Ulaş Başar Gezgin, Medya Günlüğü sitesinin yazarı

17 Aralık 2017 Pazar

YAZMAN’IN GÖRÜŞÜ - Octavio Paz (İsp.çev. U.B. Gezgin)

YAZMAN’IN GÖRÜŞÜ

Ve o aynı tekdüze soruyla doldurmak için tüm bu beyaz sayfaları: hangi saatte biter saatler? Ve girişler, not defterleri, dalavereler, Odacı huzurunda yapılan girişimler, Nöbetçi Görevli, Sekreter, Yardımcı, Temsilci. Etkileyici’yi görmek uzaktan ve kartvizitimi göndermek her yıl, bir köşede, varlığımdan emin olmama karşın, adanmış, katı, ısrarcı bir halde, benim de zamanımın dolmasını beklediğimi, benim de varolduğumu –kime?- hatırlatmak için. Yo, bırakıyorum bu işi. 

Evet, biliyorum artık, yerleşebilirdim bir düşünceye, bir alışkanlığa, bir inatçılığa. Ya da uzanmak bir acı korunda veya herhangi bir umutta ve beklemek orada, fazla ses çıkarmadan. Doğrudur, kötü değil: yiyorum, içiyorum, uyuyorum, zina yapıyorum, tatil yapıyorum tarihi sabit bayramlarda ve sahile gidiyorum yazları. Seviyor insanlar beni ve seviyorum onları. Hafife alıyorum durumumu: hastalıklar, uykusuzluk, kabuslar, genişleme anları, ölüm düşüncesi, kalbi ya da karaciğeri eşeleyen kurtçuk (beyne yumurtalarını bırakan ve gece, en derin uykuyu delip geçen kurtçuk), bugün pahasına olan yarın –bugün ki, vaktinde gelmeyen asla, her zaman kaybeden, bahsi- Hayır: feragat ediyorum tayın kağıdından, kimlik kartından, sağ kalma taahhütnamesinden, seçmen fişinden, pasaporttan, şifre numarasından, onay imzasından, güven belgesinden, serbest dolaşma belgesinden, nişandan, dövmeden ve demir kısımdan. 

Uzanıyor önümde dünya; büyüklerin, küçüklerin ve ortaboyların koca dünyası. Kralların ve başkanların ve gardiyanların, fazla değer verilmeyen görevlilerin ve paryaların ve kurtarıcıların ve azatların, yargıçların ve tanıkların ve hükümlülerin evreni: birinci, ikinci, üçüncü ve “n”inci derece büyüklükte yıldızlar, gezegenler, kuyruklu yıldızlar, gezici ve dışmerkezli ya da tekdüze, ve yerçekimi yasalarına ve o ince, düşme yasalarına uymuş kütleler, hepsi tempoya uyarak, bir boşluğun çevresinde dönerek hepsi, yavaşça ya da hızlıca. Merkezi güneşin, güneşsel oluşun, tüm insan bakışlarından yapılmış sıcak demetin bulunduğunu söyledikleri yerde, bir oyuktan ve bir oyuktan daha aşağı olan bir şeyden başka hiçbirşey yok: ölü bir balığın gözü, kendine düşen ve bakmadan bakan başdöndürücü oyuk. Kasırganın ortasındaki oyuğu yeniden doldurmaya hiç bir şey yok. Kırıldı yaylar, temeller çöktü, bir yıldızı bir diğerine, bir kütleyi bir diğerine, bir insanı bir diğerine bağlayan görünür ya da görünmez düğümler, bir tel ve şiş karmaşasından, bir pençe ve bizi büken ve çiğneyen ve tüküren ve yeniden çiğneyen dişler kargaşasından başkaca birşey değiller. Asmaz kimse kendini, bir fizik yasasının ipiyle. Kendilerine düşer eşitlikler, yorulmak bilmezcesine. Şimdiki konuya ve şimdiyle ne yapılır’a gelince: beyefendilere ait değilim ben. Yıkamam ellerimi, ama yargıç da değilim, ne de dava tanığı ne de infazcı. Ne de işkence ederim ne de sorgularım, ne de acı çektiririm sorgulanana. Cezamı dilemem yüksek sesle, ne de kurtarmayı isterim kendimi, ne de başkasını. Ve ne de özür dilerim ne de affederim yapmadıklarımın ve bize yaptıklarının tümü için. Merhametleri de, adaletleri kadar aşağılıktır. Masum muyum? Suçluyum. Suçlu muyum? Masumum. (Suçlu iken masumum, masum iken suçluyum. Suçluyum ...iken, başka bir şarkıdır belki de. Başka bir şarkı? Hepsi, aynı şarkıdır.) Suçlu masum, masum suçlu, gerçek şu ki, bırakıyorum bu işi. 

Aşklarımı, gevezeliklerimi, dostluklarımı hatırlarım. Hatırlarım hepsini, görürüm hepsini, tamamen görürüm. Karasevdayla ama özlem olmaksızın. Ve hepsinin üzerinde, umut olmaksızın. Ölümsüzdür, biliyorum artık ve biz birşeysek, umuduyuz o şeyin. Benim içinse, harcadı kendi kendini beklenti. Bırakıyorum ‘bununla beraber’leri, ‘yine de’leri, ‘herşeye rağmen’leri, moratoryumları, mazeretleri, bağışlamaları. Tanıyorum ahlak tuzağı düzeneğini ve yatıştırıcı gücünü belirli sözcüklerin. Yitirdim inancımı tüm o taş, düşünce, sayı inşaatlarında. Çekiliyorum bu işten. Savunmuyorum artık, bu dörde bölünmüş kuleyi. Ve, sessizlik içinde, olayı bekliyorum. 

Bir meltem esmeye başlayacak, biraz soğuk. Bir soğuk dalgadan bahsedecek gazeteler. Omuz silkecek insanlar ve devam edecek herzamanki yaşam. Az biraz artıracak günlük rakamları, ilk ölümler ve kimse farketmeyecek istatistik dairesinde, fazladan sıfırı. Ama birbirine bakmaya başlayacak herkes bir süre sonra ve sormaya başlayacak: ne oluyor? Titreyecek çünkü, aylar boyunca, kapılar ve pencereler, çatırdayacak, mobilyalar ve ağaçlar. Titreme olacak yıllarca, kemiklerde ve çarpılma, dişlerde, ürperti ve diken diken olmuş deri. Yıllarca inleyecek, ocaklar, peygamberler ve başkanlar. Kente yürüyecek, pis kokan göllere sarkan sis. Ve öğleleyin, kaçamaklı güneşin altında, sürükleyecek meltem, sineklerin bile artık terkettiği bir mezbahadaki kuru kan kokusunu. 

İşe yaramaz, dışarı çıkmak, evde kalmak ya da. İşe yaramaz, surlar dikmek, dokunmakla duyulmayacak kadar ince olana karşı. Söndürecek bir ağız, tüm ateşleri; kökünden sökecek, bir kuşku, tüm kararları. Tüm bölgelerde olacak bu, olmaksızın hiç bir yerde. Donuklaştıracak tüm aynaları. Aşacak, duvarları ve inançları, rahip giysilerini ve iyi huylu ruhları; iliklerine yerleştirecek kendisini, herbirinin. Islık gibi ötmek, bedenler arasında; sığınarak, ruhlar arasına. Ve açılacak tüm yaralar, çünkü, uzman ve kibar ellerle, biraz soğuk olmalarına karşın, azdıracak yaraları ve sivilceleri, patlatacak et benlerini ve şişlikleri, deşecek kötü kapanmış eski yaraları. Ah, kan pınarı, tükenmez, sonsuza dek! Bir bıçak olacak yaşam, gri bir bıçak ağzı ve çevik ve keskin ve pekin ve keyfi, düşen, yırtan ve ayıran. Çatlatmak, parçalamak, parçalara ayırmak, koca adımlarıyla, bize karşı kıpırdanan fiiller!

Ne olacağıyla ilgili belirsizlik içinde parıldayan kılıç değildir o. Süvari kılıcı değildir, yalnız, korkudur ve kırbaç. Artık bizimle olan hakkında konuşuyorum. Titreme ve fısıltı var her bölgede, mırıltılar ve yarım sözcükler. Esecek, meltem tüm bölgelerde; havada, her defasında açılan kocaman Kamçı’yı uyandıran hafif rüzgar. Etinde mor renk izler taşıyor çoğu artık. Geçmişin otlaklarından kalkıyor meltem ve yaklaşıyor hızla, bizim zamanımıza.

Paz, O. (2000). Kartal mı Güneş mi? (İsp çev: U.B. Gezgin) [Águila o Sol;  Eagle  or  Sun]. İstanbul: Virtüel Yayınevi.


KARTAL mı GÜNEŞ mi?

OCTAVIO PAZ

İspanyolca’dan Çeviren:
Ulaş Başar GEZGİN

İÇİNDEKİLER

Çeviren Önsözü
Kartal mı Güneş mi?
OZANIN ÜRÜNLERİ
I
II
III
IV
V
VI
VII
VIII
IX
X
XI
XII
XII
XIV
XV
XVI
                                                                                    
HAREKETLİ KUMLAR
Mavi Buket
Yatmadan Önce
Dalgalı Hayatım
İki Yabancıya Mektup
İrade Harikaları
Yazman’ın Görüşü
Zor Bir Çıraklık
Acele
Melek Başı
                                                                               
KARTAL mı GÜNEŞ mi?
Çocuklu Bahçe
Gece Gezintisi
Eralaban
Çıkış
Düz
Lanet
Doğalcamdan Kelebek
İncir Ağacı
Cüretkar Nota
Yüksek Yaşam
Havadaki Şato
Eski Şiir
Bir Şair
Görüntü
Bayan Uesteka
Doğal Varlık (Ressam Rufino Tamayo Anısına) I
Doğal Varlık (Ressam Rufino Tamayo Anısına) II
Doğal Varlık (Ressam Rufino Tamayo Anısına) III
Meksika Vadisi
Eğrelti Otundan Yatak
Kuşatılmış
Şiire Doğru (Anlaşma Noktaları) I
Şiire Doğru (Anlaşma Noktaları) II

                                                                                         

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Featured Post

Yapay Zekanın Ayrımcılığına Karşı Yapay Zeka Adaleti ve Yurttaş Yapay Zekası

  Yapay Zekanın Ayrımcılığına Karşı Yapay Zeka Adaleti ve Yurttaş Yapay Zekası   Prof.Dr. Ulaş Başar Gezgin, ulasbasar@gmail.com Twitt...