Ekonomik Kriz ve Kapitalizmin Doğası
Prof.Dr. Ulaş Başar Gezgin, ulasbasar@gmail.com
Twitter: ProfUlas
Sosyal medyada, ekonomik krizi açıklamak ve anlamlandırmak
adına, çeşitli videolar dolaşıyor. (*) Bunlar içinden en çok paylaşılanlardan
biri, ‘Üreticinin Güçlü Olması’ başlığını taşıyor. (**) Bu, hatalı bir video.
Kapitalizmin temel kuralından haberdar bile değil. Bir ürünü 100 değil de 200
adet üretince ürün daha ucuz mu olur? Her zaman değil. Yatırımcı üstünde devlet
denetimi yoksa, ucuzlatmaz, onun yerine kâr payını arttırır. Her birini 1
Lira’ya satıyorsa, üretimi ikiye katladığında, hele ki piyasada tekel ya da
azel (oligopoli) özellikleri varsa, ürünü 1 Lira’ya satmaya devam eder.
Videonun devamı da yanlış. Paranın değerini üretim
belirlemez; onun yerine döviz piyasasındaki arz-talep dengesi belirler.
Arz-talebe etki eden çeşitli faktörler vardır. Üstelik videoda finans
piyasasına bile girilmiyor. Reel üretim herşey demek değil. Video, “paranın
değeri belirlenemez” diyor; oysa belirlenir; dövize talebi belirleyen
etmenlerden biri, ekonomiye güvendir. Potansiyel döviz alıcıları, ekonomiye
güven duyarsa, o zaman dolar almaz, TL'de kalır. Ayrıca kur, TL arzıyla bir
ölçüde belirlenebilir. Dövizin değerini belirleyemeseydik zaten herhangi bir
para politikası söz konusu olamazdı. Fakat her para politikası, torba yasa
gibidir, iyiyle kötü birlikte gelir. Kuru düşürürsün ama bu nedenle Türk
malları dünyada pahalı hale gelir, ihracat düşer, yine batarsın. Bunlar birinci
sınıfta makroekonomiye girişte anlatılıyor. Doktora düzeyi falan da değil.
Videonun devamı da kötü. Çin parasına bakalım, ABD doları kadar değerli mi?
Değil. Sorun mu bu? Hiç değil. Çin ekonomisinin işine gelen bir durum. Dışarıya
satım yaygın olduğu için, Çin parasının düşük değerde olması Çin mallarını
ucuzlatıyor. Hatta ABD, Çin parasının özellikle düşük tutulduğu için Çin’in
haksız kazanç elde ettiğini ileri sürüyor, durumdan şikayet ediyor. Başka bir
deyişle, diğer paralara göre daha değersiz bir para, ekonominin kötü durumda
olduğunu göstermiyor. Asıl sorun, paranın değer(sizliğ)i değil, bu değerin
istikrar(sızlığ)ı. Hızlı değerlenmeler ve değer kayıpları, ekonomiyi
çökertiyor. Dünya ekonomilerinin çok azında Türkiye’deki döviz kurunda
görüldüğü kadar yüksek derecede istikrarsızlık var.
‘Ekonomik Krizin Matematiği ve Dolar Kuru’ başlıklı bir
başka video ise, krizi çok daha iyi anlatıyor (***). Önceki video, reel
ekonomide takılıp kalmıştı. Asıl olay finans sektöründe. Borçlar var. Kur
uçuyor, borçlar katlanıyor. Kredi alıp verme duruyor, borçlar ödenemez hale
geliyor. İkinci videonun belirttiği gibi, döviz kurunda psikolojinin etkisi
büyük. Halk, finansal okur yazar değil, döviz kurunu temel ekonomik gösterge
olarak alıyor, ona göre davranıyor. Döviz uçunca, kemer sıkıyor. Hayat
deneyiminden biliyor ki, döviz uçunca işsizlik uçacak; bu nedenle, önlemini
almak istiyor. Böylelikle, daha işsizlik uçmadan önce bile tüketim düşüyor.
Tüketim düşüşü, işsizliği daha da uçuruyor.
Fakat asıl sorun, elbette, borçtan önceye, kapitalizmin
doğasına gidiyor: Kriz döneminde şirketler iflas etse de büyük burjuvazi
batmıyor. Genel müdürler ise hiç mi hiç batmıyor. Bunu 2008 krizi ve sonrasında
çok net olarak gördük. Bir şirket büyük kazançlar elde ederse, bu, genel
müdürün bireysel başarısına yoruluyor; büyük kayıplarla iflas ederse,
ekonominin kötülüğüne bağlanıyor. Her durumda, yöneticiler krizden sıyrılıyor.
Büyük burjuvazi batmıyor çünkü krizde kârından asla kesintiye gitmiyor; onun
yerine az üretmeye yöneliyor, bu da ya işten çıkarmalarla ya da ileri düzey
makineleşmeyle olanaklı. Kriz zamanında, ikinci yol masraflı bulunduğundan,
krizin faturası, çalışanlara çıkartılıyor. İkinci olarak, büyük burjuvazi, kriz
zamanlarında, reel ekonomiden, diğer bir deyişle ürün ya da hizmet üreten
etkinliklerden elini eteğini çekip ya da bunları olabildiğince kış uykusuna
yatırıp finans piyasasına yöneliyor, kazancını ülke dışına çıkarmaya bakıyor. O
da yetmezse, daha büyük bir toplumsal patlama beklentisi içindeyse,
gerektiğinde hızla ülke dışına çıkıp uzaklarda hayatını kurabileceği
seçeneklere yöneliyor. Örneğin, Malta vatandaşlığı.
Krizlerin mağdurları, emekçi halka ek olarak KOBİ’ler.
KOBİ’ler, özellikle de küçük işletmeler, küçük esnaf, küçük çaplı dükkan
sahipleri vb., her zaman iflas tehdidi altında. Bunun nedeni, yine kapitalizmin
doğasıyla ilişkili. Kapitalizmde, tekelleşme eğilimi var. Büyük burjuvazi çok
güçlü olduğu için, bir sektörde büyük kazançlar dönüyorsa onu küçüklere
bırakmıyor. Bakkalların marketlere büyük oranda teslim olması ya da kısa ve
orta ölçekte geçici bir çıkar yol olarak marketleşmesi, bununla ilişkili bir
durum. Büyük burjuvazi için kriz bir fırsattır. Yeterince sermaye
şırıngalanınca büyük kazançlar elde edebilecek girişimler bu dönemde elden
çıkarılır. İstanbul’da ve Ege ile Akdeniz kıyılarında son dönemlerde kaç tane
otelin el değiştirdiğine bir göz atttığımızda, durum, daha anlaşılır bir nitelik
kazanıyor. Diğer bir deyişle, kriz, büyük burjuvazinin elinin iyice güçlenmesi
anlamına gelir; kazancını katlar. Üstelik saygınlığını arttırabileceği bir
ortam da doğmuş olur. Thatcher ve Reagan gibi neo-liberallerce halkı koruyucu
kanatları koparılmış olan devlet kuşu (ki Türkiye’de hükümetle içiçe
geç(iril)miştir; AKP önce hükümetleş(tiril)miş, sonra da
devletleş(tiril)miştir), kriz dönemlerinde büyük sermayenin dilencisi olur. Ona
yalvarır; yatırım yapsın da, beka sorunu ortadan kalksın diye.
Herhangi bir ders kitabı bile, ilk videodaki anlatımın
tersine, döviz arzı ve talebini etkileyen çeşitli etmenleri sıralıyor ki,
bunlar giriş düzeyinde. Örneğin, enflasyon oranı, faiz oranı, borçlar dengesi
ve hepsinden önemlisi, hükümete ve ekonomiye duyulan ya da duyulmayan güven. En
kilit nokta bu ve bu da psikolojik. Resmi ağızlarca “kriz, psikolojik” deniyor;
böylece kriz gerçek değilmiş gibi bir anlam çıkarılıyor. Oysa kriz, psikolojik
boyutları yok sayılamayacak, ancak aynı zamanda gerçek olan bir olaydır; çünkü
şirketler de yurttaşlar da makine değillerdir. Beklentiler ve duygular ekonomik
göstergeler üstünde etkili oluyor. Bir ülkede ne kadar gerginlik olursa,
beklentiler o derece kararıyor, iç ve dış sermaye o kadar kaçıyor; gelmeyi
düşünen de vaz geçiyor. Ülke, bu durumda, krizin siyasal ve ekonomik
fırsatçılarının oyuncağı konumuna düşürülüyor ve onların insafına kalıyor.
Birinci türden videolar, ilkokul düzeyindeki anlatımlarıyla
bilinç aşılıyorlarmış gibi yapıp bunun yerine izleyenlere farkındalık boca
ediyor. Bir dil oyunuyla aradaki farka girelim: Bilinç ile farkındalık
arasındaki farkı bilmenin getirdiği bilinçle, bilincin bütünlüklü,
farkındalığın ise parçalı olduğunu belirtmek istiyoruz. ‘Bilinç’ sözcüğü,
Türkçe’ye felsefe ve sosyalist düşünce dolayısıyla girmişti. Daha önce ‘şuur’
denirdi. ‘Farkındalık’ sözcüğü ise, dilimize 12 Eylül sonrasında liberalizmle
girip yaygınlaştırıldı. Farkındalık projeleri fonlanıp durdu, bilinç ise
70’lere özgü ideolojik bir sözmüş gibi itibarsızlaştırıldı. Aralarındaki farkı
bir örnekle açıklayalım: “Aaaa, Türkiye’deki krizin kaynağı üretim
düşüklüğüymüş.” Bu, farkındalıktır. Ülkenin ve dünyanın ekonomik tarihini
bütünlüklü bir bakışla eleştirel olarak incelerseniz, farkındalık değil bilinç
kazanırsınız. O zaman, büyük resmi görür; sorunun o ya da bu öğeden değil, bir
sistem olarak kapitalizmden kaynaklandığı sonucuna varırsınız. Farkındalık,
bilinç yolunda çok geri bir evredir. Keşke her farkındalık bilince yönelse...
Sistem, farkındalığın o düzeyden ileri gitmemesini güvence altına almak için
elinden geleni ardına koymaz.
Kapitalizmde kriz, gerçekte, bir istisna değildir; döngüsel
bir süreklilik içindedir. Fakat bunun etkilerini hafifletmek ya da
şiddetlendirmek, devlet/hükümet ile yerli-yabancı sermayenin elindedir. Krizden
kendi siyasal ya da ekonomik konumunu güçlendirmek için yararlanmak doğru
bulunamaz. “Biz ne yapalım; kriz var” ya da “dış güçler ülkemizi yıkmak için
kriz çıkarıyor” gibi ifadeler ise, krizi çözmek yerine gerçekleri örtmekten
başka bir işe yaramıyor. Kendini müneccim sanan ya da halka öyle yutturan, hep
kesin ve kendinden emin konuşan, ancak hiç biri tutmayan tahminleri
hatırlatıldığında hiç istiflerini bozmayan kimi Youtube iktisatçıları ise,
makam teklif edilse karşı tarafa geçecek esneklikte ya da mezhebi-genişlikte.
Keşke birileri artık bunu anlamaya başlasa…(****)
Bize farkındalık değil bilinç gerekiyor bilinç…
Krizin farkındalık değil bilinç getirdiği bir gelecek
umuduyla!
(*) Bu yazıdaki tartışmaya katkısı için Burkay Yiğitbaşı’na
teşekkür ederiz.
(**) Bkz. https://www.facebook.com/693321876/posts/10156989535206877?sfns=mo
(***) Bkz. https://www.youtube.com/watch?v=0tO1fsAqTlc
Ayrıca bu videoda, diğer ekonomik göstergelerin geciktikleri
için yararlı olmaktan uzak oldukları belirtiliyor ve bunun yerine İstanbul
Sanayi Odası’nın yayınladığı Türkiye İmalat Satın Alma Yöneticileri Endeksi’ne
(PMI) bakılması öneriliyor. Bu gösterge 50’nin altındaysa kriz var, şu an
olduğu gibi. Ekonomiyi okumak adına doğru bir yönlendirme ve öneri. Bkz. http://www.iso.org.tr/projeler/iso-turkiye-ve-istanbul-imalat-pmi/
(****) Bunlara bir de şunları sormak gerekir: Madem
tahminleriniz ve önerileriniz doğru, neden ülkenin en zenginleri arasında
değilsiniz? Bunlar doğru değilse, doğru olmayan bilgileri sürekli olarak dile
getirmenizdeki ısrar neden? Amaç ünlü olmak mı, gerçekleri söylemek mi olmalı?
İnsanlara (muhaliflere ya da iktidar yanlılarına) duymak isteyecekleri şeyleri
söylemek etik midir? Amaç ünlü olmaksa kimin tarafında olduğunuzun bir önemi
var mıdır yok mudur?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder