Ulaş Başar Gezgin, Medya Günlüğü sitesinin yazarı

17 Aralık 2017 Pazar

MELEK BAŞI - Octavio Paz (İsp.çev. U.B. Gezgin)

MELEK BAŞI

Girdiğimiz anda, soluğumun tıkandığını hissettim sıcaktan ve ölülerle birlikte olmak gibiydi ve düşünüyorum ki o odalardan birinde tek başıma olsaydım korkardım çünkü tüm resimlerin bana bakıp durduklarını gözönüne getiriyordum ve büyük bir utanç veriyordu bana ve tüm ölü insanların yaşamakta olduğu bir mezalığa gitmişşiniz gibi ya da yaşamanız durmadan ölüymüşsünüz gibi ve öyle bir utanç ki bilmiyorum nasıl anlatacağımı size resimleri veya ta yüzyıllar öncesinden o kadar çok şeyi bitmiş gibi görünmelerinin bir mucize olduğunu neden şeyler insanlardan daha uzun kalır? onları boyayanların gölgesinin bile kalmadığını düşünün ve resimler hiç bir şey olmamış gibiler ve azizlerin ve çocukların eziyet çekmeleri ve öldürülmeleri var bir kaç güzel ama öyle iyi boyanmışlar ki üzüntü vermiyorlar bana yalnızca gerçekten çiçeklerin kırmızısılarmış gibi parlak öyle mavi gök ve bulutlar ve dereler ve ağaçlar ve tüm renklerden giysilerin renklerinin uyandırdığı hayranlık ve bir resim vardı ki öyle bir izlenim uyandırdı ki bende farkına varmadan aynada kendinizi görmeniz gibi ya da bir pınarda yaprakları ve dalların arasında kendinizi görmeniz gibi suya yansıyan kırmızı yeşil sarı ve mavi elbiseli ve kılıç ve balta ve kargı ve bayrak taşıyan o beylerle girdim o araziye ve konuşmaya başladım sakallı bir keşişle mağarasının yanında dua eden ve ona eşlik etmek için gelen hayvancıklarla oynamak çok eğlenceliydi geyikler kuşlar ve kargalar ve aslanlar ve uysal kaplanlar ve giderken bir anda çayırda Mağripliler yakaladı beni ve çok yüksek ve çamlar gibi sivri uçlu yapıların olduğu bir meydana getirdiler ve eziyet etmeye başladılar bana bir fıskiye gibi kan boşanmaya başladı benden ama fazla acı çekmiyordum ve korkmuyordum çünkü Tanrı beni yukarıdan izliyordu ve melekler bardaklarda topluyordu kanımı ve Mağripliler bana eziyet ederken balkonlarından eziyet çekmemi izleyen zarif bayanlara bakarak eğleniyordum ve gülüyorlardı ve birtakım konularda laflıyorlardı kendi aralarında bana neler olduğunu önemsemeden ve tüm dünyada umursamaz bir hava vardı ve bir yer vardı orada uzaklarda iki öküzü ve onun yanında zıplayan köpeğiyle sakince tarlasını süren çiftçi ile ve uçan kuşlar kalabalığı vardı gökte ve yeşil ve kırmızı giysili avcılar ve bir kuş düşüyor ok ile vurularak ve görebilirdiniz beyaz tüylerin düşüşünü ve kırmızı damlaları ve kimse acımadı ona ve ben ağlamaya başladım kuşcağız için ve sonra Mağripliler kafamı kesti bembeyaz bir hançerle ve kan fışkırdı boğazımdan yere kırmızı bir çağlayan gibi akan ve bir sürü kırmızı çiçekçik doğdu yerden ve bir mucize oldu ve sonra hepsi gittiler ve tek başıma o alanda günlerce ve günlerce akarken kanım ve sulayarak çiçekleri ve başka bir mucize oldu ki fışkırması bitmiyordu kanımın bir melek gelene dek ve başımı yerine takana dek ama düşünün ki o aceleyle ters taktı ve zar zor yürüyebiliyordum ve beni çok yoracak şekilde yalnızca arkaya doğru yürüyebiliyordum ve böyle arkaya yürüyerek geri çekilmeye başladım ve o araziden ayrıldım ve Meksika’ya döndüm ve kendimin çok güneşin ve tozun olduğu evimin avlusunda buldum ve tüm açıklık yeri yıkanmış ve kurumaya bırakılmış kocaman çarşaflarla kaplıydı ve hizmetçiler geldi ve kaldırdılar çarşafları ve kocaman bulut parçaları gibiydiler ve yeşil görünüyordu tüm çayır ve annemin bir azizin kanının renginde olduğunu söylediği kırmızı çiçekçiklerle kaplıydı ve gülmeye başladım ve o Aziz’in ben olduğumu anlattım ona ve Mağripliler’in bana eziyet etmelerini ve öfkelendi ve aman Tanrım aklını kaçırdı sonunda benim kızım dedi ve o sözleri duymak bana çok üzüntü verdi ve o karanlık ceza köşesine gittim ve öfkeden kudurarak ısırdım dudaklarımı çünkü kimse inanmıyordu bana ve duvara yapışmışken annemim ve hizmetçilerin ölmesi arzusuyla açıldı duvar ve kuru bir ırmağın yanındaki bir biber ağacının ayağındaydım ve kocaman taşlar vardı güneşte parlayan ve bir kertenkele gördü beni uzanmış kafacığıyla ve hemen koşup saklandı ve başsız vücudumu gördüm bir kez daha toprakta ve yaralanmış bulunuyordu gövdem ve toz içinde küçük br birikinti oluşturan ince bir kan süzüldü yalnız ve üzüntü verdi bu bana ve kovaladım birikintideki sinekleri ve birkaç avuç toprak aldım örtmek için ve köpekler yalayamasın diye ve başımı aramaya başladım sonra ve ortada görünmüyordu ve ağlayamıyordum bile ve o yerde kimse olmadığından yürümeye başladım uçsuz bucaksız ve sarı bir düzlükte başımı arayarak bir tuğla evcik bulana dek ve or’da yaşayan bir Kızılderili’ye rastladım ve biraz su istedim ondan hayır için ve ihtiyarcık suyun bir Hıristiyan’ı asla reddetmediğini söyledi ve çok soğuk bir su verdi bana renkli bir testide ama içemiyordum çünkü başım yoktu ve telaşlanma küçük kız dedi bana kızılderili bur’da bir iki yedeğim var ve kapının or’daki kutulardan baş koleksiyonunu çıkarmaya başladı ama hiçbiri olmadı bana kimisi çok kocamandı diğerleri çok küçüktü ve yaşlı adamlara ve kadınlara aitlerdi ama hiçbiri hoşuma gitmedi ve birsürü denedikten sonra öfkelendim ve tüm başları tekmelemeye başladım ve üzülme dedi Kızılderili hadi sana uyacak bir kafa kesmeye gidelim köye ve çok sevindim ve Kızılderili evinden odun kesmek için bir dağ baltası çıkardı ve yürümeye başladık ve uzun bir süre sonra köye geldik ve meydanda eziyet edilen küçük bir kız vardı bir cenaze töreniymiş gibi siyah giyinen beyler ve bunlardan biri 5 Mayıs’mış gibi söylev veriyordu ve birçok Meksika bayrağı vardı ve bir marş çalıyordu platformda ve bir panayırmış gibi yer fıstığı ve hikama ve şeker kamışı ve Hindistan cevizi ve karpuz yığınları vardı ve birşeyler satın alıyor birşeyler satıyordu herkes söylev vereni dinleyen bir grup dışında eziyet ederken askerler küçük kıza ve bir delikten herşeyi görüyordu Tanrı yukar’da ve küçük kız çok sakindi ve sonra Kızılderili gizlice sokuldu ve kesti kızın başını kimse bakmazken ve onu taktım ve baya’ iyi gitti ve sevinçle zıpladım çünkü bir melekti Kızılderili ve herkes bana bakıyordu ve zıplamaktaydım  insanların alkışları arasında ve evimin bahçesinde yalnız kaldığımda biraz üzüldüm çünkü kafası kesilen küçük kızı hatırladım. İnşallah başka bir kızınkini keser de benim gibi başı olur.

Paz, O. (2000). Kartal mı Güneş mi? (İsp çev: U.B. Gezgin) [Águila o Sol;  Eagle  or  Sun]. İstanbul: Virtüel Yayınevi.


KARTAL mı GÜNEŞ mi?

OCTAVIO PAZ

İspanyolca’dan Çeviren:
Ulaş Başar GEZGİN

İÇİNDEKİLER

Çeviren Önsözü
Kartal mı Güneş mi?
OZANIN ÜRÜNLERİ
I
II
III
IV
V
VI
VII
VIII
IX
X
XI
XII
XII
XIV
XV
XVI
                                                                                    
HAREKETLİ KUMLAR
Mavi Buket
Yatmadan Önce
Dalgalı Hayatım
İki Yabancıya Mektup
İrade Harikaları
Yazman’ın Görüşü
Zor Bir Çıraklık
Acele
Melek Başı
                                                                               
KARTAL mı GÜNEŞ mi?
Çocuklu Bahçe
Gece Gezintisi
Eralaban
Çıkış
Düz
Lanet
Doğalcamdan Kelebek
İncir Ağacı
Cüretkar Nota
Yüksek Yaşam
Havadaki Şato
Eski Şiir
Bir Şair
Görüntü
Bayan Uesteka
Doğal Varlık (Ressam Rufino Tamayo Anısına) I
Doğal Varlık (Ressam Rufino Tamayo Anısına) II
Doğal Varlık (Ressam Rufino Tamayo Anısına) III
Meksika Vadisi
Eğrelti Otundan Yatak
Kuşatılmış
Şiire Doğru (Anlaşma Noktaları) I
Şiire Doğru (Anlaşma Noktaları) II

                                                                                         

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Featured Post

Yapay Zekanın Ayrımcılığına Karşı Yapay Zeka Adaleti ve Yurttaş Yapay Zekası

  Yapay Zekanın Ayrımcılığına Karşı Yapay Zeka Adaleti ve Yurttaş Yapay Zekası   Prof.Dr. Ulaş Başar Gezgin, ulasbasar@gmail.com Twitt...