Videolar

17 Aralık 2017 Pazar

Eyids, Ölüm, Yaşam…(öykü)

Eyids, Ölüm, Yaşam…

Ulaş Başar Gezgin


Hastanede, ölüm döşeğindeki dedenin pek ziyaretçisi yoktu. Ölüm döşeğinde olsa da, zihni hâlâ dupduruydu. Artık onun için bir gelecek kalmadığından, hep geçmişi düşünüyordu. İçeriye giren genç hemşirenin bileklerindeki kesik izleri onu çok üzdü. Odada bir tek hemşireyle o vardı. “Giderayak bir yararım olsun geride bırakacaklarıma” diye düşünerek söz aldı:

- Canın mı sıkkın hemşire hanım kızım?

Genç hemşire, soruyu geçiştirmekle gerçekten yanıtlamak arasında bir süre kararsız kaldı.
- Evet. Yaşamda daha iyi bir noktada olmayı umardım. Okulda hep başarılıydım. Şimdi hastanede her günüm aynı. Keşke doktor olsaydım. Çok mutsuzum.

- Şu an gençsin. Önünü göremiyorsun. Oysa bunun iyi yanı, önünde uzun mu uzun bir ömür olması. Evet, yaşamda olanaklar herkese eşit dağıtılmamış; ama yapabileceğin çok şey var yine. Önce karar vermelisin. Kararında hem gerçekçi hem de tutkulu olmalısın. Bunun ölçüsü çok önemli. Çok gerçekçi olursan, istediklerini yapamazsın; çok hayalci olursan da çok hayal kırıklığına uğrarsın. Bak, ben öldü öleceğim. Hergün ağrıdan sızıdan mahvoluyorum, ama “yaşadım” diyebilirim üstüne basa basa; “ölsem de gam yemem artık” diyebilirim. Canına kıymayı düşünüyorsan; sana önerim, acele etme. Bekle biraz, benim yaşıma gel, sonra yeniden düşün. Ama boş boş da bekleme. Yazgını eline almak için çalış, didin!

- Öğütleriniz benim için umut verici. Peki bana örnek olsun diye, yaşamınızdaki bir dönüm noktasını anlatabilir misiniz?

- Elbette! Sevinirim! Hatta ben ölmeden istiyorum ki birisine anlatayım o günleri, öyle öleyim. Ömrümde iki dönüm noktası var; ikisi de birbirinden önemli. Birincisi şu: Senin yaşlarında, ben de senin gibi mutsuzken; gönüllü yardım amacıyla, Angola’ya bir uçak bileti aldım. Uçuş o uçuş zaten. İnsanlığı; bir insana yardım etmenin, onun yüzünü güldürmenin değerini öğrendim böylece. Çoğu zaman, ya yardım etmeyiz insanlara ya da yardım ettiğimizin farkına varmayız. Bak örneğin sen şu an bana yardım ediyorsun, ama farkında değilsin. Beni dinleyecek kimsem yok ölüm döşeğimde, ama sen dinliyorsun. 

- Evet, sizi dinliyorum.

- Güneydeki bir köyde, çocuklara ve yetişkinlere okuma yazma öğretiyordum. ‘Okul’ diye birşey yoktu. Kimi zaman bir ağaç gölgesinde, kimi zaman köy kahvesinde, kimi zaman su başında. Yani nerede olursa... Bir gün, köyün uzağındaki tarlada, her zamanki gibi, okuma-yazma öğretiyordum ağaç gölgesinde. Ders bittiğinde, bir anda, oldukça alımlı bir genç kadın çıktı karşıma; afalladım. Adı, Luyana imiş. Bu kadını köyde hiç görmemiştim. Komşu köylerden birinden olduğunu; okuma-yazma öğrenmek için bizim köye geldiğini söyledi. Bizim köyde bir öğretmen olduğunu duymuş, öyle gelmiş. Ben de tüm günümü ona ayırıp elimden ne gelirse yaptım. Zeki bir öğrenciydi. Herşeyi ‘şıp’ diye anlıyordu. Kalemi sol elle değil sağ elle kullanmayı öğretirken, eli, usulca elime değdi. Göz göze geldik.

Saatlerce öğretimden sonra hava kararmıştı; ben, evin yolunu tutmalıydım; o da kalacak bir yer bulmalıydı. Bana evimde kalacak yer olup olmadığını sordu. Ev dediğin nedir ki zaten. Bildiğin gibi, kara kıtanın köylerinde, evle bahçe arasında büyük bir fark yoktur. İnsanlar, üstlerine güneş için bir örtü gererler; yerde ya da ağaçların arasına gerdikleri hamakta yatarlar. Bu nedenle, herkesin evinde herkes için yer vardır elbette. O gece, benim evimde kaldı. 

Sabah, çocukların gürültüsüyle uyandım; Luyana’nın çevresini sarmışlardı; onunla kucaklaşıyor, sohbet ediyorlardı. Çocuklardan birini, sessizce yanıma çağırdım; “akrabanız mı?” dedim. “Kimimizin ablası, kimimizin teyzesi, kimimizin anası olur” dedi; şaşırdım. 

Meğer Luyana, Angola’nın kraliçesiymiş. Bu kadar aç çocuğun arasında kraliçe olmaktan utanır; sarayın yemeklerini, anasından, babasından gizli gizli, çocuklara dağıtırmış. Ona yoksullar hiç bir zaman ‘prenses’ ya da ‘kraliçe’ demezmiş; o, kimilerin ablası, kimilerinin teyzesi, kimilerinin anası imiş. Dün, köye gelmiş; bir yerlerden, benim burada öğretmenlik yaptığımı duymuş; tanışmak istemiş. Yanındakilere sessiz olmalarını söyleyip tarlanın oraya gelmiş usulca; önce uzaktan izlemiş beni; sonra da, bana belli etmeden iyice yaklaşmış; öğrencilerimin yüzünü ve sonra benim yüzümü gizli gizli süzmüş; ders bitiminde öğrenciler dağılırken ‘pat’ diye karşıma çıkmış. Yüzüne bakınca, köydeki kızlardan bir farkı yoktu işte. Narin elleri dışında, hiç bir yerinden, köylü olmadığını anlayamazdım. Okuma-yazma bilmiyormuş gibi numara yapmış dün.

Ömrümdeki ikinci dönüm noktası, eyidsli kraliçe ile evlenmem oldu. Eyidsli olduğunu bile bile, bile isteye evlendim onunla. Nasıl eyids olduğunu kendisi de bilemiyordu; kan aktarımı sırasında olabilirmiş belki. Ama bu, önemli değil. Onun eyidsli olduğunu yıllarca gizledik herkesten. Bir tek o ve ben biliyorduk bu sırrı. Bütünleşmemize ve tek bir beden oluşumuza engel olacak hiç bir plastiğin aramıza girmesine izin vermedik. Tüm sıvılarımız birbirine karıştı yıllarca. Onunla, birlikte ölmek için evlendik!

- Lütfen devam edin, durmayın. Sonra ne oldu? Bir eyidsliyle evlendiniz!? Sıvılarınız birbirine karıştı!? Sizin böyle yapmanızın, bana göre, üç nedeni olabilir: Siz ya yaşamaktan vazgeçmiştiniz ya onunla özellikle kraliçe olduğu için evlenmiştiniz ya da gerçekten aşıktınız. Hangisi? Luyana, kraliçe olmasaydı; onun eyidsli olduğunu bile bile evlenir miydiniz yine de?

- Hanım kızım, yaşamaktan vazgeçmeyi düşünmüştüm gençken; ama Luyana’yla tanıştıktan sonra sımsıkı sarıldım yaşama. Ona gerçekten aşıktım. Ve hep öyle kaldım! Ve o, aslında Angola Kraliçesi değil. Aklın nereye uçtu?! Angola, bir cumhuriyet; kraliçesi yok. O, Angola’yı; Angola da onu sevdiği için; ben onu; o, beni sevdiği için, gönlümüzün kraliçesidir o. Tahtı, sarayı, hazinesi, hiç bir şeyi olmayan bir kraliçe...

Hemşire, dalgınlığı nedeniyle kendine kızdı; dedenin, gözlerini, coşku içinde, duvara yansıyan gölgelere dikip duraksamasından yararlanarak, bir ona, bir de kesik izli bileklerine baktı. “Daha fazla yaşamalıyım; en azından, bu öyküyü milyonlarca insana ulaştıracak kadar çok yaşamalıyım” dedi içinden ve söz aldı:
- Peki sonra ne oldu Luyana’ya?

- Yıllar sonra toprağa karıştı bedeni. Bir daha hiç evlenmedim. Bana birşey olmadı her nedense. Uzun bir ömrüm oldu gördüğün gibi. Aşkın gücüydü belki bu; ama aşkın gücü olsaydı, onun da sağ kalması gerekmez miydi... Şimdi hanım kızım, şu makinenin fişini çeksem öleceğim. Ömrüm, bu makineye bağlı. Ama ne yapıyorum; çekmiyorum da çektirmiyorum da yaşamın fişini. Çeksem, ağrım sızım bitecek; ama çekmiyorum işte. Sense gençsin; önünde koca bir ömür var; yaşamının fişini çekmek istiyorsun.  Ben senin için öleyim, sen benim için yaşa, olur mu hanım kızım?..

***


Birkaç gün sonra, Angola’da, dedenin yattığı hastanenin kayıtlarına, bir ölüm daha eklendi. Dedenin ölü bedeni, morga kaldırıldıktan sonra; genç hemşire, odayı toparladı ve dedenin çekmecesinin üstündeki resmi, ömrünün sonuna dek saklamaya kendi kendine söz verdi. Luyana’nın bu resminin de ayrı bir öyküsü vardı belki. Ama bunu anlatacak kimse kalmamıştı artık.

Yıllar sonra aynı hastanede yatan ben, bu öyküyü bir hemşireden dinledim. Bu öyküyü anlattıktan sonra, bana, Luyana’nın resmini gösterdi. Resimdeki yüzün, senin yüzün olduğunu görerek afalladım sevgili okur. Demek, bana anlatmadığın ne çok öykün varmış...    



Kaynak: Gezgin, U. B. (2009). Barbar Türkler, İMF’ye Karşı (gülmece öyküleri) [Barbarian  Turks against  IMF- Short Stories]. Ho Çi Min Kenti, Vietnam, 2009.


BARBAR TÜRKLER İMF’YE KARŞI (GÜLMECE ÖYKÜLERİ)

Ulaş Başar Gezgin

İçindekiler

Eyids, Ölüm, Yaşam...

Satılık Yüz, Kiralık Yüz

Cennet’e Cehennem’e Döşenen Yol...

Gerçek Gülüşlüler...

Devre-yaşam

Birinci Ay Savaşı. 

İnsanları Ayakkabılarından Tanıyan Adam.

İstanbul’da 1 Milyon Bangkoklu; Bangkok’ta 1 Milyon İstanbullu...

Bümbüyüklerle Kümküçükler...

Çocuk, Çocuk, Lanet Olası Çocuk. 

Dünya: Kapkaranlık Bir Gezegen.

Yaşamın Anlamı.

Beşizistan’ın Öyküsü. 

Doktor’un Ölümü.

Yanardağlar Patladığında.

Güldüm ve Güldüm ve Güldüm...

Aşçı Kral. 

Tanrı Yaratmak (ya da Toplamak).

Bali’de Bitimsiz Bir Gece.

Uzaylıların Gizli Oyunları…

Düşünürler Maçının Uzatmaları...

“Barbar Türkler, İMF’ye Karşı!”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder