Amerikan
Ticari Sinemasında Toplumsal Temsiller: Temsil Edilenlerden Temsil Edenlere
Prof.Dr. Ulaş Başar Gezgin, ulasbasar@gmail.com
Twitter: ProfUlas
Son zamanlarda, sinema araştırmalarında, filmlerde çeşitli
toplumsal ulamların nasıl temsil edildiğine ilişkin çalışmalar artıyor.
Örneğin, bir Asyalı, siyahi, Müslüman ya da Kızılderili bu filmlerde nasıl
temsil ediliyor? Bu ulamlar çeşitlendirilebilir. Peki bu neden önemli? Filmler
sonuçta gerçek değil; bunlar belgesel de değil. O zaman bir filmde birinin
nasıl gösterildiği neden önemli olsun? Bir filmde sözgelimi Latinolar tembel
insanlar olarak gösteriliyorsa, insanlar Latinoların tembel olduklarını mı düşünecek?
Nasıl ki, toplumsal bilimlerde, var olan düzene hizmet eden ana akım bilim ve
dünyayı sorgulamayı kendine temel edinmiş eleştirel bilim ayrımı söz konusuysa,
film izleyicilerini de ana akım izleyici ve eleştirel (ya da alternatif)
izleyici olarak ayırabiliyoruz.
Ana Akım
İzleyici ve Eleştirel İzleyici
Ortalama bir izleyici, kitap okumaz. Gazete de okumaz,
okursa da spor gazetelerine ya da yandaş basına bakar. Bu durumda, filmler (ve
de dizi filmler), kurmaca yapıtlar olarak alımlanacakken, bu ana akım izleyici
modelinde gerçeğin ta kendisine dönüşür. O artık kurmaca değil, bir bilgi
aracıdır. Böylelikle, filmde toplumsal temsiller, belgeselmişçesine gerçekçi
olarak izlenir. Biz eleştirel izleyiciler, elbette böyle bakmayız; bunun
yerine, “Latinoları filmde böyle göstermişler ama bu, önyargı ya da kalıpyargı
(stereotip) deriz”. Fakat ana akım izleyici böyle demez ve bu kesim, ne yazık
ki izleyicilerin çoğunluğunu oluşturuyor.
Siyah
Boyalılar, Makyajla Çekilmişler
Kimi ülkelerde bir Afrikalı’nın lüks bir araba kullanması,
kuşkulu bulunuyor. Lüks bir arabaya böyle bir sürücü yakıştıramıyorlar ve
aracın çalıntı olduğunu düşünüyorlar. Bu Afrikalı sürücülü lüks arabalar,
trafikte sık sık durduruluyor. Aynısını ticari Amerikan sinemasındaki Afrikalı-Amerikalı
imgesinde görüyoruz. Bu temsilde, onlar birçok örnekte yoksuldur ve zenginlerse
bu, ancak, uyuşturucu, silah kaçakçılığı vb. karanlık işlere dayandırılır. Öte
yandan, bu temsiller yıllar içinde değişiyor. Bir film kronolojik olarak ne
kadar gerideyse, bu klasik temsillere o kadar sık rastlanıyor. Bu temsillerde
ilerleme yok değil. Örneğin, eskiden azınlık rollerini bile çoğunluk (Beyaz)
oyuncular oynardı. Asyalı gibi görünsün diye Beyaz oyuncunun gözleri makyajla
çekik gibi gösterilir;[1] senaryo
yazarından tasarımcısına neredeyse kimse Asyalılara ilişkin temel düzeyde bile
bilgi sahibi olmadan Asyalıları konu alan ya da Asyalıların da yer aldığı
filmler çekilirdi. Bunlar, elbette karikatürden öteye geçmez; karikatürlerdeki
ırkçılık bu anlatılara da yansır. Artık bunlardan uzaktayız.
Yine de bugün en iyi örneklerde bile, nüfusu 4 milyarı bulan
Asya’nın kültürel çeşitliliği sık sık görmezden geliniyor. Asyalılar, birörnek
özlere indirgeniyor. Örneğin, Asyalılar karate bilir mi? Yanıt ilk bakışta
olumlu olabilecekken, Asyalıların içine Hintli de Pakistanlı da Endonezyalı da
girdiği akla geldiğinde, bu kalıpyargılar iyice anlamsızlaşıyor. Yine de birçok
Amerikan ticari filminde son zamanlarda genel olarak Asyalılar olmasa bile Doğu
Asyalıların daha olumlu bir biçimde resmedildiğini görüyoruz. İlerleme yok
değil.
Değişmeyenler:
Cinsiyetçilik
Öte yandan, değişmeyen temsiller de var. Bunların önde
gelenlerinden biri, cinsiyetçi temsiller. Birçok filmde artık geleneksel “kadın
yemek pişirir, erkek ev işi yapmaz” vb. ayrımcılıklar görülmese de,
cinsiyetçilik başka biçimlerde kendini belli ediyor. Bir kere, bir filmde
şiddet varsa, şiddete maruz kalanlar, çoğunlukla kadınlar oluyor. Kadınlar,
genellikle, erkeğin korumasına ya da desteğine muhtaç olarak gösteriliyor.
Şiddet temsilleri örneğinde de olduğu gibi, “ama gerçek yaşamda böyle” demek,
bir bahane sayılamaz; çünkü filmin gerçeklikle ilişkisi doğrudan değildir ve
geneli değil tekil olanı anlatılar. Kimi kadınlar geleneksel roller içindedir;
ama herkes de öyle değil. Film, durumu olduğu gibi yansıtmaz; hangi kesimi
anlatılamak istediğini kendi seçer. Ayrıca, gerçek yaşamda da filmlerde de
toplumsal temsiller saf bir biçimde ortaya çıkmıyor; birçok ulam, kişiliklerde
çakışıyor. Örneğin, bir kadın aynı zamanda etnik, kültürel, sınıfsal vb.
boyutlarıyla ete kemiğe bürünüyor. Bu da bütünlüklü düşünmeyi gerektiriyor.
Farklı
Olanın Cezalandırılması
Şu da var: Geleneksel temsillerin dışına çıkan film
kahramanlarının, özellikle korku filmlerinde ve polisiyelerde, başlarına
gelmedik kalmıyor. Ticari sinema, norm dışına çıkmayı çoğu kez cezalandırıyor.
Örneğin korku filmleri, geleneksel aile rolleri içerisinde nadir olarak kendine
yer buluyor. Bu geleneksel aile korkusu anlatılarında, taşınma gibi olguların
ağırlıkta olduğunu görüyoruz. Taşınırlar, ama meğer geçmişte bu evde bir
cinayet işlenmiştir vb. Ama birçok korku anlatısı, taşınma yerine gezme-dolaşma
edimine dayanır. Hippi yaşantılı gençler ormana, kampa, parti evine vb.
giderler ve orada her türlü şiddete maruz kalırlar. Ticari sinema, bu ve diğer
örneklerde, başkalarından farklı olanlara yaşama şansı tanımaz. Dolayısıyla,
sinemalarda normlardan sapanların gösterilmesi yetmez; aynı zamanda, onların bu
nedenle cezalandırılmaması da gerekir.
Film
Endüstrisi ve Mülklü Sınıf
Sorun burada da bitmiyor. Temsil edilenler kadar temsil
edenlerin de değişmesi gerekiyor. Akla ilk olarak yönetmen geliyor. Yönetmen
koltuğunda artık Beyaz Amerikalı orta-üst sınıf isimler dışında da isimler
görüyoruz. Fakat yönetmen, yapımcılar olanak ve izin verdiği ölçüde temsil
ediyor. Asıl temsil, yapımcılık düzeyinde önem kazanıyor ve bu da bizi film
endüstrisine götürüyor. Film endüstrisi çeşitli boyutlarıyla ne kadar
demokratik ise, filmdeki temsiller de o kadar demokratik oluyor. Konu dönüp
dolaşıp sinemacılıkta ‘üretim araçları’na sahip olanlara ulaşıyor. Asıl temsil
gücüne sahip olanlar, film içeriğinin,
senaryo yazarının ve yönetmenin çok daha ötesinde kalan, sinema dünyasının
mülklü sınıfı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder