Anlatıbilim
Açısından Tarihyazımı
Ulaş Başar Gezgin
Tarihyazımına
anlatıbilim açısından bakıldığında, belki de en önemli konu, “Tarih tekerrürden
ibarettir” sözü. Tarih ve yinelenme ilişkisine iki temel bakış var: “Tarih
tekerrürden ibarettir” ve “tarihte tekerrür yoktur”. Bir kere, kaynak sözün,
‘tekerrür’ gibi bugün bu söz dışında neredeyse hiç kullanılmayan bir sözcük
içermesi, onun eski bir görüş olduğunu gösterir. Gerçekten de öyledir. Bu söz,
20. yüzyılın başlarında etkili olan olgucu (pozitivist) okulun görüşüdür.
Olgucu okula göre, tarih, kendi başına bilim olamazdı; ancak genelleme yapılabilecek
bir bilgi yığını olarak toplumbilime yardımcı olabilirdi. “Tarihte tekerrür
yoktur” diyenler ise, her anın eşsiz olduğunu ve her olayda koşulların farklı
farklı olduğunu söylüyorlar. Şimdi bu tartışmaya anlatıbilim açısından bakalım:
Diyelim ki, iki filmi üst üste izliyoruz. Birincisinde, bir kadın, hortlaklar
görmeye başlıyor ve sonunda kendisi de ölüp hortlak oluyor. İkincisinde ise,
bir erkek, hortlaklar görmeye başlıyor ve sonunda kendisi de ölüp hortlak
oluyor. Birinci filmi izleyen, ikinci filmde sıkılacaktır; “ben bunu izlemiştim
zaten” diyecektir; sonu da önceden bilecektir. “İkinci film, başka birinin
öyküsü; aynı gibi görünse de farklı” demeyecektir. Tarihin sıkıcılığının temel
nedeni de budur: Olaylar yineleniyor; ama tarih anlatımında, sanki olaylar
benzer değilmiş gibi, hatta olayların benzer olmadığına kanıt aranırcasına,
farklılıklar vurgulanıyor.
Tarihi ilginç
kılmanın bir yolu şudur: Önce genel ilkelerle başlanıp bu ilkelere varmak için
kullanılan örnek olaylar sıralanabilir. Örneğin, çarpık kentleşme, tarihte, suç
oranlarını arttırmıştır. Bunun için, hangi örneklerin bu denenceyi (hipotez)
desteklediği, hangilerinin desteklemediği alt alta sıralanabilir.[1]
Kuşkusuz, burada, farklı tarihyazımlarının bir ürünü olarak farklı sonuçlar
çıkacaktır; ancak, bu özelleme yöntemi, tarihi herkes için ilginçleştirecektir.
Tarih öğrencilerine, sınavlarda, birtakım tarihsel örnek olaylar sıralanıp
bunlardan genelleme yapmaları istenebilir. Yine aynı biçimde, bu olay
örneklerinin kimisi bir genellemeyi desteklerken, kimisi desteklemez. Ulusalcı
bir tarih anlayışına sahip olmayan bir öğrenci bile, böyle ulusalcı açıdan
sıralanmış olay örneklerini bu biçimde çözümleyebilir; öğretmenle aynı görüşte
olmamasına karşın tam not da alabilir. Buna ek olarak, tikelleme yöntemi
uygulanabilir. Bunda, benzer olay örnekleri verilip bunlar arasındaki farklar
sorulabilir. Böylece, tarihi ilginç kılmak için, elimizde üç araç bulunuyor:
Öğretim için, özelleme (ilkeden olay örneklerine doğru); sınav ve okul
sonrasında tarih yazımı için genelleme (olay örneklerinden ilkeye doğru) ve iki
amaçla, tikelleme (olay örneklerinin karşılaştırılması).
Birçokları,
tarih anlatıcılığının öğretilemeyecek bir yetenek, sanat, zanaat vb. olduğunu
ileri sürüyor; oysa, anlatıcılık, tarihçiler için de başkaları için de
öğretilebilir bir nitelik taşıyor. Tarihçilik, bilgiyi düzenlemekten ve
sunmaktan geçiyor. Çığır açmış tarih kitaplarının tarihçi olmayanlar (toplumbilimciler,
mühendisler, mimarlar vb.) tarafından yazılması doğal; çünkü onlar, kendi
meslekleri dolayısıyla, bilgi düzenleme ve sunma yetilerine sahip oluyorlar.
Tarihçiler, anlatıbilim eğitimi alıp öykü yazar gibi tarih yazabilirler. Fakat
aşağıda görüleceği gibi, tarihsel anlatı üstünde birtakım yapısal kısıtlamalar
var. Tarihçilerin, genel okurun okumaktan sıkıldıkları tarihler yazmaları,
yazarlık yeteneklerinden çok, hedefledikleri okur kitlesiyle ilgili. Tarihçiler
için yazılan tarih, genel okur için yazılan tarih, çocuklar için yazılan tarih,
ulus-devleti perçinlemek için yazılan tarih vb. arasında elbette farklar
olacak.
Bu noktada,
tarih anlatımıyla tarihsel roman ve öykü ilişkisi arasındaki farkı ele almalı.
Sonçağdaşçılar (post-modernist) ve birçok eleştirel tarihçi, tarihi, bir yazın
türü olarak değerlendiriyorlar. Oysa, bizce, yazın ve tarih arasında farklar
var:[2]
Tarihsel romanda/öyküde, bilinmeyen olaylar anlatılıyor; merak uyandıran
konular seçiliyor. Oysa, tarihçinin merak uyandırmayan konuları da yazma
sorumluluğu vardır. Tarihsel roman ve öykülerde, bol bol uydurma yapılır;
bilmemkim, gerçekte Musacı’ydı ya da Müslüman’dı gibi. Bu durumda, doğru mu
yanlış mı diye ciddi araştırma yapmaya gerek duyulmaz; çünkü bu, tarih değil,
romandır. Ayrımlar, burada bitmiyor. Gezgin Anlatı Dizelgesi’ni tarih
anlatımına uygulayarak, ayrımları daha da ayrıntılandıralım:
Yazın’ın bir
konusu vardır, tarihin de öyle (burada bir ayrım yok).
Yazınsal
anlatıda, çeşitlemelerle ve kimi zaman, olduğu gibi yinelenen temel olay
örgüleri vardır (çekişme, düşüş, yükseliş, aşk, itilmişler gibi). Bu olay
örgüleri, yazar, toplumsalcı da olsa alsatçı (ticari) da olsa ulusalcı da olsa
vb., aşağı yukarı aynıdır. Ancak, tarihsel anlatı, yazınsal anlatıdan, olay
örgüleri açısından ayrılır.
Tarihsel
anlatının tüm anlatılarda aşağı-yukarı bulunan yirmi olay örgüsünden dokuzuna
sahip olduğunu ileri sürüyoruz. Bunlar şöyle: Öç örgüsü, çekişme örgüsü,
itilmişler örgüsü, aşk örgüsü, yasak aşk örgüsü, feda örgüsü, zavallı aşırılık
örgüsü, düşüş örgüsü ve yükseliş örgüsü. Ulusalcı-dinci tarihyazımında, öç
örgüsü, feda örgüsü ve çekişme örgüsü ağırlıklıdır. Buna göre, gavurlar,
Malkoçoğlu’nun vb. kardeşini öldürür, o da öç alır. Tüm tarih, biz ve gavurlar
arasındaki çekişmeye indirgenmiştir. Din kardeşleri de kendi aralarında
çatışabilir; taht kavgası da olabilir; gizli saray oyunları da. Bir de, gavur
olan ve din kardeşi olan halkların ya da yeniçerilerin ayaklanması vardır.
Dolayısıyla, ulusalcı ve dinci tarihyazımında, beş çekişme örgüsü öğesi vardır:
Gavurlar; din kardeşleri arasındaki çatışma; taht kavgası; gizli saray oyunları
ve ayaklanma. Ulusalcı-dinci tarih, tüm ülkelerin iç tarihlerini de bu beşli
çekişme ile çerçeveler. Örneğin, İngiltere’nin başka ülkelerle çatışması, kendi
dininden olanlar ve olmayanlar olarak ikiye bölünür; taht kavgaları, saray
oyunları ve ayaklanmalar da diğer çekişme öğelerini oluşturur. Bu, elbette,
Türk-İslam tarihyazımına özgü değildir; dünyadaki tüm ulusalcı-dinci
tarihyazımları benzer bir yapıda. Bu tür tarihyazımlarında, savaşı ilk önce
gavurların başlattığı ve yiğitlerin başkişi (kral, padişah vb.) ya da vatan
için kendilerini feda ettikleri anlatılır. Ulusalcılık ve dincilik, insanın
kendi isteğiyle ölüme gitmesine neden olacak denli yüce ülküler olarak sunulur.
Toplumsalcı
(sosyalist) tarihyazımı ise, çekişme örgüsü, öç örgüsü, itilmişler örgüsü, feda
örgüsü ve zavallı aşırılık örgüsü kullanır. Toplumsalcı tarih, çekişme örgüsü
kullanımında ulusalcı-dinci tarihle ortaktır; ancak, toplumsalcı tarih
açısından, öncelikli çekişmeler farklıdır. Devrim öncesi toplumsalcı
tarihyazımında, sırasıyla, ayaklanmalar, (varsa) toplumsalcı ülkelerle
çatışmalar ve sermayeciler arasındaki çatışmalar, önceliklidir. Taht kavgaları
ve saray oyunları, bunlardan sonra gelir. Devrim sonrasında, devrim öncesine
bakış, değişmez; ancak, devrim sonrasının tarihinde, yurtseverlik adına,
sermayeci ülkelerle toplumsalcı vatan arasındaki çatışmalara öncelik verilir;
ayaklanmalara, yönetim içi kavgalara ve yönetim içi oyunlara çok az yer
verilir. Toplumsalcı tarihyazımı da, öç örgüsü kullanır: Kavgayı egemenlerin
devleti çıkarmıştır. Toplumsalcı tarihyazımı, devrim olana dek, itilmişler
örgüsü kullanır; küçük insanların, halkın devlete karşı direnişi odağa konur.
Ancak, devrim sonrasında, devrim sonrası tarihte artık küçük insanlara yer
yoktur. Bir ‘yüce önder’ ve ‘yüce önder’in yüce işleri, ülkenin dört bir yanına
yapılmış heykeller eşliğinde tarihin odağına konur. Sanki ‘yüce önder’, tek
başına, tüm faşist ülke ordularına karşı koymuştur. Bu, gerçekte, kraldan da
kralcı bir tarihtir. Toplumsalcı tarihyazımı da, ulusalcı-dinci tarihyazımı
gibi, feda örgüsü kullanır. Ulusalcıların da dincilerin de toplumsalcıların da
şehitleri vardır. Bir taraf, ‘şehit’; öbür taraf, ‘devrim şehidi’ der. Son
olarak, toplumsalcı tarihyazımı, devrim öncesi dönem için zavallı aşırılık
örgüsü kullanır; bu örgüyle, yöneticilerin ne kadar kokuşmuş, ne kadar
acımasız, ne kadar bilgisiz oldukları vurgulanır; onların garip huylarına
(örneğin ayakkabı toplama çılgınlığı) özellikle vurgu yapılır. Böylece,
devrimci yönetimin farkının altı çizilmiş olur. Fakat toplumsalcı tarihyazımı,
devrimden sonra, devrim sonrasındaki dönemle ilgili olarak zavallı aşırılık
örgüsü kullanmaz; çünkü bu, toplumsalcı tarihyazımı için kendi kendini
topuğundan vurmak olur.
Kamuerkçi
(cumhuriyetçi) tarihyazımı, ulusalcı-dinci tarihyazımıyla toplumsalcı
tarihyazımının bir karışımıdır. Kamuerkçi tarihyazımı, çekişme örgüsü, öç
örgüsü, feda örgüsü ve zavallı aşırılık örgüsü kullanır. Bu tür tarihyazımı,
halkçı görünmesine karşın, itilmişler örgüsü kullanmaz; yer verdiği
ayaklanmaları yalnızca kamuerkçiliği meşrulaştıracak biçimde sunar. Kamuerkçi
tarihyazımında, baş çekişme, yenilikçilerle gelenekçiler arasındadır.
Dolayısıyla, kamuerkçi tarihyazımı için, taht kavgaları, saray oyunları ve
ayaklanma çekişmeleri önceliklidir. Kavgayı gelenekçiler başlatmıştır.
Niceleri, kendini bu uğurda feda etmiştir. Burada da, toplumsalcı tarihçilikte
olduğu gibi, zavallı aşırılık örgüsü kullanılır; akıl hastalarının ve
çocukların yönetici yapılışına dikkat çekilir. Deli İbrahim, balıklara para
atmaktadır. Bunlar, kamuerkçi tarihyazımı tarafından özellikle vurgulanır.
Toplumsalcı tarihyazımında da olduğu gibi, kamuerkçiler başa geçtiklerinde,
kamuerki dönemi tarihi için zavallı aşırılık örgüsünü kullanmaktan kaçınırlar.
Mao’nun savlarında olduğu gibi, kamuerki ilanından sonra, gelenekçilerle
yenilikçiler arasındaki çatışma sürdüğü için, kamuerkçi tarihyazımında baş
çekişme öğesi, kamuerki döneminde de değişmez: Yenilikçiler-gelenekçiler.
Tüm
tarihyazımları, düşüş örgüsü ve yükseliş örgüsü kullanıyor. Tarihi öğrenciler
için ilginç kılmaya çalışan magazin tarihçileri, aşk örgüsü ve yasak aşk örgüsü
de işlerler. Başkişilerin evlilikleri ve ilişkilerini ayrıntılandırırlar.
Bunlara göre, Baltacı Mehmet Paşa, Katerina’yla birlikte olmuştur. Olmasa da,
anlatılması iyi olduğundan olmuş gibi sayılmalıdır (“anlat anlat, heyecanlı
oluyor”). Magazindışı tarihyazımında ise, aşk ve yasak aşk örgüleri, yalnızca
çekişmeyi etkiliyorsa (örneğin, Baltacı-Katerina ilişkisi, ordunun çekilmesini
sağlamışsa ya da Osmanlı padişahı, Bizans Kralı’nın kızını aldıysa vb.)
anlatılır; yoksa, bunların tarihte yerleri yoktur. Zavallı aşırılık örgüsü de,
magazin tarihçileri tarafından (magazin tarihçilerine boyalı basında tam sayfa
ayrılıyor) sık kullanılır; çünkü bu örgüler, ilginçtir. Bir padişah, ‘deli’
olmasa da, deli olarak gösterilir ki daha çok okunsun. Akla ‘Deli Petro’
geliyor hemen. Osmanlı tarihyazımının hızlı reformculuğu nedeniyle ‘deli’
saydığı Petro, kendi ülkesinde ‘Büyük Petro’ olarak anılıyor.
Şimdi bu
çözümlemeleri bir dizelgede derleyelim. Ancak, ondan önce, şunu da düşünelim:
Toplumsalcı ve kamuerkçi tarihlerde, yönetime geldikten sonra, olay örgülerinde
çeşitli değişiklikler olduğunu söyledik. Peki ulusalcı-dinci tarihte de,
yönetime geliş sonrasında, olay örgüsü kullanımında değişiklik oluyor mu? Bu
soruyu yanıtlaması, zor; soru’nun olası yanıtları, yazının kapsamını aşıyor. Bu
soruyu yanıtlamak için, Osmanlı kurulmadan önce (varsa) Osmanoğlu tarihçiliğini
incelemek gerekiyor. Ayrıca, İslam peygamberinin din savaşlarını kazanmadan
önceki anlatımları incelenmeli. Bu anlatımlarda temel kaynak, Kuran olacaktır.
Kuran’da iktidar olmadan önceki ve sonraki anlatılar, birbirleriyle
karşılaştırılmalıdır.[3]
Ulusalcı-dinci tarihyazımında böyle bir yönetim dönüşü olup olmadığını
incelemenin başka bir yolu daha var: Eski Sovyet kamuerklerinde, toplumsalcı
tarihyazımı yerine ulusalcı ve dinci ve ulusalcı-dinci tarihyazımları
diriltiliyor. Buralarda yeni yazılan tarih kitapları, böyle bir yönetim
dönüşünü araştırmak için kaydadeğer bir alan açıyor. Yapılacak çalışma şu: Bu
ülkelerde Sovyet döneminde tarihyazımı, hangi olay örgülerini kullanıyordu;
bugün hangilerini kullanıyorlar... Bu konuyu çalışmak için üçüncü bir yol, İran
İslamcı tarihyazımıdır. Bu tarihyazımında, ayaklanmalara yer verilmediği
açıktır; ancak hangi olay örgülerinin ağırlıklı olarak kullanıldığını saptamak
için, bu dört çalışma kanalını birarada inceleyen kapsamlı bir araştırma
gereklidir. Bu konu, henüz açıklığa kavuşturulmadığı için, aşağıdaki Gezgin
Tarihsel Anlatı Dizelgesi’nde, ulusalcı-dinci tarihi ikili olarak değil tek bir
öğe olarak sunuyoruz.
Gezgin Tarihsel Anlatı Dizelgesi
|
||||||
Olay Örgüleri
|
Tarihyazımları
|
|||||
Ulusalcı-dinci
|
Devrim Öncesi için Toplumsalcı
|
Devrim Sonrası için Toplumsalcı
|
Devrim Öncesi için Kamuerkçi
|
Devrim Sonrası için Kamuerkçi
|
Magazinci
|
|
Çekişme Önceliği
|
Gavurlar, din kardeşleri, taht kavgaları, saray oyunları, ayaklanma
|
Ayaklanmalar, (varsa) toplumsalcı ülkelerle çatışmalar, sermayeciler
arasındaki çatışmalar
|
Sermayeci ülkelerle çatışma
(ayaklanma yok; yönetim içi çatışma yok)
|
Yenilikçiler-gelenekçiler, taht kavgaları, saray oyunları,
ayaklanmalar
|
Yenilikçiler-gelenekçiler
(ayaklanma yok; yönetim içi çatışma yok)
|
Ne satarsa
(dinci dergiler için, gavurlar; kamuerkçi dergiler için gelenekçiler)
|
Öç
|
Var
|
Var
|
Var
|
Var
|
Var
|
Sattığı sürece
|
İtilmişler
|
Yok
|
Var
|
Yok
|
Yok
|
Yok
|
Yok
|
Feda
|
Var
|
Var
|
Var
|
Var
|
Var
|
Sattığı sürece
|
Zavallı Aşırılık
|
Yok
|
Var
|
Yok
|
Var
|
Yok
|
Var
|
Düşüş
|
Var
|
Var
|
Var
|
Var
|
Var
|
Var
|
Yükseliş
|
Var
|
Var
|
Var
|
Var
|
Var
|
Var
|
Aşk
|
Çok az
|
Çok az
|
Çok az
|
Çok az
|
Çok az
|
Var
|
Yasak Aşk
|
Çok az
|
Çok az
|
Çok az
|
Çok az
|
Çok az
|
Var
|
Tarihyazımında kullanılmayan olay örgüleri
şunlar –ki bunlar, günümüz filmlerinde ve romanlarında çok görülüyor: Arayış
örgüsü, macera örgüsü, kovalama örgüsü, kurtarma örgüsü, kaçış örgüsü, bilmece
örgüsü, yoldan çıkma örgüsü, başkalaşım örgüsü, dönüşüm örgüsü, olgunlaşma
örgüsü ve bulgu örgüsü. Tarihi sıkıcı kılan nedenlerden biri, günümüz filmlerinde
ve romanlarda kullanılan bu 11 olay örgüsünün tarihsel anlatılarda
kullanılmamasıdır. Tarihte macera olmaz; kaçma-kovalama, kurtarma, kaçış,
arayış örgülerine, çok az sayıdaki örnek dışında yer verilmez. Aynı biçimde,
tarihsel anlatılarda, “katil kim?” diye bir soru sorulmaz; çünkü baştan hepsi
bellidir. Tarihsel anlatılarda yoldan çıkma örgüsü yer almaz; başkalaşım örgüsü
de yer almaz çünkü (bedensel) başkalaşım, ancak kurgusal anlatılarda bulunur.
Aynı biçimde, kimi padişahların ve kimi devrimcilerin sanatçı yönlerine yer
verilse de, kişilik olarak nasıl geliştiklerine yer verilmez. Kişilik
anlatımları, kendine, tarihte değil, romanda yer bulur. Tarihsel romanın ise,
olay örgüsü kısıtlaması yoktur. Tarihsel romanda, kaçma-kovalama, kurtarma,
kaçış, arayış, bilmece, yoldan çıkma, başkalaşım ve dönüşüm örgüleri vb. yer
alabiliyor. Tarih, kendini ilginçleştirmek istiyorsa, yer vermediği bu 11
örgüyü kullanmanın yollarına bakmalıdır ya da tarih, tümüyle roman ya da öykü
gibi yazılmalıdır.
Yazınsal
anlatıyla tarihsel anlatıyı karşılaştırmayı sürdürelim: Yazınsal olsun tarihsel
olsun tüm anlatılarda, altta yatan bir özdeyiş vardır. Sık görülen tarihsel
özdeyişler şunlardır: “Tarihten ders çıkarmalı”, “Ordusu güçlü olmayan ülkeler
kolay çöker”, “Dinden çıkmış ülkeler kolay çöker” vb. Ayrıca, tüm anlatıların
altında bir dünya görüşü ya da yaşam felsefesi vardır. Bu, tarihsel anlatıda,
tarihyazımına karşılık geliyor. Tüm yazınsal anlatılarda, üçüncü sayfa haberi
gibi yazılabilecek doruklar vardır. Tarih de benzer bir nitelik taşıyor;
örneğin, “Viyana’da hezimet”. Yazınsal anlatıda, çatışma, doğa, birey, toplum
ve topluluk arasında olabiliyor. Tarihsel anlatı, bu dört çatışma türünü de
kapsıyor. Ağırlıklı öğede ise, tarihsel anlatıyla yazınsal anlatı ayrılıyor.
Tüm yazınsal anlatılarda üç öğe vardır: Ortam, kişilik, olay. Yazınsal
anlatılarda, bunlardan biri daha ağırlıklı oluyor. Macera anlatılarında, ortam,
daha ağırlıklı (örneğin, ‘Güliver’in Serüvenleri’). Sanatsal filmlerde, kişilik
ağırlığı var. Vurdulu-kırdılı filmlerde olay ağırlığı var. Tarihsel anlatıda
ise, ortamın ve kişiliğin ağırlığı yok. Olaylar, ortamın da kişiliğin de
üstünde tutuluyor. Ayrıca, tarihsel anlatıda, eşkonuşmalara (diyalog) yer
verilmiyor. Yazınsal anlatıda ise, bunlar, büyük önem taşıyor.
Yazınsal
anlatılarda çeşit çeşit başkişi olabiliyor. Ulusalcı-dinci, devrimden sonra
toplumsalcı, kamuerkçi ve magazinci tarihyazımlarında, başkişi, yöneticiler;
diğer bir deyişle, büyük adamlar. Devrim öncesi toplumsalcı tarihyazımında ise,
başkişi, parti ya da halk olabiliyor. Bir romanda, başkişi, balıkçı olabilir.
Ancak tarihte, balıkçı, yalnızca devrim öncesi toplumsalcı tarihyazımında yer
alabilir. Gündelik yaşamın tarihini yazanlar, yazın alanındaki toplumsal
gerçekçiliğe karşılık geliyorlar. Onlar, sokakları yazıyor. Devrimden sonra
ise, toplumsal gerçekçi, kendi devletini yücelten, karşı çıkanları halk düşmanı
ilan eden bir noktaya gidiyor.
Yazınsal
anlatının ilgi çekici olmasının bir diğer nedeni, özdeşleşme düzeneğidir.
Yazınsal anlatının başkişisi, ortamı ve olayları, ortalama bir okurunkilere ne
kadar benzerse, ilgi o kadar artar; çünkü böyle metinleri okuyanlar, “bu, benim
de başıma gelebilirdi” ya da “bu, tam da beni anlatıyor” gibi bir düşünceye
kapılıp metnin başkişisiyle özdeşleşirler. Oysa tarihteki özdeşleşme
düzenekleri farklıdır; bizlik vurgusu (Türk, Müslüman, yenilikçi, ezilen)
güçlüdür. Ancak, bu bizlik vurgusu, okurun yüksek düzeyde özdeşlik kurmasını
engeller; çünkü okur, tarih okurken, “bu, beni anlatan özel bir öykü”
düşüncesine kapılamaz. Bu açıdan, tarihsel anlatı ve yazınsal anlatı,
özdeşleşme düzenekleri kullansalar da; bu düzenekler farklıdır.
İlgi çeken
yazınsal anlatıların birçoğunda, başlarda merak uyandıran tümceler vardır. Bu
tümceler, okuru çeken kanca niteliğindedir. Tarihsel anlatıda ise, okur kancası
kullanılmıyor.[4]
Yazınsal anlatılarda, bir tehdit/gerilim öğesi vardır. Gerilim filmi olmayan
anlatılarda bile, bu, böyledir; çünkü yazınsal anlatı, bir ya da birkaç çatışma
üstüne kuruludur. Yazınsal anlatıların çoğunluğu, Serim-Düğüm-Çözüm yapısı
izler. Çözüme dek, bir belirsizlik, bir gerilim vardır. Tarihte bu yok; çünkü
hepsi olmuş bitmiş. Yazınsal anlatıda, sonunda ne olacağı baştan
anlaşılamıyorsa, heyecan öğesi artar. Oysa, tarihte, oyunbozan (spoiler)
vardır; son, başta gelmektedir. Tarihsel anlatı, düz bir sıra izler. Tarih
anlatımında, geriye dönüşler ya da ileriye bakışlar yoktur; yazınsal anlatıda
ise olabilir. Birçok yazınsal anlatı, “şöyle olsaydı ne olurdu?” sorusu
üstünden gelişir; tarihsel anlatıda ise “işte böyle oldu” denir; “ya şöyle
olsaydı?” diyenlere “ama öyle olmadı” denir. Tarihi ilginç kılmanın bir başka
yolu, öğrencileri, tarih için, “olsaydı ne olurdu?” diye sormaya alıştırmaktır.
Çeşitli tarihçiler, tarihsel anlatı ile yazınsal anlatı arasındaki farkın
gerçekçilik olduğunu söylüyor. Tarihin, seçtiği gerçek ne olursa olsun,
gerçekçi olma zorunluluğu vardır; ancak bunun uygulamada bir karşılığı
bulunmamaktadır. Bilim-kurguyu içermek üzere tüm yazınsal anlatılarda, az ya da
çok gerçekçilik vardır. Başkişi, başka bir gezegene gittiğinde bile, doğa
yasalarının çoğu, dünyadaki gibi olur; çünkü tümüyle farklı yasaları olan bir
gezegen, okur ya da izleyici tarafından anlaşılamaz. Kaldı ki, tarihçilerin
kendi gerçeklikleri var; onlara bağlı kalarak gerçekçilik yapmış oluyorlar ve
iki tarihçinin gerçekliği ve gerçekçiliği birbirlerine uymuyor. Bu nedenle,
gerçekçiliğin ayırıcı bir özellik olduğunu düşünmüyoruz. Ancak, tarih,
gerçekleri anlattığını ileri sürerken; yazın’ın böyle bir savı yoktur.[5]
Yazınsal
anlatılarda, önemli bölümler daha uzun tutulur; önemsiz bölümler geçiştirilir.
Örneğin, başkişinin saldırıya uğradığı bir sahne, en ince ayrıntısına dek
gösterilir; hiç bir olay yaşamadığı bir pazar alışverişi, hızlı geçilir. Tarih
kitaplarında, bu ayrımın ne kadar başarılı olduğunu ayrıntılı olarak incelemek
gerekir. Bir de, tarih okuyan öğrencinin önemli bulduğu bölümlerle, öğretmenin
önemli bulduğu bölümler farklı olabiliyor. Tarihte neyin önemli olduğunu ise,
tarihyazımı belirliyor.[6]
Yazınsal anlatı,
tüm bakış açılarında (ben, sen, o, biz, siz, onlar) yazılırken, tarih, o
diliyle ya da onlar diliyle anlatılıyor. Ben ve biz dilli canlandırmalar ve sen
ve siz dilli tarih mektupları, tarih okumalarını ilginçleştirecek bir gelişme
olacak. Ek olarak, yazınsal anlatıda, simgesel göndermeler bulunurken, tarihsel
anlatı, kuru bir dil kullanır. Tarihsel anlatı, simgesel gönderme yaparsa,
anlattıkları belirsizleşir ve tarihin, belirsiz olmama gibi bir yönelimi
vardır. Bu, tarihsel anlatıyla yazınsal anlatıyı ayıran bir başka noktadır:
Yazınsal anlatının anlamı belirsiz olabilir; tarihsel anlatının böyle olmaması
beklenir.
Bu yazıda,
anlatıbilim açısından tarihi inceledik ve onu ilginç kılmak için çeşitli
önerilerde bulunduk. Umarız, buradaki görüşler ve öneriler, tarihçilere
yazarlığın öğretilebileceği biçimindeki savımız için ikna edici olmuştur ve
umarız, böylece, tarih, ilginç bir bilgi alanına dönüşür.
Ek
Okumalar
Gezgin, U. B.
(2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (79): Endonezya ve tarihyazımı. Evrensel Hayat
Eki, sayı 238, 25 Ocak 2009.
Gezgin, U. B.
(2009). Asya-Pasifik’te Bu Hafta (78): Çin’in birlik ve beraberliği. Evrensel
Hayat Eki, sayı 237, 18 Ocak 2009.
[1]
“Tarihte tekerrür yoktur” diyenler, tarihin, yinelenemez, denenemez ve
kanıtlanamaz olduğunu söylüyorlar. Bunu, ancak, toplumsal bilim alanlarını
çalışmamışlarsa diyebilirler. Toplumsal bilimlerde çeşit çeşit görüş olsa da,
üzerinde anlaşılan ortak doğrular vardır. Örneğin, kentleşme. Kentleşme, yüzde
gibi basit bir veriye dayanır. “Nüfusunun % 70’i kırsal kesimde yaşayan bir
ülkede, kısa bir sürede, nüfusun yüzde % 70’i kentte yaşarsa ne olur?”
biçimindeki bir soru, tarihsel bilgiyle sınanabilir. Başka ülkelerin
tarihlerine bakılarak şu denebilir: “Bir ülke hızlı bir biçimde kentleştikçe,
gecekondulaşma, suç oranı vb. artıyor. Kentleşmeyle birlikte geniş aile yapısı
çözülüyor, 3 kuşaklı soyakların (aile) birarada bulunduğu evlerin sayısı azalıyor.”
Buna benzer çokça örnek verilebilir. Öngörüler tutmadığında, modeli geliştirme
olanağı var; toplumsal bilim, din gibi donmuş bir yapı değildir. Dolayısıyla,
olgucuların dediği gibi, tarihsel bilgiyi toplumbilimin yardımcısı olarak almak
ve onu öngörüler için kullanmak olanaklı.
Tarih tekerrür
etmesiydi, psikoloji diye bir bilim de olmazdı. Yansıbilime göre, hemen hemen
tüm insanlar, çeşitli gelişim evrelerinden geçiyor. Her insan eşsizdir ama
yaşadıkları eşsiz değildir.
[3]
Tarihyazımında çoğulculuk, yalnızca ulusların değil, dinlerin anlatımlarını da
elekten geçirmek durumunda. Kutsal olan, kitap değil; dinlerin tarihyazımıdır.
Herodot’u tarihçi değil şair sayıyoruz; oysa, onun yazdıkları, çağı için, söylenbilgisi
(mitoloji) değil din bilgisi idi.
[4] Tarih
anlatımı nereden başlamalı? Bu, tarihin ne için yazıldığına bağlı. Hangisi,
olgu; hangisi olay olarak görülecek? Bu da, ne için yazıldığına bağlı. Yazınsal
anlatıda da, kimi öğeler, olay; kimileri, olgu olarak değerlendirilebilir.
Örneğin, bir adam, öldürülür. Bu adam, anlatının başkişisiyse, bu, bir olgudur;
bu adam, olay örgüsünde önemsiz bir kişilikse, yalnızca olaydır; kurguyu pek
fazla etkilemez. Zaten birçok yazınsal anlatıda, anlatının yapısını etkilememek
için, olaylara yer verilmez; yalnızca olgular kullanılır.
[5] Evet,
tarihçi, kurgulama yapıyor; ama onun ayakları, bir gelecekbilimci ya da bir
bilim-kurgu yazarı gibi havada değildir. Dayandığı bir temel vardır.
Tarihçilerin yapabileceği ilginç bir çalışma, geçmişte yaşayanların gelecekle
ilgili öngörüleri üstüne olabilir. Ne beklediler, niye öyle beklediler, ne oldu
ve neden öyle oldu? Bu, gelecek öngörülerinde gelecekbilimciye yardımcı
olacaktır. Bu açıdan, öbür dünya (Cennet-Cehennem) düşüncesi de, bir gelecek
öngörüsüdür.
Bir insan,
tarihin saptırılabileceğini ya da çarpıtılabileceğini ve tarihe bakışta
yanlışlar yapılabileceğini düşünüyorsa, bilincinde olmadan, tarihte temel
gerçeklerin varolduğunu savunuyor demektir. Bir tarihçi, tarihi çarpıtıyorsa,
tarihin çarpıtılmaması gereken birtakım gerçekleri var demektir ki, bu,
sonçağdaşçı (postmodern) savları yanlışlar.
[6]
Çağımızın çocukları, birçok tarihsel bilgiyi orta kuşaktan daha iyi
bilebiliyor; çünkü son onyıllarda, tarihle ilgili bilgisayar oyunları var. Bu
oyunlar, anlatıbilime dayanıyor ve öğrenciler, hem eğlenip hem de kişiliklerin
adlarını ezberliyorlar. Peki bu, onlara tarihsel bakış kazandırıyor mu? Ne
yazık ki hayır.
Kaynak: Gezgin, U. B. (2017). (...) Ötekiler Açısından Tarih [History from the Eyes of the ‘Others’].
AVCILARIN
EFSANELERİ, ASLANLARIN KISIK SESLERİ:
Ötekiler
Açısından Tarih
Prof.Dr. Ulaş Başar
Gezgin
Tarih
Yöntemi
1. Anlatıbilim
Açısından Tarihyazımı.
2.
Tarih(çilik) ve Öykü(cülük): Nerede Nasıl ayrılıyorlar?
3. ‘Yenilikçi
Tarih Öğretimi Etkinlik Örnekleri’ Üzerine.
4.
İnsanlaşmanın Kısa Tarihi: İntikamcı Hammurabi’den Hukuk Devletine.
5. Çin
Seddi’ndeki Görünmez Emek.
6. 6 Bardağa
Sığmayan Dünya Tarihi.
7.Aynı Suya
Bakıp...
Ötekilerin
Tarihi
8. Yeni
Sömürgecilik: Eski Sömürgeciliğin Torunu
9. Yeni
Sömürgecilik Notları: Klasik Sömürgeciliğin Yeni Formları
10. “Nasıl
Müslüman Olduk?” Sorusu Üstüne Yeniden Düşünmek.
11.
Alevilik-Bektaşilik Açısından Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Üzerine.
12.
İlkesizlik, Omurgasızlık, Kişiliksizlik: Devletlerin, Şirketlerin ve
Bireylerin İkiyüzlülüğü Üstüne.
13. Devletsiz
Halklar, Temsil Edilmeyen Halklar.
14. Almanlara
Nazi Demek Ne Anlama Geliyor?
15. Muhammed
Ali: Bir Gri Derili
Solun
Tarihi(1): 2. Paylaşım Savaşı Öncesi
16. Gezi
Direnişi ve Paris Komünü: “Her Yer Paris Her Yer Direniş”.
17. Osmanlı ve
Paris Komünü: Cüce Canavar ve Çapulcular.
18. Osmanlı’nın
İlk Sosyalist Dergisinde Bir Gezinti: İştirak ve İştirakçı Hilmi.
19. Georgi
Dimitrov: Sizi Halk Adına Yaşama Mahkum Ediyorum!
20. İspanya İç
Savaşı: Darbe, Direniş ve Tarihyazımı
21. Sakallı
Celâl: Bir Komünist Diyojen.
Solun
Tarihi(2): 2. Paylaşım Savaşı Sonrası
22. 1948’den
Bir İhraç Öyküsü: Pertev Naili Boratav’ın Savunması.
23. En Büyük
Tehlike: Irkçılık Broşürü Üstüne.
24. Vartan
İhmalyan'ın Yaşamı ve Parti Tarihi.
25. İran’da
Sol Nasıl Yenildi?: Öznelerin Sorumluluğu
26. AKP
Döneminde Liberallere Göre Bir Bir Mit ya da Kurgu Olarak Şehitlik
Sovyetler
ve Tarih
27. Samsun’dan
Taksim Meydanı’na Çıkan Bir Kızıl Ordu Generali ve Onbeşler.
28. Lenin
Nişanı: Nobel’e Eski Bir Alternatif.
29. Bir
Zamanlar Sosyalist Olimpiyatlar Vardı, Belki Yine Olur
30. Sovyetler
Neden Dağılmıştı?: ‘Sovyetler Birliği’nde Yedi Yıl’ Üzerine
1915
ve Ermeniler
31.
İstanbul’un Ermeni Hükümdarları.
32. Taner
Timur’a Göre 1915.
33. 1915’e
Nasıl Gelindi? Bir Özetin Özeti Denemesi.
34.
Anadolu’nun Kalkınamamasının Nedenlerinden Biri Olarak 1915.
35. Çerkezyan:
Sarkis Ustanın Anılarındaki Gizli Ayrıntılar.
İstanbul
ve Anadolu Tarihi
36. Anabasis:
2,500 yıl önce Anadolu.
37. İstanbul
Üniversitesi’nin Kayıp Bin Yılı.
38. Eski ve
Yeni Anlamlarıyla Taksim Anıtı.
Heykeller
ve Tarih
39. Heykel
Tartışmaları: Simgesellik, Birey Övgüsü, Putlaştırma.
40. Türkiye’de
Heykel Tartışmaları: Putlaştırma İddiası.[1]
Anaokulu öğretmenliğinden emekli
olduktan sonra benimle aynı yıl üniversite sınavına giren, lisans eğitiminin
ardından tarih alanında yüksek lisans ve doktora yapan annem Edibe Gezgin’i
(19 Mayıs 1954, Elazığ- 19 Ocak 2017, İstanbul) şükran ve özlemle anarak
|
[1] Yazarın
ayrıca, Asya tarihiyle ilgili çok sayıda yazısı bulunmaktadır. Bunlar içinden
aşağıdaki başlıklarda olanları, ‘Asya-Pasifik Hattı’nda kitabından okunabilir.
Bunlar, tekrara düşmemek için elinizdeki kitapta yer almadılar. Lao’nun yakın
tarihine kısa bir bakış: Dünyada kişi başına en çok bomba düşen ülke; Yasukuni:
Ölüler üstüne kurulu tarih...; Halktan yana tarih...; Elde kafatasıyla yeni bir
tarih yazmak...; Endonezya ve tarihyazımı; Çin’in birlik ve beraberliği;
Sosyalizm ve ‘milli tarih’; Vietnam’da savaş günleri ve sonrası; Bir ortak
bölen olarak Soğuk Savaş...; Ho Çi Min Kenti’ne kala(maya)nlar; 40 yıllık
suskunluk ve Gencer-Gencer; Yarım Yüzyıl Sonra ‘Bağlantısızlar’; Asya
takvimleri ve dinlenceleri; Yunan (Makedon)-Hint etkileşimi; Dünden bugüne
Hindistan; Dünden bugüne Moğolistan; Vietnam’da müzecilik; ‘Hannah Hanoi’:
Amerikan ordusunun korkulu düşü; Yıldızlarını sökmüş general: Vo Giap; Dünden
bugüne Filipinler...; (Hindistan, Gandhi sayesinde değil) Gandhi’ye rağmen
(bağımsız olmuştur); Uzaklarda bir Yahudi Devleti; Yılbaşı’nın Vietnam’da
farklılaşmış anlamı üstüne; Dünden bugüne Endonezya; Yeni yıl ama hangi
takvimle?..; Dünden bugüne köhne Burma-1-2; 1973 Nobel Barış Ödülü’nü reddeden
Vietnamlı Devrimci ve karşı-orduculuk....
Aynı nedenle,
yazarın Çin ve Vietnam kitabında yer alan tarih yazılarına bu kitapta yer
verilmedi. Bir fikir vermesi için yine de yazı başlıklarının burada bir
dökümünü sunuyoruz:
Eski Çin Yeni
Çin Algısı: İdeolojiden Pragmatizme; Çin-Sovyet İlişkileri: Tarihten Bir
Yaprak; Tibet: Çin işgali altında yarım yüzyıl; Uygurlar, Kürtler, Özerklik ve
Bağımsızlık.; Klasik Çin Felsefesinde Rızanın ve Zorun İktidarı ile Liberalizm;
Vietnam-Amerikan Savaşı'nda Çin'in Rolü ve Sonrası; Ho Çi Min Kenti’nde Fransız
sömürge yapıları; Hanoi Sokaklarının Öyküsü: Sokak Adlarıyla Vietnam Tarihi;
Portakal Gazı: Savaştan sonra da süren felaket; Güç Veriyor Her Şeye Karşın Onun
Öyküsü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder