MISIR SİNEMASINDAN
BİR TOPLUMSAL ELEŞTİRİ ÖRNEĞİ:
YAKUPYAN APARTMANI
Burak Kerem Yalçın ve Ulaş Başar Gezgin*
Yazınsal ürünleri, çeşitli dillere hakimiyeti ve Tahrir
sürecinde Mübarek’e yönelik keskin
ve istikrarlı muhalefetiyle tanınan Mısırlı yazar Alaa Al Aswany’nin (d. 1957; علاء الأسواني) aynı adlı romanından, yönetmen
Marwan Hamed tarafından uyarlanan Yakubyan Apartmanı (The Yacoubian
Building; عمارة يعقوبيان ‘Imārat Ya‘qūbyān / Omaret Yakobean, 2006,) bir bina
üzerinden Mısır’ın dününü ve bugününü, apartmanın içinde ve üst katlarında
yaşayanların perspektifinden bizlere aktarmaktadır. Apartmanda yaşayan ve
toplumun farklı kesimlerinden bireylerin yaşantılarına odaklanarak Mısır
özelinde bizlere sınıfların evrensel bir anlatısını sunmaktadır. Usta
oyuncuların başrollerini paylaştığı film, ‘Arap dünyasının Hollywood’u’ olarak
adlandırılan Mısır sinemasının son dönemdeki başarılı yapımlarından biridir.[1]
Tahrir devriminden birkaç yıl önce seyirciyle buluşan film, gösterime girdiği
dönemde birçok tartışmanın odağı olmuştur. Muhalif kimliğini sergilemekten
kaçınmayan yazar Alaa Al Aswany’nin
kaleminin de bu hususta büyük payı vardır.
Alaa Al Aswany
Film özetle bizlere günümüz Mısır’ından beş farklı
anlatıyı beş karakterin üzerinden aktarmaktadır. Anlatılar, sınıf çatışmaları,
kadının medeni durumu, LGBTİ+, insan hakları, sistem ve birey karşıtlığı
ekseninde şekilleniyor.
Yakupyan Apartmanı ve Mısır’ın Yakın
Dönem Siyasi Tarihi
Film Yakubyan apartmanının kısa bir yapım ve
tarih anlatısıyla açılıyor. Bu kısa girişte binanın yapımının hikayesini ve her
devirde değişen apartman sakinlerinin profilini görüyoruz.
1937 yılında, adını aldığı Ermeni tüccar Bay Yakupyan tarafından İtalyan bir mimara
Avrupa mimarisinde inşa ettirilen binanın, Osmanlı’nın son Mısır valisi olan Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından
kurulan Kavalalılar Hanedanlığı’nın son hükümdarlarından olan Kral I. Faruk (1920-1965, yönetimi:
1936-1952) zamanındaki ilk sakinleri, bakanlar, paşalar, Kıpti Mısırlılar,
Ermeniler ve Yahudilerdir. Bu dönemde binanın çatısında/çatı katında bulunan
depolama alanları, çalışan hizmetçiler ve kapıcılar için müştemilatlara
dönüşür.
1948’deki İsrail-Mısır Savaşı’nın
kaybedilmesinden sonra yükselen milliyetçilik akımı, 1952’de Kral 1. Faruk’a karşı Cemal Abdünnasır[2]
liderliğindeki ‘Hür Subaylar’ın gerçekleştirdiği devrimin (kralcılara göre
darbe, cumhuriyetçilere göre devrim) yolunu açmış ve devrim, bina özelinde ve
Mısır genelinde ülkenin demografik ve etnik yapısını değiştirmiştir. En başta
Yahudiler olmak üzere azınlıkların büyük bir kısmı ülkeyi terk etmiştir. Arap
milliyetçiliğinin yükseldiği bu dönemde kalkınma için sosyalist politikalar
(Pan Arap – Arap Sosyalizmi veya Nasırizm) çerçevesinde atılan adımlar ve
kamusallaştırmalardan bina da payını almış ve azınlıklardan boşalan bu yerlere
rütbeli askerler yerleştirilmiştir. Mısır’daki toplumsal değişimler binaya
olduğu gibi yansır. Mısır makro-kozmos ise Yakupyan apartmanı mikro-kozmostur;
büyük resmin ziplenmiş sürümüdür.
Cemal
Abdünnasır (1918-1970, yönetimi: 1954-1970) sonrası, yine aynı Hür Subaylar
hareketinden gelen Enver Sedat’la
(1918-1981, yönetimi: 1970-1981) birlikte yeni ve daha ‘liberal’ bir dönem
başlayınca orta ve burjuva sınıf tekrar güçlenmeye başlamıştır. Fırsatı
değerlendirmek isteyen asker sakinler zahmetsizce ve bedavaya sahip oldukları
bu evleri para kazanmak için satmışlardır. Binanın yapısı yeniden değişmiştir.
Bir kez daha sakinleri değişen binanın yeni sakinleri yerli burjuvalardır.
Filmin geçtiği zaman diliminde monarşiden kalan
sınıflar arası uçurumlar, sosyalist yapının dönüştüğü bonapartist idare ve
liberalist açılımların getirdiği ekonomik ve kültürel dengesizlikler karşımıza
bir kolaj şeklinde çıkmaktadır. Burada sermaye sahiplerini ve sermayenin nasıl
el değiştirdiğini görürüz.
Unvanlar
Anlatı, Zeki Paşa’nın hikayesiyle başlar.
Monarşinin son paşalarından El Desouki Paşa olarak anılan Abdul Aal Paşa’nın
iki evladından biridir. Paris’te mühendislik eğitimi görmüş ve hatta oradaki
yaşantıya hâkim olacak kadar uzun bir süre orada yaşamıştır. Paşa unvanıyla
çağırılmayı sever. Her ne kadar burada kullanılan ‘paşa’ sözü, askeri bir unvan
olarak kullanılmasa da günümüz Mısır’ında bir sınıf göstergesidir.
Sınıflarda unvan önemli bir husustur. ‘Paşa’,
‘Bey’, ‘Madam’, ‘Hacı’ gibi sözcükler, Mısır’ın etkileşimde olduğu diğer
kültürlerin bu dile kazandırdığı unvanlardır. Orta sınıfın zayıf olduğu bu
toplumda unvanlar üst sınıflar içindir. Paşa’nın ait olduğu aile olan El
Desouki ailesi bunun ilk göstergesidir.
Mısır’da soyadı olmadığından, kişiyi tanımlamak
için, kişinin isminden sonra babasının, büyük babasının ve büyük babasının
babasının isimleri arka arkaya yazılır. Bazı aileler ise soy durumlarını
belirtmek için aile lakapları kullanırlar. Bir aile lakabına sahip olmak ne
kadar köklü bir aileden geldiğinizi gösterir: Zeki El Desouki veya Kemal El
Fouli gibi.
Her ne kadar maddi güçle alakalıysa da herkesin
her unvanı kullanması hoş karşılanmaz. Daha geleneksel olanlar ‘paşa’ ve ‘hacı’
unvanlarını kullanırken, yeni nesil ‘Bey’ ve evlenmiş veya orta yaş ve üstü
kadınlar ‘madam’ unvanını kullanır. Daha da açacak olursak: Paşa unvanı bize
zenginliği ve köklü bir aileden gelmeyi anlatır. Filmde, Hacı Azzam için de
paşa unvanı kullanılsa da bunu Zeki pek hoş görmez. Sınıfsal olarak aynı yerden
gelmemektedirler. Azzam, Zeki Paşa’nın anlatımıyla, basit bir sokak
boyacısıyken yaptığı illegal işlerle zengin olmuştur. Onun paşalığı parayla
satın alınmıştır, aileden gelmemiştir. Zeki fakir olsaydı, şüphesiz, bu unvanı
kullanamayacaktı. Azzam gibi ‘sonradan türediler’ de paraları olduğu için
kendilerine daha alt sınıfların böyle seslenmesini istiyor olabiliyorlar. Alt
sınıflar için ‘hacı’, ‘bey’, ‘paşa’... hepsi aynı şeyi ifade ediyor; saygı
duyulacak ve kişinin gücüne göre menfaat için gerekirse önünde eğilinecek
kişileri...
‘Hacı’ her ne kadar dini bir terim olsa da yine
paranın gücünü göstermektedir. Hacca gidebilmek başlı başına maliyetli bir
iştir. Kişi gidebiliyorsa varlıklıdır. Dolayısıyla, bu ifadenin kullanılması
maddi olanaklardan gelme saygınlığı göstermektedir. Azzam da toplumsal
saygınlığı ve kamuoyundaki imajı için bu unvanı kendi maddi gücüyle almıştır.
Tek sorun, bu maddi gücün uyuşturucu satışından gelmesidir. Fakat bunu
umursayan olmaz...
Filmde Hatim karakteri için ise ‘bey’ kelimesi
kullanılıyor. Bu, şüphesiz, biraz daha yaşından ve kültüründen dolayı. Yarı
Avrupalı, seküler veya aristokrasiden biraz daha uzak ve modern bir seslenme
tarzı. Bu hitap bazen orta sınıfın üst kısımları için de kullanılıyor. Bütün bu
unvanlar üst sınıf erkeklerini belirtirken, kadınlar için (daha çok evlenmiş
olanlar için) ‘madam’ unvanı orta ve üst sınıf arasında paylaşılmaktadır.
Orta sınıfta ve bazen alt sınıfta üstaz
(usta/üstad) tabiri sıkça kullanılır. Ayrıca usta dışında mühendis, general ve
kaptan vb. gibi kullanılan unvanların bazıları üst sınıfla ortak kullanılır.
Üst sınıfta, mühendisin bir üst sürümü olarak ‘başmühendis’ unvanı tercih
edilir. Zeki, bir sekansta, “mühendis
misin?” diye soran Busayna’yı “başmühendis”
diye düzeltir.
Alt sınıflarda, çiftçiler ve köylülerde ise kadın
ve erkekler çocukların isimleriyle anılır. Bilmem kimin annesi veya babası
gibi. Abdu Rabbou’nun eşi, kocasına oğlunun babası (oğlunun ismini zikrederek)
diye seslenir. Aslında bu, sınıfa has olmasından çok kültürel bir hitap
şeklidir. Ama çiftçilerin çok büyük çoğunluğunun yoksul olduğunu düşünürsek,
bunu sınıfsal tanımın içine sokmak pek yanlış olmaz. Hatta çiftçilik yapmayan
ama o kökenden gelen diğer bireylerde de bu görülebilir. Şüphesiz, yukarıdaki
unvanlar aynı zamanda farklı sınıflar arasında hitap olarak da kullanılıyor.
Ama burada sınıfsal belirteç olması, keskinliğin boyutunu veriyor. Filmde
yansıtıldığı gibi, Mısır toplumunda, kültürle sınıfsal hiyerarşi birbirine
payanda olarak bir sınıf diktatörlüğünü getirmiştir.
Sınıflar
Devrim sonrasında Mısır’da Cemal Abdünnasır’ın Pan Arap politikalarıyla sistemli olarak göçe
veya Araplaşmaya zorladığı Türklerin (soy kütüklerinin yok edilmesi ve bir
kısmının göç etmesinden sonra) asimile olmasıyla aristokrasi sınıfı
kalmamıştır. Aristokrasi daha çok Türk soyundan gelen Kavalalılar Hanedanı ve
yakın paşalara has bir olguydu. Bu, devrimin kazanımlarından biriydi. Mısır,
‘yerli ve milli’ oluyordu. Ama Arap sosyalizmini diğer sosyalizm akımlarından
ayıran esas unsur, sınıfların kalkması değil, sınıflar arası iş birliği
yapılması gerektiği düşüncesidir. Bu, kimilerine göre, ‘içinde sosyalizm veya
Marksizm olmayan sosyalizm’ olarak da değerlendirilebilecek, kendi içinde
çelişen, iyice sulandırılmış bir biçim(siz) sosyalizm türüdür.
Mısır, 5000 yılı kayıtlı, yaklaşık 7000 yıllık
tarihe sahip bir coğrafyadır. Bunun son 2500 yıllık kısmını, Perslerin,
Yunanlıların (Büyük İskender), Romalıların, Arapların, Türklerin (Memluk,
Osmanlı ve Kavalalı) ve son olarak da Fransızlar ile İngilizlerin kurduğu
idarelerin altında yaşamıştır. Kavalalılar dönemi hariç, valilik veya eyalet
olan ülke, gerçek anlamda bağımsızlığına 1952’den sonra kavuşmuştur. Derin bir
kültüre sahip coğrafyanın kısa bir dönemde yeni bir kültür oluşturması muhakkak
zor olacaktır. Filmde, Antik Mısır’da bulunan kimi sınıfları günümüzde
farklılaşmış biçimleriyle gözlemleyebiliyoruz: Firavun ve yöneticilerin
oluşturduğu üst sınıf, asiller ve ruhbanlar sınıfı, askerler ve yazıcılar,
tüccarlar ve zanaatkarlar, çiftçiler ve vasıfsız işçilerle köleler.
Cemal
Abdünnasır zamanında başlayan, tek adamın başkan olduğu sistem, filmde
Bakan Kemal ile temsil edilmiştir. Azzam ile olan ilişkisinde, sürekli olarak,
temsil ettiği diğer büyük adamlar adına konuştuğunu söylemektedir. Mısır siyasi
kadro yapısında bakanın üstünde başbakan ve cumhurbaşkanı vardır. Yani o kadar
çok kişi olmaması gerekmekteyken filmde, ülkeyi asıl yönetenlerin görünürdeki
kabine olmadığı ima edilmiş olur. Burada basit bir bakanın yolsuzluğundan çok
sistemin yapısı anlatılmıştır. Demir yumrukla, polis ve kuvvetli bir istihbarat
ağıyla yönetilen ülkede ne kadar güçlü veya zengin olduğunuzun önemi yoktur.
Kemal’in temsil ettiği güç, Hacı Azzam’ı bile ezerek avcıyı kurbana çevirecek
olan güçtür. Azzam, bir eli yağda bir eli balda olması yetmezmiş gibi daha
fazla sınıf atlamak istemektedir. En üst sınıf ligine girmek ve ömür boyu refah
için, Mübarek dönemindeki birçok iş
adamının yaptığı gibi politikaya atılmak istemektedir. Kemal, Azzam’a isteğinin
gerçekleşebileceğini ama bunun karşılığını ödemesi gerektiğini söyler. Azzam,
seçim bölgesindeki rakibinin daha çok taraftarı olduğuna vurgu yaptığında ise,
demokrasinin parayla olduğunu ve rakibi ne kadar çabalarsa çabalasın esas
seçenin halk değil kendileri olduğunu söyler. İlerleyen zamanlarda kendi
hırsına yenik düşen Azzam’ı onun başını bile döndürecek kadar büyük bir güç
gösterisiyle hizaya getirir ve her şeyine ortak olarak, sınıf atlamanın bir
bedeli olduğunu gösterir. Azzam, elini verir kolunu kaptırır ya da Dimyat’a
pirince giderken evdeki bulgurdan olur. İktidar ise, bir avcıyı daha önüne av
olarak katar, kendi yandaşlarını güçlendirerek büyür ve güçlenir. Dimyat’ın
(Damietta, دمياط) Mısır’daki bir liman kenti olması ise, herhalde
bir ironi olarak not edilmelidir.
Ruhbanlar sınıfı, şeyhler olarak karşımıza
çıkmaktadır. Sınıflar arası bir disiplin gibi hareket eder. Şeyhlere tabi olmak
üst sınıflar için bir alçak gönüllülük gösterisiyken, alt sınıflar için
sığınılacak bir ‘liman’dır. Bireyler, şahsi olarak bir şeyhe sahip olmasalar
bile, ülkenin ve İslam coğrafyalarının en büyük ilahiyat fakültesine sahip Al
Azhar uleması, yeri geldiğinde Türkiye’deki Diyanet gibi çalışarak halkın fetva
açığını kapatır. Ülkenin diğer büyük dinsel inancı olan Kıpti Hristiyanlığa -
ki Mısır nüfusunun kimilerine (özellikle de Kıptilerin kendilerine) göre %
25’ini, kimilerine (diğerlerine ve resmi kaynaklara) göre % 5.1’ini oluşturur-
filmde pek değinilmemiştir. Her ne kadar etnik olarak farklı olmasalar da din
konusunda azınlık psikolojisi içerisinde olan bu topluluğun din ile ilişkisi
ayrıca bir inceleme gerektirmektedir.
Asiller veya günümüzde ‘zenginler’ olarak
adlandırdığımız sınıf, kendi içlerinde sahip oldukları paraya göre
derecelendirilseler bile toplum içerisinde tek sınıf olarak görülmektedir.
Hatim, Zeki ve Azzam gibi mülke ve paraya sahip kişilerin servetlerinin nereden
geldiğinin önemi yoktur. Zeki, babasından kalan mallarla geçinen bir
mirasyediyken, Hatim, seçkin ailesinden aldığı kültürel mirası çoğaltarak belli
bir kültür ve refah seviyesine ulaşmıştır. Azzam ise sıfırdan her yolu
kullanarak bu sınıfa terfi etmiştir.
Eskil Mısır toplumundaki yazıcılarla bir ölçüde
çakışan devlet güvenliği sınıfı, filmde polis (ve/veya askerler) ve istihbarat
ile temsil edilmektedir. En üst sınıfın kontrolündeki bu güç, rejimin devamı
için klasik anlamda gerekli kolluk gücünü temsil eder. Bütün sınıfları
gözetler, bilgi toplar ve bunları yeri geldiğinde en üst sınıfa sunar ve alt
sınıftaki rahatsız sesleri bastırır. İstihbaratın Taha’ya yaptığı işkence ve
sorguda, hareketin lideri ve Taha’nın aynı apartmanı paylaşmaktan başka bir
ortak yönü olmayan Hatim hakkında sorular sorduğunda veya polisin Azzam’ın
işyerini bastığında bunu görürüz.
Konfeksiyoncu Malak ve üniversite mezunu Suad,
tüccarlar ve zanaatkarlar sınıfını temsil eder. Şüphesiz, bu sınıfta,
Busayna’nın yanında çalıştığı mağaza sahibini de görebiliriz. Aslında filmdeki
mağaza sahibi, günümüz dünyasında orta sınıfın biraz altına denk geliyor.
Mısırdaki üst sınıflar ile alt sınıflar arası uçurum oldukça geniş ve orta
sınıf ile alt sınıf arası fark az iken üst sınıfla bu ara çok fazla açılmıştır.
Filmde orta sınıfın yokluğu ya da eksikli temsili, anlatıdan dolayı veya bu
farkı belirtmek için verilmemiş olabilir.
Çiftçiler ve vasıfsız işçiler toplum içerisinde
aynı yerlerini koruyan (Anadolu ağzıyla söyleyeceksek, ‘ne uzayan ne kısalan’)
ve ismi değişmeyen tek sınıflar toplamıdır. Abdu Rabbou ve Busayna, çiftçi ve
çalışan olmaları dolayısıyla bu sınıfları temsil ederler. Büyük şehrin büyüsüne
inanan ve sınıf atlayacaklarının ümidi ve inancıyla yaşayanlardandırlar. Ne de
olsa, Kahire’nin ya da İskenderiye’nin taşı toprağı altındır. Köleler ise
günümüz Mısır’ının hizmet (temizlik, ev işleri vb.) sektöründe çalışan
emekçileridir. Köleliğin yerini ücretli kölelik almıştır. Ücretli kölelik
düzeninde, hep sopa değil havuç da gösterilir. Öte yandan, ücretli köleler,
havucun alternatifinin sopa olduğunu gayet iyi bilirler. Karın tokluğuna çalışır,
‘buna da şükür’ derler. Paşa, bey, hacı olma şansları olmadığına göre,
hayatlarındaki tek ufukları olarak onlara hizmet etmeyi kabullenirler.
Diğer bütün sınıflar dolaylı da olsa bir üst
sınıfa hizmet ettiği halde, dolaysız olarak hizmetçi veya hizmetli olmak saygı
duyulacak bir toplumsal konum değildir. Filmde kapıcılar ve hizmetçiler binanın
çatısında yapılan depolama yerlerinden bozma odalarda yaşıyor. Buralar sıcak
bir iklim için yaşanması en zor yerlerdir. Hatta apartman sakinlerinin bazen
köpeklerini gezdirdiği yerlerdir. Bu insanlara saygıyla yaklaşılmaz ve sudan
nedenlerle ve sık sık aşağılanırlar. Taha ve babası da kimi zaman bu tarz
diyalogların muhatabıdır. Babası durumunu ve sınıfını kabullenmiştir. Oğlunu
gözleriyle sakinleştirmeye çalışır. Taha’nın kendince çözümü ve tek umudu ise
sınıf atlamaktadır.
Taha’nın polis akademisi sınavlarında yüksek
not almasına rağmen sözlü mülakattan kalması, ait olduğu sınıfa ilişkin algı ve
toplumsal adaletsizlikler nedeniyledir. Taha’nın anlatısında bu, şüphesiz,
önemli bir dönüm noktasıdır. Taha, mülakatı yürütenin “babanız ne iş yapıyor?” biçimindeki sorusuna “çalışan” diye cevap verdiğinde, görevli, “kapıcı, değil mi?” diye düzeltiyor. Taha’nın “ne fark var” demesine bile fırsat vermeden elendiğini söyleyerek
onu kovar gibi gönderiyor. Sosyal ‘apartheid’ın
ve eşitsizliğin yüzümüze vurulduğu bu sekans, bize, kapıcıların alt sınıfın da
altında ve kesinlikle saygı duyulmayacak bir sınıfa ait olduğunu söylüyor.
Mısır’da kapıcılar, paryalar gibi, sınıf bile sayılmayan bir sınıf.
Sınıflar her ne kadar keskin ve sert olsalar da
buna tam bir kast sistemi diyemeyiz. Zira sınıflar arası geçiş yapmak mümkün.
Azzam’ın sokakta çalışan bir ayakkabı boyacısıyken uyuşturucu işine girerek
parlamentoya kadar yükselmesi ve Busayna’nın Zeki’yle evlenerek sınıf atlaması
bunun göstergesi. Öte yandan, sınıf atlamanın uyuşturucu ve evlilik dışında
başka bir yolu olmadığına göre, sistemin yoksullara çok fazla seçenek de
sunmadığını görüyoruz. Kaldı ki, Suad’ın Azzam’la evliliği, ona sınıf atlama
yolunu açmayacaktır. Her uyuşturucu satıcısı da parlamentoya giremeyecektir.
Film Kişileri Üzerinden Mısır’da Kadının Toplumsal
Konumu
Busayna, çatıda dul annesi ve kardeşleriyle
yaşayan ve işyerlerinde gördüğü taciz yüzünden düzenli çalışamayan genç bir
kadındır. Sistemin çarklarında kendi üstüne düşen görevi yerine getiremediği
için annesi ve ailesi tarafından eleştirilmektedir. Nedeni ne olursa olsun ve
her koşulda suçlu sayılmaktadır. Annesi, akıllı bir kadının onurunu koruyarak
da patronunu memnun edebileceğini ve işini elinde tutabileceğini söyler. Daha
sonra arkadaşının yardımıyla bir adamın mağazasında işe girer. Burada kızların,
adamla birlikte sırayla depoya girdiklerini ve adamın onların üstlerindeki
giysilere sürtünerek mastürbasyon yapmasına izin verip karşılığında da bahşiş
aldıklarını görür. Arkadaşı bu durumu “sınırları
aşmadığı sürece birçok şey yapılabilir” diyerek olağanlaştırır. Burada
bahsedilen sınırlar, cinsel ilişki ve bekarettir. Bu, bir tür öğrenilmiş
çaresizliktir. Hizmetçilik yapan ve “akıllı
bir kadın ne yapacağını bilir” diyen öz annesi de bu tarz ‘olay’larla karşı
karşıya kalmış veya bunlara tanık olmuştur. Şüphesiz sınıfın getirdiği kendini
savunamamanın da bunun üzerinde etkisi vardır. Busayna, Zeki’yle ‘basılıp’ karakola
düştüğünde Zeki’nin avukatı ve nüfuzu sayesinde kurtulmuştur. Her ne kadar
birbirlerine âşık olsalar da bu durum nedeniyle evlenmişlerdir.
Suad, İskenderiye’de yaşayan üniversite mezunu,
orta halli bir aileye mensup dul bir kadındır. Azzam, onu ikinci eşi olarak
almak ister. Aralarında bir aşk mevzu bahis değildir. Birçok Arap toplumunda
dul kadından ya evlenmesi ya da kendini çocuklarına adaması istenir. Aile için
bir dul veya evlenmemiş kadın sorumluluktur. Aslında mesele kadının
cinselliğiyle alakalıdır. Suad biraz da kendi durumunu güçlendirmek ve aile
evinden çıkarak kendi evinin kadını olmak için evlenmeye razı gelir. Bu sırada
Azzam’ın istediği şartlar konuşulur. Karşılığında verdiği başlık (veya süt
parası), boşanırsa vereceği tazminat ve eve alınacak eşyalar erkek olarak onun
yerine getireceği şartlardır. Erkeğin şartları maddi, kadınınkiler ise
manevidir. Azzam daha sonra onu Yakupyan Apartmanı’nda hazırladığı daireye
yerleştirir. Kadın daha sonra hamile kalınca bebeği aldırmasını ister; bunun
anlaşmalarına aykırı olduğunu söyler. Dini nikahla evlenen Suad, bunun tanrının
takdiri olduğunu, karşı gelmenin dine aykırı olduğunu ve bunun bütün diğer
anlaşmaların üstünde olduğunu söyler. Neticesinde zorla kürtaja maruz kalır ve
bayıltılarak zorla getirildiği hastanede gözünü açtığında hem bebeğinin
alındığını hem de artık ‘boş ol’duğunu öğrenir. Kürtajın yasak olduğu Mısır’da
bu kuralların üst sınıflar için işlerliğinin olmadığını görüyoruz. Her
hâlükârda kadının kendi bedeni üstünde tasarrufu yoktur. Filmde açıkça
gösterildiği gibi, kadının bedeni, Mısır’da asla kendisinin değildir; kendisi
dışında herkesindir.
Dawlat (ki adını talih ve iktidar anlamıyla
‘devlet’ten alır), kardeşi Zeki’yi dava ederek, kendi evinden kovarak ve hatta
küçük düşürmeye çalışarak onun sahip olduğu eve sahip çıkmaya çalışır. Bunun
nedeninin, Zeki’nin vurdum duymazlığıyla aile servetini eritmesi olduğunu
söyler. Zeki bütün bu olanlara rağmen iyi davranmaya çalışır. “Ne de olsa kardeşim ve çocuğum olmadığı için
zaten her şey onun olacaktı niye böyle yaptı” diyerek durumu iyice
garipser. Burada kötülüğü yapan Dawlat değil Mısır’ın İslami kurallara dayanan
miras hukukudur. Zeki, erkek olduğu için mirasın büyük kısmını almıştır. Dawlat
de kocası ölünce onun evine sığınmıştır. Bu, günümüzde Arap ülkelerinde
tartışılan önemli bir konudur. Bu konuyu ilk olarak Tunus gündeme almış ve
gerekli adımları atmıştır.
Öte yandan, filmde, Dawlat örneğiyle birlikte,
toplumsal cinsiyetle sınıfsallığın kesişmesini görürüz. Bu düzende kapıcı oğlu,
paşa kızından daha çok ezilir. Üst sınıf, toplumsal cinsiyete baskın çıkar.
Dawlat, abisini evden kovarken, bu, Busayna’nın asla yapamayacağı bir
harekettir. Bu, bize Yeşilçam sinemasındaki toplumsal cinsiyet temsillerini
düşündürür. Bunları ataerkil yapımlar olarak bir kenara atmak ilk bakışta
mantıklı gelebilir; oysa ayrıntıya girildiğinde, bu filmlerde, üst sınıf
kadınların her tür özgürlüklerinin olduğunu görürüz. Evleri, arabaları,
malları, mülkleri vardır, altlarında erkek hizmetçileri vardır. Alt sınıf
kadınlarsa çoğunlukla ataerkinin kurbanları olarak resmedilirler. Kadın hakları
yasalarca tanınsa da, ondan yalnızca üst sınıf kadınlar yararlanabilmiştir,
tıpkı ulaşım özgürlüğünün kamusal hizmet sunmayan bir düzende parası olmayan
için bir anlamının olmaması gibi…
Abdu Rabbou’nun karısı, kocasının yanında
çalıştığı Hatim hakkında dedikoduları duymuş olacak ki onu sorguluyor. Adamın
izahı daha çok şiddetle ve tecavüzle bitiyor. Bir kez daha, Mısırlı kadının
bedeni herkesin; bir tek kendisinin değil...
Madam Christine ise korunaklı sınıfında lüks
restoran işleten bir kadındır. İlişkileri konusunda daha rahattır. Modern bir
kültürle yetiştirilmiştir ve toplumun kurallarının dışında kalabilmek için her
türlü güce sahiptir. Her sınıftan kadının sorunları bir üst sınıfta
farklılaşmaktadır. Suad her ne kadar üst sınıftan biriyle evlense de sınıfını
yine aşamamıştır ve sorunları ve gücü sınıfı kadardır. Dawlat ise hakkını
negatif yöntemle de olsa arayabilmekte ve bunun için gerekli gücü etrafında
toplayabilmektedir. Christine örneğinde bir kez daha, sınıfın toplumsal
cinsiyete baskın geldiğini görürüz.
Dinin Mısırlıların Gündelik Yaşamındaki Yeri
Mısır, % 5-25 Kıpti Hristiyan nüfusuna rağmen,
kanunlarında şeri hükümleri barındırır. Ramazan ayında alkol satışının
yasaklanması, kürtaj yasağı, dini nikah, miras hukuku gibi örnekler anılabilir.
Ayrıca din, hayatın içinde kültürel bir boyut da kazanmıştır. Yani bazı dinsel
öğeler, toplumsal yaşamda, din için değil, kültürün bir parçası olarak da yer
alır.
Toplumsal yaşamda Fatiha Suresi’nin yaygın
kullanımı burada önemli bir göstergedir. Azzam’ın bakan Kemal ile anlaştıktan
sonra karşılıklı olarak Fatiha okuması bir niyet anlaşmasıdır. Burada anlaşılan husus Azzam’ın rakiplerinin
engellenerek kendisinin parlamentoya yerleş(tiril)mesidir. Fatiha’nın
evliliklerden önce damat ve kız babası tarafından okunması bir nevi sözlenme
merasimi niteliğindedir. Gerçi evlenme seremonisi de damat ve kız babası
arasında, ‘aldım’ ve ‘verdim’ ritüeliyle devam eder. Sonra da kutlama amaçlı
olarak, filmde de görüldüğü gibi zılgıtlar çekilir. Bu arada, zılgıt/tilili
çekmenin, Türkiye’den, Arap coğrafyasına ve Hindistan’a dek çok yaygın olduğunu
not edelim (İngilizcesi, ululation).
Mısır’da, çoğu insanın bir danıştığı veya
günümüz moda söyleyişiyle ‘yaşam koçu’ gibi başvurduğu bir şeyhi vardır. Ama
burada önemli olan, kişinin ihtiyaçlarına uygun sayılacak olan davranışın
fetvaya büründürülmesi işlevidir. Diğer bir deyişle, minareyi çalan kılıfını
hazırlar. Günah çıkarmanın söz konusu olmadığı bir inanç bağlamında, ‘söyleyip
ruhunu kurtarmak’ olanaksızdır; onun yerine, yapılan kötülük için kötülüğü
yapan bireyin kendisi değil başkaları, özellikle kafirler ve kadınlar
suçlanacaktır. Çeşitli şeyhlerden aynı konuya ilişkin olarak farklı farklı fetvalar
alınabilir. Bebek doğumu, ilahi lütuf olarak görülmektedir; kürtaj ise günah
sayılmaktadır. Azzam, Suad’la evlilik öncesi anlaşması yaparken, çocuk
istemediğini belirtmiştir; Suad da bunu kabul etmiştir. Ancak, Suad bir süre
sonra gebe kalır ve Azzam’ın, anlaşma koşulunu anımsatmasına karşı, gebeliği
Tanrı’nın lütfu olarak görerek, bunun bütün anlaşmaları geçersiz kıldığını
söyler. Suad’ın karnındaki bebek, ataerkinin istediği gibi yorumladığı bir
inanç sistemine kurban gidecektir. İki yorum, birbiriyle çatışacak ve ataerki
kazanacaktır: Eğer doğum kutsalsa ve kürtaj günahsa, bu evliliğin - ki Azzam’ın
eşzamanlı ikinci ve gizli evliliğidir- sürmesi beklenirdi. Ancak, bunun yerine,
günah olduğu açıkça belirtilen kürtaj Suad’a uygulanmış ve evliliği son bulmuştur.
İşin daha da dikkat çekici yanı, Suad’ı kaçırıp ilaçla uyutup bebeğini
aldıranlar, bir grup erkek değil, bir grup akraba kadın olacaktır. Ataerki,
yalnızca erkeklerin değil kadınların sayesinde de ayakta kalır.
Mübarek
dönemi sonrasında liberaller tarafından başlatılan laiklik tartışmalarına
dindarlar tarafından karşı çıkılmış ve yerine ılımlı İslam modeli olarak Türk
tipi İslam öne sürülmüştür. Hem laik hem ılımlı ya da hem dindar hem ılımlı
gibi alaşımlar yine de güç kazanamamıştır. ‘Laik’ kelimesinin - Arapça
karşılığı ‘alamani’; bu alemden olan, dünyevi gibi bir kökeni var - dinsizlik
olarak algılanmasının bunda payı büyüktür.
Alt sınıflar hayata çok basit olarak geçim
noktasından bakmaktadırlar. En alt sınıftan olan ve aşağılanan Taha’nın elinde,
sahip olduğu din inancından başka bir şey yoktur. Tanrıya dua etmek ve beklemek
tek umududur ve yaşadıkları kaderdir. Üst sınıfların diğer kısmı da, laikliğe
sınıfların korunması ve/veya din inancı yüzünden karşıdır. Bu düzenin böyle
sürmesinin garantisi dindir; öyleyse laikliğin bu düzenin çarkına çomak
sokmasına izin verilmemelidir. Bu, çok uzun bir zaman çözülemeyecek bir açmaz
gibidir. Kader, fıtrat, razı olmak, Allah’ın iznine tabi olmak, Allah’a havale
etmek, tevekkül vb. ifadelerin günlük dil kullanımı içerisinde sıkça kendine
yer bulduğunu filmde de görebiliyoruz. Fakat Mısır’ın egemen sınıfları bir din
devletinden yana da değildir; düzeni sorgulayan bir laikliğe olduğu kadar aynı
ölçüde sorgulayıcı bir ezilenlerin İslamı’na da -sözcüğün iki anlamıyla-
şiddetle karşıdırlar. Türkiye’den ünlü bir sözle uyarlama yaparsak, “bu ülkeye laiklik de gelecekse İslam da
gelecekse onu ancak onlar getirebilir”;
bunun için ancak onların izni ve ruhsatı vardır.
Mısır’da, filmde de gösterildiği gibi, din eksenindeki
radikalliğin temeli, alt sınıflarda başlıyor. İslam’ın siyasi yapısı ve doğası
gereği şeriat talebi hep daha yüksek bir sesle öne çıkmaktadır. İngilizlere
karşı bir hareket olarak başlayan Müslüman Kardeşler’den, irili ufaklı birçok
tarikata kadar bu talep çeşitli kesimlerce dile getirilmektedir. Filmde de
gördüğümüz gibi, sınıf ayrımcılığının derin olduğu ülkelerde, bu tür yapılar
için taraftar toplamak zor değildir.
Babasının mesleği yüzünden polis okuluna kabul
edilmeyen Taha’nın üniversitede sınıfsal nedenlerle kendine yakın bulduğu
kişilerin sayesinde git gide radikalleştiğini görürüz. Sorguda gördüğü ağır
işkence ve tecavüz sonunda, mücahit olarak cihat davasında yerini alacaktır.
Mısır, onun için artık bir ‘darül harp’ yani İslamlaştırılması gereken yerdir.
Etki tepkiyi, devlet şiddeti sivil şiddetini doğuracaktır.
Kıptilere gelirsek, Malak ve Fanous başka bir
cemaat ileri geleniyle yaptıkları anlaşmayla çatıdaki işyerine kavuşur. Bu, her
ne kadar azınlık dayanışması gibi görünse de, burada belli bir dini cemaatin
(mezhepler veya tarikatlar da dahil olmak üzere) üyesi olmanın etkisini
görürüz. Mısır’da kimi cemaat/tarikat üyelerinin birbirini destekleyerek
zenginleşmesi de bunun iyi bir örneğidir. Kimi mücahitler, müteahhite
dönüşecektir.[3]
LGBTİ+
Toplumun ve endüstrinin baskıcı yapısına rağmen
LGBTİ+ bireylerin olduğu veya benzeri konulu birçok yapım, Mısır sineması
külliyatında yerini almıştır. Kişilerin ve anlatıların işlenişi açısından bu
tarz yapımlar kendi aralarında ayrılır. Kimisinde bu bireyler ve izlekler,
karikatürize edilmiş klişelerle ele alınırken, kimisinde biyografik, politik
veya sanatsal kaygılarla işlenir.
Bu filmde ise, Hatim özelinde eşcinsellik,
eleştiri oklarını yönelttiği toplumun perspektifinden tam anlamıyla kurtulamamış
bir açıyla anlatılmıştır. Hatim’in eşcinselliğinin ilgisiz ebeveynler ve
tacizden kaynaklandığı vurgulanarak, eşcinseller, sempatiyle yaklaşılması ve
yardım edilmesi gereken kişiler olarak tariflenmiştir. Filme göre, eşcinsellik
ebeveynlerin vurdumduymazlığının ve bohem batı yaşantısının bir ürünüdür.
Hatim, geçmişinden kaçmak ister, ama kaçamaz; o, zengin olmakla birlikte filmde
eşcinselliğe ömür boyu mahkum olmuş bir kişiliktir. Taha’nın sorgusundan,
Hatim’in sırf eşcinsel olduğu için poliste kaydı olduğunu öğreniriz. Zengin
olarak ayrıcalıklıdır; ama ağlatılı bir son onu beklemektedir. Yatakdaşı Abdu
Rabbou ise, askerlik yapmak için Kahire’ye gelmiş, parasızlıktan eşcinsel
olmuştur. Hatim ona köyünde asla bulamayacağı maddi bir zenginlik sağlamıştır.
Fakat bu durum, kendi ailesinde yıkıma yol açacaktır. Film, bu konuda birçok
açıdan gerçekçidir.[4]
Kahire ve Mısır’a Çokçu Bir Bakış
Yirmi milyonluk nüfusuyla devasa bir şehir olan
Kahire, bizlere kişilerin gözlerinden ayrı ayrı anlatılır. Zeki, bir zamanlar
Paris’ten bile ileride olduğunu belirterek bu şehre dönüşünü aşkla, romantik
duygularla anlatır. Azzam için ise Kahire, sınıf atlama hedefinde fethedilmesi
gereken bir yerdir; kapitalist açıdan bir darülharptır. Taha için ise yeni bir
Asr-ı Saâdet Devri için kurtarılması olmazsa olmazdır. Busayna ise kenti
terk etmek ister. Hatim için ise nostaljiyle kuşatılmış bohem bir hapishanedir.
Özellikle, Zeki ile Busayna’nın Mısır’la ilgili eş konuşmaları evrensel
konuları işler: Gitmek mi, kalmak mı? Kendi ülkemiz cehennem, başka ülkeler
cennet mi? Başka ülkelere kapağı atıp mutlu olunabilir mi? Gerçekte, film,
bu sorulara sınıfsal bir bakışla, bilgece bir yanıt veriyor: Egemen sınıf
temsilcileri olan Zeki, Azzam ve bakan Kemal, Mısır’ı terk etmeyi akıllarının
ucundan bile geçirmiyor. Yurtdışı gezileri geçici. Onlara Mısır cennet; ezilen
çoğunluk içinse cehennem. Elbette ezenler memlekette kalmayı, ezilenler çekip
gitmeyi düşünecekler. Bir insanın kendi ülkesindeki koşulları iyiyse başka
ülkede neden yaşamak istesin? Peki kötüyse neden kalmak istesin? Egemen
sınıfların yardımına bu noktada (yurtseverlik gibi olumlu türden bir memleket
sevgisinden farklı olarak) milliyetçilik ideolojisi yetişiyor. ‘Hepimiz aynı
gemideyiz’ söylemiyle, forsalar kürek çekmeye devam ediyor. Oysa gemi batarsa,
belki zincirleri de kırılmış olacak. Ekim Devrimi’nde olan, tam da buydu.
İktidardakiler, elbette, çocuklarını cepheye sürmeyeceklerdir; nasılsa öl
denince ölecek nice yoksul vardır...
Ezenlere cennet, ezilenlere cehennem olan bu
Kahire’de, bu Mısır’da, filmdeki farklı kişilikler, fiziksel olarak aynı
dünyada yaşarlar, ancak sosyolojik ve psikolojik olarak bambaşka ‘dünyaların
insanlarıdırlar’. Aynı olay, farklı kişilerce farklı farklı yorumlanır. Yakupyan
Apartmanı filmi aynı ülke ve aynı kentin farklı kişilerce nasıl
deneyimlendiğini konu edinir. Film önümüze şu soruyu koyar: Bütün bu kişilikler
gerçekten aynı ülkede mi, aynı kentte mi ve hatta aynı binada mı
yaşamaktadırlar?
Yakupyan Apartmanı, bu yönleriyle
seyirciye çeşitli duygusal perspektifler sunarken, anlatıdaki mekanlarla da
anlatının biçimden bağımsız olamayacağını gösterir. Batakhaneleri, üst sınıf
mekanları, karanlık sokakları, büyük ve küçük daireleriyle de anlatıyı görsel
olarak zenginleştirmektedir. Görüldüğü gibi, Yakupyan Apartmanı
kesinlikle izlenmesi gereken bir film.[5]
Düşündürdükleriyle yalnızca Mısır sinemasında değil, dünya sinema tarihinde de
özel bir yere sahip. Yeni filmler esinleyeceğine kuşku yok...[6]
Mısır Sineması, LGBTİ+ ve Yakupyan Apartmanı ile ilgili Kaynaklar
(1:) Mısır sinemasıyla ilgili olarak bkz.
Akbaş, E. (2019). The Effect of Egyptian
Films on Turkish Cinema. İletişim Fakültesi Akademik Dergisi, 2(4), 277-336.
Alıcı, B. (2017). Ortadoğu’nun
Hollywood’u: Mısır Sineması. Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, (26), 45-68.
Cengiz, G. (2018). Mısır Sineması:
1952’den 2000’e. Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Medya ve İletişim
Araştırmaları Hakemli E-Dergisi, (3), 50-64.
Reesh, M. A. A. (2015). Analysis for
Selected Comedy Films in Egyptian Cinema (Master's thesis, Eastern
Mediterranean University (EMU)-Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ)).(bağlantı)
Soyer, S. (2015). Mısır Sinemasında
Feminist Bir Temsil: Kahire 678 Örneği / A Feminist Performance in Egypt
Cinema: Cairo 678 Sample. Şarkiyat Mecmuası, (27), 67-84.
(2:) Filmdeki LGBTİ+ izleğine ilişkin
olarak bkz.
Murray, S. O. (2013). Conceptions About
and Representations of Male Homosexuality in the Popular Book and Movie, The
Yacoubian Building. Journal of homosexuality, 60(7), 1081-1089.
Rhee, M. (2014). LGBT transnational
identity and the media ed. by christopher pullen. Cinema Journal, 53(2), 169-174.
Salem, R. A. (2013). The representation
of homosexuality between text translation and movie adaptation in Midaq Alley
and The Yacoubian Building. (bağlantı)
Yacoub, M. A. (2015). Paradoxical
Representation of Queers in the Egyptian Movies versus the Islamic Ruling.
International Journal of Social Science and Humanities Research, 3(1), 370-375.
(3:) Filmle ilgili çeşitli akademik
değerlendirmeler için bkz.
Alkharashi, N. (2016). Ficción moderna
árabe en inglés: Yacoubian Building; un caso ilustrativo. Clina, 2(1), 43-59.
Asmaa, S. (2016). Egypt's Struggle
Between Islamic Traditions and Western Modernity in Midaq Alley (Zuqaq al
Midaq) and The Yacoubian Building (Omaret Yacoubian). (bağlantı)
Aouragh, M. (2012). Framing the Internet
in the Arab revolutions: myth meets modernity. Cinema Journal, 52(1), 148-156.
Assaad, J. A. (2015). Feminine Plural:
Representations of Vulnerabilities and Vulnerabilities of Representations:
Narratives of Women in Contemporary Egyptian Cinema (Doctoral dissertation,
University of Washington Libraries).
Booth, M. (2011). House as novel, novel
as house: The global, the intimate, and the terrifying in contemporary Egyptian
literature. Journal of Postcolonial Writing, 47(4), 377-390.
Boutrig, O. (2012). Agents in
Translation: Bridging Gaps or Consolidating Stereotypes. The Case of the
English and French Translations of Alaa Al-Aswany’s The Yacoubian Building
(Doctoral dissertation, Concordia University). (bağlantı)
Carrez-Maratray, J. Y. (2011). From Homer
to the Yacoubian Building. Vingtième Siècle. Revue d’histoire, (4), 107-114.
Ciecko, A. (2007). Cinema “Oriental”:
Asian and Arab Films at the Cairo International Film Festival. Asian Cinema,
18(2), 288-293.
Daniels, K. (2008). Film Review: The Yacoubian
Building (2006) Director Marwan Hamed, 172 mins. Global Media and
Communication, 4(1), 107-111.
El-Ghobashy, M. (2008). Cairo
Cosmopolitan: Politics, Culture, and Urban Space in the New Globalized Middle
East. Arab Studies Journal, 15(2/1), 210.
Elmarsafy, Z. (2012). Alaa al-Aswany and
the Desire for Revolution. In Resistance in Contemporary Middle Eastern
Cultures (pp. 27-43). Routledge.
Elshahed, M. M. K. (2007). Facades of
modernity: Image, performance, and transformation in the Egyptian metropolis
(Doctoral dissertation, Massachusetts Institute of Technology). (bağlantı)
Gardaz, M. (2016). The Path of Jihad in
the Yacoubian building. Journal of Religion & Film, 13(1), 4.
Gomaa, S., & Raymond, C. (2014). Lost
in Non-Translation: Politics of Misrepresenting Arabs. Arab Studies Quarterly,
36(1), 27-42.
Goytisolo, J., & Bush, P. (2011).
Liberation Square. The Massachusetts Review, 52(3/4), 380-390.
Greenberg, N. (2017). The politics of
perception in post-revolutionary Egyptian cinema. In Arabic Literature for the
Classroom (pp. 210-222). Routledge.
Hammond, M. (2013). Remembering
Cosmopolitan Egypt: Literature, Culture and Empire by Deborah Starr. Comparative
Literature Studies, 50(2), 375-378.
Jacquemond, R. (2016). h-Satiric
Literature and Other “Popular” Literary Genres in Egypt Today. Journal of
Arabic and Islamic Studies, 16, 349-367.
Ismail, S. H. (2015). Arabic Literature
into English: The (Im) possibility of Understanding. Interventions, 17(6),
916-931.
Jacquemond, R. (2013). The Yacoubian
Building and Its Sisters: Refl ections on Readership and Written Culture in
Modern Egypt. In Popular Culture in the Middle East and North Africa (pp.
151-168). Routledge.
Lewis, D. (2013). Politics, freedoms and
spirituality in Alaa Al Aswany's Yacoubian Building. Journal for Islamic
Studies, 33(1), 101-126.
Khatib, L. I. N. A. (2010). Arab film and
Islamic fundamentalism. Media and society, 316-334.
Mahmoud, J. Z. (2014). Political struggle
and cultural resistance in translated Arabic novels:(Re) representing the self.
International Journal of English Literature and Culture, 2(6), 94-103.
Mansour, D. (2012) ‘Egyptian film
censorship: safeguarding society, upholding taboos’. Alphaville: Journal of
Film and Screen Media, 4, 1-17.
Moore, L. (2015). ‘Drives in the name of
freedom’: Desire and death in North African Islamization plots. In Islamism and
Cultural Expression in the Arab World (pp. 165-183). Routledge.
Moosa, E. (2011). Aesthetics and
transcendence in the Arab uprisings. Middle East Law and Governance, 3(1-2),
171-180.
Morison Jr, S. (2013). The revolution:
report from literary Egypt. Poets & Writers Magazine, 41(2), 23-33.
Mostafa, D. S. (2009). Cinematic
representations of the changing gender relations in today's Cairo. Arab Studies
Quarterly, 1-19.
Pace, M. (2008). A Tale of Two Egypts:
Profile. Mediterranean Politics, 13(3), 439-444.
Radwan, N. (2016, August). One Hundred
Years of Egyptian Realism. In Novel: A Forum on Fiction (Vol. 49, No. 2, pp.
262-277). Duke University Press.
Rakha, Y. (2012). In Extremis: Literature
and Revolution in Contemporary Cairo (An Oriental Essay in Seven Parts). The
Kenyon Review, 34(3), 151-166.
Rooney, C. (2011). Egyptian literary
culture and Egyptian modernity: Introduction. Journal of Postcolonial writing,
47(4), 369-376.
Rooney, C. (2009). The disappointed of
the earth. Psychoanalysis and History, 11(2), 159-174.
Selim, S. (2012). Urban
Space in Contemporary Egyptian Literature: Portraits of Cairo. The Arab Studies
Journal, 20(1), 142-146.
Selvick, S. (2012).
Queer (Im) possibilities: Alaa Al-Aswany’s and Wahid Hamed’s The Yacoubian
Building. In LGBT Transnational Identity and the Media (pp. 131-145). Palgrave
Macmillan, London.
Seymour-Jorn, C.
(2012). The Literary Life of Cairo: One Hundred Years in the Heart of the City.
Northeast African Studies, 12(2), 148-149.
Shamma, T. (2016).
Arabic Literature in Translation: Politics and Poetics/Literatura árabe traducida:
política y poética. Clina, 2(1), 7-11.
Sheffer, Y. (2018). The
Individual and the Authority Figure in Egyptian Prose Literature. Routledge.
Starr, D. (2009).
Remembering Cosmopolitan Egypt: Literature, Culture, and Empire. Routledge.
Street, S. (2007). The
Yacoubian Building. The Missouri Review, 30(1), 143-144.
Suleiman, C. (2016).
The Arabic Language Ideology and Communication: An Image from Egypt. In The
Handbook of Communication in Cross-cultural Perspective (pp. 64-74). Routledge.
Tabishat, M. (2012).
Society in cinema: Anticipating the revolution in egyptian fiction and movies.
Social Research: An International Quarterly, 79(2), 377-396.
Tartoussieh, K. (2012).
" The Yacoubian Building": A Slice of Pre—January 25 Egyptian
Society?. Cinema Journal, 52(1), 156-159.
Walonen, M. K. (2012).
Urban Space in Contemporary Egyptian Literature: Portraits of Cairo. African
Studies Quarterly, 13(1/2), 157-158.
Webb, A. (2012). The
Theme of Justice. In Teaching the Literature of Today's Middle East (pp. 53-70).
Routledge.
Zeidanin, H. H., &
Al Zuraigat, A. M. (2016). Naturalistic Extremes in Al Aswaany’s The Yacoubian
Building. International Journal of Applied Linguistics and English Literature,
5(1), 245-249.
* Burak Kerem Yalçın burakkerem@gmail.com ve
Prof. Dr. Ulaş Başar Gezgin ulasbasar@gmail.com
[1]
Mısır sinemasıyla ilgili bazı kaynaklar yazının sonundaki bölümde
listelenmiştir.
[2]
Kimi Türkçe kaynaklarda, ‘Abdünnasır’ yerine ‘Abdülnasır’ deniyor. Bu, Avrupa
dillerinden çeviri dolayısıyla yapılan yaygın bir yanlış. Burada iki sessiz
yanyana gelerek dönüşüyor. Ln, yanyana gelince nn oluyor. Bir benzerini
Türkçe’de Darüşşafaka (Darülşafaka’dan), Darüşşifa (Darülşifa’dan) vb.
örneklerde de görüyoruz.
[3] Konuyla
ilgili kimi tartışmalar için bkz. Bozan, İ. (2016). 'Solcular reklam yazarı,
mücahitler müteahhit oldu'. Aljazeera, 12.01.2016.
[4]
Filmdeki LGBTİ+ izleğine ilişkin kaynaklar yazının sonunda sunulmuştur.
[5]
‘Yakupyan Apartmanı’ şuradan izlenebilir: (bağlantı)
[6]
Filmle ilgili çeşitli akademik değerlendirmelerin listesi yazının sonunda yer
almaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder