Gözetim
Filmleri: Fiziksel Takipten Veri Gözetimine, Üstgözetimden Eşgözetime
Prof.Dr. Ulaş Başar Gezgin, ulasbasar@gmail.com
Twitter: ProfUlas
21. yüzyılın yapay zeka, büyük veri ve gelecek gibi yaygın
film izlekleri arasında bunlarla çoğunlukla çakışan bir konu daha var: Gözetim.
Sayıya vurursak, bütün bir 20. yüzyıl boyunca çekilen gözetim konulu filmlerin
sayısı, 21. yüzyılın daha ilk 20 yılındakinden bile daha az. Geçen yüzyılın
gözetim filmlerinin üçte biri, zaten yalnızca 1990’larda çekiliyor.
Dolayısıyla, sinema dünyasında gözetime yönelik ilginin ilk doruğuna 1990’larda
ulaştığını söyleyebiliriz. Bu incelemede, gözetim konulu yüzü aşkın film
arasından öne çıkanlara dikkat çekiyoruz. Bu filmlerin kimisi iyi biliniyor;
kimisi ise neredeyse hiç bilinmiyor. Bunların gözetim başlığı altında gözden
geçirilmesi, film temsilleri konusunda yeni bilgilere ulaşmamızı sağlayabilir.
Ayrıca, yazının sonunda, ilgili filmler bağlamında, gözetim türlerine (veri
gözetimi, eşgözetim, üstgözetim, altgözetim vd.) ilişkin bir değerlendirme
sunuyoruz.
Sovyetlerden
Charlie Chaplin’e (1920’ler-1930’lar)
Gözetim izleğinin görüldüğü ilk film, Aleksey Tolstoy’un (1883-1945)
(romancı Tolstoy değil, onun akrabası) aynı adlı romanından uyarlanan Sovyet
bilim-kurgu filmi ‘Mars Kraliçesi Aelita’ ya da ‘Aelita: Robotların İsyanı’
(Аэлита - королева Марса, 1924). Bu anlatıya göre, Mars’ta bir kölelik düzeni
vardır. Egemen sınıflar köleleri gözetim altında tutarlar, çalışmadıkları zaman
yeraltındaki soğuk hava depolarına kilitlerler. Film, Şostakoviç’in canlı
piyano müziği eşliğinde Leningrad’da gösterilir, ilgiyle karşılanır.(1.)
Sonrasında, klasikler arasına girmiş olan 1927 Almanya yapımı ‘Metropolis’
filminde işçilerin çalışırken de boş zamanlarında da gözetlendiklerini görürüz.
Aynı yönetmenin, Fritz Lang’ın (1890-1976) başyapıtı sayılan ‘M’ (1931) adlı
filmde de (M – Eine Stadt sucht einen Mörder— M – A City Searches for a
Murderer) bir katil ekseninde gözetim izleği vardır (3.). Daha sonra Charlie
Chaplin’in ünlü ‘Modern Zamanlar’ (Modern Times, 1936) filmi gelir. Filmde
işçiler, işveren tarafından, çalışsınlar çalışmasınlar fabrikanın her yerinde
ve her zaman gözetlenmektedirler (4.). Bu dönemde gözetim izleğinin ağırlıklı
olarak endüstri ilişkisi bağlamında işlendiğini görüyoruz. 1940’larda bu konuda
kayda değer bir film çekilmediği için, 1930’lardan 1950’lere geçiyoruz.
Hitchcock’un
Durumdan Vazife Çıkaran Komşusundan Gözetleyen Olarak Sinema Kamerasına
(1950’ler-1960’lar)
Korku ve gerilim filmleriyle tanıdığımız Alfred Hitchcock’un
‘Arka Pencere’ (Rear Window, 1954) filmiyle birlikte, sinemaya, suçlu ya da
katil olabileceği düşüncesiyle komşusunu gözetleyen başkişi kurgusu gelir. Bu
kurgu, sonraki filmlerde yüzlerce kez yinelenecektir. 1956 yılında ‘1984’
romanının filme çekilmesiyle birlikte ise, artık gözetim, bir duruma (işe ya da
eve) özgü olmaktan çıkarak genele yayılır. Artık insanların her yerde ve her
zaman gözetlenebilecekleri algısı oluşmaya başlar. 1960 tarihli ‘Peeping Tom’
(Röntgenci) adlı filmde, gözetim, fiziksel takip olarak karşımıza çıkar ve
cinayetlere bağlanır. Fritz Lang’ın çektiği son film olan ‘The Thousand Eyes of
Dr. Mabuse’ (Die 1000 Augen des Dr. Mabuse) (1960) filminde gözetleme ve suç,
önceki ‘M’ filminde olduğu gibi içiçe geçer. Bu filmin dikkat çekici bir
özelliği de, gözetlemeyi televizyon sistemleri ve güvenlik kameraları üstünden
işlemeye başlamasıdır.(6.) Bundan sonra çekilen 3 filmde (Cape Fear, 1962;
Blowup, 1966; The Fortune Cookie, 1966), gözetleyen ya suçludur ya da bir suça
tanık olduğu için suçluların hedefi olacaktır. Cape Fear’ın çekimlerinin
başlarında Hitchcock da yer alır. ‘Blowup’,
Julio Cortázar’ın bir kısa öyküsü üzerinden senaryolaştırılan bir
Antonioni filmidir. ‘The Fortune Cookie’de ise, gözetim ilk kez bir güldürüye
konu olur. Oysa bundan önce ya bilim-kurguya ya da suç ve gerilim filmlerine
konu oluyordu. ‘The President's Analyst’ filmiyle (1967) ise, bir yandan bu
güldürü seçeneği kullanılır; bir yandan da daha üst düzey bilim-kurguların yolu
açılır. Filmde, bir şirket, insanların beynine elektronik bir araç takmayı
planlamaktadır. Devletin gözetlemesi, beyinlere kadar girecektir. Böylelikle,
1968’de ‘Secret Cinema’ (1968) filmine geliriz. Bu filmin özgün yanı, filmin
çekildiği ve bizim böylelikle filmi izleyebilmemizi sağlayan kameranın da bir
gözetleme aracı olduğu gerçeğine yaptığı vurgudur. Kadın başkişinin her anı
filme çekilir ve sinemalarda gösterilir; ancak kendisi filme çekildiğinden
haberdar değildir.
Telekulak ve
Telegözün Öne Çıkışı (1970’ler)
Bir erken dönem Robert de Niro filmi olan ‘Hi, Mom’ (1970),
bir komşu gözetleme fimi, fakat bu kez, soru, “suçlu mu değil mi?” değil. Asıl
sorun, kadın bedeninin nesneleştirilmesi.(7.) ‘Loving’ (1970) filminde gizli
bir ikili ilişki, güvenlik kameralarına yakalanır. ‘The Anderson Tapes’ (1971),
Sean Connory’li bir güldürü filmi. Güldürü, soyguncuların bir oradan bir öbür
taraftan gözetlenmesinden ileri geliyor. Gizli gizli soyguna çıkmışlarken,
gelişlerini sağır sultan bile duyuyor. ‘THX 1138’ filmi ise, ‘1984’ çizgisinde
bir kötü-düş (distopya) anlatısı. Devlet, herkesi sürekli olarak gözetliyor.
‘The Conversation’ (1974), daha önce andığımız ‘Blowup’ filminden izler taşıyan
bir telefon dinleme filmi. ‘The Parallax View’ (1974) da bir telekulak filmi.
Bunlar, Watergate skandalı sırasında gösterime girdiği için, izleyiciler
bunları güncel gelişmelerle ilişkilendiriyorlar. ‘Logan’s Run’ (1976), yine
devletin herkesi gözetlediği bir bilim-kurgu filmi. Önceki filmlerden ayrıldığı
noktası ise, iyi-düş (ütopya) görünümünde bir kötü-düş (distopya) anlatısı
olması. 1970’lerde konuların çeşitlendiğini ve gözetleyici olarak devlet
imgesinin iyice öne çıktığını görüyoruz.
Gözetleme ve
Suç (1980’ler)
‘Death Watch’ (1980) filminde başkişinin gözüne takılı bir
kamera var. Bu kamera, onun durumdan habersiz insanları çekip canlı
yayınlamasını sağlıyor. ‘Blow Out’ (1981), 60’ların benzer konulu filmlerini
akla getirir: Yanlışlıkla tutulan bir ses kaydı yüzünden, derin devletle başı
belaya girecek olan başkişi (John Travolta)... ‘Sharky’s Machine’ (1981)
filminde başkişi, gözetlediği, yüksek sınıflara çalışan seks işçisinin
öldürülmesine tanık olur. ‘Blue Thunder’ (1983) filminde, yüksek gözetleme
gücüne sahip bir helikopter başköşededir. ‘The Osterman Weekend’ (1983)
filminde, önceki filmlerde pek görülmeyen bir durum vardır: Gözetleme,
gönüllüdür, zora ve bilmemeye değil, rızaya ve kabule dayanır. ‘Sweet Bunch’
(1983) adlı Yunan filminde (Γλυκιά Συμμορία, Glykia Symmoria), dört şüpheli,
evlerinde devlet tarafından gözetim altında tutulur. (8.) ‘Bedroom Eyes’ (1984)
ve ‘Body Double’ filmleri, artık klişeleşen bir konuyu işler: Gizlice gözetleme
yaparken tanık olunan cinayet. ‘Nineteen Eighty-Four’ (1984), aynı adlı filmin
yeniden çekimidir. ‘Brazil’ filmi ise, ‘1984’ ile benzer konuları işler.
1980’lerde ağırlıklı olarak işlenen izleğin, gözetlerken tanık olunan suç
olduğu görülüyor.
Büyük
Gözetleyiciler ve Küçük Gözetleyiciler (1990’lar)
‘Thelma & Louise’ (1991) filminde telefon dinlemesi var.
‘Demolition Man’ (1993), 2032’de geçiyor. Yönetim, kentteki herkesi gözetliyor.
Film, konu olarak, Aldous Huxley’in ‘Cesur Yeni Dünya’ kitabına benzetiliyor.
‘Fortress’ (1993) filmi de aynı konuda. ‘Menace II Society’ (1993) filminde,
genç katiller cinayetlerin kamera kaydını yanlarında götürür ve kayıtlarla
övünürler. ‘Sliver’ (1993) adlı filmde, bütün apartman ev sahibinin gizli
kameralarıyla donatılmıştır; kiracılar elbette bunu bilmezler. Filmde başkişiyi
Sharon Stone oynar. Genç Angelina Jolie’nin oynadığı ‘Hacker’ (1995) filminde,
haklayıcılar (hacker’lar), gizli servis tarafından takip edilirler; ancak
fiziksel ve teknik takip henüz veri takibine evrilmemiştir. Dönemin ilgili
anlatılarında, bilgi çalma ve açıklara karşı gizli bilgileri korumak gibi
öğeler görülür; fakat bir casus yazılımla bir başkasını izlemek gibi izleklerin
ortaya çıkması için yılların ileri sarması gerekecektir. Filmin ilerleyen
dakikalarında kişiliklerden biri, bir ofise telefon dinlemeleri için bir böcek
koyar. Fakat hâlâ fiziksel boyuttadırlar. Devir, disklerin ve disketlerin
devridir. ‘The Net’ (1995) filmi de, veri takibinden uzak; bunun yerine,
kişisel verilerle oynanması ve bu yolla bir kişiliğin gerçek yaşamda yok hükmünde
sayılmasını konu alıyor. Gözetim konusunu biraz teğet geçiyor. Başkişiyi Sandra
Bullock oynuyor.(9.)
‘The End of Violence’ (1997) filminde başkişi, suça karşı
devletin işe koştuğu yasadışı gözetim sisteminden haberdar olduğu için derin
devletin hışmına uğrayacaktır. ‘Gattaca’ (1997) filminde, tüm yurttaşa yönelik
gözetim, Foucault’gil bir biçimde, biyolojiktir. İnsanlar, kanlarına iliklerine
ve hatta genlerine kadar kodlanırlar ve toplumdaki kilit konumlara, sağlık
durumlarına ve kimi biyolojik göstergelerde diğerlerine göre üstün olup
olmamalarına göre yerleştirilirler. ‘The Lost Highway’ (1997) bir David Lynch
filmi. Filmde başkişiye, kendisinin yakından ve yakın zamanda çekilmiş
görüntülerinin olduğu videolar postalanmaya başlar. ‘Enemy of the State’ (1998)
filmi, önceki benzer içerikli filmleri bilmeyenlerce ilginç bulunuyor; oysa çok
klasik bir konuyu pek de yenilik getirmeden işliyor: Derin devlet ve gözetim.
Yine de izlemeye değer sayılabilir. Nicolas Cage’li ‘Snake Eyes’ (1998)
filminde bir suikast girişimi üstündeki sis bulutunu dağıtmak için kamera
kayıtları incelenir. Gözetim filmleri arasında ayrı bir yeri olan bir yapıt
ise, aslında tüm yaşamı kurgu olan ama bunun farkında olmayan bir kişiliğin
konu edildiği ‘The Truman Show’ (1998) olur. Toplumsal eleştiri yönü güçlü olan
bu bilim-kurgu anlatısında başkişiyi Jim Carrey oynar. ‘American Pie’ (1999)
filminde, ergen cinselliğinin kamera kaydı tutulur. 90’larda, bir büyük
gözetleyici olarak devlet yanında, küçük gözetleyici bireylerin de öne çıktığı
görülüyor. Bu, ikincilerin kapsamı ve gücü daha dardır; ancak özel yaşama
etkileri, önemsenmeyecek denli hafif değildir.
Gözetlenmenin
Sıradanlaşması (2000’ler)
2000’ler ‘Timecode’ (2000) filmiyle açılıyor. Salma Hayek’in
oynadığı bu filmde ekran dörde bölünmüş durumda. Dört anlatı bir arada akıyor.
Bu anlatılardan birinde gizli dinleme cihazının söz konusu olduğunu görüyoruz.
‘Antitrust’ (2001) filminde bir bilişim şirketi, gözetim sistemini kod çalmak
için kullanır. Fakat bu anlatıda gözetim tipi açısından 90’lardan bir sapma
görülmez. İnsanlar kod yazarken gözlemlenmektedir; kodların yazıldığı sanal
ortamdan çalınması henüz söz konusu değildir. Ünlü ‘Das Experiment’ (2001)
filminde hapishane deneyi tümüyle kayıt altına alınır. Öyle anlar olur ki,
kayıt altında olmak, kurbanları ölümden ya da zulümden kurtarır ya da öyle
olması umulur. Dolayısıyla, burada, iyi niyetli bir gözetim düşüncesi vardır.
‘The Bourne Identity’de (2002) başkişi, bir başkasının arabasına bir takip
cihazı yerleştirir. ‘Equilibrium’ (2002) ve ‘Minority Report’ (2002), önceki
benzer filmlerdeki konuyu işler: Gelecekteki bir kötü-düşte insanlar büyük
birader tarafından sürekli izlenir. Bu filmler, her yerde her zaman gözetimi,
gelecekle ilişkilendirirler. Oysa son filmlerde, o geleceğin hızla şimdiki
zamana dönüştüğünü göreceğiz.
‘Halloween: Resurrection’ (2002) filminde öğrenciler bir
evde bir seri katille hapis kalırlar ve katil evde olan biteni eve kurduğu
kameralar üzerinden internette yayınlamaktadır. ‘My Little Eye’ (2002), bir
“biri bizi gözetliyor” evi filmi. ‘Panic Room’ (2002) bir başka “eve gelen
suçluların gözetlenmesi” anlatısı. ‘Code 46’ filmi (2003), gelecekteki
biyolojik temelli gözetimle ‘Gattaca’ya benzetilebilir. Önceki filmin devamı
olan ‘The Bourne Supremacy’ (2004) filminde, filmin düğümü ses kayıtlarıyla
çözülecektir. ‘The Final Cut’ta (2004) daha önceki filmlerde işlenmiş olan bir
konu biraz daha geliştirilir: İnsan beynine takılan kayıt cihazlarıyla bütün
anılar kaydedilebilmektedir. Başrolde Robin Williams’ı görürüz. ‘Freeze
Frame’de (2004) başkişi, kendini suçlamalardan korumak için kendi kendini
kamera kaydı altında tutar. Konu olarak, David Lynch’in daha önce andığımız
‘Lost Highway’ filmine benzeyen Michael Haneke filmi ‘Caché / Hidden’ (2005)
filminde bir çift, evde kendi kayıtlarını içeren video kasetleri bulmaya
başlar. Bunları kim ne amaçla çekip eve bırakıyordur?.. Denzel Washington’ın
başrol oyuncusu olduğu ‘Déjà Vu’ (2005) filminde, gözetim yalnızca şimdiye
ilişkin değildir; zaman makinesi bulunmuştur, başkişimiz geçmişi de geleceği de
gözetleyebilmektedir.
Harrison Ford’lu ‘Firewall’ (2006) filminde, gözetim, bir
bankacılık güvenliği uzmanına başkasına kazanç sağlayacak biçimde suç işletmek
için kullanılır. ‘The Listening’ (In ascolto) (2006) adlı film, gözetim
filmleri tarihine yeni bir yön verir. Gözetime bakışı bütünlüklüdür: İnsanlar
yalnızca devletlerce değil özet şirketlerce de gözetlenmektedir. Almanya yapımı
‘The Lives of Others’ (Das Leben der Anderen) (2006) filminde Doğu Alman istihbaratı
konu edilir. ‘The Net 2.0’ 1990’lar altında andığımız ‘The Net’ filminin
devamı. Olaylar İstanbul’da geçiyor ve kadroda Türkiye’den oyuncular da var. Bu
da, bir kimlik hırsızlığı filmi; ancak gözetim filmleri hanesindeki yeri bir de
kolyeye gizlenen takip cihazıyla sağlamlaşıyor. Bu kez takip cihazı, takılandan
habersiz olarak (çoğunlukla böyle olur), fakat onu korumak için takılıyor. ‘Red
Road’ filminde (2006), başkişi, bütün apartmanın güvenlik kamerası sisteminden
sorumlu bir kadındır. Özellikle birini izlemeye başlar ve olaylar gelişir. ‘A
Scanner Darkly’ (2006), bir Philip K. Dick uyarlaması. Başrolde Keanu Reeves
var. Yazarın Dick olmasından da anlaşılacağı gibi, bu, bir bilim-kurgu. Yine
artık klişeleşmiş, gelecekte insanları ölesiye gözetleyen devlet anlatısını
görüyoruz. Çıktıktan kısa bir süre sonra efsaneleşmiş ve efsane bir film olarak
yıllarca izlenmeyi başarmış olan ‘V for Vendetta’ (2006) filminde de beyaz
üstünlükçü ve faşist devletin tümel gözetimi söz konusu.
Jason Bourne serisinin 3. filmi olan ‘The Bourne
Ultimatum’da (2007), telefonlar tümüyle dinlenmez; ama anahtar sözcükler
taranır. Anahtar sözcüğün geçtiği konuşmalar, dinleme ve takip sistemini
çalıştırır. ‘Disturbia’ (2007), Hitchcock’un 50 yıl önce işlediği konuyu
yeniden ele alır, fakat köprünün altından çok sular akmış, geçen sürede konu
iyice klişeleşmiştir: Komşuyu katil olduğunu düşündüğü için gözetleyen başkişi
anlatısı… ‘Eye in the Sky’ (2007), bir gözetlenenin gözetlenmesi anlatısı.
‘Look’ (2007) filmi, güvenlik kamerası görüntülerinden oluşuyor. ‘The Simpson
Movie’de (2007), Amerikan istihbaratı herkesi dinlemektedir; bu dinlemeler
dolayısıyla Marge ve çocuklar göz altına alınır. ‘Vacancy’ (2007) filminde,
motelde kalan çift, izledikleri korku filmlerinin kendi motellerinde
çekildiğini fark eder. Sonraki kurbanlar onlar mı olacaktır? Meksika-İspanya
ortak yapımı ‘La Zona’ (the Zone) (2007) filminde, gençler soygun yapmak için
güvenlikli bir siteye girerler. Sorun şu ki, tüm site, güvenlik kameralarıyla
doldurulmuştur.
‘The Dark Knight’ (2008) filminde Batman, düşmanını
yakalayabilmek için kentte kullanılan tüm telefonları dinlemeye alır. ‘Eagle
Eye’ (2008) filminde bir erkek ve bir kadın, bütün sistemlere erişimi olan
üçüncü bir kişinin telefonları sayesinde, istihbarattan kaçar, gizlenirler.
Fakat onlara yardım eden kadını tanımamaktadırlar. Kadının kimliği şaşırtır ve
düşündürür. ‘Echelon Conspiracy’ (2009) filminde izleyiciyi benzer bir sürpriz
bekler. Başkişimizin telefonuna geleceği öngören iletiler düşmeye başlar.
Örneğin, “o uçağa binme, ertele” der, binmediği uçak düşer ya da finansal
konularda büyük kazanç getiren tüyolar verir. Bu iletileri kim göndermektedir
ve onun ötesinde, geleceği nasıl olup da öngörebilmektedir? Sürükleyici,
düşündürücü ve ilgi uyandıran bir film.(10.) ‘Eyeborgs’ filmi (2009), KİHA’ları
konu alır: Kameralı insansız hava araçları. Bunlar elbette gözetim amaçlı
kullanılır. Bir Uruguay filmi olan ‘Giant’ta (Gigante, 2009) başkişi,
süpermarketteki güvenlik kameralarından temizlikçi kadını gözetleyen güvenlik
görevlisi. Gözetleme, güldürü konusu edilmiş. ‘Overheard’ (竊聽風雲 Qie Ting Feng
Yun) (2009), Hong Kong yapımı bir suçluları gözetleme filmi. Fakat işler
beklendiği gibi gitmeyecektir.
Norveç yapımı Headhunters (Hodejegerne) (2011) filminde, ana
kişiliklerden biri, bir gözetim şirketinde çalışır. İş dışındaki görevi, sanat
eseri hırsızı başkişi için güvenlik sistemlerini devredışı bırakmaktır. Üçüncü
bir kişiyi ekiplerine alacaklardır; fakat o, sandıkları kişi değildir. Filmde,
takip sistemi, nanoteknolojik bir jelle çalışacak kadar ileri ve zor anlaşılır
bir noktaya gelmiştir. ‘Closed Circuit’ filminde (2013), Londra’da 120 kişinin
ölümüyle sonuçlanan bombalı saldırıdan sonra, Faruk Erdoğan adlı Türkiyeli
göçmen, baş şüpheli olarak yakalanır. Baronun atadığı avukat, işin içinde derin
devletin parmağı olduğunu keşfedecektir. Fakat bu, başına dert açacaktır; ve
sırların saklanması için her tür yol denenecektir. Ta ki… (tatkaçıran vermemek
için burada duruyoruz.) Güney Kore yapımı ‘Cold Eyes’ (감시자들) (Gamsijadeul) (2013), suçlu
gözetleme konulu bir başka polisiye. ‘The Den’ (2013) filminde, sosyoloji
öğrencisi genç kadının bilgisayarı haklanıp internet kamerası ele geçirilir,
seks videoları sağa sola gönderilir. Sonrasında haklayıcının elinde arkadaşlarına
ve ailesine büyük acılar tattırılacaktır. Sadistçe bir film. İnsanın izleyesi
bile gelmiyor. Önerilmeyecek bir film.
‘Paranoya’ filmi (2013), bir gözetlenenin gözetlenmesi
anlatısı. Filmde Harrison Ford da oyuncular arasında. Açık bir Amerikan propagandası
yapımı olan ‘Captain America: The Winter Soldier’ filminde, kahraman,
Amerika’yı ve dünyayı kötülerin gözetim sisteminden koruyacaktır. Aynı adlı
Hong Kong yapımı filmle bir ilgisi olmayan ‘Eye in the Sky’ (2015) filminde,
SİHA’ların (silahlı insansız hava aracı) sivillere yönelik saldırıları konu
ediliyor. ‘Furious 7’de (2015), sürücüler, Tanrı’nın Gözü adlı bir izleme
aracının peşindedirler. Bu araç, bütün dijital aletleri bir gözetleme aracına
çevirmektedir. Aslında, bu, çok gerçekçi; çünkü şeylerin (nesnelerin)
internetinin gelişiyle birlikte, her elektronik alet akıl’lanacak. Elektrik
süpürgesinden saç kurutma makinesine, tüm aletler internet bağlantılı olacak ve
büyük biraderlere kişisel veri yollamak için biçilmiş kaftanlara dönüşecekler.
James Bond filmi ‘Spectre’ (2015) de ‘Furious 7’ ile
‘Captain America’ gibi, bir gözetim sisteminin kötülerin eline geçmesini
engellemeye çalışır. Serinin devam filmi ‘Jason Bourne’de (2016), başkişi hem
bellek kaybından sonra parçaları toplama çabasını sürdürür hem de bin bir
macera içinde peşindekileri atlatmaya devam eder. Bu kaçma-kovalama sürecinde
Amerikan istihbaratının küresel ölçekli bir gözetim sistemi kurma planı
olduğunu öğrenir. Filmde bunu kurgu gibi görsek de, aslında Snowden bize bunun gerçek
olduğunu, Amerikan istihbaratının fiber optik kabloları bile casus yazılımlarla
donattığını ve bunun seçici bir gözetim değil, herkesi kapsayan bir uygulama
olduğunu çoktan duyurmuştu. Aynı yıl sinemalarda yerini alan ‘Snowden’ adlı
film, Snowden’ın yaşamını anlatmakla birlikte, asıl ağırlık, devletlerin ve
şirketlerin gözetleme uygulamaları üzerinde. ‘The Circle’ (2017), gönüllü
olarak 7 gün 24 saat gözetlenmek isteyenlerin öyküsü. Son olarak, ‘Bad Times at
the El Royale’ (2018), bol güvenlik kameralı, çift yönlü aynalı vb.
gözetim-yoğun bir otelde geçiyor.
Bu listeye ‘Matrix’ ve ‘Açlık Oyunları’ gibi çok daha iyi
bilinen filmleri de ekleyebiliriz. Hatta son dönemlerde bilim-kurgu türünde
olup da gözetim içermeyen filmlerin azınlıkta olduğunu bile ileri sürebiliriz.
Bu listede konuyla ilgili belgesellere (örneğin, ‘We Live in Public’, 2009;
1971, 2014; Citizenfour, 2014) yer vermedik. Yoksa bu eklerle, elimizde belki
yüz değil de ikiyüz filmlik bir liste olacaktı.(11.)
Hem filmde hem gerçek yaşamda izleme cihazları küçülüyor,
bunu da not etmek gerekiyor. Sabit telefonlardan, akıllı telefonlara,
tabletlere ve bilgisayarlara, oradan giyilebilir teknolojilere ve oradan da
insan bedenine monte edilebilen teknolojilere. ‘Gattaca’ ve ‘Headhunters’ta
takip, nanoteknoloji düzeyine dek iniyor. Geleceğin yaygın olgularından biri,
bu olabilir.
Güvenlik ve
Özel Yaşam İkilemi
Burada andığımız yaklaşık 100 filmden çıkarsayabildiğimiz
kadarıyla, gözetim, sık sık, bir ikilemi doğuruyor: Güvenlik söylemi ve suçu
önleme çabası ile özel hayatın korunması ilkesi çatışıyor. Bu özel hayat
ihlali, birçok örnekte, cinsel yaşamın ortaya saçılmasıyla birlikte ortaya
çıkıyor. Ülkemizde siyasetçilere “kasetin var” diyerek şantaj yapmak bir
zamanlar oldukça sıradan bir durumdu. Burada, gözetleme yetkisi olanların bu
yetkiyi siyasal manipülasyon amacıyla kötüye kullandıklarını görüyoruz. Filmlerdeki
bir diğer konu, kontrolden çıkan gözetim olgusu… Son zamanlarda, gözetim, yapay
zekalara ve otomasyonlara devrediliyor. Bunların yanılmaz oldukları ve
insanlardan daha ileri oldukları iddia ediliyor; oysa onlarda da yanılma payı
var. Sözgelimi, sosyal medya algoritmaları, bir toplu katliamın katil
tarafından yapılan canlı yayınını durduramıyor; burada bir ihlal saptayamıyor.
Oysa bu, bir insanın çok hızlı yapabileceği bir işlem.
Ya Şirket
Gözetimi?
Filmlerdeki kontrolden çıkan gözetim sistemi konusu, aslında
oldukça gerçekçi. Ya sistem, bir insanı suçlu değilken, suçlu diye kodlarsa???
‘The Net’ filminde bunu gördük. Dahası, SİHA’ların, hedef saptamada yaptıkları
yanlışların bedelinin ağır olacağını bize ‘Eye in the Sky’ filmi (2015) haklı
olarak anımsatıyor. Öte yandan, filmlerde birkaç istisna dışında es geçilen bir
durum var: Büyük çaplı gözetim, çoğunlukla devletlere ve çok az örnekte suç
örgütlerine yıkılıyor. Oysa şirket gözetimi de had safhada. Bunların geri
planda olması, piyasacı ya da neo-liberal anlayışla uyumlu sayılabilir. Bu
anlayışı göre, devlet, toplum ve ekonomi için çözüm değil sorundur. Devlete
güvenilmez; devlet küçültülmelidir. Bu anlayış, aynı değerlendirmeyi büyük
şirketler için yapmıyor. Kaldı ki devletlerin birçok işlemi özel şirketlere
devretmesi sonucu (örneğin, vize başvuruları; daha da ötesi, Amerikan işgalci
emperyalizminin çıkarları, sahada ordu eliyle değil özel güvenlik şirketleri
eliyle korunuyor), devlet ile piyasa arasındaki sınırlar muğlaklaşıyor. Özetle,
büyük şirketlerin yediği nanelerle ilgili daha çok film çekilse fena olmaz.
Telekulak,
Telegöz, Televeri
Filmler, gözetimle ilgili araştırmalarla tümüyle olmasa da
bir ölçüde koşut gidiyor. Gözetim türlerinde şöyle bir sıralama var: Fiziksel
takip ve teknik takip. Teknik takip, üçe ayrılıyor: Telekulak (dinleme),
telegöz (gözetleme) ve veri gözetimi (datafication). Gözetlemenin özneleri dört
türlü: Devletler, şirketler, irili ufaklı ve resmi-gayrı resmi örgütler ve
bireysel kullanıcılar/yurttaşlar. Şimdi bu kavramları açalım:
Eskiden, örneğin 1930’larda, 1940’larda, yalnızca fiziksel takip
yapılabiliyordu. Devlet, muhaliflerin peşine ‘adam’ ya da ‘kadın’ takardı. Bu,
fiziksel takip. Sonra telefonlar yaygınlaştı ve teknik takip devri başladı. Her
dönem, bir sonrakinin üstüne geliyor, ancak öncekini geçersiz kılmıyor. Diğer
bir deyişle, bu devirde, yalnızca teknik takip kullanılmıyor. İkisi birden
birlikte kullanılıyor. Teknik takip önce telekulakla, diğer bir deyişle telefon
dinlemeleriyle başlıyor. Üçüncü dönemde, önce güvenlik kameralarının sonra
telefonlara ve bilgisayarlara takılı kişisel kameraların yaygınlaşmasıyla,
telegöz geliyor. Artık sese ek olarak görüntü de alınıyor.
Son aşamada, ki bu, 2010’lu yıllarda iyice yaygınlaşıyor;
fiziksel takip, ses ve görüntü kayıtlarına ek olarak, veriler gözetleniyor.
Örneğin, hangi sitelere girdiğimiz, kişisel sağlık kayıtlarımıza göre hangi
hastalıklardan çektiğimiz, mali durumumuz vb. Filmlere dönersek, filmler henüz veri
gözetlemesini pek fazla işlemiş değiller ve fakat yakın gelecekte bunların daha
çok filmde konu edileceğini tahmin ediyoruz.
Gözetlemenin öznelerine geldiğimizde ise, gözetlenen ile
gözetleyen arasındaki hiyerarşik/heterarşik ilişkilenme biçimi ya da güç
simetrisi/asimetrisi üzerinden bir başka sınıflandırma yapabiliyoruz:
Üstgözetim, altgözetim, eşgözetim ve aragözetim.
Üstgözetim
ve Altgözetim
Üstgözetimde, gözetleyenle gözetlenen arasında derin bir
hiyerarşi ve güç asimetrisi var. Bu, filmlerde çok sık işlenen devlet
gözetimine karşılık geliyor. Bunun yanına büyük şirketlerin gözetimi de
giriyor. Kapitalizm altında bu ikilinin gözetim durumu için, ‘ikiz büyük
biraderler’ diyoruz. Tekil bir ‘büyük birader’ söz konusu değil; hatta bu sözün
yanıltıcı olduğunu bile söyleyebiliriz. 1984 anlatısı, bu açıdan, tek taraflı,
sosyalizmi hedef alırken, büyük şirketlerin kötülüklerini görmezden gelen bir
anlatı. Doğru ama eksik. Bir kötüleme, aynı zamanda, kötülenmesi gerekip de
kötülenmemiş olanların güzellemesidir. Birşeyler karalanırken, başka şeyler
aklanmış olur. Konuya dönersek, sık sık ‘gözetim’ denilen durum, aslında
‘üstgözetim’dir. İngilizcesi’ndeki fark şudur: ‘Veillance’: Fransızca’dan
geçme, gözetim anlamında. ‘Surveillance’: Üst-gözetim.
Peki altgözetim nedir? İngilizcesi ve Fransızcası,
sousveillance. Altgözetim, üstgözetimin tersidir. Gözetlenen yurttaşların
gözetleyen devleti ve şirketleri gözetlemesidir. Konuyla ilgili araştırmalarda
buna örnek olarak, kendilerini kameraya çeken güvenlik güçlerinin fotoğrafını
çeken eylemciler (diyelim Sarı Yelekler) anılıyor.
Eşgözetim
Eşgözetim ise, güç olarak eşit olanların birbirlerini
gözetlemesine karşılık geliyor. İngilizce ve Fransızcası, equiveillance. Yakın
zamanlarda üretilmiş bir sözcük. Buna örnek olarak sosyal medya
kullanıcılarının yaptıkları öne sürülüyor. Başkalarının profillerini takip
ediyoruz ve onlar da bizimkileri… Bu açıdan, ideal gözetim demokrasisi ya da
veri demokrasisi, üstgözetim ile altgözetim yerine eşgözetime dayanır. Devlet
beni gözetlesin ama ben de onu gözetleyeyim, örneğin hata olasılıklarına karşı.
Aynısı, büyük şirketler için de geçerli. Hatta onlar için daha geçerli; çünkü
devlet, devlet olduğu için, ondan az da olsa şeffaflık, hesap verirlik, etik
davranış vb. beklenir. Büyük şirketler ise bunu yapmazlar; bir kere, kendi
verilerini paylaşmazlar. Kapalı kapılar ardında milyonları etkileyecek kararlar
alırlar. Eşgözetimde, şirketlerin de daha şeffaf olması beklenir. Fakat
elbette, kapitalizm koşullarında, eşgözetim, büyük oranda ham hayal. O yalnızca
sosyal medyada kalıyor.
Aragözetim
Biz bu üçlü tarife, aragözetim kavramını ekliyoruz.
Ekliyoruz çünkü gözetlemenin bireyler, devletler ve şirketler dışında da
özneleri olabiliyor. Örneğin, Chaplin’in ve Lang’ın dikkat çektiği gibi, birçok
işyerinde (bankalar, fabrikalar, okullar vb.) sürekli olarak gözetleniyoruz.
Bu, üstgözetim sayılabilir; fakat gözetlenenle gözetleyen arasındaki güç farkı,
devlet-yurttaş ilişkisindeki kadar büyük değil. Bunun dışında, Hitchcock’un
sinema tarihine armağan ettiği, kuşkulu geldiği için komşusunu gözetleyen
başkişi imgesi de üçlü tanıma girmiyor. Bu da, gerçekte, bir aragözetim biçimi.
Aragözetimin İngilizcesi ve Fransızcası olarak mezzo-veillance kavramını ortaya
atıyoruz. Bu kavramı ilk kez burada ortaya atıyor ve öneriyoruz. Bir diğer yeni
kavram, öz-izleme (self-tracking). Örneğin akıllı telefonlarımızla hergün ne
kadar yürüdüğümüzü ya da koştuğumuzu kaydedebiliyoruz. Biz diğer dört kavramla
uyumlu olması için, bu bağlamda yeni bir sözcük üretiyoruz: özgözetim
(autoveillance). Bu, daha önce az sayıda araştırmacının kullandığı bir kavram.
Özgözetim
Birçok bilim-kurgu filminde, üstgözetimin gönüllü değil
zorunlu olduğunu ve bunun çeşitli sorunlar doğurduğunu görüyoruz. Şimdilik bu
durum kurgu olsa da, ileride şeylerin (nesnelerin) internetiyle birlikte, bu
kabus gerçek olacak. Öte yandan, gözetlenmenin gönüllü olduğu örnekler de
gördük. Örneğin, ‘Freeze Frame’de (2004) başkişi, suçlamalara karşı kendi
kendini kayda alır. Sosyal medyada sürekli kendi profilimize bakarız. Bu da bir
özgözetim örneğidir. Bir diğer ayrım da şu: Gözetim, iyicil de olabilir kötücül
de. Çoğu filmde, gözetim, haklı olarak kötücüldür. İyicil olduğu tek tük
örnekte, örneğin ‘Das Experiment’ filminde ya da ‘The Net 2.0’da, gözetim, zor
durumda kalan bireye yardım edilmesi için bir can simidi gibi tarifleniyor.
Gerçek yaşamda, ileri yaştakiler için evde uzaktan tıbbi gözetimin sağlıkları
için daha iyi olacağı düşünülüyor.
Sonuç:
Şimdilenen Veri Gözetimi
Sonuç olarak, gözetim konusunda daha pek çok filmin
çekileceğini düşünüyoruz. Özellikle veri gözetiminin ve eşgözetimin öne
çıkacağını ileri sürüyoruz. Bunun dışında, ‘Look’ filminde olduğu gibi,
güvenlik kameralarıyla daha fazla deneysel filmler çekileceğini ve ‘Timecode’
filminde gördüğümüz türden, ekranı dörde bölme gibi teknik olanakların daha fazla
deneneceğini tahmin ediyoruz. Yapay zeka ve haklayıcılar konulu filmlerin de
yaygınlaşarak gözetim konusunu daha sık işleyeceğini öngörüyoruz. Bunun için
ilk akla gelen film, ‘Infinity Chamber’. Snowden açıklamaları gibi siyasal
gelişmeler de daha çok tümel gözetim filminin önünü açacak; fakat yakın
zamanlara göre bilim-kurgu türünde çekilip geleceği anlatan bu filmler,
şimdilenecek. Diğer bir deyişle, gelecek zamanda değil şimdiki zamanda
anlatılıyor olacaklar. Çünkü gelecek çoktan geldi. Büyük biraderler,
bilim-kurgu öğesi olmaktan çıktı. Artık izleme her zaman ve her yerde; sıradan
ve olağan…
Dipnotlar:
(1.) Film şuradan izlenebilir: https://www.youtube.com/watch?v=je1bIhS-7G8
(2.) ‘Metropolis’ buradan izlenebilir: https://www.youtube.com/watch?v=AvtWDIZtrAE
(3.) ‘M’, buradan izlenebilir: https://www.youtube.com/watch?v=nM0w1dTNAH0
(4.) ‘Modern Zamanlar’, buradan izlenebilir: https://www.youtube.com/watch?v=HAPilyrEzC4
(5.) ‘1984’, buradan izlenebilir: https://www.youtube.com/watch?v=fCZBnUt6rZ0
(6.) Film şuradan izlenebilir: https://www.youtube.com/watch?v=qUplrk3tO9A
(7.) Film şuradan izlenebilir: https://www.youtube.com/watch?v=Gn16wo58MWY
(8.) Film şuradan izlenebilir: https://www.youtube.com/watch?v=zmPd-5G6KIM
(9.) Film şuradan izlenebilir: https://www.youtube.com/watch?v=4zgh5Y3GfEE
(10.) Film şuradan izlenebilir: https://www.youtube.com/watch?v=UZY-rLQh-hA
(11.) Yukarıdaki 10 dipnotta linkleri verilen 10 film, şu
Youtube listesinden topluca izlenebilir:
Gözetim Filmleri / Surveillance Films:
https://www.youtube.com/playlist?list=PLiM4ibJL4oLEjm9DMieuJETc0bFqwqG7o
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder