İki Film, İki Barış Olasılığı: Son Umut ve Mandalina
Bahçesi
Ulaş Başar Gezgin
Bu yazıda iki barış yanlısı filmi ele alıp karşılaştırıyoruz. Birinci film,
Cem Yılmaz’ın oynadığı Avustralya-ABD-Türkiye ortak yapımı olan 2014 tarihli
‘Son Umut’ (Water Diviner). İkinci film ise, Estonya-Gürcistan ortak yapımı
olan 2013 tarihli ‘Mandalina Bahçesi’ (Tangerines).
‘Son Umut’ta öykü, Türkçe, İngilizce ve biraz da Rumca arasında gelip
gider. Çanakkale Savaşı’nın insani yönü anlatılmaya çalışılır; film bir ölçüde
bunu başarır da. Ancak filmde Türk tarafının görüşü baskındır. Avustralyalı
kişilik, aslında bir figüran gibidir. Bu anlatıma göre, Avustralyalılar haksız
taraftadırlar. “Bizi istila eden sizdiniz” denir. Avustralyalı, merhametli bir
Türk askerine denk gelir. Filmdeki Çanakkale temsili, geriye dönük
Türkleştirme’nin (retrospective Turkification) bir ürünü. Çanakkale’de şehitler
arasında Türk olmayan Müslümanlar olduğu gibi Müslüman olmayan Osmanlı
uyrukları da vardı. ‘Son Umut’, savaşı basitleştiriyor. Filmden anladığımız,
Türkler içinde çok iyi insanlar olduğu; Avustralyalı ve İngilizler arasında çok
az sayıda iyi insan olduğu biçiminde. Yunan olup da iyi olan bir kişilik ise
yok. Bu filmin sorunu şu: Dünyanın ve Türkiye’nin milliyetçiliğin üstüne çıkan,
halkların kardeşliğini öne çıkaran öznelerini yok sayması. İşte bundandır ki
kurşuna dizilen 200 komünist Yunan askeri gibi ezber bozucu gerçeklere
girilmemiş bile. Yine de film, savaşlarda gözden kaçan insani yanları öne
çıkardığı için izlemeye değer. Ancak, burada andığımız ikinci film kadar
başarılı değil.
‘Son Umut’, kolay bir barışı hedefliyor. Uzaklarda olanların barışı her
zaman daha kolaydır. Tarihsel olarak geçici bir süre birbirleriyle kapışırlar,
yarın öbür gün dost olmalarıyla çıkarlarına bir zarar gelmeyecektir. Asıl
sorun, birbirine düşman olmuş komşuları barıştırmakta. ‘Son Umut’ta Türkiye ve
Avustralya arasındaki savaş, rahatlıkla rafa kaldırılabilir; bunun iki taraf
için de olumsuz bir yönü yoktur. Öte yandan, varlığının başından beri kimlik
bunalımı yaşayan Avustralya’nın kendi ulusal kimliğini kurgulamak için
Çanakkale’yi bir simge olarak kullanması gibi gözden kaçırılmaması gereken bir
olgu, filmde pas geçiliyor. Baba, çocuğunu bulur. Herşey tatlıya bağlanır. Olan,
Kuvayı Milliyecilere olacaktır; ancak film, zaten, kimin tarafında olacağını baştan
belli etmiştir. Dolayısıyla film, savaşın ortasında durmaz ve önemli olguları
da dile getirmez.
‘Mandalina Bahçesi’ ise bir barış filmi olarak çok daha başarılı. 1992’deki
Gürcü-Abhaz Savaşı’na gideriz. Bir Estonyalı köyü, savaşın tam ortasında
kalmıştır. Önce, filmdeki Çeçen asker gibi, “Estonyalı mı? Ne alaka?” deriz;
ancak Sovyet döneminde halkları kaynaştırarak tek bir Sovyet ulusu oluşturma
çabaları düşünüldüğünde taşlar yerine oturur. Sovyetler öyle bir coğrafya
olmuştur ki, olmadık ülkelerde olmadık halklar yaşamıştır. Örneğin, Berlin’e
kızıl bayrağı diken Kızıl Ordu askeri, bir Dağıstanlı olan Abdülhakim
İsmailov’dur (1916-2010).
İvo ve Margus dışında bütün köy halkı, Estonya’ya kaçmıştır. İkilinin tek
dertleri mandalinalarıdır. Margus, savaşın takma adının ‘Turunç Savaşı’
olduğunu söyleyecektir. Çünkü savaşın tarafları tam da bu mandalina bahçeleri
bölgesini ele geçirmek için savaşmaktadır. Birgün Çeçen askerleri Ahmet ile
İbrahim, ihtiyar İvo’nun evine gelirler. Zaten film böyle başlar. Evine girer,
yemek yerler. Gergin bir ortam vardır, yine de yaşlı olduğu için saygılı
davranırlar. Daha sonra bunların Abhaz tarafında savaşan paralı askerler
olduğunu öğreniriz. Birkaç gün sonra bir çatışma yaşanır. Çatışmada çok sayıda
Gürcü ve İbrahim ölür. Bir Gürcü askeri, Nika ve Ahmet, ağır yaralı bir biçimde,
İvo ve Margus tarafından kurtarılırlar. Asıl hikaye de bundan sonra
başlayacaktır.
Evde iki hastaya ayrı odalarda bakılır. Nika’nın durumu daha kötüdür; İvo,
Ahmet saldırmasın diye onun kapısını hep kilitli tutar. Silahları da
saklamıştır. Yavaş yavaş iyileşirler. İvo onlara söz verdirir; bu evde
birbirlerini öldürmeyeceklerdir. Önce çok kavga ederler, birbirlerine
saldıracak noktaya gelirler, ancak zamanla birbirlerini tanımaya başlarlar.
Sert bir kişiliği olan Ahmet, yumuşamaya başlar; Nika’nın ölen arkadaşları için
özür diler. İvo ile Margus’un ise derdi başkadır: Mandalinalar toplanmazsa
çürüyüp gidecektir. Film burada bitseydi bile, onu başarılı bir barış filmi
olarak anabilirdik. İyileşme süreçlerinde kişiliklerinin dönüşmesini adım adım
izleriz ve sonunda ne olacağını bilemeyiz. Gerçekten uzlaşabilecekler midir?
Film, bize hiç bir ipucu vermez, iki düşmanın aynı evde kalmasının er ya da geç
bir kötülükle sonuçlanacağını bekleriz. Buraya kadar film, sosyal psikolojideki
toplumsal temas tezini işliyor gibidir. Bu teze göre düşmanlıklar, düşmanların
birbirlerini tanımamasından kaynaklanır; tanımaları için koşullar yaratılırsa
düşmanlıklar kalmaz. Filmin sonrası ise, sosyal psikolojideki başka bir teze
örnektir: Bu teze göre, barış için temas yetmez, ortak hedefler koymak da
gereklidir. Bu hedefler yolunda ortak hareket, sevinçler yanında üzüntüler de
doğuracaktır.
Bir süre sonra eve Aslan kumandasında çok sayıda Abhaz askeri gelir.
İvo’nun bir Gürcü’ye baktığını öğrenirlerse onu vuracaklardır. Bunun için,
Ahmet’i tembihler; Nika, İbrahim rolüne soyunur. Aslan ve arkadaşları,
hiçbirşeyden kuşkulanmaz; zaten İvo’yu tanımaktadırlar. Birkaç gün sonra, onun
istediği gibi mandalina toplamak üzere 30-40 adamını göndereceğine söz verir.
Aslan, kazancın yarısının teklif edilmesine karşı çıkar, birkaç kasa mandalina
ona yeterli gelecektir.
Bir süre sonra büyük bir patlama olur. Margus’un evi tümüyle yanmıştır.
Aslan’ı kovalayan Gürcü askerlerinin yanlışlıkla evi bombaladığı düşünülür.
Böylece İvo, Margus, Ahmet ve Nika’nın ortak bir travması da oluşmuş olur. Bu,
barış için büyük bir şans olacaktır. Ortak hedefleri, İvo ile Margus’u savaştan
korumak olmuştur. Bu yolda Margus’un evinin yanması gibi ortak hislerle dolu
olan bir travma da yaşamışlardır.
Filmde bundan sonra ne olacağını kestirmek zorlaşır. Film ileri sarıp savaş
sonrasında bu dörtlünün buluşmasını mı verecektir? Ama hayır, öyle olmaz, hayat
gibi gerçekçi bir bitiriştir söz konusu olan... Bu kez, eve, bir Rus askeri
birliği gelir; Ahmet’in Çeçen olduğuna inanmazlar. Tam onu vuracaklarken, Nika,
evden ateş açıp onu kurtarır. Artık barışın ötesine geçip can kardeşi
olmuşlardır. Ne yazık ki, öldü sanılan bir askerin kurşunuyla, Nika, son
nefesini verecektir.
Filmin sonunda, Ahmet’in çatışmada ölen Margus ile Nika’yı, kendisi
Müslüman olmasına karşın Hıristiyan geleneklerine uygun bir biçimde gömdüğünü
görürüz. İvo, Nika’yı oğlunun yanına gömdürür. Oğlunun Gürcüler tarafından
öldürüldüğünü öğreniriz. Buna karşın Gürcü askeri de kendi oğlu gibi görür.
Ahmet’i de şu gerçeğe ikna eder gibidir: “Söz konusu savaşsa, ölülerin ne
tarafta öldüğü fark etmez.” Radikal bir barış iletisidir bu, iki tarafın da
dile getiremeyeceği... Son sahnede, Ahmet’in arabayla yollara düştüğünü
görürüz, teybinde ise Nika’dan kalan kaset vardır.
Kısacası, ilk filmi çekinceyle; ikinci filmi tüm yönleriyle öneriyoruz.
Kaynak: Gezgin, U.B. (2017). Savaş Ne Zaman Biter? Barış Üzerine Psiko-kültürel Denemeler [When Will the War End? Psycho-cultural Essays on Peace].
SAVAŞ NE ZAMAN BİTER?
BARIŞ, PSİKOLOJİ, SANAT, TARİH VE UZAK COĞRAFYALAR ÜZERİNE DENEMELER
Prof.Dr. Ulaş Başar Gezgin
Önsöz-Kemal İnal
Barış Araştırmaları: Bir Giriş
1. Barış Araştırmalarının Temel Eksiği: Sınıfsal Çözümleme.
Barış ve Psikoloji: Bir Kaynaştırma Denemesi
2. Tarihyazımında Barış Çerçevesine Yer Açmak:
Barış Psikolojisi ve Tarihin Kesişiminde Bir Deneme.
3. Barışçıl Bir Toplum İçin Barış Psikolojisi.
4. Barış Psikolojisi Açısından Savaş Ne Zaman Biter...
5. Halkların Kardeşliği için Kültürlerarası Sanat Psikolojisi
Barış ve Sanat: Barış Müfredatına Tiyatro ve Filmle Katkı
6. Aristofanes’in ‘Barış’ı.
7. Brecht’in ‘Cesaret Ana ve Çocukları’ Oyunu
8. Aslan Asker Şvayk Oyunu
9. Barış Psikolojisi için 3 Film: ‘Maymunlar Cehennemi’,
‘Kovboylar ve Uzaylılar’ ve ‘Çocukluğun Sonu’
10. İki Film, İki Barış Olasılığı: Son Umut ve Mandalina Bahçesi.
Başka Coğrafyalarda Barış: Zorlu ve Çetin
11. Gazetecileri Barışçıllaştırmak Yerine Barışçılları Gazetecileştirmek
12. Barış Psikolojisi Açısından Kuzey İrlanda Deneyimi
13. Kolombiya Barış Süreci: Bu Barış, FARC’lı Barış
14. Güney Afrika: Sınıfsız Irkçılık Tahlillerinin Sefaleti
15. İspanya İç Savaşı: Darbe, Direniş ve Tarihyazımı
16. Nanjing Katliamı Anlatıları: Bir Yurtseverlik Testi
Sömürgecilik ve Eski Sömürgelerde Kurucu İdeolojiler
17. Yeni Sömürgecilik: Eski Sömürgeciliğin Torunu
18. Yeni Sömürgecilik Notları: Klasik Sömürgeciliğin Yeni Formları
19. Latin Amerika’nın Devlet Marşları Üzerine
20. Afrika Ülkelerinin Devlet Marşları Üzerine
21. Arap Coğrafyasının Devlet Marşları Üzerine
22. Asya-Pasifik Ülkelerinin Devlet Marşları Üzerine
Kuzey Kore: Oyun Kuramı ve Nükleer Gücün Caydırıcılığı
23. İki Serhat Ülkesi: Suriye ve Kuzey Kore
24. Kuzey Kore’ye Saldırı Olacak mı?
25. Kuzey Kore Söyleşisi
Ho Amca: Hem Direnmek Hem de Barış Simgesi Olabilmek
26. Ho Çi Min: Bir Devrimcinin Yaşamı (1890-1969)
27. Ho Amca: Şablonları Aşmış Bir Önder
28. Budistler Neden Ho Amca’yı Destekledi?
29. Ho Çi Min Baladı
Vietnam: Daha Az Savaş, Daha Fazla Barış, Çok Sanat Çokça Sanat
30. Amerika’nın Vietnam Yenilgisinin Gizli Nedeni: Başkanlık Sistemi
31. Bir Vietnam-Amerikan Savaşı Romanı: Gök Cephesi
32. Vietnam’da Savaş, Barış ve Sanat
33. Trinh Cong Son: Vietnam’ın Barışçıl Sesi.
Toplar İçin Gece Ninnisi
Annenin Kaderi
Deniz Anımsar
Terkedilecek ve Dönülecek Bir Yer
Kum ve Toz
Birlik Çemberi.
Barış ve Şiir: Barışı Dizelere Dökmek
Barış Seninle Olsun Küçüğüm, Kalıcı Olsun Mutlaka
Bir Kent Daha Kuşatıldı
Cenaze Arabasında
Hepsinin Yerine Koyabiliyorum Kendimi
Soluklansınlar Bizimle Yeniden
Sonsöz: 20 Yıl Sonrası İçin Falımız
Yaşamöyküsü
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder