Bali’de
Bitimsiz Bir Gece
Ulaş Başar Gezgin
Adam, bir yolculuktan sonra evine dönüyordu. Yol yorgunluğu nedeniyle
uçakta kestiriyordu. Bir ara uyanır gibi olup da çevreye baktığında, onu
süzmekte olan hostesi gördü. Bu hostes, onun yıllardır görmediği Cana idi.
Kucaklaştılar. Adam, evine dönmemeye karar verdi. Cana ile birlikte başka bir
ülkeye gideceklerdi. İndikleri ilk havaalanında, Endonezya-Bali’nin en uygun
yer olduğuna karar verdiler. Bali’nin o güzelim havaalanından inip bir
motosiklet kiralayacak; Bali’nin merkezden uzak, ıssız bölgelerinde, ayrı geçen
yılların acısını çıkaracaklardı. Öyle de yaptılar. Motosikleti Cana sürüyordu.
Bali’nin merkezinden geçerlerken, adamı tanıyanlar oldu. “Hoşgeldin John!”
diyorlardı ona; adamsa, buna çok kızıyordu, “ben John değilim, Can’ım” diyordu.
Can, yolda, yıllardır görmediği çocukluk arkadaşlarını da gördü; onları Cana’ya
tanıştırdı. Onlar da, Can ile geleceklerdi. Bali’ye yeni yaptırılmış paralı
yoldan geçerlerken Can’la Cana, arkadaşları kaybettiler; ama bunu umursamadılar,
çünkü arkadaşları zaten sonuçta nerede buluşacaklarını biliyorlardı.
Can, motosiklet üstünde, arkadan Cana’nın memelerini avuçlarken, garip bir
duyguya kapıldı. Motosikleti süren, Cana değildi sanki. Üstelik, Bali’ye daha
önce hiç gelmemiş olduğunu söyleyen Cana’nın Bali yollarını avucunun içi gibi
bilmesi, Can’ı kuşkulandırdı. Ama yıllardan sonra Cana’ya yeniden kavuşmaktan
öyle mutluydu ki, bu olumsuz düşünceleri içine gömdü. Cana’ydı işte bu; Can’ın
küçük avuçlarıyla birebir uyuşan küçük memelerinden belliydi.
Sonra birden, Can’ın aklına, üstünde yeterince para olmadığı geldi. Bir
yolculuk dönüşünde, beklenmedik bir biçimde Cana’ya kavuşmuş, yeniden yolculuğa
çıkmıştı; para çıkışmayacaktı. Acaba uzaklardaki arkadaşlarından para mı
istemeliydi? Umursamadı bu durumu; sonunda Cana’ya kavuşmuştu; para, bir
biçimde bulunurdu; ama Cana, herzaman bulunmazdı. Sonra, aklına, sırtındaki
çantanın küçücük olduğu geldi. Büyük çantalarını havaalanında kargoya vermişti;
ama sonra ani bir kararla uçak değiştirip Bali’ye gelmişlerdi; büyük
çantalarını almayı unutmuştu. Çantasında sandalet bile yoktu. Cana’nın çantası
da küçücüktü. Hele çantasında kitap olmaması, bir anda beyninden vurulmuşa
dönmesine yol açtı. Koca günde ne yapacaktı kitaplar olmasa. Sonra durdu,
durdu, “ne biçim düşünce bu! Cana’ya kavuşmuşum sonunda; kitap mı okuyacağım
şimdi!” diye geçirdi içinden; “bugünlerde hiç kitap okumayacağım. Hiç! Hiç!”
Sonunda otele geldiler. Tam içeri girecekken, kapı ağzında, yaşlı bir
kadınla karşılaştılar. Kadın, Cana’yla konuşuyor; daha önce ödünç verdiği
birşeyleri geri istiyordu. Cana’nın otele girdiğinde Kayıt Kabul’a gitmeden
doğrudan odaya gitmesi, bu işte bir iş olduğuna Can’ın artık gözünden
kaçamayacak kadar açık bir kanıttı. Kadın gider gitmez, Can, Cana’ya “kimsin
sen?!” diye sordu şaşkınlıkla; “evde konuşuruz” dedi Cana. Can, ikisi eve
girdikten ve kapıyı kapattıktan sonra, Cana’ya baktı. Ama bu kadının yüzü,
Cana’nınkine hiç mi hiç benzemiyordu. Hoş bir Cavalı yüzüydü bu, Hintli’ye
çalan; boynunda ise bir haç vardı. Kesinlikle Cana değildi bu kadın. Can’ın
şaşkın bakışlarına karşılık, “açıklayabilirim” dedi kadın. Bir anda Can, bu
kadının bir seks işçisi olduğunu anladı. Yalnız orada kalsa iyi; kendisinin
yaşlı bir adam olduğunu, adının da ‘John’ olduğunu anımsadı birden. Kapı
ağzındaki kadınsa, kadın satıcısıydı belki. John, ağlamaklı oldu. Cana yoktu
ortada. Ömründe hiç sevgi görmemiş bir adamdı o. Kimse, onunla, severek
birlikte olmadığından, parasını bastırıp seks işçileriyle yatıyordu işte. Niceleri,
bir yabancı olarak sırtından geçinmek için evlenecek olmuştu John’la; ama
hiçbirinin kendisini sevmediğini, onunla evlenmek istemelerinin parasızlıktan
ileri geldiğini bal gibi biliyordu. Bu nedenle, tüm isteklilere karşın, hiç
evlenmedi John. Parayla satın alınmayan seksin, sevgiye dayalı olduğu için,
daha fazla mutluluk verici olduğunu hiç bilemeyecekti John; çünkü ömrünü,
gençlik yıllarında tutulduğu Cana’yı aramakla heba etmiş; kimseyle severek
birlikte olmamıştı.
John, başladı ağlamaya. Ama sonra, kadının da ağlamaklı olduğunu görünce;
kendinden utandı. Bu kadının dertleri, onunkilerden daha büyüktü herhalde. Onu
tanımak istedi.
- Yine mi John!? Herşeyi unuttun mu?
- Unutup unutmadığımı bile anımsamıyorum.
- Beni de unuttun yani.
- Evet. Adın ne?
- Ben İrena. Anımsadın mı?
- Yok.
- Aşk olsun. Kaç geceyi birlikte geçirdik. Bunamışsın sen John, erken
bunamışsın. Aylardır böylesin. Yeniden yeniden anlatıyorum herşeyi. Umarım son
olur bu kez.
- Kusura bakma. Gerçekten anımsamıyorum.
- Ben İrena. Cava’dan, Katolik İrena. İlk geceyi çok net anımsıyorum:
Kalçamdaki dövmeler çok hoşuna gitmişti. O ilk gece beni çok yormuştun. “Beni
bu kadar yorma, sabah işe gideceğim” demiştim.
John, anımsar gibi oldu. Evet, bu, İrena’ydı. Bir işte çalıştığını duyunca
şaşırmış; Bali’de gündüzleri otellerde, lokantalarda, dükkanlarda vb. çalışan
kızların geceleri bedenlerini satıp satmadıklarını merak etmişti. Seks
işçiliği, halklaşmıştı belki de. Bu kadar düşük aylıkla çalışan kızcağızlar,
geceleri, aylarca bir işte çalışarak kazanacakları geliri elde ediyorlardı. Tek
bir yatışta elde edilen 500,000 Rupiah ya da 50 Dolar, Bali halkı için az para
değildi. Gerçi, gecelerin gelirinin çoğu, satıcı ve onun adamlarına gidiyordu;
ama yine de para, paraydı. Ona, bu işe nasıl başladığını sormayı düşündü John;
ama belki kerelerce sormuştu bunu daha önce; onu bir kez daha üzmek istemedi.
Ama şuna hayret etti: Nasıl oluyordu da, bu kadar kötü yaşam koşullarına
karşın, kendi canına kıymıyordu İrena? Onu herşeye karşın yaşama bağlayan ne
idi? Boynundaki haca bakılırsa, onu ayakta tutan, dindi belki de. Ama bu nasıl
tanrıydı ki, onu, geceleri bedenini satmaya itmişti... Büyük başharfle
yazılmayı hak etmiyordu böyle bir tanrı. Öyleyse neden hâlâ haç taşıyordu
boynunda İrena?.. Yabancılar için, boynunda haç olan bir kadınla yatmak, hoş
düşünceler çağrıştırmıyor olsa gerekti. Belki de, İrena, Katolik bir müşterinin
onu kurtarmasını bekliyordu. Ya da çoğunluğu Muhammedci olan Endonezya gibi bir
ülkede, Muhammedci müşteriler, bir İsacı kadını becermekten özel bir zevk
alıyorlardı da; sürekli ona geliyorlardı.
İrena’yı ayakta tutan, din olamayacağına göre, ne idi? Belki çocuğu vardı
İrena’nın. Belki, bir adam, evlenme sözü verip onu kandırmış; sonra gebe
bırakıp kaçmıştı. Bedenini satmaya ondan sonra başlamıştı belki. Evet, bir seks
işçisini ancak bir çocuk bağlayabilirdi yaşama. İrena’nın soyunurken cebinden
düşürdüğü resimdeki çocuk, kendi çocuğu olmalıydı.
Birlikte olduktan sonra duş aldılar ve yanyana uzandılar. “Üzülme John”
dedi İrena, “ben sana sahip çıkacağım. Sen hiçbirşey anımsamasan da ben herşeyi
sana anımsatacağım.” John’un gözlerinden yaşlar dökülse de, yol yorgunluğu
baskın çıktı; derin bir uykuya daldı.
Uyandığında, uçaktaydı. Piste çoktan inmiş olan uçakta, bir yolcunun hâlâ
uyumakta olduğunu gören hostes, John’un yanına gitti; onu dürtükledi. John,
birden uyandı; uçakta olduğunu görünce şaşırdı. Uçaktan çıkıp çantalarını almak
üzere Çanta Bölümü’ne geçti. Beyni, kendisine bir oyun oynamıştı işte. Bir düş
görmüştü; ama beyni, bunu gerçek bir olaymış gibi kaydetmişti. Uçakta
uyuyakalmış olduğuna göre, ne İrena ne de Bali yolculuğu gerçekti. Böylesi daha
iyiydi. Şimdi John’u karşılamaya eşi gelmiş olmalıydı. Çantaları aldıktan
sonra, havaalanı çıkışında, yüzünü kapatacak biçimde tüllü bir şapka giymiş bir
kadın, John’un boynuna sarıldı; “hoşgeldin Can! Oraya varınca haber etmedin,
beni merakta bıraktın” dedi. “Ben Can değilim” dedi John, “John’um ben, John!”
“Kocamın şakaları devam ediyor” dedi içinden, kadın. “Tamam kocacığım; sen
John’sun ben de Hanna’yım. ‘Can’ ner’den çıktı zaten”. John, rahatlamıştı;
karısı Hanna’nın motosikletine atladı, yol boyunca sürekli düşündü. John muydu
Can mıydı acaba? Ya bu kadın, Cana mıydı Hanna mıydı? İrena kimdi peki? Hanna,
yüzünü neden tülle örtmüştü? Kimden gizliyordu yüzünü? John’dan mı? Çevredeki
insanlardan mı? Birden, düşünü anımsadı John. Motosiklet üstünde giderlerken
geçtiği bu yollar, Bali yollarının tıpatıp aynısıydı. Yolda, insanlar, selam
veriyordu John’a: “Merhaba John! Hoşgeldin! Akşam içmeye gelecek misin bizim
meyhaneye?!” Demek Bali’de yaşıyordu John. Eve vardıklarında, Hanna, tülü,
yüzünden kaldırdı. Hoş bir Cavalı yüzüydü bu, Hintli’ye çalan; boynunda ise bir
haç vardı. John, bu yüze bakakaldı.
- Ne oldu John? Anımsayamadın mı karını? Anımsayamadın mı Bali’de
tanışmamızı? İlk geceyi çok net anımsıyorum: Kalçamdaki dövmeler çok hoşuna
gitmişti. O ilk gece beni çok yormuştun. “Beni bu kadar yorma, sabah işe
gideceğim” demiştim.
John, düşünü anımsadı. “Evet anımsadım” dedi, “sen İrena’sın, Cavalı’sın.”
- Çocuk okulda şu an. O da babasını çok özledi.
John, duyduklarına bir anlam veremedi. Düşünde gördüklerini de birkaç
saniye içinde unutuverdi. Belleğinden herşey silinmişti; ama bir adı çok iyi
anımsıyordu.
- Cana ner’de peki?
- İşte en çok bu üzüyor beni John. Tamam, erken bunadın, herşeyi
unutuyorsun. Ama benim adımı anımsamak dururken, gidip yine ‘Cana’ diye
tutturuyorsun.
- Cana mı? O da kim? Kim ‘Cana’ dedi? Ben mi dedim?
- Elbette sen dedin.
- Ne dedim?
- Cana.
- Ha evet ner’de Cana?!
John, sorusuna yanıt alamadı. Akşam yemeğinde kızını gördü ama
anımsayamadı. Gece oldu; İrena, soyunduktan sonra, John’un üstünü çıkardı.
John’un üstünden bir resim çıktı. Kıvırcık saçlı güzel mi güzel bir kızın
resmiydi bu. Resmin arkasında ise, ‘Cana’ yazıyordu. John, yine kuşkulandı.
İrena yalan söylüyordu belki. John, uyur gibi yaptı; İrena’nın uyumasını
bekledi. İrena uyuyunca, arkasında ‘Cana’ yazan resmi buldu; üstünü giydi ve
evi sessizce terketti. Havaalanına gidecekti; çünkü gününün havaalanında
başladığını anımsıyordu. Geçmişiyle ilgili ipuçları bulacaktı belki
havaalanında. Fakat havaalanı, ona ipucu verecekmiş gibi görünmüyordu. Sonunda
umutsuzluğa düştü ve rastgele bir uçak bileti aldı. En iyisi, Bali’den ayrılıp
yeniden düşünmekti. Uçak kalkarken, derin bir uykuya daldı John.
Ben, John’u, aynada Can’a bakarken buldum; belki de John, Can’a değil, Can,
John’a bakıyordu. Peki ben John’a ve Can’a mı bakıyordum, onlar mı bana
bakıyordu? Yoksa ben, John’la bir olup Can’a mı bakıyordum? Bir türlü
anlayamadım ben de. En iyisi derin bir uykuya dalmak... Belki, uyanınca, Cana
çıkar karşıma...
Kaynak: Gezgin, U. B. (2009). Barbar Türkler, İMF’ye Karşı (gülmece öyküleri) [Barbarian Turks against IMF- Short Stories]. Ho Çi Min Kenti, Vietnam, 2009.
BARBAR TÜRKLER İMF’YE KARŞI (GÜLMECE ÖYKÜLERİ)
Ulaş Başar Gezgin
İçindekiler
Eyids, Ölüm, Yaşam...
Satılık Yüz, Kiralık Yüz
Cennet’e Cehennem’e Döşenen Yol...
Gerçek Gülüşlüler...
Devre-yaşam
Birinci Ay Savaşı.
İnsanları Ayakkabılarından Tanıyan Adam.
İstanbul’da 1 Milyon Bangkoklu; Bangkok’ta 1 Milyon İstanbullu...
Bümbüyüklerle Kümküçükler...
Çocuk, Çocuk, Lanet Olası Çocuk.
Dünya: Kapkaranlık Bir Gezegen.
Yaşamın Anlamı.
Beşizistan’ın Öyküsü.
Doktor’un Ölümü.
Yanardağlar Patladığında.
Güldüm ve Güldüm ve Güldüm...
Aşçı Kral.
Tanrı Yaratmak (ya da Toplamak).
Bali’de Bitimsiz Bir Gece.
Uzaylıların Gizli Oyunları…
Düşünürler Maçının Uzatmaları...
“Barbar Türkler, İMF’ye Karşı!”
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder