Trump-Kim
Buluşmaları: Kore Yarımadası’na Barış Nasıl Gelir?
Prof.Dr. Ulaş Başar Gezgin, ulasbasar@gmail.com
Twitter: ProfUlas
Trump-Kim buluşmaları bağlamında Kore Yarımadası’na barış
nasıl gelir? Bu soruyu yanıtlamadan önce, uluslararası kamuoyunda baskın olan
yanlış bilgi, çarpıtma ve hatta yalanları masaya yatırmamız gerekiyor. O zaman
oradan başlayalım:
Çılgın
Diktatör Kim Jong-un Algısı
Uluslararası kamuoyu, çoğunlukla bilinçli olarak, tüm Kuzey
Kore liderlerini çılgın diktatörler olarak betimliyor. Bu çılgın diktatörler bu
algıya göre nasıl insanlardır, ne yaparlar? Bir kere halklarına zulüm yaparlar.
Kendi çıkarları için savaş başlatabilirler; o da yetmez, gerekirse nükleer
silahlar bile kullanabilirler.
Oysa Kuzey Kore, dünyadaki nükleer güçlerden yalnızca
biridir. Diğerleri, ABD, Çin, Fransa, Hindistan, İngiltere, İsrail, Rusya ve
Pakistan. Bu ülkeler, özellikle de ABD ve Fransa çokça nükleer deneme yapıyor,
fakat uluslararası kamuoyu tepki göstermiyor. Burada çifte standard var. Gerçekte,
İngiliz sömürgeciliğinin ayırdığı ve o zamandan beri birbirlerini düşman
belleyen Hindistan ve Pakistan’ın ikisinde birden nükleer silah olması da çok
tehlikeli. ABD, yakın zamanda, nükleer anlaşmalardan çekildi. İsrail’in
saldırganlığını ise hepimiz biliyoruz. Bütün bu veriler elimizdeyken, Kuzey
Kore’yi diğerlerinden daha tehlikeli yapan nedir? Aslında hiç bir neden yok.
Bu, yalnızca uluslararası algo operasyonunun bir sonucu. “Ama” denecektir
“Kuzey Kore, sürekli olarak diğer ülkeleri nükleer saldırıyla tehdit ediyor.” O
zaman gelelim ikinci noktaya:
Dünya tarihinde bir
savaş sırasında nükleer silah kullanmış ülke sayısı kaçtır? Yalnızca bir
tanedir, o da Amerika’dır. Japonya teslim olmak için masaya oturma
hazırlığındayken, ABD, nükleer bombalarını, o sırada nükleer bir güç olmayan
Sovyetlere karşı gözdağı olarak Japonya üstünde dener. Kuzey Kore hiç nükleer
silah kullanmış mı? Kullanmamış. Bir kez daha algı operasyonunun sonucunu
görüyoruz: Nükleer silah kullanıp üstelik de kendisini kamuoyuna haklı belletip
ceza almamış bir ülke olan Amerika olduğu gibi dururken, nükleer silahla
ilişkisi söylem düzeyinde kalan, tarihinde hiç nükleer silah kullanmamış olan
Kuzey Kore tehlikeli bulunuyor. Bu, yanlıştır. “Ama” denecektir, “Kuzey Kore
diktatörlük, Amerika demokrasi. Demokrasilerde öyle çılgın şeyler olmaz.” O
zaman gelelim üçüncü noktamıza:
Amerikan tipi demokrasi sizce nükleer bir savaşı engellemek
için uygun bir rejim tipi midir? Öyle olsaydı, Japonya’ya bomba atılmamış
olurdu. Dahası, son dönemlerin Amerikan başkanlarına bakın, hep saldırgan,
işgalci politikalar izliyorlar; bunlar daha az çılgınca mıdır? Afganistan, Irak
vb. işgalleri örneğin? Yemen’de çocuk ölümleri örneğin? Kuzey Kore, ABD’den
daha mı vahşidir sizce? Üstelik öyle bir sistem ki bu, Trump gibi neredeyse
kimsenin başkanlığa yakıştıramadığı bir isim bile başkan oluyor. Sizce Trump,
Kim’den daha az mı çılgındır? Tersine, Kim’in hareketleri üç aşağı beş yukarı
öngörülebilirken, bu, Trump için geçerli değil. Trump’ın kendisi, dünya için
büyük bir risk etmeni oluşturuyor.
Bu ve benzeri soruların ve sorgulamaların ortaya çıkardığı
durum, Kuzey Kore’ye ilişkin bir algı operasyonunun yapıldığıdır. Aslına
bakılırsa, Suudi yönetimi, büyükelçilik binasında gazeteci katledecek kadar
vahşiyken, Kuzey Kore’nin hedef tahtasına oturtulması, asıl meselenin
diktatörlük ve demokrasi değil, kimin Amerikan çıkarına uygun olduğunu
gösteriyor. Diktatör olsun ama ABD’yi desteklesin, o zaman o rejime
dokunulmuyor. Dolayısıyla, Kuzey Kore’nin büyük suçu, Amerikancı olmamasıdır.
İkinci suçu da, rejiminde eleştirilecek birçok nokta olmakla birlikte, dünya
üzerinde kapitalizmin henüz girmediği yegane ülke olmasıdır. Kuzey Kore,
meydanlarında büyük şirketlerin reklam panolarının ışıldamadığı tek ülkedir. Bu
nedenle, Trump gibi bir emlakçının da iştahını kabartmaktadır. Kuzey Kore’nin
üçüncü suçu (şanssızlığı da diyebiliriz) eski Soğuk Savaş sınırlarının tam da
ortasında yer almasındadır. Bir tarafta dış politikada ABD’nin sözünden
kesinlikle çıkamayan Japonya ve Güney Kore, aşağıda eski Amerikan sömürgesi
Filipinler, yukarıda Alaska, Guyam ve Hawai gibi Amerikan toprakları ve bunlara
karşı, Çin ile Rusya’nın kesiştiği yer. Bölgede Soğuk Savaş biçim değiştirse de
ana hatlarıyla sürüyor. Sınırda olmak her zaman en yüksek düzeyde tehdit
altında yaşamak anlamına geliyor.
Yine algı operasyonu, Kuzey Kore’yi tümüyle kötü, Güney
Kore’yi ise tümüyle iyi gibi gösteriyor. Halbuki Kuzey Kore’nin iyi yanları
olduğu gibi Güney Kore’nin de kötü yanları var. Örneğin, Kuzey Kore,
Hıristiyanlaşmış ve çarpık biçimde Batılılaşmış Güney Kore’nin tersine,
geleneksel Kore kültürünü büyük oranda korumuştur. Güney Kore ise, bir avuç
büyük şirketin tüm ülkeyi yönettiği, siyasetçileri yüklü rüşvetlerle hizaya
getirdiği, sürekli olarak skandalların patlak verdiği bir ülke. Kuzey Kore’de
evet insan hakları ihlalleri var; ancak Güney Kore de sütten çıkmış ak kaşık
değil. Örneğin, aslen insan hakları eylemcisi olan önceki devlet başkanlarından
biri, gençliğinde Güney Kore derin devleti tarafından kaçırılıp ölüme terk
edilmiş, son anda şans eseri olarak kurtarılmıştı. Bir de kişilik kültünü konuşmamız gerekiyor.
Kuzey Kore’de liderlerin yüceltilmesi her zaman eleştiri konusu. Ancak Güney
Kore tarafında artık küresel ölçekte etkili olan büyük burjuvazinin
şımarıklıkları o kadar önemsenmiyor. Güney Kore’nin zengin aileleri, Kuzey
Kore’deki durumu aratmayacak kadar narsisist. Diğer bir deyişle, konuyla ilgili
yaygın algılar doğru değil.
Korelere
Barış Nasıl Gelir?
Peki Kore Yarımadası’na barış nasıl gelir? Aslında ilginç ve
az konuşulan bir örtüşme var: Kuzey Kore tarafı, çok haklı olarak, Güney
Kore’deki Amerikan üssünün kapatılmasını ve orada konuşlandırılmış 28,500
askerin evlerine gönderilmesini istiyor. Bunun bir benzeri, Vietnam’da yaşanmıştı.
1973’te artık ABD’nin asker kayıpları 10 binleri bulduğunda, Amerikan hükümeti,
yeni bir strateji belirledi: Vietnamlılaştırma. Bunun anlamı şuydu: Bölgeden
Amerikan askerleri çekilecek, artık Vietnam’daki savaş Kuzey Vietnam ile
Amerikancı Güney Vietnam’a bırakılacak; savaş, Vietnam-Amerikan savaşı olmaktan
çıkıp Vietnamlar arası bir savaşa dönüşecekti. Daha fazla Amerikan askeri
ölmemeliydi. Amerikan çıkarları için birisi ölecekse, bunlar Amerikancı Güney
Vietnamlılar olmalıydı; nasılsa onların canı Amerikalıların canı kadar
‘değerli’ değildi. Bu yeni strateji, Kuzey Vietnam’a yaradı. Dünyanın hemen
hemen bütün gençlik hareketleri ve demokrasi güçleri, Vietnam’da vahşi
katliamlara imza atan Amerikan ordusuna karşı Kuzey Vietnam’ı destekliyordu.
Böylelikle, Kuzey, 2 yılda Güney’i yendi ve savaş böylelikle son buldu. Bu
açıdan, Kuzey Kore tarafının haklı talebini, ‘Korelileştirme’ olarak
adlandırabiliriz. İleti şu: “Savaş biz Korelilerin sorunu; bölgeyi karıştırmaya
gelen güçleri aramıza almayalım.” Öte yandan, temel korku, sonucun Vietnam’daki
gibi olacağı yönünde. Oysa Güney Kore ordusu da hafife alınır bir ordu değil,
ABD’nin desteğine gereksinimi yok. Dahası, iki Kore de, bir nükleer savaşın iki
Kore’nin de haritadan silinmesi anlamına geleceğini iyi biliyor.
Güney Kore’deki Amerikan askeri varlığına karşı, Kuzey
Kore’de bir Rus ya da Çin üssü bulunmuyor. Güney Kore, Amerika’nın sözünden
çıkamaması nedeniyle, Japonya’yla birlikte bir müstemleke izlenimi uyandırıyor.
Barış için Güney Kore’nin Amerikan boyunduruğundan çıkması bir zorunluluk.
Kuzey Kore, Çin ve Rusya, zaten Güney Kore’deki üs dışında da kuşatılmış
durumda. Japonya ve çevre ülkelerde 10 binlerce Amerikan askeri var. Belki
barışın temel koşulu olarak, bu Amerikan askerleri evlerine gönderilmez de,
Japonya ve çevre ülkelere kaydırılabilir. Böylelikle, olası bir Koreler
çatışmasında yine de seferber edilebilirler. Artık mesafeler kısaldı, çağımızda
askeri araçlar daha hızlı.
Bu üssün kapatılması talebi, Obama stratejisiyle uyuşmuyordu
ama Trump’inkiyle ilginç bir biçimde uyuşuyor. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde
gerçekten masaya getirilip hayata geçirilme olanağı bulabilir. Obama
stratejisinde, Asya, merkezi bir role sahipti. Çin, temel olarak askeri bir
tehdit biçiminde kodlanmıştı. Çin-Vietnam Denizi’ndeki[1] Çin
yayılmacılığı kaygıyla izleniyordu. Hatta araştırmacı-gazeteci John Pilger’ın
bulgularına göre, Amerikan ordusu, tatbikatlarını düşman taraf Çin’miş gibi ve
Çin tarafı da karşı taraf Amerika’ymış gibi yapıyordu.[2] Bu konuda
ufukta bir değişim görünmüyor; fakat Trump’ın bölgeye bakışı farklı. Trump,
askeri değil ticari ağırlıklı ve daha düşük maliyetli bir imparatorluk
öngörüyor. Ona göre, dünyanın dört bir yanında bu kadar asker bulundurmak
yalnızca para kaybı. Bu askerler bölge ülkelerinin savunması için oradalar; ama
bu ülkeler Amerikan askerlerinin masrafları için yeterince ödeme yapmıyorlar.
Bu ödemeleri yapmazlarsa, askerlerin bu bölgelerden çekilmesi gündemde. Trump,
bu doğrultuda, Güney Kore’den de Almanya’dan da para istedi. Güney Kore bir
miktar ek ödeme yaptı. Ayrıca Trump için ticaret savaşı, askeri savaştan daha
öncelikli. Bu nedenle, Çin mallarının ABD’ye girişine yönelik hâlâ sürmekte
olan kısıtlamaları getirdi. Devir, ABD-Çin ticaret savaşı devri… Bu açıdan,
belki Kuzey Kore’nin “Güney Kore’deki Amerikan üssü kapatılsın” biçimindeki
talebi, Trump’ın sıcak bakacağı bir taviz sayılabilir.
Konuya bir de oyun kuramı açısından bakmalıyız: Algı
operasyonuyla bize yutturulan ‘çılgın diktatör Kim Jong-un’ imgesini kazıyınca
altından oldukça akıllı, mantıklı bir oyuncu çıkıyor. Bu lider, sevelim
sevmeyelim, herşeye karşın, ülkesinin Sovyetler gibi dağılmasını engelliyor ve
ülkesini ve halkını bir arada tutmakta başarılı. Lider, “şöyle yaparsam ne
yaparlar” sorusunu sık sık soran bir oyuncu izlenimi veriyor. Nükleer silah
söylemini ise, bizce pratiğe dökeceğinden değil, caydırıcılık amacıyla
kullanıyor. Kuzey Kore nükleer bir güç olmasa, Amerika’nın ülkeyi işgal edip
taş üstünde taş bırakmayacağını çok iyi biliyor. Güney Kore ve ABD korkuyor ki
ilişemiyor. Burası bir Libya ya da Irak değil. Ayrıca, Kuzey Kore’nin Çin ve
Rusya’nın buluşma noktasında olması önemli. İki ülke de, doğuda Amerikan üsleri
ve/ya da askerleri tarafından sarılmış durumda. Bu kuşatmaya karşı, Kuzey Kore
gibi sadık bir müttefiği kaybetmekten yana değiller. Kuzey Kore, Libya türünden
bir düşüş yaşarsa orayı Çin ve Rusya’ya karşı Amerikan üsleriyle dolduracaklar.
Bu iki ülke, bunun çok iyi farkında.
Kore barışının önündeki engelleri düşündüğümüzde ise, Güney
Kore’nin Amerikancı blogu karşımıza çıkıyor. Güney Kore toplumu, temel olarak,
barışa yakınlık duyanlar ve “savaş savaş ille de savaş” diyen Amerikancı blok
arasında ikiye bölünmüş durumda. Bu ikinci kesim, Trump’ın barışçıl iletiler
verdiği zamanlarda bile ondan daha çok savaş yanlısılar. “Kraldan çok
kralcılar” da diyebiliriz. Savaştan çıkarları var. Bunların bir bölümü, Kuzey
Kore’nin çökmesini ve Güney Kore’nin kuzeyi fethetmesini arzuluyor. Bu kesimin
yayınlarında sürekli olarak “Kuzey Kore çöktü çökecek” türü yazılar çıkıyor.
Oysa bunlar temenniden diğer bir deyişle dilek şart kipiyle düşünmekten
(wishful thinking) öteye geçmiyor. Yine bu kesimle biraz örtüşen ama tam da
uyuşmayan başka bir kesim var: Bunlar da fetihten yana ama Kuzey Kore’nin
çökmesinden korkuyorlar; çünkü kuzey çökerse, güneye büyük bir göç dalgası
geleceğini ve bunun Güney Kore’yi ekonomik açıdan oldukça olumsuz biçimde
etkileyebileceğini düşünüyorlar. Bunu ileri sürenler, bu tür örneklerde,
göçmenlerin ucuz işgücü olarak kullanıldığını ve kapitalistlerin onların
sırtından büyük bir kazanç sağladığını unutuyor. Diğer bir deyişle, Kuzey
Kore’nin çöküşü, güney için ucuz işgücü yaratacağından, Güney Kore ekonomik
olarak düşüşe geçeceğine daha da yükselebilir de… Kuzey Kore dışa açılsa, oraya
gidip ucuz işgücü ve düşük maliyet nedeniyle büyük kârlar elde edecek ilk grup
yine Güney Koreli kapitalistler olacak.
Barış yanlıları ise haklı olarak şuna dikkat çekiyor: “Biz
binlerce yıllık tarihi olan tek bir halkız. Bu ayrılığımız, binlerce yıllık
tarihimizde kısacık bir dönem. Er ya da geç buluşacağız. Devletler ayırır,
kültür (dil, tarih) birleştirir.” Kuzey Kore tarafı ise, ironik bir biçimde,
hem savaşa hem barışa daha yakın nitelikte. Güney Kore’de 2 yıl zorunlu
askerlik var. Bu askerlik döneminde, elbette barış yanlılığı aşılanmıyor. Kuzey
Kore tarafının ise halk savaşı anlayışı var. Halk savaşına göre, olası bir
işgal girişiminde memleket savunmasında herkes silah başına geçmelidir. Bu ve
başka nedenlerle, Kuzey Kore, savaşa daha hazır. Yarın savaş çıksa, yıllar önce
bu tarihte savaş çıkacağını biliyorlarmış gibi kendilerinden emin savaşırlar.
Öte yandan, aynı zamanda barışa da yatkınlar. Bunun iki nedeni var: Birincisi,
Kuzey Kore tümüyle yukarıdan aşağıya örgütlenmiş bir toplum. Lidere, partiye ve
devlete tartışmasız itaat var. Yukarıdakiler Kuzey Kore halkına “artık barış
yapıyoruz” derse, halk, hızla barışa hazırlanır. İkincisi, Kuzey Kore halkının ekonomik nedenlerle
barışa ihtiyacı var. Bu kadar onurlu bir halk, böyle amansız bir açlığı hak
etmiyor. Evet barış olsun ve Kuzey Kore’nin yaşam standardı yükselsin.
Şimdiye dek ağırlıklı olarak yukarıdakilerin barışını
konuştuk. Şimdi biraz da aşağıdakilerin barışına bakalım: Halklar temel olarak
3 etkinlikle barışabilir: Birincisi, spor etkinlikleriyle. Fakat insanlığın
ortaya atıp yaygınlaştırdığı sporların neredeyse tümü, yenme-yenilme üstüne
kuruludur. Bir taraf yener, öbür taraf yenilir. Dolayısıyla, sporun kendisi,
barışçıl değildir; çünkü barış, yenme-yenme modeline, diğer bir deyişle iki
tarafın da kazanmasına dayanır. Bunu aşmanın yolu, karma takımlar
oluşturmaktır. İki Kore, son dönemde bu tür çabalar içine girdi. Bunları olumlu
karşılıyoruz. Ancak, bizce, barışa daha radikal bir katkı, karşı tarafla
yarışmanın değil, dayanışmanın kazandırdığı yeni sporlar icat etmekten geçiyor.
Bu konuda, bir diğer görüş, psikodinamik eksenli. Bu bakışa göre, devletlerin
savaşması yerine onları temsilen milli takımların maç yapması yeğdir. Nasılsa,
saldırganlık bir içgüdüdür. Onu engelleyemeyeceğimize ya da ortadan
kaldıramayacağımıza göre, en azından onu daha uygar kanallara (spor, askerlik,
kasaplık vb.) yönlendirebiliriz. Bu görüşe katılmıyoruz, çünkü insan doğasında
saldırganlık olduğu iddiası doğru değil.[3]
Halkları barıştırabilecek ikinci nokta, ortak kültürel
etkinliklerdir. Bu konuda da Koreler son zamanlarda yol kat etti. Üçüncüsü ise,
turizm. İki ülkenin yurttaşları bugün karşı tarafa gidemiyor. Bu karşılıklı
gidiş gelişler ileride yaygınlaşabilir. Bir ara demiryolunun açılması ve akrabaların
buluşması söz konusuydu. Halkları ayıran bir nokta ise, tarihyazımı olacak.
Kuzey’le Güney’in tarih kitapları, aynı tarihsel olayları taban tabana zıt bir
biçimde anlatıyor. Ya ortak bir anlatım bulacaklar ya da iki tarafın görüşleri
ortak kitaplarda birlikte yer alacak.
Biraz da, Trump-Kim görüşmesine evsahipliği yapan
Vietnam’dan söz açalım. Görüşmenin Vietnam’da yapılmasının çok isabetli olduğu,
Vietnam’ın iyi bir arabulucu olabileceği ve bundan da öte, Kuzey Kore’nin dışa
açılması için iyi bir model olabileceği söyleniyor. Bu iki iddianın ilkine
katılıyoruz, ikincisine katılmıyoruz. Neden? Açıklayalım:
Arabulucu ve
Model Olarak Vietnam
Vietnam, Kuzey Kore ve ABD için iyi bir arabulucu olabilir;
çünkü iki ülkeyle de ve ek olarak Güney Kore’yle de yakın olan az sayıdaki
ülkeden biri. Vietnam ve Kuzey Kore, ortak sosyalist geçmiş ve sömürgecilik
karşıtı savaş noktasında buluşuyorlar. Vietnam-Amerikan Savaşı’nda Vietnam’a
karşı savaşan Amerikancı ittifakta Güney Kore de vardı. Güney Kore askerleri,
Vietnam’da Amerikan askerlerinin yaptıkları türden katliamlar da yaptılar.
Vietnam tarafında ise, görece daha az sayıda Kuzey Koreli askeri personel yer
aldı. Bunların çoğu, pilottu ve başkent Hanoi’u korumakla
görevlendirilmişlerdi. Bunlar arasından Vietnam için canlarını feda edenler
oldu. Vietnam-Amerikan Savaşı 1975’te bitti. Gorbaçov’un Sovyetleri “biz
kendimize yetemiyoruz, başkasına nasıl yardım edelim” düşüncesiyle 1986’da
Vietnam’a yönelik yardımı kesti. Bu durum, Vietnam’da kısa sürede % 400 enflasyona
yol açtı. Bu nedenle Vietnam, eski düşman Çin’in ekonomik modelini benimseyerek
karma ekonomiye geçti ve ülkeyi yabancı sermayeye açtı. Savaştan 20 yıl sonra,
1995’te Bill Clinton’ın ve Hanoi’da sivil halkı bombalarken uçağı Vietnamlı
milisler tarafından düşürülmüş ve Hanoi halkı tarafından linç edilirken Vietnam
Kurtuluş Ordusu tarafından güç bela kurtarılmış eski Amerikan devlet başkanı
adayı John McCain gibi eski ‘gazi’lerin girişimiyle, Vietnam-ABD ilişkileri
normalleştirildi, karşılıklı olarak elçilikler açıldı. Bunu Clinton’ın Vietnam
ziyareti izleyecekti.
Bu gelişmeler yaşanırken, bir yandan da, Güney Kore’de
askeri rejim sonrası sivil fakat asker zihniyetli başkanlar devri kapanıyor,
iktidara barış yanlısı siyasetçiler geliyordu. Bunlar genellikle, önceki askeri
rejimlere karşı ölümüne direnen öğrenci hareketlerinden yetişme isimlerdi. Bu
isimlerin girişimiyle, Kuzey Kore ile Güney Kore arasında yumuşama dönemine
girildi ve Vietnam’la ilişkiler de düzeltildi. Bu düzelmeyle birlikte, Güney
Koreli şirketler Vietnam’a akın etti. Bugün ülkede binlerce Güney Kore şirketi
var. Bunlar, Vietnam’a temel olarak iki nedenle yatırım yapıyor: Başta ucuz
işgücü dolayısıyla düşük maliyet ve
sendikal hakları için militan bir biçimde mücadele eden Güney Koreli
işçilerle karşılaştırıldığında uysal sayılabilecek Vietnamlı işçilerin
sermayeyle daha uyumlu olması.[4]
Vietnam, ayrıca kısa mesafe, Güney Kore’yle karşılaştırıldığında görece ucuzluk
ve ülkenin sağladığı huzur ve rahatlık nedeniyle, Güney Koreli turistlerin
gözdesi. Vietnam’ı yılda ortalama 3 milyon Güney Koreli ziyaret ediyor.
Öte yandan, 1995’ten bu yana, Amerika-Vietnam ilişkileri de
iyice sıkıfıkılaştı. Başlarda ticaret ağırlıklı olan bu ilişki, askeri alana
bile kaydı. Savaş, çoktan geçmişte kaldı. Vietnamlıların çoğu, savaştan sonra
doğduğu için, bu değişime ayak uydurmak hiç de zor olmadı. Bugün ABD,
Vietnam’ın bir numaralı dış ticaret ortağı. İlişkinin askerileşmesi ise,
Vietnam’ın hak iddia ettiği adaları Çin’in işgal etmesinden ileri geldi. Çin’in
yükselerek bölgede yayılmacı askeri bir güce dönüşmesi, Vietnam’ı ABD’ye
yaklaştırıyor. Bu durum, aslında, 1970’lerde, üstelik de Vietnam-Amerikan
Savaşı henüz bitmemişken, Sovyetlere karşı ABD’yle el sıkışan Mao Çin’ininkine
benziyor. Artık Amerikan donanması, Vietnam limanlarına dostluk ziyaretleri
yapıyor. Hatta savaş döneminde Amerikan üssü olan, sonra Sovyetlere ve Rusya’ya
verilen, fakat daha sonra Rusya’nın “çok da gerek yok” diyerek boşalttığı üssü,
ABD yeniden kullanmak istiyor. İnanılmaz bir biçimde, ABD, Vietnam’da üs açmak
istiyor. Vietnam Komünist Partisi, bu talebi değerlendirdi ve neyse ki
reddetti. Fakat bu gelişmeler, Vietnam için Çin tehdidi algısının ne kadar
ileri derecede olduğunu bir kez daha göstermiş oluyor.
İşte bu nedenlerle, Vietnam iyi bir evsahibi ve arabulucu
olabilir. Peki ama Kuzey Kore için iyi bir model olabilir mi? Yukarıda
belirttiğimiz gibi, yanıtımız olumsuz. Bu modellik durumu, Kuzey Kore’nin
kendisi için nasıl bir gelecek istediğine bağlı. Vietnam, karma ekonomiye
geçerek ve yabancı sermayeye açılarak büyüme sağladı ve yoksulluk oranını ciddi
anlamda düşürdü. Ancak bu, bir yandan da, büyük bir gelir adaletsizliği, rant
oluşumu, eşitsizlik, toplumun paragözleşmesi ve başarı ölçütünün idealizm değil
kişisel maddi durum sayılması, kültürün bozulması, küreselleşme adı altında
Amerikan hayranlığının yaygınlaşması, okuma oranının düşmesi, sanatın ticarileşmesi
ve endüstrileşmesi vb. kötülükler getirdi. Bu liste uzatılabilir. Kuzey Kore,
bütün bunlara razıysa - ki değil- Vietnam, iyi bir model olabilir. Öte yandan,
başka bir açıdan belki model olabilir: Küba ve Kuzey Kore’deki durumun tersine,
savaş sonrası dönemden başlayarak, Vietnam, tek bir adamın onyıllarca iktidarda
kaldığı bir ülke değil. Siyasal iktidar kolektif olarak paylaşılıyor. Kuzey
Kore’de de kağıt üstünde böyle; ama pratiğe dökülmüyor. Bu iktidar paylaşımı,
ileride Kuzey Kore’de de aşamalı olarak gerçekleşirse, uluslararası kamuoyunda
Kuzey Kore’ye ilişkin daha olumlu bir hava esebilir. Vietnam’da, 4 farklı kişi
etkili: Cumhurbaşkanı, başbakan, Vietnam Komünist Partisi (VKP) genel sekreteri
ve meclis başkanı. Vietnam cumhurbaşkanının hastalıktan ani bir biçimde
ölmesiyle, cumhurbaşkanı ve VKP genel sekreteri aynı kişi oldu. Ancak, olağan
koşullarda, bu, böyle değil. Bu 4 farklı kişi, farklı görüşlerde olabiliyor ve
farklı kesimleri yansıtabiliyor. Örneğin, VKP genel sekreteri, rüşvetle mücadele
konusunda daha etkin ve Çin’le ilişkilerde daha ılımlı. Diğerleri öyle
olmayabiliyor. Bu 4 isim, sürekli aynı kişiler olmuyor. Bunları belirleyen, 19
kişilik VKP politbürosu; bu politbüroyu da her dönem 180 kişilik VKP merkez
komitesi seçiyor. Ortada herşeye karışan bir lider yok. Kim Jong-un bu
mekanizmaları işletme konusunda Vietnam’ı örnek alabilir. Bu da, hanedanlık
eleştirisini büyük oranda geçersiz kılacaktır.
***
Bu makalede Kuzey Kore’ye ilişkin algı operasyonunu açığa
çıkarmaya çalıştık, Kore yarımadasında barışın koşullarını tartışmaya açtık ve
Vietnam’ın Kuzey Kore için neden iyi bir arabulucu, ancak kötü bir model
olabileceğini açıkladık. Umarız, barış, sonunda, en uzak düştüğü yerlerden biri
olan Korelere de gelir; çünkü iki tarafın da buna çok ihtiyacı var. Hergün
savaş olasılığıyla uyanılan hiç bir ülke, isterse dünyanın en zengini olsun,
mutlu olamaz.
[1] Bu denize Çin tarafı, ‘Güney Çin Denizi’; Vietnam tarafı,
‘Doğu Denizi’ diyor. İlki Çin sömürgeciliğini olumluyor. Vietnam bin yıl kadar
bir Çin sömürgesiydi. Bu nedenle, bu denize ‘Güney Çin’ denmesi yerindeydi.
Fakat son bin yıldır Vietnam, Çin sömürgesi olmadığından, bu ifadenin geçersiz
sayılması gerekli. Çin tarafının ısrarla bu ifadeyi kullanması, onun kıta
sahanlığından iyice uzakta olan petrol, doğal gaz ve ticaret geliri zengin
bölgeler üstünde hak iddia edip askeri üs vb. kurmasına temel oluşturuyor.
‘Doğu Denizi’ ise fazla genel bir ifade. Bu nedenle, biz, iki tarafı da eşit
kabul eden ve kendi üretimimiz olan ‘Çin-Vietnam Denizi’ ya da ‘Vietnam-Çin
Denizi’ ifadesini kullanıyoruz. Konuyla ilgili daha fazla bilgi için bkz.
Gezgin, U.B. (2019). Çin-Vietnam İlişkileri: Sömürgelikten Yoldaşlığa, Oradan
Nereye? [Yayınlanmayı bekleyen akademik makale]
[2] Bkz.
John Pilger, The Coming War on China. http://johnpilger.com/videos/the-coming-war-on-china
[3] Ana
konumuzdan sapmamak için bu konuyu burada bırakıyoruz. Konuyla ilgili ayrıntılı
bir tartışma için bkz. Gezgin, U.B. (2018). How Psychology and Psychologists
Can and Can’t Contribute to Peace Processes?: A Prolegomenon for a Critical Peace
Psychology. Eurasian Journal of Anthropology, 9(1), 29-40. http://www.eurasiananthropology.com/pdf/2018_vol9_issue1_59.pdf
[4] Yine de grevler oluyor, fakat Vietnam işçi sınıfı, eski
kuşak Güney Kore işçi sınıfı kadar militan değil. Geçerken şunu da belirtelim:
Güney Kore şirketleri, hiyerarşik yapılarıyla, Vietnamlılar tarafından pek de
olumlu görülmüyorlar. Vietnam şirketleri görece daha eşitlikçi bir yapıdayken,
Güney Kore şirketlerinde hiyerarşide hangi konumda olunduğu çok önemli. Ara ara
Vietnamlı işçilere Güney Koreli işverenler ya da müdürler tarafından şiddet
uygulandığına ilişkin haberler çıkıyor. Bu şirketler, Vietnam’daki birçok ünlü
Amerikan şirketi için de geçerli olduğu gibi (örneğin spor ayakkabısı
üreticileri), az maaş ödeyip çok büyük kârlar elde ediyor; yine de, istihdam
sağladıkları için bunlara göz yumuluyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder