Çin Halk
Cumhuriyeti’nin 70. Yılı Üzerine
Prof.Dr. Ulaş Başar Gezgin, ulasbasar@gmail.com
Twitter: ProfUlas
Çin Halk Cumhuriyeti’nin 70. yılındayız. Çin kaynakları, bu
vesileyle ülkenin başarılarına vurgu yapıyor; küresel Batılı kaynaklar ise
zayıflıklarına. Bu iki farklı bakışın dengeli bir değerlendirmesini yapmak
şart.
Küresel Batı’nın beklentisi, Çin’in, ekonomisini dışa
açarak, Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olarak, yurtdışına daha fazla öğrenci
göndererek vb., er ya da geç bir piyasa ekonomisine dönüşeceği, tekpartili
düzenden Batılı türden ‘çokpartili’ bir düzene geçeceği (bu Batılı modeli
uygulayıp da rahata eren bir tane bile Asya ülkesi varsa haber etsin) vb. gibi
iyimser bir nitelik taşıyordu. Amerikan hükümeti, ilginç bir biçimde,
Sovyetlerin çözülmesinden başlayarak, Çin’e bilerek ya da bilmeyerek, marksist
bir açıdan bakıyordu!!! Temel marksist düşünceye göre (üstünde çokça tartışma
olmakla birlikte) ekonomik ilişkiler altyapısal olarak siyaset başta olmak
üzere diğer tüm üstyapı kurumlarını belirliyordu. Çin’in zenginleşirken Batı
tipinde bir ‘demokratikleşme’ye gitmemesi, marksizmi olmasa da dogmatik marksizmi
geçersiz kılacak bir nitelikteydi. İnsan toplumları, yalnızca belirlenimci
yasalarla açıklanamaz. İnsan bilimleri, doğa bilimlerine indirgenemez. Bunun
nedeni, insanın doğayı değiştirme gücü ve olasılığında yatar. İnsan
toplumlarında ona etki eden devletler, şirketler, kurumlar, hak arama
hareketleri vb. vardır. Maddi altyapı koşulları, bu öznelerin yaptıklarıyla
etkileşimli olarak geleceğe doğru yol alır.
Küresel
Batı’nın Dogmatik Marksçılığı
Devrimin ekonomik olarak en ileri toplumlarda gerçekleşeceği
savı (Marks’ın İngiltere’de devrim öngörüsünün tutmayışını anımsayalım), tam da bu nedenle yanlıştır. Bir devrimi ya
da herhangi bir toplumsal gelişmeyi yalnızca gelir düzeyi, üretim düzeyi,
işsizlik oranı, enflasyon vb. gibi nesnel koşullar tek başına belirlemez. Bir
de, öznel koşullar vardır: Toplumsal değişimden yana ve buna karşı olan
oyuncuların planladıkları ve güçleri ile kaynakları ve insanları seferber etme
becerileri de etkili olur. Böylelikle, öznel özelliklerin (örneğin güçlü bir muhalefet
örgütü ya da partisi) nesnel koşullara baskın çıkmasıyla, devrim beklenmeyen
bir ülkede devrim olabilir ve de yokluktan kırılan, devrim beklenen ülkelerde,
öznel nedenlerle, hakkını arayanlar iyi örgütlenemedikleri için devrim
gerçekleşmez. İşte küresel Batı’nın Çin’le ilgili yanılgısı, yalnızca nesnel
koşullara bakması, öznel özellikleri gözden kaçırıyor olmasındaydı.
ÇKP’nin
Sovyet Dersleri
Aslında, küresel Batı’nın bu hatasında, Sovyetlerin
çöküşünün büyük payı var. Orada, sosyalizm adı altında yeni bir egemen sınıf
türemiş ve Sovyetlerin ortadan kalkması da, dışarıdan müdahalelerden çok bu
egemen sınıfın çıkarlarından ileri gelmişti. Birçok örnekte, Sovyetlere son
veren Komünist Partisi yöneticilerinin hatırı sayılır bir bölümünün, çöküşle birlikte
sonradan görme yeni zengin sınıfı oluşturduğunu görmüştük. Küresel Batı’nın Çin
ile ilgili beklentisi de bu yöndeydi. Çin’in yüzünü dünya kapitalizmine
dönmesiyle, ülkede yeni bir egemen sınıf oluşacak ve bunlar, “komünizm bizim
çıkarımıza değil; tümüyle kapitalizme geçelim” diyeceklerdi. Oysa, ÇKP, Sovyet
yenilgisinden acı bir ders çıkarmıştı. Komünizmi bırakmak yerine, onu yeniden
tanımladılar. Ülkede komünizmin kurulmasına çok vardı, önce Çin kalkınmalıydı;
ancak ondan sonra komünizme geçilebilirdi. Bu geçiş döneminde, Çin usulü
sosyalizm uygulanacaktı. Bundan kasıt ise, kamu iktisadı teşekküllerinin (KİT)
stratejik amaçlarla korunduğu, fakat özel sektörün de girişimciliğe
özendirildiği bir düzendi. İşte, küresel Batı’nın beklentisi, ya Sovyetlerdeki
türden darbe-renkli devrim-meclisi bombalama bulamacı kanlı bir ‘Batılılaşma’
ya da bu KİT’lerin verimsiz oldukları iddiasıyla bir bir özelleştirilmesiydi.
KİT’ler
Verimsiz mi?
Bu verimsizlik üstünde biraz duralım: İktisatta iki tür
verimlilik kavramı vardır. Birincisi, üretimsel verim, ikincisi dağıtımsal
verimdir. Bir ülke üretim anlamında çok verimli olabilir, fakat kaynakların
topluma dağılımında büyük bir adaletsizlik varsa, bu hem etik değildir hem de o
ülkenin er ya da geç toplumsal patlama noktasına gelmesine yol açar. KİT’leri
tümden özelleştirirseniz, işsizliği uçurmakla kalmayıp dışa bağımlılığınızı
arttırırsınız. Örneğin, kağıt bile üretemez hale gelip kağıdı dolar kuru
üstünden dışarıdan alırsınız. Yerli üretimi ne kadar kısarsanız, enflasyonu o
kadar uçurursunuz. Ayrıca, her üretim yüksek kazançlı değildir. Bu nedenle,
özel sektör o alanlara girmez. Yine de o mal ve hizmet üretimlerinin yapılması
gerekiyor. Örneğin, tümüyle serbest piyasacı bir ülkede, yetimhaneler
açılamayacaktır. Kâr getirmez. Tümüyle özel sektöre bırakılsa, besin, elektrik,
su ve ulaşım mal ve hizmetlerinin üretimi sekteye uğrayacaktı. İşin gülünç
yanı, Çin’e serbest piyasaya geçmesini salık veren küresel Batı, asla tümüyle
serbest piyasaya geçmiyordu, geçmedi de. Kimi sektörlerde, stratejik
hedeflerine uygun olarak, kendi üreticilerini koruyordu. Lobici olarak hangi
kesimler güçlüyse, onlar dış ticaretin yarışmacılığına karşı koruma alıyordu.
Konuyu bağlayacaksak, verim, herşey değildir. Üretim her zaman, verim ve kazanç
için yapılmaz. KİT’lerin özel sektörün değerlendirildiği ölçütlerle
değerlendirilmesi, en başından yanlıştır. Dahası, çalışanların refahı, bu tür
tartışmalarda gözden kaçıyor.
Çin Komünist
Partisi’nin Gücü
Asıl konumuza dönersek, işler, küresel Batı’nın istediği
gibi gelişmedi. Çin, Sovyetler gibi dağılmadı; ÇKP (Çin Komünist Partisi),
tarih sahnesinden silinmedi. Bugün tarihin akışını değiştirme gücüne sahip ana
özneler, büyük devletler ve büyük şirketler. Devletlerle şirketler arasındaki
sınır, son dönemde iyice muğlaklaşmış durumda. Bu, Kuzey Atlantik’te de böyle,
Çin’de de. Çin’in binlerce yıldır aynı coğrafyada yerleşik olmasının ve devasa
ölçeğinin getirdiği birçok üstünlük var. Ancak, nüfusu 1.5 milyara giden bir
ülkenin ister kapitalist ister sosyalist olsun, dağılmadan günümüze gelmesi
bile tek başına büyük başarıdır. Bunda Çin Komünist Partisi’nin rolü göz ardı
edilemez. Sosyalizmden bu kadar kolay uzaklaşılması bile, bu partinin gücünün
kanıtı sayılmalıdır. Böyle büyük bir dönüşümün tüm ülkeyi alt üst etmesi
beklenirdi, öyle olmadı.
Ölçek mi
Parti mi?
Kuzey Atlantikli yorumculara göre, ÇKP, Çin’in
başarılarındaki kendi payını abartıyor. Konuya şöyle bakıyorlar: “Evet Çin, 70.
yılda dünyanın ikinci büyük ekonomisi oldu. Dünyanın en büyük döviz
rezervlerine, en çok hızlı trene, telefona sahip vb. Ama bunlar yalnızca
ölçeğinden kaynaklı veriler; ÇKP’nin başarı hanesine yazılamaz. Ona
bakarsanız,” diyorlar, “en yüksek trafik kazası, intihar, grip salgını vb. de
Çin’de”.
Ölçeğin başarıda etkisi olduğu doğru; ancak ÇKP olmasa bu
ölçekteki bir ülkeden başarı çıkmayabilirdi. Akla ilk olarak, dünyanın en
kalabalık demokrasisi olarak göklere çıkarılan Hindistan’da yaşanan sorunlar
geliyor. İki ülkenin toplumsal koşulları çok farklı olmakla birlikte, başarılar
çoğunlukla ölçeğe bağlanabilseydi, nüfusu Çin’inkine yakın olan Hindistan’dan
da aynı başarıyı beklemeliydik. ÇKP iktidarında, Çin’de insanların beklenen
yaşam süresi uzadı. Bu da önemli bir etmen.
Çin’in
Ekonomik Başarıları
Küresel Batılı yorumcular, Çin’in ekonomik büyümesi
anımsatıldığında, “ama kişi başı gelirde Japonya’nın, Güney Kore’nin, Tayvan’ın
vb. gerisinde” demekten hoşlanıyorlar. Bu, ÇKP’nin görmezden geldiği bir bulgu
değil; tersine, hedefleri arasında. Kaldı ki, kişi başı gelirde kimi ülkeleri
henüz yakalayamamış olsa da, Çin’de kişi başı gelirde de büyük bir yükseliş
olduğu ortada. Artık ‘Asya’nın hasta adamı’ gibi ifadeler duymuyoruz; onun
yerine “uyuyan dev uyandı” gibi sözlerle karşılaşıyoruz.
Yine “ÇKP, milyonlarca Çinli’yi yoksulluktan kurtardı” sözü
eleştirilir. Bu eleştiride haklı ve haksız yönler var: Milyonlarca Çinli
gerçekten geçmişe göre çok daha iyi koşullarda yaşıyor. Ancak, uzun mesai
saatleri (aklımıza hemen Alibaba’nın sahibi Jack Ma’nın 6 gün 12 saat çalışma
söylemi (diğer adıyla ‘996’, 9’dan 9’a 6 gün çalışma) geliyor) ve berbat
çalışma koşulları (bu kez ise akla intihar eden Foxconn işçileri geliyor -ki
Foxconn Apple için parçalar üreten devasa Çin şirketidir), sendikasızlık,
hakkını arayamama ve gelir uçurumu gibi gerçekler karşımızda. ÇKP, sosyalizmi
yeniden tanımlarken, gerçekte kapitalistlerden daha kapitalist bir noktaya
savruldu.
Kuzey
Atlantiklilerin Özeleştiri Vakti
Fakat Kuzey Atlantiklilerin özeleştiri yapma vakti: Bu
insancıllık açısından kötü olan sonuçlardan yalnızca ÇKP değil Çin’e yatırım
yapan yabancı şirketler de sorumlu. Büyük kazançlar elde ettikleri için bu
duruma ses çıkarmadılar. Ucuza çalıştırılan Çinli işçilerin sırtından elde
edilen haksız kazanç, ÇKP, Çinli orta-üst sınıf ve Kuzey Atlantik kökenli
şirketler arasında pay edildi. Sömürüde ortaklaştılar. Batı, askeri işgalle
nitelenen eski tarzda sömürgeciliği büyük oranda bıraksa da (gerçi, Irak, Libya
ve Afganistan gibi istisnalar az değil), Çinli emeği sömürüsü üzerinden -ki
buna ‘emek sömürgeciliği’ adını verebiliriz- palazlandı. Bugün ‘hayran olunan’
Amerikan ve Avrupa şehirlerinde, hem geçmişte sömürgelerden yapılan gaspın hem
de Çinli emek sömürüsünün rolü var. Bu kentlerde Çinli emekçilerin ödenmemiş
hakları var ve “haklarını helal etmeleri” zor.
ÇKP’nin En
Büyük Korkusu
Bugün ÇKP’li olup zengin olunabilir. Temel düşünce şu:
Zengin olabilirsin, ama rüşvet alma. Zengin nasıl olunur? Devlet görevlisi, bir
de şirket kurar. Devlet bağlantılarını kullanarak şirketini büyütür. O da
olmadı, şirketi bir yakın akrabasının üstüne yapar. Devlet işlerinde gibi
görünür ama asıl özel işini yapar. Böylece, ÇKP’li bir zenginler kulübü oluşmuş
durumda. Çin’in hâlâ sosyalist olduğuna ve belli bir kalkınma düzeyinden sonra
komünizme geçeceğine hâlâ iyimserce inananlara kötü haber: Mecliste kararları
alan, bu kulüp. Onların çıkarları ne sosyalizmde ne komünizmde. İşte tam da
bunun için, kimi araştırmacılara göre, ÇKP’nin en büyük korkusu, Çin’de maoist
gençlik hareketlerinin güçlenmesi. ÇKP’ye hesap soracak en büyük oluşum bunlar
olacak.
Çin’in teknolojik ilerlemeleri büyük başarı. Uzaya insanlı
araç gönderebilen üç ülkeden biri. Yapay zekada öncü. Ancak aynı zamanda,
milyonlarca MOBESE, yüz tanıma yöntemleri ve biyopolitikalarla, devasa bir
gözetim toplumu. Fakat Snowden’ın ortaya çıkardığı gerçekler, Kuzey Atlantik
ülkelerinin benzer bir nitelikte olduğunu ya da oraya doğru gittiğini
gösteriyor. Bu nedenle, Kuzey Atlantik ülkeleri için, ‘post-demokrasi’
ifadesini kullananlar var.
70. Yılında
Çin Halk Cumhuriyeti’nin Sorunları
Bugün Çin’in sorunlarının başında, ABD’yle ticaret savaşı,
beklentinin altında kalan ekonomik büyüme rakamları ve Hong Kong’daki
Amerikancı saldırgan protestolar var. Çözülemeyecek sorunlar değil. Hepsinden
daha önemlisi, gelir ve varlık adaletsizliği söz konusu… Zenginlerle yoksullar
arasındaki uçurum ne kadar büyürse, toplumsal patlama olasılığı o kadar yüksek
olur. Ancak, başta belirttiğimiz gibi, öznel koşulları da dikkate almamız
gerekiyor.
Bir diğer sorun, yaşlanan nüfus. Ülke, tek çocuk politikasından
vazgeçmiş olsa da, çocuk yetiştirmek çok masraflı olduğundan, halk genel olarak
birden fazla çocuk düşünmüyor. Çin, Güney Kore ve Japonya gibi yakın gelecekte
demografik daralma felaketini yaşamak istemiyorsa, çok çocuk sahibi olmak
isteyen ailelere teşvikler ödemek zorunda kalacak ya da dışarıdan büyük bir
yabancı işçi göçü alacak ki bu, stratejik planlar açısından pek de olası
görünmüyor. Bütün bu sorunlar bir sır değil. ÇKP’nin bunlara karşı önlem
alacağına kuşku yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder