Gelecek Tahayyülleri: Sigorta Diktatörlüğünden Feminist Ütopyaya
Prof.Dr. Ulaş
Başar Gezgin, ulasbasar@gmail.com
Twitter: ProfUlas
Bilgi çağı, uzay
çağı, yapay zeka çağı, büyük veri çağı vb. Hep geleceğe ilişkin varsayımlara ve
çıkarımlara dayanan ifadeler. Bunlar, çoğunlukla, teknolojik belirlenimciliğe
yaslanıyorlar. Bunlara göre, teknoloji öyle ilerleyecek ki toplumu peşinden
sürükleyecek. Bunu teknoloji fetişizmi izliyor. O herşeyin ötesinde, herşey
teknolojiden sonra geliyor. Oysa toplumsal süreçlerden bağımsız bir teknoloji
yoktur; çünkü yeni buluşlar da bilimsel süreçler de toplumdan bağımsız
değildir. Kimi ülkelerde, bilim kuruluşlarının başına hayvanat bahçesi
müdürleri getirilir, kimilerinde eski astronotlar. Ayrıca, bu tür anlatılarda,
teknoloji yüceltilirken, bilimin rolü ikincilleştirilir. Oysa teknoloji,
çoğunlukla bilimin bulgularını pratiğe döker. Tersi de olabilmekle birlikte
bunlar azınlıktadır. Bilimse, bir toplumda üretim ilişkilerinden ve sınıflardan
bağımsız değildir.
Burjuvazinin Bilim Anlayışı
Burjuvazi, onu
aklayacak bilim insanlarını öne sürer, onları televizyonlara çıkarır, bilimin
sözcüsü ilan eder. Bilim, özellikle de doğa bilimleri, tartışmasız doğrular
toplamıymış gibi sunulur. Doğrular tartışmasız olduğuna göre, ezenden ve
ezilenden yana bir bilim ayrımı geçersizmiş gibi görünür. Oysa bilimde ham
veriler yorum olmadan bir anlam ifade etmez; her yorum da felsefe ve bir ölçüde
eleştirel düşünce içerir. Örneğin, genin bencil olduğu iddiası bilimsel
değildir; felsefeden gelen bir önermedir. Ham veri bilim için yeterli olsaydı,
aynı veriden farklı çıkarımlar yapılamıyor olmalıydı. Dolayısıyla, bilim, temel
doğrular içermekle birlikte, çıkarım da gerektirdiği için felsefeden bağımsız
değildir. Her bilim insanı, bilinçli ya da bilinçsiz olarak felsefe yapar,
yapmak durumundadır.
Öznesizlik Yanlışı
İşte bu kesin doğru
yanılsaması, gelecek tahayyüllerinde de görülüyor. İyimser ve karamsar
gelecekçiler var. Kimileri, oldukça kesin konuşuyor, tahminleri tutmadığında da
oralı olmuyor; kimileri ise, “zaten tahmin yapmamız olanaksız” diyerek, her tür
yorumu spekülasyon olarak görüp değersizleştiriyor. Biz ikisinin arasındayız.
Geleceğin bir bilimi olabilir. Gelecekbilim ya da gelecek çalışmaları alanında,
oldukça ciddi akademik dergiler bulunuyor[1] ve bu
dergilerde çıkanlar, televizyon müneccimlerinin yaptıklarının tersine, senaryo
planlama gibi belli tür yöntemlere dayanıyor.
Gelecekle ilgili
tahminlerimizde zaman aralığını ne kadar uzatırsak, tahminlerimiz de o kadar
gerçekdışılaşıyor. Örneğin, 1 yıl sonrasını tahmin etmek, 10 yıl sonrasını
tahmin etmekten çok daha kolay. Dolayısıyla, gelecek yorumlarında, öncelikle
zaman aralığı önemli. İkincisi, doğabilimcilik ya da öznesizlik yanlışına
düşmememiz gerekiyor. Bu yanlış bakış, geleceği toplumdaki özneler yokmuş da
toplum için değişmez doğa yasaları geçerliymiş gibi değerlendirir. Oysa gelecek
yorumlarını karmaşıklaştıran ve tahminleri zorlaştıran belli başlı nokta, tam
da öznelerin ne yapacağıdır. Örneğin, falanca teknoloji geliştirildi. Buradan dümdüz
tek bir sonuç çıkmaz. Onun yerine, şunun gibi özneli sorular sorulmalıdır:
- Bu teknoloji
toplumda ne ölçüde benimsendi?
- Pahalı mı ucuz mu?
- Seçkinlerin ve
zenginlerin erişimine mi açık yalnızca?
- Kimler bu
teknolojiyle kazanıyor, kimler kaybediyor?
- Kaybedenler, buna
karşı ne yapacak?
- Kazananlar onlara
karşı ne yapacak? vb.
Bu kavramsal girişten
sonra, kimi gelecek yorumlarına geçelim.
Petrol Sonrası Dünya
“Petrol bitecek,
petrol üreten ülkeler batacak” deniyor. İşte yine öznesizlik yanlışı. Petrolün
biteceğini bilen petrol üreten ülkeler hiçbirşey yapmayacak mı? Doğrusu şu:
Onlar içinden alternatif enerjilere büyük kaynak ayıranlar, petrol sonrası
dönemde de üstünlüklerini sürdürecek. Dolayısıyla, petrol ülkeleri tümüyle
düşüşte olmayacak ve yerlerini yeni ülkeler alıyor olmayacak. Her kim petrolden
bütçe fazlasına sahip olup alternatif enerjilere yatırım yapacak; işte onlar
dünyanın yeni küresel büyük güçleri olacak. Bütçe fazlası olmayıp da alternatif
enerjiye yatırım yapmak isteyen başka ülkelerin böyle bir olanağı olmayacak.
Dolayısıyla, petrol sonrası dönemde, kartların yeniden karıldığını değil,
birkaç kartın yer değiştirdiğini göreceğiz.
Geleceğin Hızı
Sık sık “gelecek çok
hızlı gelecek” denir. Kime göre, neye göre? Genellikle bu hız konusu,
teknolojilerin benimsenmesine bağlanır ve radyodan internete kadar ivme kazanan
grafikler önümüze konur. Oysa teknolojilerin yaygınlaşmasını hızlandıran ve
yavaşlatan etmenler vardır. Birçok teknolojinin ya devletler eliyle askeri
amaçlı ya da şirketler eliyle ticari amaçlı olarak geliştirildiğini biliyoruz.
Demek ki, teknolojiler, devletlerin ve şirketlerin çıkarlarına uygun olarak
gördükleri hızda yaygınlaşacaktır. İnternet örneğinde bunu görüyoruz.
İnternetin ortaya çıkmasından çok sonra halka açıldığını not ediyoruz. Ayrıca,
gelecek, yalnızca teknolojiden ibaret değildir. İçine toplumsal ve kültürel
öğeler de girer. Bugün bilim ilerlerken, dünyanın yarısından fazlasında
bilimdışı inançlar, batıl inançlar vb. de yaygın. Toplumlar, kimi açılardan
hızlı, kimi açılardan yavaş değişiyor. İşte bu iki nedenle (devlet ve şirket
çıkarı ve toplumsal değişim hızı), “gelecek çok hızlı gelecek” sözü doğru değil.
Emek-Yoğun Sektörlerin Direngenliği
Büyük şirketlerin
(örneğin fotoğraf vb.) dijitalleşme dolayısıyla birkaç yılda batmaları çok
klasik bir örnektir. Oysa teknoloji, her sektörü aynı ölçüde etkilemez. Çarpıcı
bir örnek, bütün ekonomiyi nitelemekte kullanılamaz. Kaldı ki, bu değişimlere
uyum sağlayan şirketler de oldu. Şu anki büyük internet şirketlerinin (örneğin
Amazon) ileride hâlâ aynı sırada olacağı da kuşkuludur. Değişim sürekli
olduğuna göre, değişmeyen özne (şirket) batacaktır.
Öte yandan,
makineleşmeyle emek-yoğun işlerin, dolayısıyla kalabalık şirketlerin sayıca
azaldığı ileri sürülebilir. Fakat bu durumda bile kimi şirketler, çeşitli
nedenlerle daha az etkilenir. Örneğin, bütün bu yapay zeka, otomasyon,
makineleşme vb. tartışmalarına karşın, dünya ölçeğinde en fazla personel
çalıştıran kurumlar/şirketler değişmiyor: Amerikan ordusu ve Çin ordusunun her
biri, tüm personelleri toplandığında 2 milyonu aşıyor; onları 1 milyonu aşkın
personeliyle Hint ordusu izliyor. Yine Çin ve Hint demiryollarının her birinde
1 milyondan fazla çalışan var ve bütün bu anılan sayılar, azalmıyor, tersine
her yıl artıyor. Çin elektrik ve petrol kurumları da en kalabalık personel
listesine (yine her biri 1 milyon üstü) sahip. ABD’den ise, Walmart ve
McDonalds’ı görüyoruz listede. Son olarak, İngiltere’de milyon üstü bir kurum, Sağlık
Bakanlığı.
Durumun ilginçliği
burada bitmiyor. Şunu da ekleyelim: ABD’de 160 milyonluk işgücü üstünden
hesaplarsak, her 25 çalışandan biri, ya orduda ya Walmart’ta ya da McDonalds’ta
çalışıyor. Çin’de ise, her 100 çalışandan biri, ya orduda ya devlet demiryollarında
ya devlet petrol kurumunda ya da devlet elektrik kurumunda çalışıyor.
Hindistan’da ise, her 175 çalışandan biri, orduda ya da devlet demiryollarında
çalışıyor. Çin’de diğer kalabalık kurumlar arasında, posta hizmetlerini,
bankaları ve rafinerileri görüyoruz. Hindistan’da ise, ordu ve demiryolları
dışında, otomotiv sektörü kalabalık çalışan sayısıyla başı çekiyor. Diğer bir deyişle,
makineleşme her sektörü aynı biçimde etkilemiyor; ayrıca kimi sektörler, doğaları
gereği, kazancı düşürdüğü için ya da siyasal nedenlerle (örneğin
askeri-stratejik hedefler ve işsizliği azaltma çabası), sermaye-yoğun üretime
geçişe yatkın da değiller istekli de değiller.
Gizemli Havanın Dağıtılması
Başka bir konu da şu:
“Kim bilebilirdi şöyle böyle olacağını?” söylemi. Genellikle geleceğe ilişkin
birçok teknolojik gelişmeyi çeşitli araştırmacılar öngörüyor; fakat bu
öngörüler, onu uygulamaya dökme düşüncesinde olanlar dışındakilere ulaşmıyor. Bu
beklenmedik gelişmeler, örneğin Uber, sanki birdenbire çıkmış gibi gizemli bir
hava yaratılıyor. Oysa her düşüncenin bir öncülü vardır ve Uber gibi örnekler, uygulamaya
araştırmacıların o düşünceleri yavaş yavaş geliştirmesiyle dökülür. Öncülleri
ve onunla ilgili tartışmaları incelemeyenler için elbette her teknolojik
gelişme şaşırtıcı olacaktır. Oysa gelecekbilim camiası, bu konuları ‘paylaşım
ekonomisi’ başlığı altında yıllardır tartışıyordu.
Avukatlar İşsiz mi Kalacak?
Yapay hukuk
programları nedeniyle birçok avukatın işsiz kalacağı söyleniyor. Oysa olacak
olan, avukatlık mesleğinin dönüşümüdür. Avukatlar, doktorlar ve birçok başka
meslek grubu gibi, bilişim ve veri teknikleri vb. konularda daha yetkin olmak
durumunda kalacaklar. Eğitim müfredatları da ona göre yenilenecek. Avukatlar,
verimsizcesine vakit alan, dosyalama, dosya tarama vb. işleri yapay hukuk
programlarına yaptıracaklar. Böylelikle, bu programların yapamadığı, daha az
öngörülebilir olan avukatlık işlerine yönelecekler. Dahası, belki bu gidişle,
çalışma saatleri azalacak ve böylelikle, hem mesleklerine komşu olan sivil
toplum kuruluşlarına, toplum düzeyinde hak arama mücadelelerine, arabuluculuk
gibi tamamlayıcı uygulamalara vd. hem de meslekleri dışında kişiliklerini
geliştirici etkinliklere, ailelerine, arkadaşlıklara vd. daha çok zaman
ayırabilecekler. Yapay hukuk programları, hukuğun öngörülemez yönleri
dolayısıyla, avukatları işsiz bırakmayacak, onun yerine çalışma saatlerini daha
verimli kullanmalarını sağlayacak. Peki hiç avukat işsiz kalmayacak mı?
Kalacak, bu süreçte mesleğin bilişim ve veri bağlamında dönüşümüne ayak
uyduramayanlar, ancak yalnızca bunlar, herkes değil, işsiz kalacak.
Bir de şu var: Yapay
zeka ve otomasyonun avukatlık mesleğine etkisi, bir ülkenin hukuk sisteminden
bağımsız değildir. Diğer bir deyişle, konu, hukuk sistemi değerlendirilmeden
kapsamlı bir çözümlemeden geçirilemez. Hukuk sistemi, bir yandan adalet
dağıtırken, bir yandan da toplumdaki adaletsizlikleri yansıtır. Yapay hukuk
programlarında adaletsizliklerin bir ürünü olan veriler, örneğin kimi
kesimlerin daha çok suça yatkın olduğu iddiası, sorgu sualsiz olarak sisteme
girilir. Büyük veri, sanıldığının tersine, yanlışlarla doludur. Bu yanlışlarla
mücadele ve bunların sonul olarak sistemden ayıklanması da avukatların yeni
işlerinden biri olacaktır.
Doktorlar İşsiz mi Kalacak?
Doktorların da işsiz
kalacağı doğru değil. Yapay zeka, insani ilişkileri taklit edemeyeceği için,
doktorlar işlerini yapmayı sürdürecek; fakat avukatlar örneğinde olduğu, bir
dönüşüm ve uyum sürecinden geçecekler. Eskiden doktorlar kaşe basmak, el
yazısıyla reçete yazmak, hastaların basılı dosyalarını tutmak vb. gibi toplamda
çok vakit alan işlerle uğraşıyorlardı. Şimdi çok vakit alan işleri
bilgisayarlar yapacağı için, ideal koşullarda, hastalarla daha insani ilişkiler
kurmak, onların dertlerini dinlemek ve onlara yardımcı olmak için daha fazla
zamanları olacak. Burada ‘ideal koşullarda’ diyoruz, neden? Çünkü gerçekte, bu
tür rutin işleri bilgisayarlar yapacak olsa da, doktorların nasıl yönetileceği,
onların yapay zekadan ve otomasyondan ne ölçüde etkileneceğini büyük oranda
belirleyecek. Ne demek istiyoruz? Örneğin, devlet hastanelerine yeterince kamu
kaynağı ayrılmazsa ve doktorlar performans baskısıyla çalıştırılırlarsa, ilaç
şirketleri tarafından belli ilaçları yazdıklarında ödüllendirilirlerse (bir
başka rüşvet biçimi elbette) vb. yapay zekanın ve otomasyonun olanaklarından
umulduğu kadar yararlanamayacaklardır. Yeni sistemde, kaynak yetersizliği de,
zaman darlığı da, diğer olumsuz koşullar da etkili olmayı sürdürecektir. Özel
hastanelerde ise sermaye mantığı egemen olduğundan, orada da yapay zeka ve
otomasyon, beklentinin altında sonuçlar doğurabilecektir. Yönetim geri,
teknoloji ileri olduğunda; her zaman yönetim baskın çıkar; ileri teknoloji,
geri bir yönetim elinde, toplumu daha da geriye götürür.
Büyük Biraderin Gözetiminde
Yapay zeka ve büyük
veri iktidarında, çok olası sonuçlardan biri, insan hakları, yurttaş hakları ve
tüketici haklarının gerilemesi biçimindedir. Yapay zeka ve büyük veri,
yurttaşlara daha fazla gözetim ve denetim olarak dönmüştür. Eskiden fiziksel
takip (birini birinin peşine takma) ve teknik takip (örneğin telefon dinleme)
düzeyinde olan büyük birader etkinlikleri, internet üzerinden gözetleme ve
MOBESE’lerle birlikte, inanılmaz boyutlara ulaşmıştır. Snowden skandalı, tek
başına, fiber optik kabloların bile gözetim amaçlı olarak kullanıldığını ortaya
çıkarmıştır. Sosyal medya kullanımı ise, bu gözetim-denetim aygıtına yakıt
sağlamaktadır. Sosyal medyayı yaygın olarak ve bilinçsizce kullananlar, büyük
biradere gönüllü olarak kişisel verilerini teslim etmiş olmaktadır.
Sigorta Diktatörlüğü
Haklar bağlamında, şu
tür kıyamet senaryoları dillendirilmektedir ki bunun tek çaresi, dernek, oda,
sendika vb. türünden örgütlü mücadeledir. Örgütlü mücadelenin yokluğu ya da
zayıflığı durumunda bu senaryoların gerçekleşmesi oldukça olasıdır. Bu
senaryolar özetle şöyledir: Devlet gözetimi-denetimi düzeneğinin sigorta
sistemiyle içiçe geçirilmesi şu sonuçları doğurabilecektir: Büyük veriyle
beslenen yapay zeka, ileride kimlerin hasta olacağını, kimlerin beklenen
ömrünün daha kısa olduğunu vb. belli bir yanılma payıyla öngörebilecektir.
Bunun için çok karmaşık algoritmalara bile gerek yok. Bütün kişisel veriler tek
bir sistemde bütünleştirileceğinden, örneğin şöyle basit bir ilişki
kurulabilir: Devlet, şirketlerle birlikte, kredi kartı ödemeleri üzerinden, her
bir yurttaşın alkol ve sigara tüketimini saptayabilir. Bunları çok tüketenlerin
ileride hastalanıp sisteme yük olacağını öngören sigorta sistemi, bu kişilerden
daha yüksek ödeme talebinde bulunabilir, hatta sigorta hizmeti sağlamayı
reddedebilir. Bu düzene ‘sigorta diktatörlüğü’ adını verebiliriz. Bu ifadeyi
ilk kez burada kullanıyoruz.
Muhafazakar
hükümetler elinde, bu reddiye, kimilerini vatandaşlık haklarından mahrum
bırakmaya da dönüşebilir. Böylelikle devletler ve şirketler, birbirlerini
yapboz gibi tamamlamış olurlar; el ile eldiven gibi birbirlerine uyarlar. Ayrıca,
devletler yine ödemeler ve internet trafiği üstünden, kimin kime oy verdiğini
saptayabilir ve buna göre yurttaşlık haklarında kesintiye gidebilir. Tüketici
hakları da aynı biçimde gerileyecektir, insanların özeli kalmayacaktır.
Dede Olacağını Şirketlerden Öğrenmek
İnsanların özelinin
kalmamasına verilen ilginç bir örneği burada analım: Bir giyim şirketi, genç
kıza bebek giysilerine ilişkin broşürler postalamaya başlar. Kızın babası, bunda
bir yanlışlık olduğunu düşünür. Gider, mağazayla konuşur. Şirketin kullandığı program,
kızın alışveriş alışkanlıklarındaki değişikliklerden onun hamile olduğu
sonucuna varmıştır; buna göre tarihi hesaplamış, doğum tarihi yaklaşırken bebek
broşürleri postalamaya başlamıştır. Baba, dede olacağını şirketten öğrenir.
Kızı, gerçekten de hamiledir.
Nesnelerin İnterneti Aslında Ne?
Bu çarpıcı örneğin
ötesine geçilmesi de söz konusu: ‘Nesnelerin (aslında İngilizcesi’nden doğrudan
çeviriyle şeylerin) interneti’ denilen akım, kullandığımız tüm elektronik
araçların internet bağlantılı olması anlamına geliyor. Akıllı ev uygulamaları
örneğinde, günlük hayatımızı kolaylaştıracağı söylenen bu düşünce, aslında
devletler ve şirketlerce suistimal edilmeye oldukça açık. İşin kötüsü, bu, bir
olasılık değil; bu suistimali, Çin’de şimdiden görüyoruz ve bu iş gizli kapaklı
yapılmıyor. Bu suistimal biçimi de şudur: Çöpünde kaç tane kondom ya da ped
olduğundan haftada kaç kez yıkandığına, evine kaç kişinin (ve hatta kimlerin)
girip çıktığından evi haftada kaç kez temizlediğine kadar özel yaşama ilişkin
her tür veri, büyük biraderler tarafından erişilebilir hale geliyor ve bu
kayıtlar, şeffaf değil. Kaydı tutanların sizin hakkınızda ne yazdığını
bilemiyorsunuz ve bu kaydı tutanlar, kim daha çok para basarsa verilerinizi ona
satıyor. Diyelim, devlette bir işe başvuruyorsunuz; işe alınma ölçütlerini her
açıdan karşılıyorsunuz; fakat işi alamıyorsunuz. Eskiden bu, hakkınızda
tutulmuş bir dosya varsa ondan kaynaklanıyordu. Oysa şimdi o dosya çok daha
kabarık ve özel yaşama daha fazla ilişkin. Örneğin, belki de işe, evinizi
haftada beş gün değil de üç gün temizlediğiniz için alınmıyorsunuz; ya da alkol
tüketiminiz dolayısıyla... Bunu bilemiyorsunuz. Hak ve özgürlük hareketleri
cılız olursa, bu tür kişisel verileri kötüye kullanma uygulamalarının önünde
herhangi bir engel olmayacak.
Nesnelerin
internetine karşı, şu anda kullanmakta olduğumuz türden buzdolabı, fırın vb. bağlantısız
elektronik araçları kullanmayı deneyebilirsiniz. Ancak, bir kez bağlantılı
araçlar yaygınlaştığında, bağlantısız araçların üretimi durdurulduğunda ya da
yavaşladığında (eski büyük cep telefonlarını düşünün), teknik servis hizmeti
verilmediğinde, bağlantılı araçlar çeşitli nedenlerle daha cazip hale
geldiğinde ya da pazarlama taktikleriyle cazip gibi gösterildiğinde,
gözetim-denetim muhaliflerinin teknolojik değişime karşı koymak için pek fazla
güçleri olmayacak.
Sürücüsüz Araçlar... Ya Kazalar? Ya Etik?
Sürücüsüz araçlardan
heyecanla söz ediliyor. Gerçekten de bu araçların hayatı kolaylaştırması
bekleniyor. Araç kullanamayacak olan yaşlı ya da engelli yurttaşların daha
sosyal bir yaşamları olacak. Bu araçların kaza oranının ileride iyice düşmesi
bekleniyor; çünkü içkili ya da uyuşturucu etkisi altında araç kullanmak söz
konusu değil, dalgınlık, dikkatsizlik, ihmal ve yorgunluk gibi kaza etmenleri
de ortadan kalkacak. Araba kaynaklı hava kirliliğinin de sürücüsüz araçların
kullanımının yaygınlaşmasıyla azalması bekleniyor. Bilindiği gibi, birçok metro
hattı zaten şimdiden sürücüsüz. Sürücüsüz arabalar, hem rutin hem de
beklenmedik ve risk içeren öğelerle cebelleşmek durumunda. Bu nedenle, bir
ölçüde otomasyon, bir ölçüde de yapay zeka ürünüler.
Ancak, sürücüsüz
arabalar için yine de iki temel sorun var. Birincisi, kaçınılmaz kazalarda ne
yapılacağı ve kimin sorumlu tutulacağı noktasında ve hepsinden önce,
kaçınılmazlığın nasıl tarifleneceği. Örneğin, diyelim öyle bir durum oluyor ki,
düz devam etmesi, geri gitmesi ya da durması olanaksız olan bir araç sağa
kırarsa bir arabaya, sola kırarsa bir otobüse çarpacak. Otobüste daha çok insan
olduğu varsayılarak, böyle bir durumda arabaya çarpsın diyelim. Fakat sonradan
ortaya çıkabilir ki, otobüs, boş olarak garaja dönüyormuş ve araba, aile
üyeleriyle tıka basa doluymuş. Ya da diyelim, araç içindeki insan sayısı için
tarama programı var –ki bu program, birçok dış etmen nedeniyle iyi
çalışamayacaktır, ama haydi çalıştı diyelim – ama meğer açı ve diğer
nedenlerle, sonradan, arabaya çarpış hızının daha hafif, otobüse çarpış
hızınınsa daha ölümcül olduğu ortaya çıkıyor. Burada 3 farklı ölçüt sıralamış
olduk: Araç tipi, yolcu sayısı ve çarpış hızı. Bu listeye başka ölçütler de
eklenebilir. Böyle bir durum, etik karar verme becerisi de gerektirir. Oysa
etik ve yapay zeka kesişimindeki araştırmalarda henüz yolun başındayız.
Sürücüsüz Araçlar... Ya Kapitalizm?
Sürücüsüz arabalarla
ilgili ikinci sorunsa şu: Sürücüsüz arabaya girilen kimi veriler, yanlış ya da
yanlı olabilir. Araba şirketleri, kendi araçlarına övgüler düzer; sigorta
şirketlerinin, verileri çarpıtmaya yol açacak belli bakış açıları vardır. Trafik
kurbanlarının ve onların yakınlarının sağladığı veriler, daha farklı olabilir
vb. Böyle yanlı ve yanlış verilerle dolu bir yapay zekanın sürdüğü arabaya
binmek, insan sürücülü bir araca binmeye göre daha riskli olabilir. Araç
kullanılırken, bir hata varsa, insan sürücüyü uyarırız; yapay zekayı ise nasıl
uyaracağımız henüz belli değil. Yolcunun uyarısı, veritabanındaki verilerle
uyuşmazsa ne olacaktır? Bu gibi sorular daha fazla araştırma ve uygulama
gerektiriyor. Şimdiye dek konuyla ilgili olarak yapılan çalışmaların çoğu,
sürücüsüz ve yolculu araçları değil, sürücüsüz ve yolcusuz araçları test
ediyor.
Sürücüsüz araçların
yaygınlaşmasıyla, kentlerde park sorununa bir ferahlama geleceği, daha az park
alanına gereksinim duyulacağı ve buraların yeşil alan olarak kullanılacağı
ileri sürülüyor. Ne kadar güzel bir düş... Keşke böyle olsa... Kapitalizm
olmasaydı böyle olabilirdi. Şehrin göbeğinde büyük rant getirmesi beklenen
birçok eski park yerine yüksek binaların dikilmesi çok daha olası...
Sürücüsüz araçlarla
birlikte, araba sigortasının tarihe karışacağı iddiası doğru olabilir, ancak
sigortacılığın tarih olacağı doğru değil. Gerekçelerden birini yukarıda andık
(sigorta diktatörlüğü); diğeri ise şu: Sigortacılık zaten insanları korkutmaya
ve risk algısına dayanır. Araba kazaları azalırsa onların yerine başka korkular
ve riskler yaratılacaktır. Bunların gerçek olması gerekmiyor; önemli olan,
potansiyel müşterilerin korkutulup yüksek risk altında olunduğuna ikna
olması...
Sürücüsüz araçların yaygınlaşmasıyla,
araba kaynaklı hava kirliliğinin azalacağı doğru, yukarıda zaten böyle söyledik;
fakat bu kirlilik kaynağının yerini hızla artan endüstriyel kirlilik alacaktır,
çünkü geleceğin ekonomisi daha çok çeşit ürünün çok sayıda üretimi üstüne şekillenmektedir
ve doğa dostu üretim uygulamaları konusunda, dünya sermaye sınıfı çok da
istekli değildir; bunlar fazladan harcama olarak görülmektedir. Gelecekte,
çevre hareketleri güç kazanmazsa, sermaye sınıfı çevre kirliliğinin ve diğer
ekolojik sorunların maliyetini ve sonuçlarını yurttaşlara yıkmaya devam
edecektir.
Maliyetin Düşmesi Eşit Değildir Ucuzlamaya
Gelecekte elektriğin
ucuzlayacağı ileri sürülse de, bu, tümüyle, ekonomi üstündeki düzenlemelere
bağlı. Dünyanın birçok ülkesinde elektrik üzerinde devlet tekeli bulunuyor ve
devlet, elektriği stratejik bir sektör olarak gördüğü için, elektriği en ucuza
mal etmeye ve sunmaya çalışıyor. Ancak bir yandan da, neo-liberalizm güç
kazanıyor ve elektrik sektörü özelleştiriliyor. Özelleşmeyle birlikte,
düzenlemeler de hafifliyor ve özel sektör, elektrik fiyatı üstünde söz sahibi
olmaya başlıyor. Bu trend sürerse, elektrik ucuzlamaz, pahalılanır; çünkü herkes
elektriğe muhtaç olduğundan, düzenlemelerin olmadığı bir kapitalizmde, özel
sektörün elektrik fiyatlarını arttırması karşısında herhangi bir engel
bulunmamaktadır –yine ve bir kez daha, yurttaş hareketleri dışında. Bu
tartışmadaki temel yanlış şudur: Bir ürünün maliyetinin düşmesi, onun otomatik
olarak ucuzlamasını getirmez. Maliyetin düşmesiyle diğer seçenek, kâr payının
artmasıdır.
Feminist Ütopya mı Varsa Yoksa Ataerki mi?
Sağlıkta birçok
testin ileride telefonlar ve cep sağlığı aygıtlarıyla yapılabileceği doğru.
Fakat az bilinen bir nokta da var. Sağlığın ve başka birçok sektörün
otomasyonuyla birlikte, makineleştirilemeyen birtakım öğeler kalıyor. Bunların
başında, duygulara dayanan insani ilişkiler, empati, bakım vb. geliyor. Rutin
olan, yaratıcılık gerektirmeyen işler makineleşirken bunlar kalıyor. Geleceğin
yükselen mesleklerinden birinin hemşirelik (ve genel olarak bakıcılık) olacağı
ileri sürülüyor. Bakıcılık gibi işler, ataerkil toplum yapısında genellikle
kadınlarla ilişkilendiriliyor ve üstelik, saygın, statülü işler olarak
görülmüyorlar. Ancak makineleşmeyle birlikte bunların değeri artabilir. Bu da,
bizi, kadınların, makineleştirilemeyen varlıklar olarak yüceltildiği feminist
bir ütopyaya götürebilir. Elbette bu, olasılıklardan yalnızca biri. Bunun
gerçekleşip gerçekleşmeyeceği, ataerkil öznelerle kadın hareketlerinin
yapacaklarına bağlı.
Öte yandan, bunun tam
tersine, yapay hukuk örneğini düşünürsek, yeni teknolojilerin ataerki başta
olmak üzere toplumsal adaletsizlikleri iyice pekiştirip perçinlemesi de olası. Kimi
araştırmacılara göre, geleceğin asıl sorunu, kontrolden çıkıp bizi aşacak ve
böylelikle tehlikeli olacak yapay zekalar değil; asıl sorun, bu toplumsal
adaletsizliklerin yapay zeka eliyle daha da kötüye gitmesi. Örneğin, Google’un
kimi uygulamalarında çeşitli mühendislik alanlarına ilişkin iş ilanları
yalnızca erkek kullanıcılara gösteriliyor; kadınlar bunları göremiyor; çünkü
algoritmalar, zaten kadınların bu işlere başvurmasını ve işleri almasını düşük
olasılıklı olarak görüyor. Bu basit örneğin, tüm verileri içeren bir sistemde
çok daha büyük olumsuz sonuçları olacağı kuşkusuz...
Ya Dünya Barışı?
Coşku dolu geleceğin
teknolojileri söylemi, şunu hep unutuyor, yukarıda andık: Birçok teknoloji,
devletler eliyle öncelikle askeri amaçlı olarak geliştiriliyor. Aslında şimdiye
dek anılan risklere denk bir tehlike tam da buradan kaynaklanıyor: Yapay zeka
silahları. Daha şimdiden, düşman askeri ya da terörist diye sivil halkı vuran
SİHA’ları yani silahlı insansız hava araçlarını görüyoruz. Bu araçların çok
daha gelişmişlerine çok sayıda devlet sahip. İleride olası bir teknoloji-yoğun
savaşta, çok büyük insan kayıpları gerçekleşebilir. Bunu önlemek de, dünya
barış hareketlerinin gücüne bağlı olacak...
Sonuç
Görüldüğü gibi,
gelecekte neler olacağı yalnızca teknolojik gelişmelere bağlı değil, aynı
zamanda öznelerin yapacaklarına da bağlı. Özneler öngörülemez oldukları için,
tahmin yapmak zor; fakat yine de, kimi olasılıkları ortaya serebiliriz. Biz tam
da bunu yapmaya çalıştık. Geleceği insancıl bir gelecek yapmak için hepimizin
çaba göstermesi gerekiyor, ucundan da olsa kenarından da olsa... Bizi
nesneleştiren egemenlere karşı, özneleşmemiz gerekiyor. Yoksa bizi kapkara bir
gelecek bekliyor...
[1] Bu dergiler arasında öne çıkanlar şunlar: CT&F-Ciencia Tecnologia y
Futuro, Futures, Futurist, Global and Planetary Change, Information Society,
Science Technology and Society, and Technological Forecasting and Social
Change.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder