Yapay Zeka ve Otomasyon: Nereye Gidiyoruz?
Prof.Dr. Ulaş Başar
Gezgin, ulasbasar@gmail.com
Twitter: ProfUlas
Son zamanların en çok
konuşulan konularından biri yapay zeka. Yapay zekanın yükselişini ve
yaygınlaşmasını olumlu açıdan değerlendirenler de var, olumsuz açıdan
değerlendirenler de... Aslında bu tartışmalar, yapay zekanın geniş ve dar
tanımlarına göre çeşitlilik gösteriyor. Geniş tanımlar, Google aramalarını bile
yapay zekaya bağlarken, dar tanımlar, yalnızca insanların yapabildiği düşünülen
zeka gösterilerinin ve göstergelerinin peşinden gidiyor. Bunun için ilk akla
gelen örnek, elbette yapay zekanın satrançtaki başarısı olacaktır.
Otomasyon mu Yapay Zeka mı?
Yine bu tartışmaların
dayandığı bir başka nokta ise, otomasyonun yapay zekaya dahil edilip
edilmeyeceği noktasında. Gerçekte rutin hareketler gerektiren işlerin çok azı
üstün bilişsel süreçleri gerektiriyor. Bu nedenle, otomasyon, örneğin bir
arabanın yapımındaki rutin hareketleri hızlandıran, vasıfsız işgücünü devre
dışı bırakan uygulamaların yapay zeka örnekleri olarak sunulmaları doğru değil.
Tam da bu açıdan, hep dile getirilen yapay zekanın yaygın işsizliğe yol açacağı
tezinin temeli çürümüş oluyor; çünkü işsizlik yaratan, yapay zeka değil
otomasyon. Fakat otomasyon, başka istihdam alanları da yaratıyor. Bunun tarihte
benzerlerini görüyoruz. Yapay zekanın çıkışına göre çok daha büyük bir gelişme
olan sanayi devrimiyle birlikte devasa bir işsizliğin ortaya çıkması
beklenebilirdi; oysa bunun yerine yeni iş alanları doğuyor. Aynısının yapay
zeka (daha doğrusu otomasyon) tartışmalarında dikkate alınması gerekiyor.
Yapay Zeka ve Bilinç
Üçüncü bir ayrım
noktası, yapay zeka ile bilinç ilişkisidir. Yapay zekaya olumsuz bakan kimi
yazarlar, onun kontrolden çıkmasından korkmaktadırlar. Aslında bilim-kurgu
anlatıları da bu kaygıları besleyen bir niteliktedir. Örneğin, bir filmde,[1] bütün
bilgileri sindirmiş olan süper-bilgisayar, bütün sorunun insanlarda olduğu
sonucuna varacak, dünyayı kurtarmak için insanlığın soyunu kurutacaktır. Ancak,
bu tür filmlerin tersine, biz böyle bir yapay bilinçlenmenin çok uzağındayız.
Kaygılar, bu nedenle, bu aşamada yersiz.
Zeka mı Yetenek mi?
Dördüncü bir sorun
ise, insan zekasının niteliğine ilişkindir. Bir kere, zeka türümüze özgü müdür
yoksa bireysel bir değişken midir? Elbette toplu (kolektif) zeka türünden de
söz edebiliriz. Günlük hayatta kimi insanlar için kolaylıkla ‘zeki’ diyebilsek
de, zekanın doğası oldukça karmaşıktır ve araştırmacılar arasında bir fikir
birliği bulunmamaktadır. Tek bir zeka mı vardır, çok sayıda mı? Çok sayıda ise
hangi zeka türleri? Duygusal zeka gibi kendi içinde çelişen bir ifade bir zeka
türü müdür yetenek midir? Mozart zeki miydi yetenekli miydi? Sorular uzar
gider. Dolayısıyla, insan zekasının kendisine ilişkin olarak da bir fikir
birliği olmadığından, yapay zeka tartışması da kaygan ve muğlak bir zeminde
ilerlemektedir.
Yapay Zeka ve Robotlar
Beşinci bir ayrım
ise, yapay zeka ile robotlar arasında. Robotlar insan görünümüne daha yakın
varlıklar olarak tarifleniyor. Buna ‘yapay zekaya yönelik insan-biçimci
(antropomorfik) bakış’ adı veriliyor. Peki yapay bir zekanın bizim görüntümüzde
olması zorunlu mu? Değil. Zaten birçok yapay zeka uygulamasının bedeni, cismi,
elle tutulur bir maddesi de bulunmuyor... Fakat yapay zekanın insan yaşamına
eklemlenmesi noktasında, bunun bedenli mi bedensiz mi olacağı ve olması
gerektiği sorusu önemini koruyor.
Algoritmalar
İnsan zihni bir
algoritmalar bütünü müdür? Temel sorulardan biri de budur. Alanda yapılan
dikkat çekici bir benzetme bulunmaktadır: Matrix filmini dikkate alarak, tüm
hayatın bir simülasyon olduğunu varsayalım. Bir bilgisayar oyunundaki
kişilikler olduğumuzu bir anlığına düşünürsek, şöyle bir durum ortaya çıkıyor:
Oyundaki kişilikler oyunda olduklarının farkında değil. Bu oyun benzetmesi
dinsel bir yöne de çekilebilir; bilimsel bir yöne de: Göksel güçlerin denetiminde
olan bir oyun da olabilir bu; henüz tümüyle keşfedemediğimiz doğa yasalarının
bir ürünü de... İnsan yaratıcılığını tümüyle algoritmalar üzerinden
açıklamaktan şu an uzağız; ancak bu konuda “hiç olamaz” denilen birçok uygulama
gerçekleşti, şiir yazandan beste yapan programa kadar... Dolayısıyla bu çabaların da bir sonu yok. Her
defasında, “bu da yapılmış” dedirten gelişmelerle karşılaşıyoruz.
“Kriz Var Kriz Var Bunalım Var”
Bu, “yapay zeka
devasa bir işsizlik oranı yaratacak” biçimindeki yanlış teze dönelim. Marksçı
bir açıdan baktığımızda, anaakım tartışmalarda gözden kaçan bir çok noktayla
karşılaşıyoruz: Örneğin, otomasyon sonucu verimin aşırı artması, bırakalım
işsizlik iddiasını, tek başına sistemin çöküşüne yol açabilir. Neden? Çünkü
verim aşırı artarsa gerektiğinden fazla üretim olacaktır. Sermaye sahipleri
emekçilerin ürettiği malları yine emekçilere satar. Emekçilerin alım gücü ciddi
oranda düşerse, bu yüksek verim dolayısıyla fazla üretilen mallar sermaye
sahibinin elinde kalır. Bu da sistemi bunalıma sokar. Gerçi bunalım zaten
sermaye düzeninin özündedir. Sermaye düzeni tarihinin herhangi bir anı ikiye
ayrılır: Kriz zamanı ve krizden çıkış zamanı. Bu döngüsellik sermaye düzenine
içkindir.
Bu tartışmada
aslolan, daha fazla üretmek değil, daha düşük maliyette üretmek olmalıdır.
Maliyet düşüşüyle gelen ek kazanç nereye gidecektir? Yeni yatırımlara mı
ayrılacaktır? Sermaye sahibinin kârını mı katlayacaktır? Emekçilerin
ücretlerinde ve çalışma koşullarında iyileşmeye mi yol açacaktır? İkinci olasılık,
toplumsal adaletsizliği arttıracak ve çatışmalara yol açacaktır. Üçüncü
olasılık, sosyal hakları gözeten bir toplumda olanaklıdır. Fakat bu
tartışmalarda bunlar konuşulmuyor.
Diyelim ki şu
işsizlik iddiası doğru; o durumda bir seçeneğin daha olanaklı olduğu
unutuluyor: Çalışma sürelerinin kısalması. Çalışma günleri haftalık 5-6 günden
2 güne düşebilir. Diğer günlerde insanlar ailelerine, dostlarına ve spor,
sanat, hobiler vb. gibi kişisel gelişim alanlarına odaklanırlar. Bu, toplumsal
mücadele dinamiklerine ve devlet yapısına bağlıdır. Buna ek olarak, otomasyonun
rutin işleri insanlardan almasıyla birlikte, insanlar daha yaratıcı, daha az
sıkıcı işlerde çalışma olanağına kavuşacaklar belki de...
Sağlıkta Yapay Zeka
Yapay zekanın en
başarılı olduğu alan sağlık oldu; fakat yine aynı sorun var. Bu uygulamalar
gerçekten yapay zeka uygulaması mı otomasyon mu? Bu soru daha da önem
kazanıyor, çünkü sağlıkta yapay zeka daha çok tedavide değil tanı koymada
kullanılıyor. Bunların ne kadar zeka gerektirdiği tartışmalı; çünkü temel
nokta, örüntü (pattern) tanıma. Fakat bunun için ne ölçüde zeka gerektiği de
fikir birliğine varılmış bir konu değil.
İşinden Edici Değil Yardım Edici Yapay Zeka
Bize bu düzen,
kullandığımız telefonları da ‘akıllı’ diye yutturmadı mı? Halbuki ‘akıl’ bile
tartışmalı. “Aklın yolu birdir” denir, gerçekte öyle olmadığını çok iyi
biliriz. Gerçek hayat bize eşit derecede mantıklı birçok seçenek sunar ve
zorlanırız. Fakat bu ‘akıllı telefon’ konusundan yapay zekaya yönelerek şu sonucu
çıkarabiliriz: İnsanın yerini alma hedefinin tersine, onun bilişsel
özelliklerini ve yeteneklerini destekleyen teknolojilere ihtiyacımız var.
Kullandığımız telefonlar, bizim yerimizi almak için değil, bize yardımcı olmak
için tasarlandı. Yapay zeka da böyle bir anlayışla tasarlandığında, gerçekçi
olsun gerçekdışı olsun birçok kaygı geçersiz olacak. Fakat uzun erimde sermaye
düzeni ne tür bir yapay zeka anlayışına izin verecek, bunu hep birlikte
göreceğiz...
Bu bize yardımcı
olmak için tasarlanmış telefonlar, aynı zamanda her hareketimizi kaydedip veri
merkezlerine iletiyor ve yine de kendilerini çağdaş yaşam için zorunlu kılmaya
çalışıyor. Yapay zeka için de fazlasıyla iyimser olmamak gerekiyor: Sermaye
düzeni ve onun şürekası olan devletler, yapay zekayı hangi çıkarları için
kullanacak ve bize kullandıracaklarsa biz bu çağın ancak o kadarını
deneyimleyebileceğiz...
Herşeye Karşın...
Yine de direnme ve
alternatif üretme yolları hep açık olacak... Orantısız doğal zekalarımızla bir
kez daha direniyor olacağız... Direniş hayatın değişmezi olmayı sürdüreceğinden,
herşeye karşın iyimser olmaya devam edeceğiz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder