Bugün
Popüler Olmak İçin Neleri Feda Ettin de Farkına Bile Varmadın?
Prof.Dr. Ulaş Başar Gezgin, ulasbasar@gmail.com
Twitter: ProfUlas
“Bugün popüler olmak için neleri feda ettin de farkına bile
varmadın?” Bu soruyu eskiden yalnızca kapitalist eğlence endüstrisinin
parlattığı ünlüler için sorardık. Oysa sosyal medya yaygınlaştıkça, soru, daha
geniş bir bağlam kazanıyor. Sosyal medya kullanıcıları, farkında olarak ya da
olmayarak, popüler olmak için hayatlarından birçok şeyi feda ediyorlar. Amaç,
kısa yoldan ünlü olmak olunca, birçok örnekte, kim trol kim değil, anlaması
bile zor.
“Niye Boşu
Boşuna Para Verdiniz”
Falanca, bir kitap yazar. Aylarca, belki yıllarca emek
harcar. Kitabın çıktığı, sosyal medyada duyurulur. Başka bir kanalda (yazarın
olmadığı bir kanal özellikle tercih edilir; bu, arkadan konuşmanın sosyal medya
halidir), aklına ne gelirse söyleyen sosyal medya kullanıcılarıyla karşılaşırız.
Kitabı elbette okumamışlardır. Ama en iyisi, okumuş gibi yapmak ve okumuş
izlenimi vermek için genel bir paylaşımda bulunmaktır (“iyi kitap”, “biraz
eksik kalmış kitap”, “adı daha iyi olabilirdi” vb.). Aynısı, gazete yazıları
için de yapılır. Yazı okunmadan, başlığından yorum yapılır (“falancaya
katılmıyorum.” “Neye katılmıyorsun?” diye sorsanız yanıt yok). Ya da belli bir
alanda bir kitap basarsınız; “öyle alan olur muymuş”... Ya da bir STK sizden
rica eder, gönüllü olarak oturup çeviri yaparsınız, sonra bir kullanıcı şöyle
yazar: [sanki para almışız gibi] “çevirmene niye boşu boşuna para verdiniz;
Google Translate çeviriyor.”
“Toplumumuz
Neden Kötüye Gidiyor?”
Kolay yoldan ünlü eden paylaşım, kolay yoldan ‘doğru’
bilgiyle el ve eldiven gibi uyum gösterir. Aynı kişiler, “toplumumuz niye
kötüye gidiyor?” diye sabah akşam ağlarlar; oysa, o kötüye giden toplumun kara
normlarının ne kadarını içselleştirip hayata geçirdiklerini akıllarından bile
geçirmezler. Bu popülerlik saplantısı, paylaşılmaması gereken ya da kısıtlı
sayıda belli insanların bilmesi gereken kişisel bilgilerin de paylaşılmasına
yol açmaktadır. Sosyal medya, bir tür itirafnameye dönmüştür. Ancak, aynı
zamanda, yargılayıcı, empati yapmayan kullanıcılar hiç bir zaman az sayıda değildir.
Çok ilgisiz kesimlerden bağlantılarımızı tek bir çatıda toplayan sosyal medya,
bizden herkesi memnun etmemizi bekler; oysa böyle birşey elbette olmayacaktır.
Bulunmaz
Fırsat
Türkiye’nin bir klasiğidir: Muhalif kesim, çoğu zaman, kendi
içindeki eleştirilerde, iktidara yönelik eleştirilerden çok daha serttir.
Muhaliflere yönelik linç, iktidar yandaşlarından gelmez; çünkü zaten onlarla
medyalar çoktan ayrılmıştır. Onun yerine, ana akım muhalifler, farklı
düşünceleri olan azınlık niteliğindeki muhaliflerin, muhalifin de muhalifi
olanların üstüne çöker. Böylelikle, muhalefetin kendini güncellemesi hep aksar
ve gecikir. Bu da, elbette, iktidarlar için bulunmaz fırsattır.
Gözetleyenin
Gözetlenmesi
İlk çıktığında, sosyal medyayı ne umutlarla pazarladılar...
Ama sonra, işin ucu, izinsiz veri ticareti, gözetleme ve başkalarınca
gözetlenmeye vardı. Yalnızca devletler ve şirketler de değil gözetleyen. Klasik
bir örnektir: “Falanca, telefonda “çok yorgunum, yarın konuşalım, yatacağım”
dedi; sonra bir baktım sosyal medyada geziniyor.” Bu örnek, bize bir kez daha,
sosyal medyanın insanları özgürleştirmenin tersine, tutsaklaştırdığını
gösteriyor. Telefonda bunu söyleyen kişinin sosyal medyayı kullanmaması
beklenir. Yatacağını söyleyip yatmaması, bir kötü niyet ve yalancılık belirtisi
diye kodlanır. Bu kodçu, gözetleme ediminde yargılayıcı olduğunun farkına bile
varmaz. Oysa belki gözetlenenin geçerli bir nedeni vardır: Telefonu kapattıktan
sonra, sosyal medyada sabaha kadar bekletemeyeceği bir durumla karşılaşmış olabilir
(acil haber, hakaret vb.). Ya da uyku tutmamıştır da sosyal medyaya bakıyordur
uykuya dalabilmek için… Biraz empati, ah biraz empati… Ve daha az
yargılayıcılık…
Sevgili Ben
Sosyal medya, egoları kırılganlaştırıyor. Pompalanan şey,
narsisizm. Özçekimlerdeki birörnek ve kişiyi çirkin gösteren dudak kıvırma vb.
pozlar, özbeğeninin aşırısına karşılık geliyor. Üstelik, bu kadar kolayca
modalara kapılmak da, bir diğer sosyal medya hasarı. Sosyal medyada bir çevre
ediniyorlar; o çevre, birbirini beğenileyerek varlığını sürdürüyor. Oysa
çevrimdışı yaşamda, bu kişi, öyle beğenilen, sevilen biri değil. Kendilik
algısıyla toplumsal algı çatışıyor. Çevrimdışı yaşam, bu gerçekçi olmayan beklentiler
nedeniyle, bireye daha fazla hayal kırıklığı yaşatıyor. Bu da, bireyin sosyal
medyada daha çok zaman geçirmesine yol açıyor.
Bir Tek
Sen...
Sosyal medyanın insanı depresyona sokma ya da var olan
öncülleri ağırlaştırma olasılığı da güçlü. Nedeni de şu: Kullanıcılar neredeyse
her zaman, en iyi hallerini yansıtıyor ya da böyle bir hava vermeye
çalışıyorlar. Durum, uçakta gibi görünmek için çamaşır makinesine bitişik
olarak fotoğraf çekenlere benziyor. Gerçekte, mutluluk o kadar yaygın değil;
fakat öyle bir hava veriliyor. Bu mutluluk portreleri, kullanıcıya şu iletiyi
taşıyor: “Herkes mutlu; bir sen böylesin”. Kullanıcı, özel yaşamında kendini
mutsuz eden etmenleri görüyor; bir de başkalarının özel yaşam temsillerine
bakıyor. Sosyal medya, buradan oraya, kişisel mutsuzluktan kamusal mutluluğa
nasıl gidileceğini de söylemiyor.
Cin Ali
Ekonomisi
Son zamanlarda bir de pop iktisatçılar türedi. Ekonomik
konuları Cin Ali basitliğinde ve yüzeyselliğinde anlatıyorlar. Her gün birkaçı
sosyal medyada paylaşıma giriyor; binlerce, onbinlerce, yüzbinlerce kere
paylaşılıyor. Bu popçular, formülü bulmuşlar: Muhalif görün ve herşeyin çok
basit olduğunu ilan et. Millet, iktidar iktisatçılarından bezmiş; onların
dışında “kim ne derse doğrudur” diye bakıyor. Kahvede masaya tavlayı vuracak
üslupla, örneğin, “borç borçtur arkadaş” diyorlar. Oysa, borcun varlığı değil,
borcun üretici ve verimli amaçlarla kullanılıp kullanılmadığı önemlidir. Cin
Alilere nasıl anlatalım bunu ve binlerce başka bilgi ve gerçeği… Kahvede okeye
dönerken konuşulacak konu mu bu… Evet basitleştirelim, bu yolda birçok düşünce
ve bilim insanı elinden geleni yapıyor; ama en basitin en doğrusu olduğu
biçimindeki pop yanılgıya düşmeyelim (felsefe dostları için not: Occam’ın
usturasını bileylesek bile faydasız).
“Beni Ünlü
Etmeyecek Doğruyu…”
Sosyal medya fenomenliği, çevrelerinde yancılarını da
oluşturuyor. Az beğeni alanlara, “ama falancanın 1 milyon tıkı” var deniyor.
Doğruları söylemekle ünlü olmak arasındaki çatışma, kaçınılmaz oluyor. “Bu kadar
insan yanılıyor olamaz” diyorlar sonra. Bu ülkede ne az insan Nietzsche
okuyor... Sanki tarihte herkesin yanıldığı örnekler yokmuş gibi (örneğin
faşizm); sanki birşeyi herkes yaparsa mutlaka doğru olurmuş gibi (örneğin
bireyin sağlığına zarar veren birtakım alışkanlıklar)… Üstelik, amaç ünlü olmak
olunca, doğru söylemenin de bir önemi kalmıyor. “Beni ünlü etmeyecek doğruyu
ben ne yapayım” diye bakılıyor. Sonra da “bu ülke neden kötüye gidiyor”... Ülke
kötüye gitmiyor, siz iktidarla muhalif kesim el ele vermiş, onu kötüye
götürüyorsunuz. Pardon, kötünün kötüsüne… Çünkü zaten kötü durumdayız.
Demir-Pamuk
Oylaması
Burada kastımız, seçkincilik değil. Örneğin, demokrasi
oylamaya dayanır. Seçimden ne çıkarsa o kabullenilir. Gerçi, partiler ve
hareketler, toplumdaki güç eşitsizliği nedeniyle seçime eşit koşullarda
giremezler. Bu nedenle, bütün seçimlerde adalet sorunu vardır. Ancak, bu, başka
bir yazı konusu. Evet, demokraside herkesin oyuna başvurulur; ancak bilimsel ve
felsefi konularda bunu yapamayız. “Güneş dünyanın çevresinde dönüyor” ve “dünya
güneşin çevresinde dönüyor” oylaması yapamayız. “Bir kilo demir mi ağırdır bir
kilo pamuk mu” oylaması hiç yapamayız… Sınıf gerçeği de evrim kuramı da
oylanamaz.
Atatürk
Tücccarlığı
Bu bağlamda, bilim ve düşünce düşmanlığı, şaşırtıcı değil.
Bilim ve düşünce, şimdiki iktidarın doğasına ters; ama ünlülüğe kilitlenmiş
sözde muhalif kesim de bilim ve düşünce dostu değil. Falanca site, muhalif
sanılarak desteklenir; oysa ayrıntıya girildiğinde hiç de muhalif olmadığı anlaşılır.
Anlayana… En çok okunan köşe yazarları falanca gazetedenmiş; neden? Muhalif
göründükleri için… Din tüccarlığından birçok açıdan farkı olmayan 2,500 TL’lik
Atatürk tüccarlığını çok az kişi anımsıyor artık… Atatürk belgeselleri bile
sıkıntılı… Çekenlerin ünlü olmak adına hangi gerçekleri eğip büktüğü sorusu,
karşımızda duruyor; çünkü amaç, ilgi çekerek ünlü olmak oldu mu, doğruluk
ikinci planda kalıyor. Nasılsa, “reklamın iyisi kötüsü olmaz”...
***
Ünlülük size kalsın, biz doğrularımızla kalalım. Ama sakın
ha bu kafayla “asıl muhalefet benim” falan demeyin. Bunda ısrar ediyorsanız,
“neden beyin göçü oluyor” diye şaşırmayın...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder