U. B. (2017). (...) Ötekiler Açısından Tarih [History from the Eyes of the ‘Others’].
AVCILARIN EFSANELERİ, ASLANLARIN KISIK SESLERİ:
Ötekiler Açısından Tarih
Prof.Dr. Ulaş Başar Gezgin
Tarih Yöntemi
1. Anlatıbilim Açısından Tarihyazımı.
2. Tarih(çilik) ve Öykü(cülük): Nerede Nasıl ayrılıyorlar?
3. ‘Yenilikçi Tarih Öğretimi Etkinlik Örnekleri’ Üzerine.
4. İnsanlaşmanın Kısa Tarihi: İntikamcı Hammurabi’den Hukuk Devletine.
5. Çin Seddi’ndeki Görünmez Emek.
6. 6 Bardağa Sığmayan Dünya Tarihi.
7.Aynı Suya Bakıp...
Ötekilerin Tarihi
8. Yeni Sömürgecilik: Eski Sömürgeciliğin Torunu
9. Yeni Sömürgecilik Notları: Klasik Sömürgeciliğin Yeni Formları
10. “Nasıl Müslüman Olduk?” Sorusu Üstüne Yeniden Düşünmek.
11. Alevilik-Bektaşilik Açısından Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Üzerine.
12. İlkesizlik, Omurgasızlık, Kişiliksizlik: Devletlerin, Şirketlerin ve Bireylerin İkiyüzlülüğü Üstüne.
13. Devletsiz Halklar, Temsil Edilmeyen Halklar.
14. Almanlara Nazi Demek Ne Anlama Geliyor?
15. Muhammed Ali: Bir Gri Derili
Solun Tarihi(1): 2. Paylaşım Savaşı Öncesi
16. Gezi Direnişi ve Paris Komünü: “Her Yer Paris Her Yer Direniş”.
17. Osmanlı ve Paris Komünü: Cüce Canavar ve Çapulcular.
18. Osmanlı’nın İlk Sosyalist Dergisinde Bir Gezinti: İştirak ve İştirakçı Hilmi.
19. Georgi Dimitrov: Sizi Halk Adına Yaşama Mahkum Ediyorum!
20. İspanya İç Savaşı: Darbe, Direniş ve Tarihyazımı
21. Sakallı Celâl: Bir Komünist Diyojen.
Solun Tarihi(2): 2. Paylaşım Savaşı Sonrası
22. 1948’den Bir İhraç Öyküsü: Pertev Naili Boratav’ın Savunması.
23. En Büyük Tehlike: Irkçılık Broşürü Üstüne.
24. Vartan İhmalyan'ın Yaşamı ve Parti Tarihi.
25. İran’da Sol Nasıl Yenildi?: Öznelerin Sorumluluğu
26. AKP Döneminde Liberallere Göre Bir Bir Mit ya da Kurgu Olarak Şehitlik
Sovyetler ve Tarih
27. Samsun’dan Taksim Meydanı’na Çıkan Bir Kızıl Ordu Generali ve Onbeşler.
28. Lenin Nişanı: Nobel’e Eski Bir Alternatif.
29. Bir Zamanlar Sosyalist Olimpiyatlar Vardı, Belki Yine Olur
30. Sovyetler Neden Dağılmıştı?: ‘Sovyetler Birliği’nde Yedi Yıl’ Üzerine
1915 ve Ermeniler
31. İstanbul’un Ermeni Hükümdarları.
32. Taner Timur’a Göre 1915.
33. 1915’e Nasıl Gelindi? Bir Özetin Özeti Denemesi.
34. Anadolu’nun Kalkınamamasının Nedenlerinden Biri Olarak 1915.
35. Çerkezyan: Sarkis Ustanın Anılarındaki Gizli Ayrıntılar.
İstanbul ve Anadolu Tarihi
36. Anabasis: 2,500 yıl önce Anadolu.
37. İstanbul Üniversitesi’nin Kayıp Bin Yılı.
38. Eski ve Yeni Anlamlarıyla Taksim Anıtı.
Heykeller ve Tarih
39. Heykel Tartışmaları: Simgesellik, Birey Övgüsü, Putlaştırma.
40. Türkiye’de Heykel Tartışmaları: Putlaştırma İddiası.[1]
Anaokulu öğretmenliğinden emekli olduktan sonra benimle aynı yıl üniversite sınavına giren, lisans eğitiminin ardından tarih alanında yüksek lisans ve doktora yapan annem Edibe Gezgin’i (19 Mayıs 1954, Elazığ- 19 Ocak 2017, İstanbul) şükran ve özlemle anarak
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder