Asya’da
Savaş ve Barış: Sertleşme Döneminde Çin ve Halk Kurtuluş Ordusu
Prof.Dr. Ulaş Başar Gezgin, ulasbasar@gmail.com
Twitter: ProfUlas
Asya, Afrika’dan sonra dünyada en çok silahlı çatışmanın
gerçekleştiği anakara. Bu durum, ilk bakışta, egemenlerin ‘Ortadoğu’, bizimse
daha tarafsız bir coğrafi ifadeyle ‘Güneybatı Asya’ dediğimiz şiddet kuşağının
Asya’nın bir parçası olmasından ileri geliyor gibi görünüyor. Oysa sorun, o
bölgenin de ötesinde.
Çatışmalarda toplam 1,25 ile 2 milyon arasında insanın
öldüğü Afganistan, çatışma kaynaklı yıllık ölü sayısında dünya birincisi. Onu
Suriye, uyuşturucu savaşı nedeniyle Meksika ve Yemen izliyor. Yemen’de hem iç
savaş hem terörizm hem de Suudi Arabistan’la çatışmalı durum söz konusu. Bu
dörtlü, her yıl çatışmalar nedeniyle 20 bin kişinin öldüğü ülkeler. Yılda
çatışmalar nedeniyle bin ila 5 bin kişinin öldüğü ülkelerin Irak dışında tümü
Afrika’da: Çad, Güney Sudan, Kamerun, Kenya, Mali, Nijer, Nijerya, Somali.
‘Küçük çaplı çatışma’ olarak adlandırılan yıllık yüz ila bin çatışma nedenli
ölümün gerçekleştiği ülkeler arasında Afrika ve Asya ülkeleri dışında
Türkiye’yi, Ukrayna’yı ve Kolombiya ile Kolombiya’daki çatışmaların ara ara
sıçradığı komşu ülkeler Ekvador ile Venezuela’yı görüyoruz. Afrika’dan bu
kategoriye giren ülkeler olarak Burundi’yi, Etiyopya’yı, Kamerun’u, Kongo
Demokratik Cumhuriyeti’ni, Kuzey Afrika ülkelerini, Mozambik’i, Orta Afrika Cumhuriyeti’ni
ve Sudan’ı; Asya’dan ise, Filipinler’i, Filistin’i, Hindistan’la Pakistan’ı,
İran’ı, Myanmar’ı, Sri Lanka’yı ve Tayland’ı not alıyoruz. Bunların dışında,
bir de, çok sayıda ölümün olmadığı, fakat ileride savaş alanı olma riski
taşıyan Kuzey Kore ve Çin-Vietnam Denizi gibi örnekleri eklememiz gerekiyor.
Asya’da
Çatışmalı Bölgeler
Keşmir bölgesi, Hindistan, Pakistan ve Çin arasında temel ve
süreğen bir anlaşmazlık kaynağı. Keşmir’in % 55’i Hindistan’ın, % 30’u
Pakistan’ın ve % 15’i Çin’in elinde. Elbette bu anlaşmazlığın temeli İngiliz
sömürgeciliği eliyle atılıyor. Cetvelle çizilen haritalarda mızrak çuvala
sığmıyor. Pakistan ve Hindistan askerlerinin Keşmir nedeniyle çatıştığı ve
Keşmir’in iki parçasında da yer yer silahlı direnişin ortaya çıktığı görülüyor.
Pakistan-İran sınırında ise Beluc isyanı var. Myanmar’da etnik ve dinsel
çatışmalar öne çıkıyor. Filistin’de yaşananlar, sürekli kanayan bir yara.
Hindistan ve Filipinler’de, maocu bir halk savaşı veren gruplar var. Yine
Filipinler’de ve Tayland’da İslam-temelli isyanlar yer yer bombalamalarla
çoktan bir güvenlik sorununa dönüşmüş durumda. Aynı biçimde, Pakistan
hükümetiyle çatışan İslami gruplar var. Sri Lanka’nın Tamil Kaplanları ile
devlet çatışması nedeniyle zaten iyice kanlı olan tarihi, bu kez son
saldırılarla sarsılıyor. Bir yandan da, Filipinler’de uyuşturucuyla savaş adına
her yıl yüzlerce Filipinli sorgusuz sualsiz yargısız infaz ediliyor.
Bunlar var olan çatışmalar; bir de şu var: Çin’in
yükselişiyle birlikte, Çin ordusu yenileniyor ve daha da güçleniyor. Japonya
artık görece barışçıl anayasasını değiştirip hazır kıta bir ordu kurma yolunda.
Dünyanın en kalabalık ve en hazır ordularından birine sahip olan Kuzey Kore’de
ise barışa doğru adım atılsa da olası bir savaş için askeri hazırlıklar hız
kesmiyor. Japonya, Çin, Rusya, Koreler, Vietnam, Malezya ve Filipinler arasında
kara suları ve ada anlaşmazlığı var. Hindistan ile Pakistan’ın ikisi de nükleer
güç olduğu için, aralarındaki çatışma sanıldığından daha tehlikeli. Orta Asya
ülkeleri, askeri ve diplomatik etki anlamında, Rusya ile ABD’nin çekişmede
olduğu bir arena. Güney Kore ve Japonya’daki yabancı üslerde hâlâ onbinlerce
Amerikan askeri bulunuyor. Böylelikle, Çin’in etkinleşmekte olduğu ana
bölgedeki parametreleri özetlemiş oluyoruz.
ABD’nin
Sertlik Yanlısı Politikaları Karşısında Çin
Trump’ın Amerikası, ilk zamanlardaki barışçıl politikasından
iyice uzaklaşmış durumda. Bugün Huawei yasağıyla Çin’i, yaptırımlarla İran’ı ve
bitimsiz düşmanlığıyla Rusya’yı hedef alıyor. Tam da bu nedenle Asya’da sular
ısınıyor.
Çin, eski Çin değil; özellikle Kuşak ve Yol projesiyle,
ABD’yle ticarette sorunlar çıkması olasılığına karşı gardını almış durumda.
Örneğin, Çin’in ABD’deki yatırımları Trump’ın düşmanca politikaları nedeniyle
batmış değil, onun yerine Meksika’ya ve çevre ülkelere kayıyor. Çin’in devasa
pazarı için ABD’den aldığı ürünler ise artık başka ülkelerden, örneğin
Brezilya’dan alınıyor.
Sık sık Çin ile ABD’nin karşılıklı bağımlılığından söz
ediliyordu; bu, doğru. Çin ekonomisinin zararına olacak bir gelişme, ABD’yi de
vuruyordu. Trump’ın ticaret savaşı doruğuna ulaştığında, ABD, kendi
ekonomisinde enflasyonun kontrol altında tutulmasına aracı olan ucuz Çin
ürünlerini başka ülkelerde (örneğin Bangladeş’te ya da Hindistan’da) ürettirmek
zorunda kalacak; ancak aynı teknik altyapının ve düşük üretim maliyetinin
sağlanması kısa sürede olmayacak; hatta belki hiç olamayacak. “Madem şimdiye
dek bu ürünlerin Çin dışı ülkelerde üretilmesi daha hesaplıydı, neden hâlâ
Çin’de üretiliyorlardı?” sorusunu sormak gerekir.
İkincisi, Amerikan ürünleri, Çin gibi devasa bir pazara
erişim hakkını kaybetmiş olacak. Hep şu şaka yapılırdı: “Çinliler aynı anda
zıplasa deprem olur”. Gerçekten de, bir ürünün Çin pazarında boykot edilmesi ya
da boykota gelmeden erişiminin engellenmesi o şirketi batışa götürecektir.
Çin’in bir de yalnızca ya da çoğunlukla Çin’in ürettiği nadir madenler gibi
ürünler üstünden bir pazarlık gücü bulunuyor. Buna karşılık, Çin’in kaybı, en
kötü senaryoda, ABD’den teknoloji transferinin durma noktasına gelmesi
olacaktır; fakat Çin, bunu hem yerli teknolojisiyle hem de Avrupa’da satın
aldığı teknoloji şirketleriyle telafi edebilecek durumda görünüyor.
Çin Halk
Kurtuluş Ordusu’nun Öyküsü
Bugün Çin, dünyanın en kalabalık nüfusuna olduğu gibi
ordusuna da sahip. Onu, ordu büyüklüğünde, sırasıyla Hindistan, ABD, Rusya ve
Kuzey Kore izliyor. Fakat bu ilk dört ülke, asker ağırlıklı toplumlar değiller;
kalabalık nüfuslarına oranlandığında, bin yurttaşa düşen asker sayısında düşük
bir profil sergiliyorlar. Bu açıdan, nüfusuyla orantısız olarak en yüksek
oranda asker nüfusa sahip olan ülkeler, sırasıyla Kuzey Kore, Eritre,
Arnavutluk, Cibuti ve İsrail biçiminde sıralanıyor.
Çin’e dönersek, ordunun resmi adı, Çin Halk Kurtuluş Ordusu
(ÇHKO). Tarihsel olarak ülkenin en zor zamanlarında, 1927’de kurulmuş olan
ordunun çıkış noktası, halk savaşı modeli idi. 2. Paylaşım Savaşı’nın bitimine
dek geçerli olup meydan muharabelerinden olabildiğince kaçınıp gerilla tipi
vurkaç eylemlerine yönelen bu modelde eli silah tutan herkes bulunduğu her
yerde emperyalistlere karşı savaşacaktı (savaştılar da). Halk ordusunun
teknolojisi yetersiz olacaktı; zalimler en son teknolojiyle memleketi işgal
edeceklerdi ama yurtseverler de memleket sevgisi ve sayısal üstünlükle zafere
ulaşacaktı (ulaştılar da). Vietnam’da benzer bir model uygulayan Ho Amca, ünlü
sözünde, bunu şöyle ifade edecekti: “Onlar [Amerikalılar] yüz kahraman
askerimizi öldürse, buna karşılık biz bir işgalci öldürsek, toplamda yine
kazanacağız” (kazandılar da). Yine sosyalist dönemdeki askeri yaklaşımlar
nedeniyle, Çin Halk Kurtuluş Ordusu, hiyerarşinin en aza indirgendiği bir
biçimde yapılandırılmıştı. Dikey değil, daha çok yatay nitelikteydi. Bu modelle
Çin, hem işgalden kurtulup İç Savaş’ı sonlandırarak bağımsız oldu; hem de Kuzey
Kore’ye yardıma koşup işgale gelmiş ‘yedi düvel’i dize getirdi. Mao’nun öz oğlu
da, Kore Savaşı’nda bir Güney Afrika uçağının bıraktığı bombayla son nefesini
verecekti.
Çin’de askerlik, bağımsızlıktan bu yana zorunlu, anayasada
bile belirtiliyor; ama uygulanmıyor; “çünkü” -deniyor- “daha kalabalık bir
orduyu besleyecek kaynaklara sahip değiliz”. Aslında artık Çin bu kaynaklara
sahip; ancak önceliği, aşağıda göreceğimiz gibi, daha kalabalık bir ordu
oluşturmak değil; daha üstün teknolojili bir savaş gücü kurmak. Zaten ÇHKO’nun
asker bulma sıkıntısı da bulunmuyor. Gönüllü katılımlar, ihtiyacı fazlasıyla
karşılıyor.
Sayısal
Üstünlüklü Kara Gücünden Teknoloji-Yoğun Çeşitliliğe
Bağımsızlık sonrasındaki yıllarda, Çin Halk Kurtuluş Ordusu,
doğal olarak bir dönüşüme uğradı. Barış koşullarında, ileride olası bir savaş
ve işgal durumuna karşı, hava gücü başta olmak üzere yeni birimler oluşturuldu.
Emek-yoğun halk savaşı modelinden teknoloji-yoğun modele geçildi. Bu, silah ve
mühimmata da yansıdı: Halk savaşı, çok sayıda hafif silah gerektirir; teknik
savaşlar ise, az sayıda ama oldukça masraflı, son teknoloji ‘harika’sı silahlar
gerektirir. Bu dönüşüm sırasında, Kore Savaşı sonrasında ÇHKO’nun etkin olarak
yer aldığı savaşlar kısıtlı oldu. Bunlar, Çin-Hint Savaşı (1962) ve Çin-Sovyet
sınır çatışmalarından (1969) öteye geçmeyecekti. Bu listeye daha düşük
yoğunluklu olmuş olan Çin-Vietnam Savaşı’nı (1979) ve sonrasındaki daha küçük
ölçekli çatışmaları da ekleyebiliriz.
Yedekler ve diğer destek güçleri dışında, sayısı 2 milyonu
bulan ÇHKO askerlerinin yarısı karacı; beşte biri havacı. ÇHKO’da, klasik güç
üçlüsüne (kara-hava-deniz) ek olarak, bu üçlüyle eşit statüde bir roket gücü
oluşturuldu. Nükleer silahlar, bu gücün elinde. Bu da, aşağıda açıkladığımız
üzere, tehdit algısındaki değişimle ilişkili.
Çin’in
Değişen Dış Tehdit Algısı: Rusya’dan Tayvan’a/Amerika’ya
Yıllar içinde ÇKP’nin ve ÇHKO’nun dış tehdit algısı değişti.
Çin-Sovyet anlaşmazlığından başlayarak ve Çekoslavakya ve Afganistan
müdahaleleri dolayısıyla, Sovyetlerden kara yoluyla bir işgal bekleniyordu.
Sovyetler dağılıp Rusya-Çin dostluğuna geri dönülmesiyle, ÇHKO’nun dürbünleri,
Tayvan’a ve Spratly Adaları’na yöneldi. Tayvan, Amerikan desteğiyle bağımsızlık
ilan edebilirdi. Buna karşı, kara kuvvetlerinin bir yararı olmayacaktı.
Kaynakların hava ve deniz gücüne daha fazla ayrılmasının temel nedenlerinden
biri, bu oldu. Spratly Adaları da benzer bir biçimde, bölgede hak iddia eden devletlerce
(ve yine Amerikan desteğiyle) işgal edilebilirdi. Bu nedenle, hava savunma
sistemleri, tarama ve gözetleme teknolojileri, çıkarma gemileri, denizaltılar
vb. önem kazanmaya başladı. Japonya’nın yeniden askerileşmesi olasılığı da bu
yönelimi güçlendiriyordu. Artık Çin işgal altında değildi; çaresiz hiç değildi;
savunma hattı, karadan değil denizden başlayacaktı. Savaş gemisi yapımı
hızlandırıldı.
Tehdit algısındaki değişim nedeniyle, 1985’te ÇHKO yarı
yarıya küçültüldü. İlerleyen yıllarda, 1,5-2 milyon silahlı güç terhis edildi.
Niceliğe değil niteliğe odaklanılması önerildi ve bu öneri yıllara yayılarak
uygulamaya döküldü. Ayrıca Çin yükselirken, onun dünya ölçeğindeki rolü
artıyordu ve ejderha, askeri roller de üstlenmeye başlamıştı. Küresel bir güç
olmanın gereği olarak, ÇHKO sürekli olarak yenilendi ve son teknolojilerle
donatıldı. Donanma bir kez daha önem kazanıyordu; çünkü Çin, Somali ve Yemen
gibi bölgelerde, korsanlara ve teröre karşı mücadele ve iç savaş mağduru sivil
halkı hızla tahliye etme gibi görevler almaya başlamıştı. Bunların dışında,
ÇHKO, Birleşmiş Milletler’in barış gücüne katılım gibi görevleriyle dünya
sahnesine çıkıyordu. Geleceğe yatırım olarak ise, uzay araştırmaları hız
kazandı. Bunlar bugün Çin’e yalnızca saygınlık getirmiyor; gelecekte Çin’in
uzayda söz sahibi olmasını da sağlayacaklar.
Çin, bunun dışında, bilindiği gibi, dünyanın en büyük silah
üreticilerinden ve satıcılarından; ABD ve Rusya’dan sonra üçüncü sırada. Çin
silahlarının yaklaşık üçte ikisi, üç ülkeye, Bangladeş, Myanmar ve Pakistan’a
satılıyor. Ayrıca, Çin, Venezuela, Endonezya vd. ile birçok Afrika ülkesine de
silah satıyor. Silah alımında ise, dışarıdan gelen silahların yarıdan fazlasını
Rusya’dan, gerisini Fransa ve Ukrayna’dan alıyor; bu konuda ABD’ye bağımlı
değil.
Bugün Çin, savaş gemisi yapımında iyice hızlanmış durumda.
Öyle ki, Çin basınında, şakayla karışık olarak, “öyle çok savaş gemisi
yapıyoruz ki yeni ad bulmakta zorlanıyoruz” yazılıyor. Öte yandan, ejderha,
birçok açıdan, örneğin uçak gemisi sayısında, diğer ülkelerin donanmalarının
gerisinde. Çin, dünyanın ikinci en büyük savunma bütçesine sahip fakat birinci
olan ABD’yle aralarında büyük fark var. Kısa sürede ABD’ye yetişmesi olanaksız.
Yalnızca ABD’ye kafa tutmak için değil, kalabalık bir nüfusla uygun bir orantı
sağlamak düşüncesiyle de Çin’in savunma bütçesinin ilerleyen yıllarda
artacağını göreceğiz.
***
Asya’da ve dünyada sular ısınırken, Çin’i ve ÇHKO’nu daha
çok konuşuyor olacağız. O yüzden, bu konularda şimdiden düşünmeye başlasak fena
olmaz. Bu yazı, tam da bunun için yazıldı: İlgili konuları, fırtına öncesi
sessizlik döneminde, sular yavaş yavaş ısınırken tartışmaya açmak… Çünkü sonra
çok geç olabilir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder