Adli
Bilimler Açısından Joker Filmi: Aydınlatmalar ve Karartmalar
Ulaş Başar Gezgin ve Burak Kerem Yalçın
ulasbasar@gmail.com ve burakkerem@gmail.com
Joker (2019) filmi, yaşadığı kafa travmalarının neticesi
olan nörolojik bozukluklarını ilaçlarla kontrol altında tutmaya çalışan (daha
doğrusu, toplumun ilaçlar yoluyla kontrol altında tutmaya çalıştığı) Arthur
Fleck’in toplumla, annesiyle ve kendisiyle olan çatışmalarını anlatıyor. Film,
hasta annesine bakmak için hayallerini sürekli erteleyerek istemediği bir işte
çalışan kahramanımızın toplumda yaşadığı şiddet olayları neticesinde kendini ön
plana alarak mutluluk kavramını yeniden yorumlamasıyla yaşadığı dönüşümü
anlatıyor.
Joker filmi, DC Comics evreninin en önemli kötü adamlarından
biri olan Joker’e odaklanmaktadır. Bu tarz serilere ve çizgi romanlara meraklı
olanlar Joker’in çıkış öyküsünü az çok bilirler. Bu filmde bu çıkış öyküsü
biraz daha farklı olarak işlenerek yeniden yorumlanmıştır. Bilmeyenler için
belirtelim: Joker sıradan bir gangsterken Bruce Wayne’in ebeveynlerini öldürür
ve Batman’in doğuşuna yol açar. Daha sonra Batman’in intikam almaya çalışması
Joker (Şakacı) kişiliğinin doğuşuna yol açacaktır.
Joker Hasta
mı Hastalıklı Bir Toplumun Semptomu mu?
Bu tarz evrenlerde süper kahramanın tanımı, toplum yararına
veya birtakım toplumsal değerlerin korunması için gerektiğinde kendini feda
etmek pahasına suçla ve suçlularla savaşan ve onların toplum normlarınca
cezalandırılmasına yardımcı olan kişidir. Kötü adamlar için ise “süper
kahramanın tam tersi, insanlara, topluma zarar veren, bazen salt amacı terör
yaratmak ve bundan psikopatça tatmin elde etmek olan halk düşmanıdır” dersek,
tanımı için yaklaşık bir fikir verebiliriz. Kısacası ‘şeytani’ özellikler
taşıyan kişiler de diyebiliriz.
Karşı Kahraman, anlatının odağındaki herhangi bir
kahramanlık özelliği göstermeyen veya bazı değerlerden yoksun olabilen
(idealizm, cesaret, ahlak vb. gibi) bir kişiliktir; kendisinin suçlu gördüğü
kişilerle, herhangi ahlaksal bir düzleme bağlı olmadan savaşan ve esas amacı
cezalandırmak olan bir güçtür. Süper kahraman bir nevi süper bir kolluk gücü
iken, karşı kahraman bir intikamcı, yargıç ve ceza uygulayıcıdır. Toplum
yararına hareket eder gibi görünse de kendini toplum üstü görür. Kendi
doğruları ve inandıkları çerçevesinde o, doğru adamdır. Sinemada bu tarz
kahramanlara örnek olarak yakın zaman yapımlarında Deadpool, Venom ve daha eski
yapımlardaki Darth Vader ve Punisher gibi kişilikleri örnek verebiliriz. Joker
filmi, bu noktada diğer yapımlardan ayrılmıştır. Ana kişilik olarak yalnızca
Joker’e odaklanan bu film bize onu hastalıklı bir toplumun dışladığı bir birey
olarak tanıtmış ve kendini kendince nefsi müdafaa edişini göstermiştir. Joker
hastadır; ama yoksa hastalıklı bir toplumun semptomu mudur? Gökdelenli
caddelerin ara sokaklarında karanlık çöp dağları vardır. Joker, Joker olmazdan
önce, bu sokaklarda kendi kendine kahrolur. Joker olmaya karanlık sokaklarda,
tekinsiz metrolarda karar verecektir.
Beyaz
Erkekliğin Kriz Anlatısı Olarak Joker
Filmde, birçok Hollywood yapımında gördüğümüz gibi (örneğin
nişancı katliamlarının kapitalizmin yapısal özelliklerine değil de hasta
bireylere ve işlevi bozuk ailelere yüklenmesi vb. (1)), toplumsal sorunların
psikolojikleştirildiğini, bireysel patolojiye indirgendiğini ve böylelikle,
sistemik sorunların bireyselmiş gibi sunulduğunu görüyoruz. Başkişinin beyaz
olması bile tek başına bir sorgulama gerektiriyor. Başkişi, bir Afro-Amerikalı
ya da Müslüman olsaydı, belki de işlediği suçlar, psikolojisiyle değil, terör
bağlarıyla açıklanacaktı. Filmde anaakım medyanın eleştirisi var; fakat o
eleştirellik, beyaz şiddetinin psikolojik bozukluklarla ilişkilendirilerek
aklanmasını görünmezleştirerek, sistemi arka kapıdan olumlamış oluyor. Oysa,
ABD’de kimi beyazlar, eşcinsellere ya da göçmenlere yönelik nefretleriyle,
ideolojik temelde birtakım cinayetler ve hatta katliamlar gerçekleştiriyorlar.
Gerçekte, Joker, bu açıdan, bir kez daha beyazlığı aklamış oluyor. “Beyaz, suç
işlerse, psikolojisi bozuktur; bunun da nedeni toplumdur” mesajı veriliyor; ya
peki siyah suç işlerse? Joker, bu konudaki sessizliğiyle, içten içe beyazlığı
yüceltmiş oluyor. Amerikan hapishanelerinde, nüfustaki sayılarıyla büyük bir
orantısızlık içinde çok sayıda Afro-Amerikalı tutuklu ve hükümlü olduğu
biliniyor. Joker’in dünyasıysa, ırk hiyerarşileri açısından büyük oranda
steril. Film, çokkültürlü toplum, cinsiyet ve ırk eşitliği gibi özelliklerle
nitelenen tarihsel bir dönemeçte, krize girdiği söylenen, erkeklik, beyazlık ve
beyaz erkekliğin bir anlatısı ve gerekçelendirilmesi gibi bir yoruma da açık.
Kendilerini duyarlı sayan kimi izleyicilerin Joker’i
izlerken ve izledikten sonra suçluluk duymaları, yapımcıların bilinçli olarak
duygu sömürüsüne oynadığı düşüncesini akla getiriyor. Öte yandan, bu durum,
Joker’e özgü değil, Hollywood sinemasının çoğunda görülen bir olağanlık.
Anaakım Amerikan anlatılarında, kötülükler bireylere, iyilikler kapitalizme
yüklenir.
Karanlık
Şehir ya da Pırıltılı Kentlerin Toplu Karanlığı Olarak Gotham
Gotham şehri bize karanlık, insanların işsizlikle boğuştuğu,
çöp problemlerinin devasa boyutlara ulaştığı bir yer olarak anlatılmıştır.
Herkes tedirgin ve şüphecidir. Arthur Fleck’in otobüsteki çocuk ve annesiyle
iletişimi, bu noktada, bize, hem insanların birbirlerine yönelik yaklaşımlarına
hem de başkişimizin iç dünyasına ve dış dünyayla eksikli etkileşimine ilişkin
bir önbilgi sunmaktadır. Kadının tepkisiyle kendini kötü hisseden Arthur’un
girdiği gülme krizi ve durumunu açıklayan lamine edilmiş kartı göstermesinden
sonra kadının üzgün olduğunu görürüz ya da böyle olduğunu hissederiz. Fakat
gerçekten öyle midir anlayamayız. Aslında Gothamlıların tümü maskelidir; gerçi,
tüm toplumsal ilişkilerde maskeler takılır; insanlar başkalarıyla birlikteyken
nadir olarak şeffaf olurlar; ancak Gotham’da maskeler daha kalın ve nasırlıdır.
Doğrular ve insancıl yaklaşımlardan önce yapılması gerekenlerin ön plana
çıktığı bir tutumdur bu. Yabancılardan ve onlarla olan her türlü etkileşimden
sakınmak vb. gibi. Bu, aklımıza, yabancılaşmayı ve kentin köy gibi kapalı
oluşumların tersine ikincil ilişkilere dayanmasını getirir. İnsanlar komşularını
tanımazlar. Joker, yıllarca oturduğu evde yalnızca bir komşuyu tanır.
Gothamlılar, toplu taşımada, sokakta vb. yanyana gelirler, ancak asla bir arada
olmazlar. Ta ki maskeli protestolar başlayana dek...
Palyaço
Hareketi
Arthur bir gün trende seyahat ederken kendisine saldıran üç
saldırgandan kurtulmak için silahını kullanmaya başlıyor ve onları
öldürüyor. Görgü tanıklarının cinayeti
bir palyaçonun işlediğine dair yaptığı açıklamalarla, basın, bu konuyu uzun
süre ve geniş olarak ‘palyaço cinayeti’
olarak işliyor. Burada daha önemli olan, cinayette ölenlerin, yüksek profilli
ve yeni dönem belediye başkanı adayı zengin Thomas Wayne’nin başarılı olarak
tanımladığı borsacılar olması. Onlar kapitalizmin has ‘adam’ları ve başarı
timsalleridir. İçlerindeki kabadayı, sisteme uyum sağlayıp kravatlı olmuştur.
Fakat tekinsiz metrolarda, gerçek kişilikleri ortaya çıkacaktır. O kişiliklere
karşı, Joker de patlayacaktır. Joker’in anne babasını öldürmesine tanık olan
çocuk ise büyüyünce Batman olacaktır.
Thomas Wayne metro cinayetlerini hemen kampanyasının bir
parçası olarak kullanmaya başlıyor. Zaten memnuniyetsiz, işsizliğin,
karamsarlığın ve birçok çevresel faktörün olumsuzluğunun pençesindeki halk,
sivil itaatsizlik eylemlerine başlıyor ve bunun için simge olarak palyaço
maskeleri kullanıyor. Filmin bir noktasında Joker, şovmen Murray’e (Robert De
Niro) sorduğu sorularla sorgulayıcı bir tutum takınıyor. Öldürülenler borsacı
olmasa bu cinayetler bu kadar ilgi çeker miydi? Çekmeyeceğini elbette
biliyoruz. Aynı biçimde, bir palyaçonun işsizliği, istatistiklerde gözden kaçan
bir ayrıntı olarak kalacaktır. Bir banka genel müdürü görevden alınırsa haber
olacaktır; borsalar sallanır!!! Burada medyanın sınıfsal merceği eleştiri
konusu yapılıyor. ‘İşsiz kalmak’ sözü bile, sistemi ve işverenleri
aklamaktadır; işsizlik, işsiz kalanın sorunu ve suçudur. Patron her zaman
haklıdır. Arthur, çocuklarca linç edilmekle kalmaz; bu yetmezmiş gibi, sanki
suç kendisindeymişçesine bir de işten atılır.
Arthur’un
Joker’e Dönüşümü
Arthur ve annesi, o küçük yaştayken yalnız bir yaşama
itilmiştir. Annesi, zengin iş insanı Thomas Wayne’in yanındaki işinden bir
nedenden kovulmuş veya ayrılmak zorunda kalmıştır. Daha sonra kendisi ve küçük
Arthur, sevgilisi tarafından şiddet görmüş ve bunun ikisi üzerinde de etkileri
olmuştur. Arthur küçük yaşta kafasına aldığı darbelerle rahatsızlanmıştır. Buna
bağlı olarak post travmatik stres bozukluğu ve duygusal tutulma (‘pseudobulbar
affect’ yani istemsiz ağlama veya gülme krizleriyle duygu dışavurumu) ve/veya
başka bir takım nörolojik rahatsızlıklar geçirmektedir.
Bu ve benzeri nörolojik problemleri dolayısıyla (veya
bunlardan kaynaklanan) sanrılı bir yapısı vardır (bkz. komşu kadınla yaşadığı
ilişki, Murray’in programına seyirci olarak katılması ve gösterisinin başarılı
geçtiğine inanması vb.). Buna rağmen ortalama bir insan gibi işe gidip gelen,
hasta annesiyle ilgilenip onunla televizyon seyreden, komedyen olmak üzerine
düşleri olan yeterli bir birey ve makbul bir vatandaştır. Öyle ki annesinin
Thomas Wayne’den yardım istemesini gereksiz bulmaktadır. Thomas Wayne ve
annesinin son karelerde öğrendiğimiz ilişkisi, Wayne tarafından reddedilmekte
ve buna uygun tıbbi deliller Arthur’a gösterilmektedir. Güçlülerin gerektiğinde
kendilerini korumak için tıbbi kayıtları bile değiştirebilecek güçte olduğu bir
dünyada yaşamaktadır Arthur. Bu, akla, oğlunu çürük gösterip askere göndermeyen
kimi savaş çığırtkanlarını getirir.
Filmde aktarıldığı üzere bir ruhsal bozukluk geçmişi olan başkişimiz
bir klinik ve terapist yerine bir sosyal hizmetler ofisinde görevli memur ile
seanslara katılıp ilaçlarını tedarik etmektedir. Daha sonra bütçe
kısıntılarından ötürü bu ofis kapanınca, ilaçlarına ulaşması da zorlaşacaktır.
Sistem, onu da sosyal hizmet çalışanını da sevmez; onları bütçe ayırmaya değer
bulmaz. Film, içten içe, kapitalizmi reforme edici türden Keynesgil bir
neo-liberalizm eleştirisi taşıyor. “Sosyal devlet harcamalarını kısıp herşeyi
piyasanın kaderine terk ederseniz, toplumsal patlamaya yol açarsınız” demiş
oluyor. Akla Sarı Yelekler geliyor.
Arthur’un ilk uğradığı saldırının ardından arkadaşlarının ve
kendisinin tutumu bu olayı sıradanlaştırmış ve hatta birisinin hediye ettiği
silahla korunması gerektiği salık verilmiştir. Daha sonra bu silahı, önerildiği
gibi, kendisini koruması gereken bir zamanda kullanmıştır. Maruz kaldığı olayların artmasıyla, şiddet,
kendisini korumak için tek çözüm olarak ortaya çıkacaktır. Metro cinayetinden
sonra kendisine iki yüzlü davranan iş arkadaşını, yaşadığı ilişkilerle dolaylı
şiddet görmesine neden olan ve babasının Thomas Wayne olduğu hususunda ona
yalan söylediğini düşündüğü annesini (daha sonra bulduğu resimle aralarında bir
ilişki olduğu doğrulanır) öldürür. Arthur genel olarak psikopat bir eğilime
sahip değildir. Başkişimizin maruz kaldığı duygusal ve fiziksel şiddet Gotham
şehrinde yaşamanın bir sonucudur. Elbette, bu durum, sonradan işleyeceği,
kendini savunmanın ötesine geçen vahşi cinayetlerin özrü ve gerekçesi
olmayacaktır. Toplumda, her şiddet gören, travma yaşayan, cinayet işlemiyor.
Belki Arthur, bir dövüş sporu biliyor olsaydı, çocuklardan linç görmeyecek,
metroda cinayet de işlemeyecekti. Şiddete karşı binbir çeşit tepki var.
Joker’de
Görelilik
Joker, sunucuyu öldürmeden önce yaptığı konuşmasında
kendisinin yaptıklarını komik bulduğunu söylemektedir. Sunucu, şiddetini
onaylamadığını ve karşı olduğunu söylediğinde ise bunun bir bakış açısı
olduğunu, toplumun değer yargısının yarattığı bir komedi anlayışı nasıl varsa,
bunun da onun yarattığı bir anlayış olduğunu söyler. Aslında sunucu, önceki
programlarının birinde Arthur’un bir komedi kulübünde yaptığı ve rahatsızlığı
dolayısıyla başarısız olan şovuyla alay etmiş ve bunu insanlara komik bir şey
olarak aktarmıştır. Komik olmanın sınırını pekâlâ Joker de tanımlayabilir.
Joker, insanları esprilerindeki zeka pırıltılarıyla güldürmeyi düşlerken;
sunucu, onu soğuk şakalar yapan bir yeteneksiz olarak sunar. Onu tüm topluma bu
biçimde afişe ederek küçük düşürür. Joker’in dans ederken yaptığı, toplum
yargılarının komik ve utandırıcı bulabileceği figürler ise onun bir anlamda
koreografik imzası, hatta manifestosudur. Yakalandığında akıl hastanesine
kapatılmıştır. Aslında yatırdıklarını düşündükleri Arthur Fleck’dir. Ama o
artık Joker’dir ve kendi bakış açısına göre yaşamaktadır. Annesi, patronu ya da
toplum için yaşadığı günler çoktan geride kalmıştır.
Joker, İsyan
ve Devrim
Joker toplumsal muhalefetten uzak duruyor. Sonlara doğru,
bir lider olarak öne çıkarıldığını görüyoruz; ancak vahşi cinayetleri, onun
yönetiminde kitlelerin doğru yönlendirilmeyeceğini düşündürüyor. Gotham’da
iktidarla muhalefet birbirine benziyor. Bunların iktidarında eşitlik gelecek
gibi görünmüyor; onun yerine ezilenler ezenlerin yerine geçip eski ezenleri
ezecek. Kapitalist bir düzende de anti-kapitalist bir ütopyada da Joker ve
takipçileri, bir tehdit olmaya devam edecek. Lenin’in erken ölümünde, ‘sol’dan
gelen bir suikastin rolünün olduğunu anımsayalım.
Filmde mağdur edebiyatı var, fakat bu mağdurluk, sermaye
ilişkilerini çözümlemek yerine, bütün sorunu başkalarına saygıda görüyor. Bu,
liberal bir tez. Saygı beklerken, saygı da duymuyorlar; bu da filmin lümpen
yanı. Ayrıca, şöyle bir risk var: Gotham’da isyan, Joker’in bile ağzından akıl
hastalığıyla ilişkilendiriliyor. Bu da, isyanı sapkınlık ve sonrasında siyasi
değil adli bir olay olarak görmek üzere zemin hazırlıyor. Nazım Hikmet’in
Karayılan’ı, dönüşümüyle bilinç kazanırken, Joker ve yandaşlarının dönüşümünde
bir kurtuluş yolu yok; bir çözüm arayışı hiç yok. Eşitlik yerine, sürekli
anarşi savunusu görüyoruz; ki o da bilinçli değil. Bu nedenle, Joker’i
anarşizmle ilişkilendirmek Bakunin ve Kropotkin gibi düşünürlere haksızlık
olacaktır.
Film, kapitalizme karşı, planlı programlı örgütlü mücadele
ile bireysel eylemlerle başlayan toplumsal patlama karşıtlığını akla getiriyor.
Bu karşıtlığı, Ekim Devrimi ile Gezi arasındaki farkta görüyoruz. Ekim
Devrimi’nin ardında Lenin önderliğindeki Bolşevikler vardı. Devrim, adım adım
planlanmıştı ve artık devrimin olup olmayacağı sorusu değil ne zaman olacağı
sorusu gündemdeydi. Gezi ise, öngörülememişti. Palyaço hareketi, bu yönden
Gezi’ye benziyor. Ancak, şu da var: Gotham bize atomlarına kadar ayrıştırılmış
yapayalnız bireyleri gösteriyor. Oysa, hangi kent ve düzende olursa olsun,
insanlar siyasal ya da siyasal olmayan topluluklar içinde yaşarlar. Robinson
Crusoe, türtarihimizde niteleyici bir kişilik değil bir istisnadır. Tam da
istisna olması nedeniyle öyküsü anlatılmaya değer bulunmuştur. Gotham’da
dernek, sendika, meslek örgütü vb. görmeyiz. Bu film, bugüne ilişkinse, insanın
topluluksal bir canlı olma yönünü göz ardı etmiş; yok eğer geleceğe ilişkinse,
ileride insanın daha az topluluksal olacağı bir dünya kurgulamış ki, bu da bizi
modernleşme tartışmalarına götürür: Eski kuşak, pozitivist modernleşme
tartışmalarında, ekonomi ve teknoloji ilerledikçe, insanların daha akılcıl
olması bekleniyordu. Dinler ve batıl inançlar, maddi azgelişmişliğe
bağlanıyordu. Oysa, böyle bir belirlenim ilişkisi söz konusu değil. Kimi yüksek
gelirli ülkelerde, bilim ile batıl inançlar yanyana.
Filmde, maskeler ve suçun anonimliği noktalarında, V for
Vendetta’dan ve çeşitli haklayıcı (hacker) filmlerinden esinlenme olduğu
anlaşılıyor. Bir diğer az bilinen esinlenme kaynağı, kendinden başka herkesi
güldürebilen bir başkişinin olduğu ‘Il Pagliacci’ operası (Leoncavallo,
1892)(2). Ayrıca, Joker’le çeşitli korku filmleri ilişkilendirilebilir. Bunun
dışında, akla Kafka’nın ‘Dönüşüm’ü geliyor. Fakat Joker, ticari bir yapım
olarak, yazınsal yapıtların düzeyine ulaşamıyor.
Güncel siyaset açısından, Joker, Hong Kong’daki protestolar
bağlamında ele alınabilir. Amerikancı, eski sömürgecilik özlemi içindeki
protestoculara karşı (3), yönetim bir maske yasağı getirdi ve bu, uygulamaya
tam anlamıyla dökülemedi. Ancak, Joker, dünyanın çeşitli ülkelerindeki
protestocular için, Açlık Oyunları’nın üç parmaklı selamı gibi bir simge
olmaktan uzak (4); çünkü maske, filmde yüceltilmiyor; tersine suçla özdeşleştiriliyor.
Eski İran
Dinlerinden Joker’e
DC süper kahraman evreninin, sinemaya ve televizyona (dizi
ve animasyon olarak) en çok uyarlanan
serilerinden biri olan Batman çizgi roman serisinin en dikkat çekici başkötüsü
olan Joker, ‘hasta cani’ doğasıyla her film uyarlamasında gelişime ve çok yönlü
yorumlamalara uygun bir kişilik olarak çoğu yerde başkişinin önünde veya ona
yakın bir performans sunmaktadır. Her seferinde yeniden ve farklı
yorumlanabilmesi, yapımcılar ve oyuncular tarafından bir nimet olarak
görülmektedir. Joker, birçok son dönem yapımı gibi, bir masala etkisi örneği:
İçinde hemen hemen her baharattan (türden) var: Gerilim, dram, suç, korku,
vurdu-kırdı vb.
Eski İran dinlerinden, hatta öncesinden bu yana, evren
iyiyle kötünün mücadelesi ekseninde yorumlanmakta. Bu manici/ikici yorum, ara
tonları gözden kaçırıyor. İyilerin de kötülük ve kötülerin de iyilik
yapabileceğini unutuyor. Bu süper kahraman anlatıları, manici/ikici olmaya
devam ettikleri ölçüde sıradanlaşıyorlar. Logan gibi yapımların ‘tutması’,
Joker’lerin önünü açıyor. Joker bu kadar izlendiğine göre, benzer yapımların da
yakın zamanlarda beyazperde yüzü görmesi şaşırtıcı olmayacak. Kuşkusuz, bu, bir
endüstri; arkasında büyük paralar dönüyor.
Sonuç:
Patlamış Mısırlık
Halihazırda bu çizgi roman evreni filmleriyle büyümüş,
büyüyen bir alıcı/izleyici kitlesi var. Bu açıdan Joker, çizgi romanların
ekmeğini yiyor ve bu ekmeğin üstüne, dramatik bir kurguyla yeni izleyicileri
oltasına düşürmeye yelteniyor. Basit bir denklem üzerinden ilerleyen bu
filmlerin ve izleyicilerinin incelenmesi şüphesiz başlı başına başka bir
konudur. Benzeri türdeki patlamış mısırlık yapımların çok da uzağına düşemeyen
ve hazır kitlesinin, duygu sömürüsüyle dışına da ulaşmak isteyen film, süper
kahraman evreni filmleri açısından önemli bir yer tutabilir, ancak sinema
tarihi açısından baktığımızda zamanının ötesine geçemiyor. Çok izlenmesine
karşın, kısa sürede unutuşa kurban giden bir yapım olacağını öngörüyoruz. Ünlü
sözden uyarlarsak, Joker de, herkes gibi 15 dakikalığına (2 saatliğine) ünlü
olmuş olacak, hepsi bu… Zaten başka ne beklenebilirdi ki...
Dipnotlar:
(1) Gezgin, U.B. (2019). Anaakım Sinemada Şiddet Temsilleri:
Kevin Haçaduryan’dan Fatih Akın’a. Eleştirel Kültür Dergisi, 19.02.2019.
http://www.ekdergi.com/anaakim-sinemada-siddet-temsilleri-kevin-hacaduryandan-fatih-akina/
(2) Il Pagliacci’yi izlemek/dinlemek için bkz. Leoncavallo -
Pagliacci - Herbert Von Karajan - https://www.youtube.com/watch?v=kaBnYOF384M
(3) Gezgin, U.B. (2019). Gezgin, U.B. (2019). Hong Kong
Protestoları: Sovyetlerin Çöküşünün Uzak, Çin’in Yükselişinin Yakın Bir Sonucu.
Biamag, 06.07.2019
(4) Gezgin, U.B. (2019). Bir Mürekkep Testi Olarak Film:
Anlatıbilim Açısından Film Psikolojisi ve Film Çözümlemeleri. Ankara: Töz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder