Vahşi
Batı Filmlerinde Savaş ve Barış İzlekleri ve Cinsiyetçilik
Prof.Dr. Ulaş Başar Gezgin, ulasbasar@gmail.com
Twitter: ProfUlas
Kimi Vahşi Batı filmlerinde yerliler ile beyazlar arasındaki
savaş konu edilir. Kimi zaman çatışmalar, ateşkese ve hatta barışa evrilir.
Olaylar, çok özgül bir tarih ve coğrafyada geçmesine karşın, bu filmlerde barış
araştırmaları açısından birçok evrensel öğenin ele alındığını görüyoruz.
Tarkan,
Malkoçoğlu ve Vahşi Batı
Kimi anlatılar, tümüyle Beyaz kahramanlık destanı
biçimindeki hamasi yapımlar. Bu tür anlatıların birkaç gömlek ilerisi, beyaz
üstünlüğüne, Amerikan Nazizmi’ne ve Ku Klux Klan’a kadar bile gidebilir. Bir
kere vahşi batı filmlerinin genelinde, Amerika’nın dört bir yanındaki
demiryollarını inşa eden Çinli işçiler çoğunlukla yok sayılır. (*)
Afrikalı-Amerikalılar da yer almazlar. Latinolar yer alabilir; ancak bunlar,
İngilizce konuşmadıkları için tam Beyaz sayılmazlar ve genellikle kötü rollerde
gösterilirler. Bu destansı, hamasi yapımlar, bunlara ek olarak, eski İran ve
Orta Asya dini Manicilik gibi ikicidir. Kurmaca dünya ikiye ayrılır: İyiler ve
kötüler. Elbette, iyiler hep beyazdır; gerisi, teferruat sayılabilecek
kötülerdir. Kızılderililer sivil halka saldıracak kadar vahşidir; Beyazlar ise
asla sivil halka yönelik katliam yapmaz. Onlar, kendilerine saldıranlara yanıt
vermiş olurlar yalnızca. Bu filmler, bunun ötesinde, bugünkü Amerikan düzenini
meşrulaştırmak gibi bir işlev de görürler: Beyaz atalar, bu toprakları vahşi
Kızılderililerden kurtarıp abad etmişler; torunlarına güzel bir ülke
bırakmışlardır. Atalar, bu topraklar için canını, kanını feda etmiş; en küçük
kum tanesini bile vahşilerden söke söke almıştır. Bu filmler, yine çok özgül
konuları ele alıyor gibi görünseler de aslında Tarkan ve Malkoçoğlu gibi
yapımlarla benzerlikler gösterirler. Tarihse olarak bu yapımlardan önce
olduklarından, esinlenme söz konusu bile olmuş olabilir. Elbette farklar da
vardır: Vahşi Batı’da temel çatışma konusu, din değildir; ekonomik çıkar, din
kisvesi altında savunulmamakta, açıktan öne sürülmektedir. Beyaz adam, huzur
ister, toprak ister, altın ister, kendinden olmayanı köleleştirmek ister ya da
zevkine vurmak… İster de ister… Ve yerlileri hep yendiği bu filmlerde, ola ki
yenilmeye başladığında, uzaklardan bir askeri birlik, mutlaka yardıma yetişir.
‘Deus ex machina’nın Vahşi Batı’ya dokunuşudur bu...
Vahşi
Batı’da ‘Makbul Kadın’ ve Başlık Parası
Aynı çatışmalara tek yönlü bakmayan Vahşi Batı filmlerinde
ise, daha nesnel bir anlatım görülür. Beyazlar tümüyle iyi olmadığı gibi,
yerliler de tümüyle kötü değildir. Aralarında barış yanlıları ve savaş
yanlıları olarak ayrılırlar. İki tarafta da ağırlıklı olarak erkeklere yer
verilir.
Kadınlar, yine de, önceki tür anlatılarda da bu tür
anlatılarda da eşitsiz konumlardadırlar. İki tarafta da kadınların nadir olarak
savaşçı olduğunu görürüz. Bunun yerine, korunmaya muhtaç zayıf kişilikler
olarak temsil edilirler. Yine iki tarafta da kadınlar erkeklerin sözünden
çıkmaz ve çıkamaz; çıkmalarına izin verilmez. Beyaz kadınlar, beyaz erkekler ne
derse onu yapar. “Dışarıya çıkma” derlerse, çıkmazlar; “oraya git” derlerse
giderler. Aralarından nadir olarak iyi silah kullananlar çıkar ama onlardan
bile ataerkiye uymaları istenir; ‘kurşun atmalarına’ ancak ve ancak erkeklerin
düşmanı yenmeye gücü yetmediği durumlarda
izin verilecektir.
Kızılderililerde ise, bir geleneksel toplum klasiği olarak
başlık parası uygulamasını bile görürüz. Genç kızlar, her zaman sevdiklerine
kavuşamazlar. Son sözü babalar söyler. Diğer bir deyişle, savaşan taraflar
birbirlerinden çok farklı gibi görünseler de, ataerkide birleşirler. Vahşi Batı
anlatılarında norm dışına çıkan beyaz kadınlar, genellikle orta ve üst sınıftan
gelirler. Sınıfları cinsiyetlerine baskın çıkar. Bir kez daha, toplumsal
cinsiyetin sınıflardan bağımsız olmadığını görürüz. Kadın, bu anlatılarda alt
sınıftansa, öykü anlatıcıları çoğu kez, ona seks işçiliğini ya da daha iyi bir
olasılıkla bar kadınlığını uygun görür. Kızılderili tarafındaysa, genç kızlar
söz konusu olduğunda bunlar sık sık şefin kızı olurlar. Şefler bu bağlamda
sürekli olarak şeflik ile babalık rolü arasına sıkıştırılır.
Bu filmlerde, savaş mantığına karşı iki tarafın da Aşil
topuğunun, diğer bir deyişle en zayıf noktasının yine kadınlar olduğunu
görürüz. Neden? Çünkü bu anlatılarda, kadınlar, erkekler kadar sert değildir;
duygusaldır, karşı tarafla empati yapmaya yatkındırlar; savaşçıl bir anlayışla vahşileşen
beyaz ve yerli erkeklere karşı, daha insanilerdir. Beyaz kadın, sevecendir;
erkekler yerli çocuğu çölde kaderine terk edecekken, onların gaddarlığına tek
karşı çıkacak olan, beyaz kadındır. Bu anlatılarda, kadınlar barış potansiyeli
taşırlar ama aynı zamanda zincirin en gevşek halkasıdırlar. Bir örnekle
açıklayalım.
Karma
Evlilikler, Barış ve Asimilasyon
Genç beyaz erkek çölde can çekişirken bir Kızılderili çocuğu
tarafından kurtarılır. Kızılderililer beyazlardan nefret ederler, ama ne de
olsa herkes insandır, ona bakar, iyileştirirler. Bu genç adam daha sonra başka
bir yerliden yerli dilini öğrenecek ve bir barış elçisi olacaktır. Bu beyaz
barış elçisi, yerlililere yalnızca bir can borçlu değildir. Aynı zamanda,
kızılderili şefinin kızına aşık olmuştur ve bu aşk karşılıklıdır. Beyaz adamın
kültürü, barışçıl da olsa, yerli topluluğuna kadınlar aracılığıyla girmiş olur.
Tersi ise, diğer bir deyişle, beyaz bir kadınla yerli adamın aşkı, çok
nadirdir. Bu asimetrik ilişki, halklar arasındaki eşitsizlikle koşut gider.
Çeşitli barış araştırmalarında, karma ilişkilerin ve bu
ilişkilerden doğan karma çocukların, barış inşasında kayda değer bir özne
niteliği taşıdığı ileri sürülür. Savaşa ilk karşı çıkacak olan, sevdiği karşı
tarafta olan olacaktır; ve hatta ondan daha önce, yarı Beyaz yarı yerli bir
çocuk/genç karşı çıkacaktır savaşa. Fakat ortada bir de nüfus dengesizliği
vardır. Beyazlara karşı yerliler sayıca azınlıktadır. Dolayısıyla,
Kızılderililer için çoğunluk kültürünün karma evlilikleri sindirmesi ve bu
evliliklere karşın geleneksel kültürün korunması sözkonusu olamaz. Kısa erimde
iyi niyetli olan bu karma evlilikler, uzun erimde bir asimilasyon aracına
dönüşür.(**) Bu, akla, Türkiye’de sayıları onbinlere kadar düşürülmüş
Ermenileri getirir. Karma evlilikler, sözkonusu kültür iyice azınlıktaysa,
geleneksel kültürün zayıflaması gibi bir sonuç doğurabilir.
Raşomon,
Geronimo, Koçis
Bu Vahşi Batı filmleri, tümüyle kurmaca değildir; gerçek
olaylara dayanır. Ancak gerçek olaylara dayanan her anlatı gibi, farklı açılardan
anlatılmaya açıktır. Bunu, Akira Kurosawa’nın filmlerinden biri olan ‘Raşomon’
(1950) örneğinde çok net bir biçimde görürüz. Aynı olaydan kalkarak, farklı
kişilerin bakışıyla farklı filmler çekilebilir. Bu teknik uyarıyla birlikte,
barış yanlısı yerli şefi (Koçis, Cochise) ve savaş yanlısı diğer şefin
(Geronimo), gerçek kişilikler olduklarını not etmeliyiz. Kızılderili halkları,
soluk benizlilerin memleketlerine akın etmesi sonucunda büyük ikilemlerle karşı
karşıya kalır. Kızılderili kültürü, başka sözcüklerle ifade edilmekle birlikte,
şehitliği yüceltir. Bu kültürde, doğru bilinenler uğruna hayat feda edilebilir.
Bu doğrular ya da değerler, bireysel değillerdir, topluluk değerleridir. Neyin
ölmeye değer olduğu konusunda son sözü şef söyler; fakat bu anlatılarda şef,
bir diktatör gibi resmedilmez. Başkalarının görüşlerini alır, daha çok bir halk
önderi niteliği taşır. Fakat Beyaz kültürüne maruz kalmayla birlikte, onun
otoritesi de sarsılmaya başlar. Sözünden çıkanlar artar.
Ya
Ölüm Ya Liçi
İkilemler birden fazladır: Karşıdaki devasa silahlı güce
karşı, yerliler ne yapmalıdır? Kanlarının son damlasına kadar direnmeliler
midir? Yoksa barış mı yapmalılardır? Savaşmaya devam ederlerse, “tüten tek bir
ateş” bile kalmayacaktır. Sonuna dek savaşmak, onları toplu imha edilmeye
götüren yolu açacaktır. Barış ise zaten eşitlerin barışı değildir; hatta daha
da kötüsü, Beyazların dayattığı barış, var olan eşitsizliği daha da
derinleştirir, perçinler ve kalıcı hale getirir. Böyle bir durumda, tek bir
doğru yanıt yoktur. Bu nedenle, yerliler, savaş yanlıları ve barış yanlıları
diye ikiye bölünür; fakat iki kesimi de aynı kötü son (imha ya da soykırım /soy
tükenimi) bekler: Ya Kızılderili olarak imha edileceklerdir ya da Beyazlarla
barışarak zaman için Beyazlaşacak, Kızılderili kültüründen uzaklaşacaklardır.
Barış yanlısı şef Koçis’in oğlu Taza, barış için Amerikan askeri üniformasını
bile giymeye razı olur. Beyazlaşma, liçileşme böyle başlar. Liçi, dışı kırmızı;
içi beyaz bir meyvedir. Bu üniformalılaşmayla birlikte, artık Kızılderili gibi
görünen, ancak içeriden Beyaz gibi düşünen, Beyazlığı içselleştirmiş olan
ucubeler türeyecektir. Soluk benizliler böylelikle başarıya ulaşacaktır. “En
iyi Kızılderili, ölü Kızılderili’dir” sözü ünlüdür; oysa bu, doğru değildir;
bu, Amerikan sömürgeciliğinin ilk döneminin mantığını yansıtır. İkinci dönemde,
en iyi Kızılderili, Beyazların çıkarını kendi çıkarının önüne koyan, Beyaz’dan
daha Beyaz, sadık Kızılderili olup çıkaverir. Diğer bir deyişle, madem ki canı
bağışlanmıştır, o zaman Beyaz adamlara hizmet etmesi beklenir. Bu liçileşmenin
hâlâ etkili olduğunu görüyoruz. Nerede mi? Amerikan ordusu için Vietnam’da
çarpışmayı büyük bir onur sayan Kızılderililerden yakın zamanlarda “Amerikan
ordusuna hizmet etmekten gururluyum” diye üniformalı paylaşımlar yapan
Kızılderililere çokça örnek bulunuyor. Gazetelere de yansıdığı gibi, Amerikan
ordusunda, Kızılderililerin nüfustaki oranının üstünde bir yerli askeri oranı
bulunuyor. Irak ve Afganistan işgallerinde özellikle Navajo kökenli askerler büyük
kayıp veriyor.(***)
Sonucun iki durumda da yenilgi olacağını çoktan anlamış olan
Geronimo gibi şefler, “sonuç aynı olacağına göre, bari onurumuzla ölelim” diye
düşünürler, sonuna dek savaşırlar. Geronimo ve diğer direnen şeflerin adları
anımsanır, onurlu yerliler olarak. Beyazların barışına imza atan Koçis gibi
isimler ise kısa sürede unutulur… Bu direnen şeflere ilişkin destanlar,
yerliler arasında da beyazlar arasında da, sözlü edebiyatın başyapıtları olarak
kendilerine yer bulmayı başaracaktır.
Yaya
ve Okludan Atlı ve Tüfekliye
Beyazlarla ilk temaslardaki toplu ölümlere karşı, yerli
liderleri bir hamlede bulunurlar gerçekte. Kızılderilileri atlardan ayrı
düşünemeyiz. Oysa Kuzey Amerika’da atların soyu Buz Devri’nde tükenmişti. Yeni
Dünya’ya atlar, Beyaz sömürgeciler eliyle yeniden getirilir. Hatta kimi
tarihçiler, Yeni Dünya yerlilerinin ekonomik az gelişmişliğini at’sızlık ve
bundan kaynaklı taşıma ve ulaşım zorluğuna bağlarlar. Konuya dönersek,
Kızılderililer, bir hamle yaparak, at’lanırlar. Sonrasında ise silahlanırlar.
Atları ve silahları ya çalarlar ya da çarpışmalardan sonra ganimet olarak elde
ederler. Üçüncü bir yol daha vardır: Ticaret. Beyazların arasında silah
tüccarları da bulunur; ve üstelik bunlar, askerler arasından bile çıkmaktadır. Bir
evrensel izlek daha…
Bir anlatıda (‘Son Komançi’), bu Beyaz silah tüccarı, bir
suçlu iken, başka bir anlatıda (‘Sınır Kaşifi’) Amerikan ordusundaki bir
yüzbaşıdır. Aslında bu silah satışlarının, tarafları askeri olarak
eşitlendirmesi beklenir; oysa böyle olması olanaksızdır; çünkü Amerikan merkezi
askeri gücü karşısında, yerliler hem dağınıktır hem de topyekün bir savaşa
hazır değildir. Anlatıda, yerlilere silah satanlar, onları “silahları çaldılar”
diye ihbar ederek iki tarafın arasını açmak isterler ve satıştan gelen parayı
cebe atmakla kalmaz, Amerikan ordusuna yerlilere saldırılması için bir bahane
de üretmiş olurlar. Bunlar elbette günümüzde savaş ağalarının, savaş
tüccarlarının öncülleridir. Beyaz Amerikan ordusunun vahşiliğine dayanamayıp
istifa etmiş beyaz bir eski subay, bir iz sürücü olarak karşımıza çıkar.
Kendisi yerli dillerini ve geleneklerini iyi bilen bir ara figür olarak,
çatışmaları durdurmanın bir yolunu bulur. Ancak, elbette, bu çatışmasızlıklar
asla kalıcı olmayacaktır.
Kızılderililer artık atlı ve silahlıdır. Bölgeyi iyi
bilirler. Gerçekte, birçok çatışmada gerilla taktikleri uygularlar. Pusuya
yatarlar, sürünürler. Çoğu kez, bunun tersine düzenli orduların işi olan meydan
muharebesi gibi çarpışmalardan kaçınırlar. Fakat at’lansalar da silahlansalar
da merkezden sürekli takviye edilen Beyazlara karşı duramayacaklardır. Bu
açıdan bakıldığında, bir kahramanlık destanı yazılması gerekiyorsa, bunun
Beyazlara değil Kızılderililere ilişkin olması daha doğru olur. Tam da bu
nedenle, “Amerika’nın asıl kurucu babaları (evet anneleri değil, yine
cinsiyetçilik), Beyazlar değil yerlilerdir” düşüncesiyle, ünlü Beyaz dağ
kabartmasına karşılık (Rushmore Dağı’nda 4 beyaz Amerikalı liderin yüzleri
kazılı; bunlar, Washington, Jefferson, Roosevelt ve Lincoln), yerli dağ
kabartması oyma çalışması yapanlar bulunuyor. Bu alternatif yerli anıtında
Çılgın At gibi yerli liderlerin yüzleri kabartma olarak yer alacak.
Görüldüğü gibi, kimi Vahşi Batı filmleri, sanıldığının
tersine, çağının ötesinde ve evrensel izlekleri işliyor. Bu filmlerin bu açıdan
değerlendirilmesi, barış araştırmalarına yeni kavramlar armağan edebilir. Bu
anlatılar, fazlasıyla güncel nitelikte.(****, *****)
DİPNOTLAR:
(*) Bu istisnalar sayıca çok azdır ve genelde yakın
tarihlidir. Örneğin, Hırsızlar ve Günahkarlar - Heathens and Thieves - 2012
(Şuradan izlenebilir:
https://www.youtube.com/watch?v=eGmwI3gwFqA) ve Şerif, Dedektife
Karşı (https://www.youtube.com/watch?v=cHGH4sSS5t8).
Değerli çinbilimci Arif Dirlik, Amerikan resmi
tarihyazımında ülkenin kuruluşundaki Çinli emeğinin yok sayılmasını eleştirir
ve konuyla ilgili olarak hazırlanmış belge ve makalelerden oluşan bir derleme
kitabıyla bu tarihe şerh koyar. Bkz.
Gezgin, U.B. (2018). Arif Dirlik'in Türkçe'ye Çevrilmemiş
Kitapları. / Books Not Translated
into Turkish of Arif Dirlik. Journal of East Asian Studies
in Türkiye, 1, 1, 106-142.
Gezgin, U.B. (2018). Arif Dirlik (1940-2017): Marksist Bir
Düşün İnsanı İçin Bir Portre
Denemesi. Bilim ve Gelecek Dergisi, Ocak 2018 sayısı, sayı
167, s.78-84.
https://bilimvegelecek.com.tr/marksist-bir-dusun-insaninin-ardindan-arif-dirlik-1940-2017/
Bunların dışında, Afrikalı-Amerikalıları yok saymayan bir Vahşi
Batı filmi örneği olarak, Django-Zincirsiz’i (Django Unchained - 2013)
anabiliriz. Ancak, film, yoğun içeriği nedeniyle ayrıca kapsamlı bir inceleme
gerektiriyor. (Şuradan izlenebilir:
https://www.youtube.com/watch?v=4gNMR-pw8T4 )
(**) Bu evliliklerde kadınla erkeğin eşit olduğu durumda
bile, Beyaz toplumda Kızılderili kadını eşit sayılmaz. Bu, akla, ‘Saklı
Hayatlar’ (2011) filminde geçen, Alevi gelinlere yapılan muameleyle ilgili
uyarıyı getirir ve uyarı, Sünni babanın düşünce ve davranışlarıyla da
doğrulanacaktır (bkz. https://www.youtube.com/watch?v=clbSDqy8e9g ). ‘Savaşçı Kızılderili’ filmindeki ilişkide kadınla erkek
zaten başta bile eşit değildir. Anlatı, Beyaz’ın Kızılderili genç kızı taciz
etmesiyle başlar ve bu eşitsiz ilişki, aşka ve evliliğe dönüşür. Kızılderili
kadının bedeni, Beyaz kadının bedeniyle başından beri eşit değildir.
(***) Bkz. Pilkington, E. (2011). Why Native Americans fight
and die for same US army that slew their ancestors. the Guardian, 06.09.2011.
https://www.theguardian.com/world/2011/sep/06/native-americans-fighting-us-military
(****) Bu yazı 5 filme odaklanılarak hazırlandı. Bunlar;
Kırık Ok (Broken Arrow, 1950). Şuradan izlenebilir:
https://www.youtube.com/watch?v=L37l1T4rqno
Kızıl Şeytanın Oğlu Taza (Taza, Son of Cochise, 1954).
Şuralardan izlenebilir:
https://www.youtube.com/watch?v=bNJ1RV6jKWE
https://www.youtube.com/watch?v=eR2NvbLXsXg
https://www.youtube.com/watch?v=PDnXInz8eOs
Savaşçı Kızılderili (the Indian Fighter, 1955) Şuradan
izlenebilir:
https://www.youtube.com/watch?v=cGZgi68tX-k
Son Komançi (Last of the Comanches, 1953) - Şuradan
izlenebilir:
https://www.youtube.com/watch?v=edslcE-ubUQ
Sınır Kaşifi (Quincannon, Frontier Scout, 1956) -Şuradan
izlenebilir:
https://www.youtube.com/watch?v=7T5G0CmwTPo
(*****) Yazı boyunca, kolay okunurluk ve anlaşılırlık
açısından, ‘Kızılderili’ ve ‘yerli’ gibi sözcükleri kullandık. Oysa bunlar,
Yeni Dünya’nın yerli halklarının kendi içlerindeki çeşitlilikleri yok sayan
ifadeler. Gerçekte, bu halklar, birbirlerinin dillerini anlayamayacak kadar
farklılar ve çoğu örnekte, birbirlerine düşmanlar. Bu çeşitliliğin yok
sayılması durumu, Afrika ve Avustralya yerlileri için de geçerli. Bir de,
İngilizce’nin ve genel olarak Avrupa dillerinin yarattığı kavram karışıklığı
var: ‘Indian’ sözcüğü hem Hintli hem yerli anlamına geliyor. Bu, sömürgeci
Kolomb’un Yeni Dünya’yı ilk başta Hindistan sanmasından ileri gelmişti. Kimi
zaman, Türkçe’de bununla ilgili yanlış çevirilere rastlıyoruz: Hintliler
kastedildiğinde ‘yerli’, yerliler kastedildiğinde ‘Hintli’ gibi yanlış
çeviriler olabiliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder