Yapay Zeka ve Şehir Plancılığı: Akıllı Kentten Bilinçli
Kente...
Prof.Dr. Ulaş Başar
Gezgin, ulasbasar@gmail.com
Twitter: ProfUlas
Yapay zekanın ve
otomasyonun önde gelen uygulama alanlarından biri, şehir plancılığı oldu,
olacak. Daha önce zeki kent (intelligent) ve sayısal kent (daha doğrusu,
basamaksal, digital)[1]
tartışmaları vardı. Bu ikisi, genellikle, bilişim teknolojilerinin şehircilik
için yoğun olarak kullanıldığı kentlere karşılık geliyordu. Sonra, akıllı
telefonlarımızla da ilişkili bir biçimde, ‘akıllı kent’ (smart) kavramı ortaya
atıldı. İlk bakışta, bu ilk iki kavramsallaştırmaya sürdürülebilirliği
ekleyerek, enerji verimliliği üzerinden ‘çevre dostu kent’ modellerine yaklaşan
‘akıllı kent’ kavramı, artık yapay zekayla ve otomasyonla birlikte
tartışılıyor.
Sürücüsüz Metrolarla Sürücüsüz Arabaların Farkı
Günümüzde, rutin
işleri algoritmaya döküp makinelere yaptırıyoruz; bu, otomasyon oluyor.
Örneğin, kent bağlamında, sürücüsüz metrolar, yapay zeka değil otomasyon ürünüdürler.
Bu araçların gittiği güzergahlar, hızlar, ne kadar sürede gidecekleri, nerede
duracakları vb. öngörülebilirdir. Bu nedenle kolaylıkla
algoritmikleştirilebilirler. Başka uygulamalar vardır ki bunlar rutin
değildirler, tümüyle öngörülebilir değildirler ve bir parça karar, yaratıcılık
ve risk içerirler. İşte bunlar için ise yapay zeka kullanıyoruz. Örneğin
belediyenin bütçe tahminlerini ya da bir kentin karman çorman trafik planlamasını
yapay zekaya yaptırabiliriz. Sürücüsüz arabalar ise, bir ölçüde yapay zeka bir
ölçüde otomasyon içerir; çünkü hem rutin, öngörülebilir hem de riskli,
öngörülemez edimler içerir. İşte bu düşünceyle, belediye hizmetlerinden rutin
olanların otomasyona dönüştürülmesi, rutin olmayanlar için ise yapay zeka
desteği alınması söz konusu.
“Ben Doldum” Diye Çağrı Atan Çöp Kutuları
Bu bağlamda son dönem
çalışılan konulardan biri, akıllı çöp kutuları. Belediye belli aralıklarla
çöpümüzü toplar; ama kimi kutular çok dolu, kimileri ise bomboştur. Bir de, çöp
işinin trafikteki zirve zaman gibi dalgalanmaları vardır. Belli dönemlerde daha
çok, başka dönemlerde daha az çöp atılır. Akıllı çöp kutuları, örneğin, dolduklarında,
veri merkezine çağrı atabilirler; böylelikle, dolup taşan çöpler görmemiş
oluruz. Çöp toplama aralıkları ve günleri de buna göre eniyileştirilebilir.[2] Aynı
biçimde, sokak lambalarından bozuk olanlar, veri merkezine “beni değiştir” notu
atabilir. Ayrıca, bu lambalar ortam ışığına duyarlı duruma getirilebilir. Şöyle
ki, sokak lambaları, ayrıksı bir biçimde çalışır; bunun anlamı, ya açık ya
kapalı olmalarıdır. Işık derecesi ayarlanamaz. Oysa akıllı bir sokak lambası,
ortam ışığına göre daha parlak ve daha soluk olabilir; bu da enerji tasarrufu
sağlar. Bu tür örnekler arttırılabilir.
Akıllanmayla Gelen Tasarruf
Bu şehir plancılığı
bağlamında yapay zeka ve otomasyon uygulamalarında temel güdü, enerji tasarrufu
ile enerji veriminde ilerleme sağlanmasıdır. Böylelikle kamu kaynaklarında da
tasarruf sağlanacak; bu uygulamalar sonucunda sağlanan ek kaynaklar başka
belediye hizmetleri için kullanılabilecektir. Elektrikli araçlar özendirilir;
kentte sonul olarak, benzin istasyonları kadar çok ve çeşitli bölgelerde
elektrik şarj istasyonları kurulur. Bu da, çevre kirliliği, özellikle de hava
kirliliği konusunda bir rahatlama sağlayacaktır. Bu çabaların, iyi niyetli
olmakla birlikte, temel bir yanlışları vardır: Enerji tasarrufunu ve çevre
dostluğunu üretimin ve tüketimin son evresinde gösterirler. Örneğin, az önce
çöp kutularının akıllılaştırılması konusunu andık. Ancak, bu ‘akıllanma’dan
önce, çöplerimizi ayırıyor muyuz, geri dönüşüm yapıyor muyuz, daha az çöp
çıktılayacak çeşitli çabalar içine giriyor muyuz, bunlar konuşulmuyor. Aynı
biçimde sokak lambalarının ‘akıllanması’ndan söz açtık; ancak yaz-kış saati
uygulaması nedeniyle yitirilen doğal ışık olanakları gözden kaçıyor. Son
olarak, elektrikli araçlar özendirilirken, bu araçların üretiminin ve de
elektrik üretiminin ta kendisinin ne ölçüde çevre dostu bir biçimde
gerçekleştirildiği gündeme bile getirilmiyor. Dolayısıyla, enerji tasarrufunun
ve çevre dostluğunun üretimin ve tüketimin son evresinde değil, tüm evrelerinde
geçerli olması gerekiyor.
Çevre Dostu Belediyeciliğin Tosladığı
Bunun dışında, bütün
bu kaynak tasarrufu ve çevre dostu belediyecilik vb. tartışmalar, asıl sorunu
bilinçli olarak teğet geçiyor ve elbette bunun ideolojik bir işlevi var. Asıl
sorun, kapitalizmdir. Avrupalısı da dahil olmak üzere kapitalizm, her fırsatta,
çevreye verdiği zararın faturasını halka ödetiyor. Kentlerdeki çevre kirliliğinin
ana kaynakları, üç çeşittir: (Çevre dostu alışkanlıklar edindirilmemiş ve çevre
dostu belediyecilikle yeşil bir yaşama özendirilmemiş kent sakinlerinin genel
olarak yarattığı kirlilik anlamında) tüketim kaynaklı kirlilik, araba temelli
kirlilik ve üretimden kaynaklanan kirlilik. Bu üçlü, kapitalizmden bağımsız
değildir. Akıllı kent modeli altındaki çevre dostu bir belediyecilik, gerçekten
yeşil uygulamalar yapmak istediğinde, belli bir çizginin ötesine asla
geçemeyecektir, çünkü kapitalizmin her ne pahasına olursa olsun kâr elde etme
güdüsüne toslayıp duracaktır ve er ya da geç buna teslim olmak zorunda kalacaktır.
Akıllı Kentçiliğin İki Ayağı: Akıllandırma ve Yeni
Hizmetler
Asıl konumuza
dönersek, akıllı kent kavramsallaştırmasının ilk ayağı, var olan belediyecilik
hizmetlerinin akıllandırılması ise, ikincisi, kentte kullanılan akıllı araçların
yaygınlaşmasıyla, daha önce sağlanamayan kimi hizmetlerin sağlanabilir duruma gelmesi
biçiminde. Bunun için akla gelen ilk örnek, belediyelerin yaşlılarla ilişkisi
noktasında karşımıza çıkıyor. Türkiye’de yaşlılık bilimi olarak gerontoloji
yeni bir alan. Gerontoloji bölümü çok az üniversitede var.[3] Nüfusun
yaşlanmasıyla birlikte bu bölümlerin sayıca artmasını bekleyebiliriz. Yapay
zeka ile gerontolojinin buluştuğu noktalardan biri, kentte yaşayan yaşlılara
belediyenin sunduğu hizmetler bağlamında görülüyor. Eskiden fazlaca ev içine
kadar girmeyen bir yaşlılara destek olma çabası, akıllı araçların
yaygınlaşmasıyla evlere giriyor. Belediye ve ilgili sağlık kuruluşları, ev
içindeki sağlık araçlarının veri merkezine gönderdiği veriler üzerinden,
yaşlıların sağlığını yakından izliyor ve gerektiğinde yaşlının haber vermesine
bile gerek görmeden duruma müdahale ediyor. Şimdilik bunlar bilim-kurgu gibi
görünse de, yakında daha da yaygınlaşacağını göreceğiz.
İki Tür Akıllı Araç: Akıllananlar ve Yeni Yetmeler
Peki burada dile
getirdiğimiz akıllı araçlar kavramı nedir? Akıllı araçları, internete bağlı
olup bir veri merkezine belli bir konuda veri gönderebilecek araçlar olarak
tanımlayabiliriz. ‘Nesnelerin interneti’ (aslında ‘şeylerin interneti’), tam da
buna dayanıyor. İki tür akıllı araç var: Halihazırda kullandığımız akıllı
olmayan elektronik araçların akıllanmasıyla ortaya çıkan akıllı araçlar.
Örneğin, buzdolabımızın internete bağlanıp telefonumuza, şirketlere, hatta
süpermarketlere içeride ne olup olmadığını bildirdiğini düşünelim ya da
kullandığımız elektrik süpürgesinin onu haftada kaç kez ve ne kadar süreyle
kullandığımızı, hatta hangi içerikteki tozun toplandığını bir veri merkezine
iletebildiğini düşünelim. Örnekler uzatılabilir. İkinci tür akıllı araçlar ise,
daha önce ‘akılsız’ biçimleri var olmayan ya da akıllı biçimlerine tam da denk
olmayan araçlar. Örneğin, sağlık amaçlı olarak kullanılan akıllı sağlık
yardımcıları. Akıllı kentlerde, bu iki tür akıllı aracın yoğun olarak kullanılması
bekleniyor. Akıllı kentlerin akıllı bir ülkeyi akıllı ülkelerin ise akıllı bir
gezegeni oluşturması umuluyor; ancak elbette bu, kısa erimde ham hayal...
Akıllı Evler, İşkolikler ve Alkolikler
Akıllı kentlerin
temel öğesi olarak, akıllı ev kavramı gündemde. Akıllı evler, ‘otomasyonlu
evler’ olarak da adlandırılıyor. Teknoloji şirketlerinin reklamlarında ve
bilim-kurgu filmlerinde sıklıkla gördüğümüz bu tür evlerde, tüm ev hizmetleri
birbirleriyle bütünleşmiş durumdalar ve ev kullanıcısı (ya da ev ‘sakin’i)
tarafından sözle yönetiliyorlar. Bu otomasyonlu evler, bir veri merkezine veri
gönderebilecek nitelikte... Öte yandan, şöyle bir karşılaştırma yapılıyor:
Televizyon ve bilgisayar bizi eve/işe kilitlerken, akıllı telefonlar, tabletler
ve dizüstüler bizi dışarı çıkarıyor. (Eğlence amaçlı olanlar da dahil olmak
üzere) Yapacağımız işleri yanımızda götürebilmemizi sağlıyorlar. Ancak bu ilk
bakışta olumlu olabilecek gelişme, aynı zamanda, işin mesai saatlerinin dışına
taşmasına yol açıyor. Artık her yerde çalışabiliyoruz, böylelikle aşırı
çalıştırılıyoruz.[4]
Mesaiyle dinlenmenin içiçe geçmesiyle, işkolik oluyoruz. Üstelik, çoğumuz,
birisinin ‘altında’ çalışıyor, daha fazla çalışarak kendini değil patronu
zenginleştirmiş oluyor. Bir alkolik, kendisi için içer; bir işkolik ise,
çoğunlukla başkası için çalışıyor.
Bu tartışmanın,
sürücüsüz araçlar bağlamında bile işlendiğini görerek şaşırıyoruz: Gelecekte
sürücüsüz araçların yaygınlaşmasıyla, insanların araba sürmekten azade olarak
arabaların arka koltuğunda da çalışmasının söz konusu olacağı ve bunun iş
verimini arttıracağı ileri sürülüyor. Diğer bir deyişle, sürücüsüz arabada
geçen zaman da mesai saati gibi olacak ama ofiste olunmadığı için resmen
sayılmayacak. Kapitalizm, böyle heyecan verici bir buluşta bile sinekten yağ
çıkarmanın yolunu bulmuş durumda. Araba mı sürmek istersiniz yoksa sürücüsüz
arabada çalıştırılmak mı istersiniz, seçim sizin... İleride belki böyle bir
seçim bile olamayacak, arabada çalışmak emrivaki olacak, sendikal hareketler
cılız kalırsa...
İPA’lar (İnsansız Planlama Araçları)
Burada, akıllı kent
modelinin tehlikeleri kendiliğinden ortaya çıkıyor. Konuyla ilgili olarak
yapılan çalışmaların çoğu, modelin toplumsal boyutları yerine, mühendislik,
tasarım ve bilgisayısal (computational) yönlerine odaklanıyor. Öyle ki, İHA’lar
gibi (İnsansız Hava Araçları), İPA’lardan söz edebiliriz: İnsansız Planlama Araçları...
Oysa birçok kent bağlamında gördüğümüz gibi, bir kent tasarımı, kağıt üstünde
çok estetik durabilir; ancak onu var eden ya da yok hükmünde sayacak olan,
kentin sakinleridir. Bu nedenle, akıllı kent modelinin aslında gitmesi gereken
çok uzun bir yolu var. O ünlü sözden uyarlarsak, şehir plancılığı, roket bilimi
değildir. İnsanlardan kaynaklanan belirsizlik, fiziksel yapıdan kaynaklanan
kesinlikten çok daha baskındır.
Köyler: Yeniden Yumuşayan Karınlar
Peki az önce
belirttiğimiz, akıllı kent modelinin kendiliğinden ortaya çıkan tehlikeleri neler?
Akıllı kent, daha iyi belediyecilik hizmeti sunmayı hedeflerken, bir yandan ya
bilinçli olarak ya da beklenmedik bir sonuç olarak, gözetim toplumunu
pekiştirmiş, onun koşullarını daha da ağırlaştırmış oluyor. Her bir kent
sakinine, verileri üzerinden, kişiselleştirilmiş hizmetler sunulması, aynı
zamanda onun eskisine göre çok daha fazla gözetlenmesi anlamına geliyor. Eskiden
MOBESE kameralarının işlevleri tartışma konusu iken, bu kez tüm sistemleri
bütünleştiren, herşeyi gören bir göz sözkonusu ve bunun kimin gözü olduğunu
bilmemiz bile olanaksız. Daha kötüsü, toplanan bu verilerin Facebook örneğinde
görüldüğü gibi, kim parayı basarsa ona satılması gibi bir durum da sözkonusu.
Yani gözün kimin olduğunu (bana ben görmeden bakanı, yani bu asimetrik bakışın
sahibini) saptasak bile, bu, sorunu çözmüyor. İşte bu ağır gözetim nedeniyle,
yakın gelecekte, kentlilerin daha bir köle, köylülerin daha bir özgür olmasını
bekleyebiliriz. Dikkat dikkat! Burada ‘hissetmesini’ demiyoruz, ‘olmasını’
diyoruz; çünkü toplumsal bilince sahip olmayan ortalama bir kentli, kentin
sunduğu olanaklar nedeniyle, kendini her zaman köylülerden daha özgür
hissedecektir. Gözetim kapitalizmi bu hissi besler, çünkü kentlerde daha çok
işgücüne gereksinim duyar. Oysa, gerçeklikle his, birçok başka örnekte de
olduğu gibi birbirini tutmamaktadır.
Kentler, köylere göre,
her zaman, daha teknoloji-yoğun. Bu da onları daha da gözetime açık duruma getiriyor.
İkincisi, kentler, ekonomik etkinlikler dolayısıyla, daha fazla çıkarın ve
çıkar grubunun birleştiği yer. Bir de şu var: Kentler, kötücül sanal
saldırılara ve kişisel verilerimizin devletler ve şirketler tarafından gaspı
dışında, üçüncü ellerce çalınmasına da daha açık. Dolayısıyla, eskiden
emperyalizmin yumuşak karnı oldukları söylenen köyler, gözetim kapitalizmi
altında görece daha özgür olunan yerler olacak.
Urla mı Datça mı Kavga mı?
E ne yapalım? Urla’ya
mı taşınalım yoksa Datça’ya mı? Bir köye yerleşip tarım mı yapalım? Yapan
yapsın elbette. Herkesin hayatı kendine. Senin hayatın, senin kararın. Kimseye
de kimseyi yargılamak düşmez. Ancak, “bu dünya daha kötüye gitmesin, birşeyler
yapalım” diyorsak, o zaman hepimiz büyük veri, yapay zeka ve gözetim konusunda
daha bilinçli, bilgili ve etkin olmalıyız. Akıllı kenti modelleyenler, şunu
düşünmüş değiller: Ya karşı çıkanlar olursa? Ya karşı çıkanlar etkili bir
muhalefet niteliği kazanırsa? O zaman hâlâ bir çıkış yolumuz var demektir. Beklenmedik
bir muhalefet, akıllı bir kent yerine, toplumsal olarak bilinçli bir kent (socially conscious city) gibi yeni bir talebi
yükseltmemiz için bir sıçrama tahtası olabilir. Yurttaşlık haklarımızla içiçe
geçmiş olarak bilişim haklarımız var, olmalı; bunu sık sık anımsamamız ve
anımsatmamız gerekiyor...
[1] ‘Digital’ için Türkçe’de sıklıkla ‘sayısal’ karşılığı için veriliyor. Oysa
bizce bu, yanlış ve hatta Türkçe’yi kısırlaştırıcı bir çeviridir. Neden? Çünkü
Türkçe’de zaten ‘quantitative’ sözcüğü için, ‘nicel’ yanında ‘sayısal’ da
diyoruz. Örneğin, ‘öğrencilerin sayısal puanı’ dediğimizde bu, ‘quantitative’
sözcüğüne karşılık geliyor. ‘Digital’ için ‘sayısal’ denmesi, Türkçe’de
‘digital’ ile ‘quantitative’in karıştırılmasına yol açıyor. Ayrıca, sayısal
olmayan ‘digital’ öğeler de var. ‘Digit’, basamak demektir. Bu nedenle, biz,
‘sayısal’ yerine, ‘basamaksal’ karşılığını öneriyor ve kullanıyoruz.
[2] Eniyileştirmek, optimizasyon anlamında.
[3] Bu vesileyle, Akdeniz Üniversitesi Gerontoloji Bölümü başkanı Doç.Dr. Özgür
Arun’un yönetiminde çıkan gerontoloji dergisi Senex’i not edelim. Bkz. http://www.senexjournal.org/
[4] Kuşkusuz, bu durum, yalnızca beyaz yakalılar için geçerli olabilir. Ancak
otomasyon kapitalizmi, Taylor’cı ‘bilimsel yönetim’ modelinden başlayarak zaten
beyazlarla mavileri birlikte yıkıyor. Beyazların yaptığı işi standartlaştırarak
onları mavilere yaklaştırıyor. Maviler de zaten rutin işler yapıyorlarsa, bu işler
zamanla otomasyona devrediliyor. Maviler için geriye kalan, rutin olmayan kol
emeği işleri oluyor, bunlar da eski kol emeği işlerine göre çok daha fazla
‘kafa’ gerektiriyor. Böylelikle, otomasyon kapitalizminde, kafa-kol emeği
ayrımının silikleşmesiyle yakasız çalışanlar ya da burada ilk kez olarak ifade
ettiğimiz üzere, açık mavi (mavi ve beyaz renk karışımı) çalışanlar kavramı
ortaya çıkıyor. Eskiden mavi yakalılar, bilgisayar kullanmayı bilmeseler de
olurdu; otomasyon kapitalizminde bilmek zorundalar, beyazlaşıyorlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder