Devre-yaşam
Ömrüm, mutsuz varsılları mutlu etmek için binbir yol bulmakla geçti.
Psikologluk, üniversitede okurken, bana, heyecan verici gelirdi; şimdi,
geçimimi sağlamak için yaptığım zoraki bir iş... Neden böyle oldu? Çünkü
insanlara, olaylara olumlu yanından bakmayı öğretirken; bu öğrettiğim
yöntemler, bana işlemez oldu. Neymiş efendim, “olumlu yandan bak”. Sen şanslı
doğmuşsan, herhalde olumlu yandan bakarsın. Bunu sana öğretmek, çocuk oyuncağı.
Zaten biz psikologlara en yoksullar gelse yanmıştık; çünkü yaşamlarında bunca
acı varken, hangi “olumlu yandan bak” masalına inanacaklar... İşte böyle düşüne
düşüne, yıllar içinde çok mutsuz oldum. Yaşamım son derece renksizdi. Hergün
bir sürü danışan görüyordum, yarın da bugün de dün gibiydi hep...
Bir gün, yine böyle, “tekdüze, berbat bir yaşamım var” diye düşünürken;
çöpçülerin, işlerini büyük bir sevinçle yaptıklarını gördüm. Neydi onları bu
kadar mutlu eden? Bunu sorunca, mutluluklarının tuzla buz olacağını düşündüm;
ama yine de sormaya karar verdim. Bu insanlar, mutlulardı ve psikologa gitmeden
mutlulardı üstelik. Şöyle bir şey düşündüm: Bana gelen mutsuz zenginler, bir ay
çöpçü olarak çalışsalar nasıl olurdu? Çöpçüler gibi gecekondularda kalsalar?
Şirketlerinden bir ay kopuk olarak yaşasalar? Zaten bu varsılların,
dinlenceleri de zehir. İşten başka birşey düşünmedikleri için, boş zamanlarında
bile mutlu olamazlar. Aman da borsa ne olmuş, aman da dolar düşmüş mü...
Evet; devre-yaşam önerim, böyle ortaya çıktı. Çımacı kılığına girip
Fransızca şiirler döktürerek, milleti şaşkına çeviren Sakallı Celal’den
esinlendiğimi söylemeliyim. Onun ünlü sözünü de şöyle uyarlamıştım: “Bu kadar
mutsuzluk, ancak zenginlikle mümkündür.” Hem, ülkenin kalkınmasına katkım
yadsınmamalı: Zenginleri çöpçü yaparak, işgücünün niteliğini arttırmış oldum –
ya da belki düşürmüşümdür. Ülke, sayemde, bir aylığına da olsa, onlarca zenginden
kurtuldu. Mutsuz zenginlere, çöpçülük seçeneği sunuyordum. İlk başta çok
yadırgasalar da; Amerika’da zenginlerin böyle yaptığını, bizim zenginlerin
Amerikalı zenginlerden geri kalmaması gerektiğini söyleyince, hemen başlamak
için can atıyorlardı. İlk ay, en heyecanlısıydı. El yordamıyla yaptığım deney,
başarılı olmuştu. Zenginler, bir ay çöpçülük yaptıktan sonra, zengin olarak
sürdükleri yaşamın değerini anlıyor; bana minnettar kalıyorlardı. Ben de şaştım
“nasıl oldu bu” diye. Çöpçüler de çok hoşnutlardı; işlerine bir ay ara veriyor,
ücretli olarak izne ayrılıyorlardı. Hatta, bir kanalın, bu devre-yaşam
programımdan övgüyle söz edip, çöpçülerin ülkenin en mutlu insanları
olduklarını ve imrenilecek, basit bir yaşam sürdüklerini dünya aleme ilan etmesinden
sonra, hem çöpçüler daha da mutlu oldular hem de ünüm, kıtalar, dağlar aşıp
Mars’a kadar dayandı.
İşi büyüttüm kısa sürede. Dünyanın dört bir yanından zenginler, akın akın,
kliniğime geliyordu. Estetik ameliyat, yalnızca, bedeni onarmaya yetiyordu;
yaşamı onarmaya yetmiyordu. İşte onun için geliyorlardı bana sanırım. Dünyanın
belli başlı gazetelerinde, çöpçülerle ve bir ay çöpçü gibi yaşamış zenginlerle
uzun söyleşiler çıkıyordu. Ferrarisini satan bilge bile, ilim irfan için kapımı
aşındırdığı gün, “bunu da gördüm ya, gam yemem artık” dedim kendi kendime. Bir
kanalla yaptığımız anlaşma dolayısıyla, çöpçüler, yeteneklerini sergiliyor;
kimin devre-yaşam programımın yeni dönemine katılacağı, izleyici oylarıyla
belirleniyordu. Bu programları sevmesem de; ‘psikoloji’ denilen sosyete
sporunu, çöpçüleri de mutlu edecek bir noktaya taşımak, gurur vericiydi benim
için. Beklenmedik sonuçlar da çıkmadı değil: Kimi zenginler, bir aydan sonra,
çöpçü olarak kalmaya karar verdiler. Para saymak ve saydırmakla geçen, hep daha
fazlasını isteyen eski yaşamlarından daha iyiydi bu, onlara göre.
Ülkenin tüm emekçileri, güleryüzlüydü artık. Sanki güleryüzlülükte
birbirleriyle yarışıyorlardı. Aslında, gerçekten de yarışıyorlardı. Umuyorlardı
ki, bir gün, bir zengin, onları görüp “çok mutlusunuz. Hele bir ay izin verin
ki, ben de lağımları açayım, ben de sokak lambalarını değiştireyim, ben de
sizin gibi mutlu olayım” diyecek. Böyle psikolojinin gözünü yiyeyim ben. Baştan
bilseydim böyle olacağını, hiç mutsuz da olmazdım. Ama zaten mutsuz olmasaydım,
devre-yaşam programı da çıkmazdı. Demek ki ben mutsuzum. Mutsuz muyum? Hadi ya!
Bu kez niye mutsuzum?! Hay, bıktım ben bu işten. Zaten zenginler de çöpçüler de
yavaş yavaş homurdanmaya başladılar: Zenginler, “bir çöpçü kadar bile mutlu
değiliz” diye üzülüyorlarmış. Çöpçülerse “bir aydan sonra yine işbaşı
yapıyoruz” diye dertleniyorlarmış. İşe bak ya; ben de mutsuzum işte. Gemisinin
batacağını bilen kaptan, kaçarken, geminin kaptanını, Afrikalı-Amerikalı
yaparmış. Hey yazar! Sen bu sözümü duymamış ol! Gel, sen, kimi zaman, psikolog
ol; ben de, kimi zaman, yazar olayım. Beğendin bunu demek! Hoşçakal yazar! Bu,
işyerimin anahtarı. Çay istersen, 1313’ü arayıp ısmarlayabilirsin; çaycıya da
selam söylersin benden.
***
Hey yazar! Seninle devre-yaşam yapmamızın üstünden aylar geçti. Seninki de
zor işmiş be arkadaşım; sabah-akşam bekle ki esin gelsin. Sokaklarda notlar
alırsın, vergi memuru sanırlar seni, kaç or’dan; zaten, zincirlerinden başka
kaybedecek birşeyleri olmayanlar, yıkım nedeniyle, burunlarından soluyor. Hele
o kaçak taksicinin or’da, elinde kağıt-kalemle “taksi çağırtacaktım” dersen,
mahalleli, “burada taksi yok” derler; seni kaçak taksi denetçisi sanırlar.
Sonra, eve gidip televizyonu açsan, filmlerin neredeyse tümü, sıkıcı gelirmiş
sana be kardeşim; hep tahmin ettiğin gibi ilerleyip aynı biçimde bitiyormuş
filmler. Bir toplantı ortamında ne tür insanlarla karşılaşacağını, hangi
insanın ne diyeceğini de bir dakika önceden değil, yıllarca önceden
anlayabiliyormuşsun. Herşey aynı geliyormuş sana. Bunun için, aha şu camdan
dışarı baktığımda gördüğüm ne kadar insan varsa, hepsinin sıkıcılığı katlanarak
artıyormuş senin için. Vay yazar, sen benden daha mutsuzmuşsun yazar...
Psikologluğun değerini şimdi anladım. Hadi gel, değişelim. Hem sen neden güneş
gözlüğü taktın? O da ne! Neden gözlerin mor?! Demek, devre-yaşam programıyla
bile mutluluk bulamayanlar, işyerini bastılar! Demek, gözleri dönmüş
olduğundan, seni ben sandılar! Demek, eşşek sudan gelinceye kadar, dağıttılar
ağzını burnunu! Kızmazsan, birşey sorabilir miyim? Seni dövdükten sonra
nasıllardı? Söyle bir; sordun mu onlara; “ağzımı burnumu dağıttınız, mutlu
musunuz, boyunuz uzadı mı?” diye sordun mu? Öyle deme yazar. Bu, bilim için çok
önemli. Adam dövmek, insanları mutlu edebiliyorsa; yeni bir adam dövme programı
başlatabiliriz. Yoksullara, bir posta için, bir aylık gelirlerini veririz;
sonra, mutsuz olan bir insan gelip adamı döver; rahatlar; mutlu olur. Sana da
ücretsiz olur bu program, bir yıllığına; ne dersin yazar?
Ne dedin? Ne dedin? Senin ben olmadığımı anladılar mı? Ağzımı burnumu
dağıtmak için kapıda mı bekliyorlar? Yazar, peki sen dayak yiyince mutlu oldun
mu? Dayak yenince mutlu olunuyorsa, bu kez, bir dayak yeme programı
başlatırız... Hadi ya; mutlu olmadın demek. Kapıyı yumruklayan onlar mı?! Ama
yazar, aslında sen yazar değil, psikologsun; dayaklık olan, sensin. Bu işi
başlarına sen açtın. İşleri karıştırma! Ben yazarım, sen psikologsun. Kapıyı
açıyorum ki seni bir kez daha benzetsinler. Bakalım, insan, birisini dayak
yerken izlediğinde mutlu olabiliyor mu... Deneyip göreceğiz. Az sonra... Bizden
ayrılmayın...
Kaynak: Gezgin, U. B. (2009). Barbar Türkler, İMF’ye Karşı (gülmece öyküleri) [Barbarian Turks against IMF- Short Stories]. Ho Çi Min Kenti, Vietnam, 2009.
BARBAR TÜRKLER İMF’YE KARŞI (GÜLMECE ÖYKÜLERİ)
Ulaş Başar Gezgin
İçindekiler
Eyids, Ölüm, Yaşam...
Satılık Yüz, Kiralık Yüz
Cennet’e Cehennem’e Döşenen Yol...
Gerçek Gülüşlüler...
Devre-yaşam
Birinci Ay Savaşı.
İnsanları Ayakkabılarından Tanıyan Adam.
İstanbul’da 1 Milyon Bangkoklu; Bangkok’ta 1 Milyon İstanbullu...
Bümbüyüklerle Kümküçükler...
Çocuk, Çocuk, Lanet Olası Çocuk.
Dünya: Kapkaranlık Bir Gezegen.
Yaşamın Anlamı.
Beşizistan’ın Öyküsü.
Doktor’un Ölümü.
Yanardağlar Patladığında.
Güldüm ve Güldüm ve Güldüm...
Aşçı Kral.
Tanrı Yaratmak (ya da Toplamak).
Bali’de Bitimsiz Bir Gece.
Uzaylıların Gizli Oyunları…
Düşünürler Maçının Uzatmaları...
“Barbar Türkler, İMF’ye Karşı!”
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder