Videolar

16 Nisan 2021 Cuma

Asya’da Savaş ve Barış: Sertleşme Döneminde Çin ve Halk Kurtuluş Ordusu

 

Asya’da Savaş ve Barış: Sertleşme Döneminde Çin ve Halk Kurtuluş Ordusu

 

Prof.Dr. Ulaş Başar Gezgin, ulasbasar@gmail.com

Twitter: ProfUlas

 

Asya, Afrika’dan sonra dünyada en çok silahlı çatışmanın gerçekleştiği anakara. Bu durum, ilk bakışta, egemenlerin ‘Ortadoğu’, bizimse daha tarafsız bir coğrafi ifadeyle ‘Güneybatı Asya’ dediğimiz şiddet kuşağının Asya’nın bir parçası olmasından ileri geliyor gibi görünüyor. Oysa sorun, o bölgenin de ötesinde.

 

Çatışmalarda toplam 1,25 ile 2 milyon arasında insanın öldüğü Afganistan, çatışma kaynaklı yıllık ölü sayısında dünya birincisi. Onu Suriye, uyuşturucu savaşı nedeniyle Meksika ve Yemen izliyor. Yemen’de hem iç savaş hem terörizm hem de Suudi Arabistan’la çatışmalı durum söz konusu. Bu dörtlü, her yıl çatışmalar nedeniyle 20 bin kişinin öldüğü ülkeler. Yılda çatışmalar nedeniyle bin ila 5 bin kişinin öldüğü ülkelerin Irak dışında tümü Afrika’da: Çad, Güney Sudan, Kamerun, Kenya, Mali, Nijer, Nijerya, Somali. ‘Küçük çaplı çatışma’ olarak adlandırılan yıllık yüz ila bin çatışma nedenli ölümün gerçekleştiği ülkeler arasında Afrika ve Asya ülkeleri dışında Türkiye’yi, Ukrayna’yı ve Kolombiya ile Kolombiya’daki çatışmaların ara ara sıçradığı komşu ülkeler Ekvador ile Venezuela’yı görüyoruz. Afrika’dan bu kategoriye giren ülkeler olarak Burundi’yi, Etiyopya’yı, Kamerun’u, Kongo Demokratik Cumhuriyeti’ni, Kuzey Afrika ülkelerini, Mozambik’i, Orta Afrika Cumhuriyeti’ni ve Sudan’ı; Asya’dan ise, Filipinler’i, Filistin’i, Hindistan’la Pakistan’ı, İran’ı, Myanmar’ı, Sri Lanka’yı ve Tayland’ı not alıyoruz. Bunların dışında, bir de, çok sayıda ölümün olmadığı, fakat ileride savaş alanı olma riski taşıyan Kuzey Kore ve Çin-Vietnam Denizi gibi örnekleri eklememiz gerekiyor.

 

 

Asya’da Çatışmalı Bölgeler

 

Keşmir bölgesi, Hindistan, Pakistan ve Çin arasında temel ve süreğen bir anlaşmazlık kaynağı. Keşmir’in % 55’i Hindistan’ın, % 30’u Pakistan’ın ve % 15’i Çin’in elinde. Elbette bu anlaşmazlığın temeli İngiliz sömürgeciliği eliyle atılıyor. Cetvelle çizilen haritalarda mızrak çuvala sığmıyor. Pakistan ve Hindistan askerlerinin Keşmir nedeniyle çatıştığı ve Keşmir’in iki parçasında da yer yer silahlı direnişin ortaya çıktığı görülüyor. Pakistan-İran sınırında ise Beluc isyanı var. Myanmar’da etnik ve dinsel çatışmalar öne çıkıyor. Filistin’de yaşananlar, sürekli kanayan bir yara. Hindistan ve Filipinler’de, maocu bir halk savaşı veren gruplar var. Yine Filipinler’de ve Tayland’da İslam-temelli isyanlar yer yer bombalamalarla çoktan bir güvenlik sorununa dönüşmüş durumda. Aynı biçimde, Pakistan hükümetiyle çatışan İslami gruplar var. Sri Lanka’nın Tamil Kaplanları ile devlet çatışması nedeniyle zaten iyice kanlı olan tarihi, bu kez son saldırılarla sarsılıyor. Bir yandan da, Filipinler’de uyuşturucuyla savaş adına her yıl yüzlerce Filipinli sorgusuz sualsiz yargısız infaz ediliyor.

 

Bunlar var olan çatışmalar; bir de şu var: Çin’in yükselişiyle birlikte, Çin ordusu yenileniyor ve daha da güçleniyor. Japonya artık görece barışçıl anayasasını değiştirip hazır kıta bir ordu kurma yolunda. Dünyanın en kalabalık ve en hazır ordularından birine sahip olan Kuzey Kore’de ise barışa doğru adım atılsa da olası bir savaş için askeri hazırlıklar hız kesmiyor. Japonya, Çin, Rusya, Koreler, Vietnam, Malezya ve Filipinler arasında kara suları ve ada anlaşmazlığı var. Hindistan ile Pakistan’ın ikisi de nükleer güç olduğu için, aralarındaki çatışma sanıldığından daha tehlikeli. Orta Asya ülkeleri, askeri ve diplomatik etki anlamında, Rusya ile ABD’nin çekişmede olduğu bir arena. Güney Kore ve Japonya’daki yabancı üslerde hâlâ onbinlerce Amerikan askeri bulunuyor. Böylelikle, Çin’in etkinleşmekte olduğu ana bölgedeki parametreleri özetlemiş oluyoruz.

 

 

ABD’nin Sertlik Yanlısı Politikaları Karşısında Çin

 

Trump’ın Amerikası, ilk zamanlardaki barışçıl politikasından iyice uzaklaşmış durumda. Bugün Huawei yasağıyla Çin’i, yaptırımlarla İran’ı ve bitimsiz düşmanlığıyla Rusya’yı hedef alıyor. Tam da bu nedenle Asya’da sular ısınıyor.

 

Çin, eski Çin değil; özellikle Kuşak ve Yol projesiyle, ABD’yle ticarette sorunlar çıkması olasılığına karşı gardını almış durumda. Örneğin, Çin’in ABD’deki yatırımları Trump’ın düşmanca politikaları nedeniyle batmış değil, onun yerine Meksika’ya ve çevre ülkelere kayıyor. Çin’in devasa pazarı için ABD’den aldığı ürünler ise artık başka ülkelerden, örneğin Brezilya’dan alınıyor.

 

Sık sık Çin ile ABD’nin karşılıklı bağımlılığından söz ediliyordu; bu, doğru. Çin ekonomisinin zararına olacak bir gelişme, ABD’yi de vuruyordu. Trump’ın ticaret savaşı doruğuna ulaştığında, ABD, kendi ekonomisinde enflasyonun kontrol altında tutulmasına aracı olan ucuz Çin ürünlerini başka ülkelerde (örneğin Bangladeş’te ya da Hindistan’da) ürettirmek zorunda kalacak; ancak aynı teknik altyapının ve düşük üretim maliyetinin sağlanması kısa sürede olmayacak; hatta belki hiç olamayacak. “Madem şimdiye dek bu ürünlerin Çin dışı ülkelerde üretilmesi daha hesaplıydı, neden hâlâ Çin’de üretiliyorlardı?” sorusunu sormak gerekir.

 

İkincisi, Amerikan ürünleri, Çin gibi devasa bir pazara erişim hakkını kaybetmiş olacak. Hep şu şaka yapılırdı: “Çinliler aynı anda zıplasa deprem olur”. Gerçekten de, bir ürünün Çin pazarında boykot edilmesi ya da boykota gelmeden erişiminin engellenmesi o şirketi batışa götürecektir. Çin’in bir de yalnızca ya da çoğunlukla Çin’in ürettiği nadir madenler gibi ürünler üstünden bir pazarlık gücü bulunuyor. Buna karşılık, Çin’in kaybı, en kötü senaryoda, ABD’den teknoloji transferinin durma noktasına gelmesi olacaktır; fakat Çin, bunu hem yerli teknolojisiyle hem de Avrupa’da satın aldığı teknoloji şirketleriyle telafi edebilecek durumda görünüyor.

 

 

Çin Halk Kurtuluş Ordusu’nun Öyküsü

 

Bugün Çin, dünyanın en kalabalık nüfusuna olduğu gibi ordusuna da sahip. Onu, ordu büyüklüğünde, sırasıyla Hindistan, ABD, Rusya ve Kuzey Kore izliyor. Fakat bu ilk dört ülke, asker ağırlıklı toplumlar değiller; kalabalık nüfuslarına oranlandığında, bin yurttaşa düşen asker sayısında düşük bir profil sergiliyorlar. Bu açıdan, nüfusuyla orantısız olarak en yüksek oranda asker nüfusa sahip olan ülkeler, sırasıyla Kuzey Kore, Eritre, Arnavutluk, Cibuti ve İsrail biçiminde sıralanıyor.

 

Çin’e dönersek, ordunun resmi adı, Çin Halk Kurtuluş Ordusu (ÇHKO). Tarihsel olarak ülkenin en zor zamanlarında, 1927’de kurulmuş olan ordunun çıkış noktası, halk savaşı modeli idi. 2. Paylaşım Savaşı’nın bitimine dek geçerli olup meydan muharabelerinden olabildiğince kaçınıp gerilla tipi vurkaç eylemlerine yönelen bu modelde eli silah tutan herkes bulunduğu her yerde emperyalistlere karşı savaşacaktı (savaştılar da). Halk ordusunun teknolojisi yetersiz olacaktı; zalimler en son teknolojiyle memleketi işgal edeceklerdi ama yurtseverler de memleket sevgisi ve sayısal üstünlükle zafere ulaşacaktı (ulaştılar da). Vietnam’da benzer bir model uygulayan Ho Amca, ünlü sözünde, bunu şöyle ifade edecekti: “Onlar [Amerikalılar] yüz kahraman askerimizi öldürse, buna karşılık biz bir işgalci öldürsek, toplamda yine kazanacağız” (kazandılar da). Yine sosyalist dönemdeki askeri yaklaşımlar nedeniyle, Çin Halk Kurtuluş Ordusu, hiyerarşinin en aza indirgendiği bir biçimde yapılandırılmıştı. Dikey değil, daha çok yatay nitelikteydi. Bu modelle Çin, hem işgalden kurtulup İç Savaş’ı sonlandırarak bağımsız oldu; hem de Kuzey Kore’ye yardıma koşup işgale gelmiş ‘yedi düvel’i dize getirdi. Mao’nun öz oğlu da, Kore Savaşı’nda bir Güney Afrika uçağının bıraktığı bombayla son nefesini verecekti.

 

Çin’de askerlik, bağımsızlıktan bu yana zorunlu, anayasada bile belirtiliyor; ama uygulanmıyor; “çünkü” -deniyor- “daha kalabalık bir orduyu besleyecek kaynaklara sahip değiliz”. Aslında artık Çin bu kaynaklara sahip; ancak önceliği, aşağıda göreceğimiz gibi, daha kalabalık bir ordu oluşturmak değil; daha üstün teknolojili bir savaş gücü kurmak. Zaten ÇHKO’nun asker bulma sıkıntısı da bulunmuyor. Gönüllü katılımlar, ihtiyacı fazlasıyla karşılıyor.

 

 

Sayısal Üstünlüklü Kara Gücünden Teknoloji-Yoğun Çeşitliliğe

 

Bağımsızlık sonrasındaki yıllarda, Çin Halk Kurtuluş Ordusu, doğal olarak bir dönüşüme uğradı. Barış koşullarında, ileride olası bir savaş ve işgal durumuna karşı, hava gücü başta olmak üzere yeni birimler oluşturuldu. Emek-yoğun halk savaşı modelinden teknoloji-yoğun modele geçildi. Bu, silah ve mühimmata da yansıdı: Halk savaşı, çok sayıda hafif silah gerektirir; teknik savaşlar ise, az sayıda ama oldukça masraflı, son teknoloji ‘harika’sı silahlar gerektirir. Bu dönüşüm sırasında, Kore Savaşı sonrasında ÇHKO’nun etkin olarak yer aldığı savaşlar kısıtlı oldu. Bunlar, Çin-Hint Savaşı (1962) ve Çin-Sovyet sınır çatışmalarından (1969) öteye geçmeyecekti. Bu listeye daha düşük yoğunluklu olmuş olan Çin-Vietnam Savaşı’nı (1979) ve sonrasındaki daha küçük ölçekli çatışmaları da ekleyebiliriz.

 

Yedekler ve diğer destek güçleri dışında, sayısı 2 milyonu bulan ÇHKO askerlerinin yarısı karacı; beşte biri havacı. ÇHKO’da, klasik güç üçlüsüne (kara-hava-deniz) ek olarak, bu üçlüyle eşit statüde bir roket gücü oluşturuldu. Nükleer silahlar, bu gücün elinde. Bu da, aşağıda açıkladığımız üzere, tehdit algısındaki değişimle ilişkili.

 

 

Çin’in Değişen Dış Tehdit Algısı: Rusya’dan Tayvan’a/Amerika’ya

 

Yıllar içinde ÇKP’nin ve ÇHKO’nun dış tehdit algısı değişti. Çin-Sovyet anlaşmazlığından başlayarak ve Çekoslavakya ve Afganistan müdahaleleri dolayısıyla, Sovyetlerden kara yoluyla bir işgal bekleniyordu. Sovyetler dağılıp Rusya-Çin dostluğuna geri dönülmesiyle, ÇHKO’nun dürbünleri, Tayvan’a ve Spratly Adaları’na yöneldi. Tayvan, Amerikan desteğiyle bağımsızlık ilan edebilirdi. Buna karşı, kara kuvvetlerinin bir yararı olmayacaktı. Kaynakların hava ve deniz gücüne daha fazla ayrılmasının temel nedenlerinden biri, bu oldu. Spratly Adaları da benzer bir biçimde, bölgede hak iddia eden devletlerce (ve yine Amerikan desteğiyle) işgal edilebilirdi. Bu nedenle, hava savunma sistemleri, tarama ve gözetleme teknolojileri, çıkarma gemileri, denizaltılar vb. önem kazanmaya başladı. Japonya’nın yeniden askerileşmesi olasılığı da bu yönelimi güçlendiriyordu. Artık Çin işgal altında değildi; çaresiz hiç değildi; savunma hattı, karadan değil denizden başlayacaktı. Savaş gemisi yapımı hızlandırıldı.

 

Tehdit algısındaki değişim nedeniyle, 1985’te ÇHKO yarı yarıya küçültüldü. İlerleyen yıllarda, 1,5-2 milyon silahlı güç terhis edildi. Niceliğe değil niteliğe odaklanılması önerildi ve bu öneri yıllara yayılarak uygulamaya döküldü. Ayrıca Çin yükselirken, onun dünya ölçeğindeki rolü artıyordu ve ejderha, askeri roller de üstlenmeye başlamıştı. Küresel bir güç olmanın gereği olarak, ÇHKO sürekli olarak yenilendi ve son teknolojilerle donatıldı. Donanma bir kez daha önem kazanıyordu; çünkü Çin, Somali ve Yemen gibi bölgelerde, korsanlara ve teröre karşı mücadele ve iç savaş mağduru sivil halkı hızla tahliye etme gibi görevler almaya başlamıştı. Bunların dışında, ÇHKO, Birleşmiş Milletler’in barış gücüne katılım gibi görevleriyle dünya sahnesine çıkıyordu. Geleceğe yatırım olarak ise, uzay araştırmaları hız kazandı. Bunlar bugün Çin’e yalnızca saygınlık getirmiyor; gelecekte Çin’in uzayda söz sahibi olmasını da sağlayacaklar.

 

Çin, bunun dışında, bilindiği gibi, dünyanın en büyük silah üreticilerinden ve satıcılarından; ABD ve Rusya’dan sonra üçüncü sırada. Çin silahlarının yaklaşık üçte ikisi, üç ülkeye, Bangladeş, Myanmar ve Pakistan’a satılıyor. Ayrıca, Çin, Venezuela, Endonezya vd. ile birçok Afrika ülkesine de silah satıyor. Silah alımında ise, dışarıdan gelen silahların yarıdan fazlasını Rusya’dan, gerisini Fransa ve Ukrayna’dan alıyor; bu konuda ABD’ye bağımlı değil.

 

Bugün Çin, savaş gemisi yapımında iyice hızlanmış durumda. Öyle ki, Çin basınında, şakayla karışık olarak, “öyle çok savaş gemisi yapıyoruz ki yeni ad bulmakta zorlanıyoruz” yazılıyor. Öte yandan, ejderha, birçok açıdan, örneğin uçak gemisi sayısında, diğer ülkelerin donanmalarının gerisinde. Çin, dünyanın ikinci en büyük savunma bütçesine sahip fakat birinci olan ABD’yle aralarında büyük fark var. Kısa sürede ABD’ye yetişmesi olanaksız. Yalnızca ABD’ye kafa tutmak için değil, kalabalık bir nüfusla uygun bir orantı sağlamak düşüncesiyle de Çin’in savunma bütçesinin ilerleyen yıllarda artacağını göreceğiz. 

 

***

 

Asya’da ve dünyada sular ısınırken, Çin’i ve ÇHKO’nu daha çok konuşuyor olacağız. O yüzden, bu konularda şimdiden düşünmeye başlasak fena olmaz. Bu yazı, tam da bunun için yazıldı: İlgili konuları, fırtına öncesi sessizlik döneminde, sular yavaş yavaş ısınırken tartışmaya açmak… Çünkü sonra çok geç olabilir...

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder