PIRILTI (1997)
- Şimdiden söyliyim de şaşırma.
Bizim otobüs saatte bir gelir. Ankara’da yaşaya yaşaya unutmuş olabilirsin,
İstanbul’un otobüsleri çok dolu olur. Ama adamlar yine de kalkmazlar. Yani şu
şoförlerden bahsediyorum. İşin yoksa yarım saat otur da, ‘reality show’
izliyormuş hissine kapıl, o felaket öykülerini dinlerken...
- Ne öyküsü üstat?
- Sürpriz olsun...
* * *
"Kısa saçlı
gençle uzun saçlısı, otobüse bindiler. Kısa saçlının uzun süredir buralarda
olmadığı anlaşılıyordu, öğrenci biletini atarken şoförün yüzünü şöylecene bir
süzdü. Pasosunu göstermek zorunda kaldı doğal olarak... Arkalara doğru bir
yerlere oturdular otobüste:
- Hani otobüs kalabalık oluyordu
üstat?
“Belki de sırf öyküyü kurgulayayım
diye sana yalan söylemişimdir.” dedi içinden. Sonra zaman kazanmak için:
- Anlıyamadım dostum, dedi.
Otobüs yavaş
yavaş dolmaktaydı.
- Otobüs hiç de kalabalık değil...
- İstisnalar kaideyi bozmaz,
(aslında öyle bir bozardı ki) bu saatlerde boş olduğunu unutmuşum.
Birden, yolcuların arasından 6
yaşında ya var ya yok, kahverengi kirli saçlarıyla, kışlık yeleği ve yerleri
süpüren eteğiyle - önlük giymemişti, çünkü yaz tatiline girmişti okullar, ne
tatil ne tatil - küçük bir kız çocuğu gördüler. Küçük kız makineli tüfek gibi
sıralıyordu özyaşamöyküsünü...
“Teyzelerim, amcalarım; ben beş
yaşında...”
- Bir gün onun öyküsünü yazacağım...
- Umarım, benle konuştuğun şekilde
yazmazsın.
- Biraz açar mısın son
söylediklerini...
- Vapurdan indiğimizden beri,
kullandığın kelimelere dikkat ediyorum da, içlerinden kulağımı tırmalayanlarını
saymam gerekirse: Şoför, reality show, sürpriz...
Sözünü kesti:
- Bu saydıkların, yabancı kökenli
oldukları için mi kulağını tırmalıyor?
- Evet..
- Ona bakarsan, ‘anti-elitist’ de
öyle ama işe yarıyor. Birey, yabancı kökenli kelimeleri anlıyor ve
kullanıyorsa, o kelimeler yabancı değildir artık. Bireyin evrenine dahil
olmuştur...
İçinden devam etti: “Ne yaptığının farkında mısın,
öykü yerine makale yazdıracaksın bana neredeyse.”
- Kesin kararlı mısın onun öyküsünü
yazmak konusunda?
- Evet.
- Peki, sence güzel olacak mı?
- Güzel olması pek de bana bağlı bir
şey değil.
Bu soruyu laf olsun diye sormuştu.
Tarkan’ın imalı cevabını duymadı, çünkü Tarkan’ın sözü bittiğinde Fatih’in ne
söyleyeceği belliydi:
- Geçende mitoloji hocamız - ne
alakaysa - şöyle bir soru sordu: Güvenpark’ta küçük bir çocuk, hatta küçücük
bir çocuk gördünüz; ne yapardınız?
- Sınıftakiler ne dedi?
- Kimisi “kafamı çevirir giderim”
dedi; kimisi “derslerime çok çalışıp (burda gülmeye başladı) zengin olurum,
kazandığım parayla çocuk yuvası kurar, onu da oraya yerleştiririm” dedi. Bir
diğeri “cebimdeki tüm parayı verir; o gün üniversiteye yürüyerek giderim” dedi.
Sen olsan nasıl cevaplardın bu soruyu?
- “Devrim yapardım” derdim. Sen konuşmuşsundur muhakkak...
- Ben de buna benzer birşeyler
söyledim.
- Peki hoca ne dedi?
- “Doğru cevaba yaklaştın” dedi.
“Adamın biri, onların öyküsünü yazdığından beri, kibritçi kızlar da işsizlik
sigortasından yararlanabiliyor.”
- Çok güzel bir yanıt, ama o öyküyü
bizim buralarda henüz yazmamışlar demek ki...
“Allah rızası için...”
- Herşeyin başı eğitim, öyle değil
mi üstat?
Birden irkildi Tarkan, neyse ki
Fatih farketmedi bunu... İrkildi çünkü, halkına ne kadar yabancı olduğunu
hissetti. Dilenci(,) küçük bir kız çocuğunu anlatmayacak kadar uzaktı halkına.
- Hayır, dedi. Fatih bu tepkiyi beklemiyordu:
- Hayır... Kolayına geldiği için
böyle diyorsun. Sonunda okulunu bitirip ne olacaksın? Bu geçim sıkıntısında o
çok bahsettiğin eğitim seferberliğine bir devlet okulunda başlamayacaksın
herhalde... Tut ki o kadar da idealistsin, devlet okulunda başladın ve sonuna
kadar devam ettin; ya bu küçük kıza kim eğitim verecek?
- Ya sen, farklı mı olacaksın
benden, okulu bitirdiğinde?
Fatih, çok
şaşırmıştı... Hem Tarkan’ın sözlerine, hem de ağzından birdenbire çıkan kendi
sözlerine. Kısa bir sessizlik oldu. Tarkan anladı ki; onun bunalımı
kendisininkini besliyor ve de tam tersi... Ortamı yumuşatmak istedi:
- Ben en azından onun öyküsünü
yazacağım...
Fatih sinyali
aldı ve Tarkan’dan kaçırmış olduğu gözlerini tekrar gözlerine yöneltti:
- Bu ufak konuşmamızdan sonra
herhalde beni de öyküne dahil edersin...
- Tabii ki, kameraya bak...
- Hah ha ha. Sürprizin bu muydu?
- İlk başlarda ben de öyle
sanmıştım. Sürprizimi bir gün tekrar bu otobüse bindiğinde öğreneceksin...
- Ne demek bu?
“Allah rızası için... en azından bir
sakız alın...””
* * *
“İşte böyle sayın yolcular. Benim
dilencilik yapmamın sebebi; anamın, babamın
yatalak olması değil. ‘Bir kısım medya’nın ortaya attığı gibi dilencilik
mafyasının zoruyla da yapmıyorum bu işi. 8 yıl için ne bağışlar yapıyorsunuz,
bense sizden bir gün için bağış istiyorum... Çok bi şey mi istiyorum...”
Tarkan çantasını açtı, kitaplarını
çıkardı:
“Hem ben ne sakız ne şeker
satıyorum. Sözümü tuttum ve onun öyküsünü yazdım, yazık ki o ve onun gibiler
yani artık benim gibiler, okudu sadece. Kabul ediyorum ki öykücülük de bir tür
dilenciliktir. “Bak bende ne cevherler var” demek istersiniz öykünüzü okurken
birileri. Kimileri buna narsisizm gibi bi şeyler diyorlardı sanırım. Peki
sorarım size; ben dilenci oluğum için mi dilenciyim yoksa öykücü olduğum için
mi?”
Tarkan’ın cebi doldu. Yolcular
sıkılmadılar yol boyunca. Tarkan, tam inerken otobüsten; son bir kez arkalara
baktı. Fatih’le oturdukları sıraya... Orada uzun saçlı bir genç oturuyordu.
Kulağında kulaklığıyla Tarkan’ın sözlerini duymamışa benziyordu. Zaten otobüste
Tarkan’ın kitabını tek satın almayan oydu. Kendinden utanıyor olacak, ne zaman
bir dilenci görse kafasını başka yöne çevirirdi. Genç, kazara Tarkan’a baktı.
Göz göze geldiler. Tarkan, o gözlerde çok tanıdık bir pırıltı gördü. Fakat
hatırlayamadı. Tarkan, otobüsten indi. Otobüs kalktı.
Bir-iki dakika sonra hatırladı o
pırıltıyı. Fatih’le o gün otobüse binmişlerdi. Tarkan, onun öyküsünü yazmaya
karar verdiğinde; o küçük kıza aynı pırıltıyla bakmıştı.
13.09.1997
Kaynak: Gezgin,
U.B. (2017). İlk Anlatılar: 90’lardan Kısa Romanlar ve Öyküler.
İLK
ANLATILAR: 90’LARDAN KISA ROMANLAR VE ÖYKÜLER
Ulaş Başar
Gezgin
İçindekiler
Gül
Ekmek (kısa roman/uzun öykü) - 1997
Şafak Yitimi
Işıl Işıl Gözler ve Yumruklaşmış Eller
Behey Lorke, Delilo, Lehanım
Yanlış Anlamayın
Bugün... Peki Ya Sonrası?
Dört
Yürek Bir Roman (uzun öykü/kısa roman) (1997-1999)
Kediler ve İnsanlar
Bir Şerefsiz Doğuyor
Kadın Özgürleşmişti Artık
Yargı, Yargılanmıyordu Henüz
Bir Büyüğe Danışmak
Özgürlük Kapanı
3
Öykü
Pırıltı - 1997
Havasızlıktan Ölmek - 1997
Orada - 1999
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder