Kuşak ve Yol
İnisiyatifi: Her Yolun Çin’e Çıktığı Bir Dünyaya Doğru (mu?)
Prof.Dr. Ulaş Başar Gezgin, ulasbasar@gmail.com
Twitter: ProfUlas
Kuşak ve Yol İnisiyatifi (KYİ, eski adıyla Bir Kuşak Bir
Yol), üzerinde daha fazla konuşulması gereken bir konu. Zaten biz konuşmasak
da, o, kendi hakkında her yıl daha fazla konuşturan bir konu niteliği
kazanacak. “Geleceğin dünyası nasıl olacak?” sorusundan kasıt, önümüzdeki
50-100 yıl ise, KYİ’siz bir kestirim ve akıl yürütme hep eksik kalmış olacak.
Bu yazıda, her proje gibi olumlu olumsuz yönleri olan KYİ’ye gelecekbilim
açısından bakmaya çalışacağız. Burada amacımız ne Çin övgüsü ne de yergisi...
Kuşak ve Yol
İnisiyatifi, Yeni İpek Yolu mu?
KYİ nedir? İlk başta, tarihsel İpek Yolu’nun canlandırılması
projesi gibi duruyor. Oysa hedefler de kapsam da bunun çok ötesinde. Eski İpek
Yolu, belli rotalarla ve ürünlerle kısıtlıydı. Asya ile Avrupa arasındaki
ticaret yollarına karşılık geliyordu. Bugün kimi zaman ‘Yeni İpek Yolu’ genel
adıyla da anılan KYİ, bir kere, çok sayıda rotadan, Avrasya’ya ek olarak Afrika
ve Güney Amerika’dan, yalnızca karayolu değil, deniz yolu, demir yolu ve hava
yolundan, ve yalnızca yol değil, enerji hatlarından ve ekonomik bölgelerden de
oluşan çok geniş bir planlamaya karşılık geliyor. Kimilerince bu, insanlık
tarihinde görüp göreceğimiz en büyük altyapı projesi. 68 KYİ ülkesi, dünya
nüfusunun % 65’ini ve üretiminin % 40’ını oluşturuyor. Toplam KYİ projeleri
için ayrılan bütçenin 4-8 trilyon doları bulması bekleniyor.
KYİ’nin amacı ne? İlk bakışta, bir altyapılaşmayla
maliyetlerin düşürülmesi ve ticaret mallarının ucuzlaması gibi bir düşünce öne
çıkıyor. Dolayısıyla, bu, bir ekonomi ve ticaret projesi. Bu da, tarihsel İpek
Yolu modeliyle uyumlu nitelikte. Ancak, projenin kaçınılmaz olarak ortaya çıkan
stratejik, coğrafi ve son çözümlemede askeri sonuçları söz konusu.
Kuşak ve Yol
İnisiyatifi’nde Herşey Para mı?
KYİ’de tek ölçüt, finansal göstergeler değil. KYİ’nin
“herşeyin para olmadığı” bir modelinin olduğunu nereden anlıyoruz? Zarar eden
Çin şirketleri, kimi durumlarda cezalandırılacaklarına ödüllendiriliyorlar.
Diğer bir deyişle, KYİ içindeki kimi projeler zararına da olsa yürütülüyor. Bu
tür bir hareket, Çin içinde, ya kamu yararı ya da istihdam gibi çifte bir
seçenekle açıklanabilirdi. KYİ’de bunun karşılığı ise, Çin’in jeo-stratejik
çıkarları olmuş oluyor. Öte yandan, projeler tümüyle zararına değil; KYİ’de
etkin olan Çinli şirketlerin çoğu KİT (kamu iktisadi teşekkülü) değil, özel.
Ayrıca, KYİ’nin Çin için başka ekonomik yararları da var:
Üretim fazlası, yurtdışına kaydırılmış oluyor. Çin parası daha büyük bir hızla
uluslararasılaşıyor. KYİ dolayısıyla, renminbi, alımsatımlarda ve rezerv parası
olarak daha çok kullanılmaya başlanıyor. Hatlar, çoğunlukla, Çin’in görece
yoksul bölgeleri olan batısından ve güneyinden geçtiği için, KYİ’nin Çin’deki
bölgeler arası uçurumu küçültmesi bekleniyor. Ekonomik yararlar dışında, KYİ
sayesinde birçok ülkede çok daha fazla sayıda Kong Usta (Konfüçyüs) Enstitüleri
açılıyor, Çin kültürü ve dili daha da küreselleşiyor. KYİ’yle birlikte,
‘küreselleşme eşittir batılılaşma’ formülü, ‘tarihin çöp kutusu’na
fırlatılıyor. Çoğulcu bir küreselleşme dönemine giriyoruz; kültürel etkiler,
tekyönlü ve asimetrik değil, çokyönlü ve çokboyutlu bir nitelik kazanıyor.
Çin’in
Malakka Açmazına Karşı
Ya peki işin askeri boyutu? ABD’nin Çin’in yükselişine karşı
sürekli olarak hazırlık yaptığı biliniyordu. KYİ’nin Amerikan tarafındaki
karşılığı, Hindistan, Japonya ve Avustralya ile birlikte bir Hint-Pasifik
dörtlüsü modeli kurgulamak oldu. Asya-Pasifik değil, ‘Hint-Pasifik’. Böyle
diyerek hesapta Çin’i dışlamış oluyorlar. Bundan önce de yine bir Çin karşıtı oluşum
olan Pasifik Aşırı Ortaklık öne çıkmıştı, fakat Trump’ın gelişiyle rafa kalktı.
Çin, KYİ’ye dek, yalnızca dış ticaret ilişkilerini değil
enerji tedarikini de doğudan, Pasifik kıyılarından karşılıyordu. Fakat bu
durum, ‘Malakka Açmazı’ olarak adlandırılan sorunu, Çin’in üzerinde Demokles’in
kılıcı gibi sallandırıyordu: Pasifik’te Amerikan donanması, oldukça güçlüydü.
Çin’in ticaret ve enerji hatları, çeşitli bölge ülkelerinin hak iddia ettiği
Güney Çin Denizi’nden (Vietnamca’da ‘Doğu Denizi’ denir, ki bu, daha tarafsız
bir ifadedir) geçiyordu. Gelecekte Çin ile ABD arasındaki bir anlaşmazlıkta,
ABD, Çin’e deniz yolunu kapatabilirdi. Bunun alternatifi, Rusya’nın tarihte
sıcak denizlere ulaşma düşüncesi gibi, Malezya ve çevresini es geçerek kısa
yoldan Hint Okyanusu’nun batısına ve Arap dünyasına ulaşma çabası olacaktı.
Bununla ilgili aday ülkeler, Myanmar, Sri Lanka ve Pakistan oldu. İlk ikisinde,
kamuoyundan gelen tepkiler, projeleri yavaşlattı ve bunlar zaten enerji
kaynaklarına Pakistan kadar yakınsak değildi. Hindistan ile Pakistan, İngiliz
sömürgeciliğinin bir mirası olarak kanlı bıçaklı düşmandı. Çin’le Hindistan
savaşmıştı. Hindistan, Çin’in yükselişinden rahatsız olmuş, ABD’ye yönelmişti.
Bu denklemden, kısa sürede, Çin-Pakistan dostluğu çıktı. Pakistan, Arap
dünyasına coğrafi yakınlığı açısından Çin’e bulunmaz bir olanak sunuyordu.
Çatışmalarla oldukça zayıflamış olan ülkenin böyle bir cansuyuna ihtiyacı
vardı. Çin, hem Pakistan’ın ticaretini canlandıracak hem de enerji talebine
karşılık vermiş olacaktı. Bunun sonucu olarak, KYİ’nin ana damarlarından biri
olan Çin Pakistan Ekonomik Koridoru ortaya çıktı. Kaşgar’dan Gwadar Limanı’na
yeni bir ipek yolu açılmış oluyordu. Bu, Çin’in Malakka Açmazı’nı çözmekle
kalmıyor, ticaret ve taşıma maliyetlerini azaltıyordu. Bu durumdan en çok
rahatsız olan ise, Hindistan olacaktı.
Peki askerileşmeyle bunun ne ilgisi var? Şöyle bir ilgisi
var: Birçok KYİ projesi, güvenlik sorunları yaşanan, iç çatışmalar, savaşlar,
terörizm vb. ile kavrulan coğrafyalarda gerçekleştiriliyor. Böyle olunca bu
milyarlarca dolarlık projelerin güvenliğinin sağlanması gerekiyor. Bunu ya KYİ
ortağı ülke sağlayacak ya da Çin ya da ikisi işbirliği yapacak. İşte projenin
askerileşmesi böyle başlıyor. Çin’in yurtdışındaki ilk deniz üssü Cibuti’de
açıldı, çünkü korsanlar Çin gemilerine engel oluyordu. Bu da benzer bir durum
ve başka projelerde de benzer güvenlik sorunları gerekçesiyle askerileşme
oldukça olası. KYİ’nin Çin’in bir deniz gücü olarak güçlenişi ve açık denizlere
hükmeden bir güce dönüşmesiyle tarihsel ve coğrafi olarak çakışması, tam da bu
nedenle, bir rastlantı değil.
Gerçekte 2013’te Xi Jingping’in basına açıkladığı bu
projenin, Orta Asya ağırlığı nedeniyle, Çin’le ABD’nin değil Çin’le Rusya’nın
arasını açması beklenirdi. Zaten ilk başlarda öyle de oldu. Çin ve Rusya
arasında, inişli çıkışlı fakat her zaman dengeli ve tutarlı bir ilişki var.
Çıkarlarının uyuştuğu yerlerde yan yana, uyuşmadığı yerlerde ayrılar. KYİ, bir
yandan, Rusya’yla Orta Asya’nın daha iyi bağlanmasını sağlıyor; öte yandan,
örneğin Avrupa’nın enerjideki Rusya bağımlılığını kırması oldukça olası. Bu açıdan,
KYİ, şaşırtıcı bir biçimde, ABD’nin ve Rusya’nın zararınayken AB’nin yararına.
Hatta KYİ’nin Avrupa için az konuşulan iki yararı daha var: Erişim kolaylığı
nedeniyle, AB’nin turizm gelirlerini artıracak. Ondan daha da önemlisi, KYİ
projelerinin gerçekleştiği/gerçekleşeceği Afrika ve Güneybatı Asya ülkelerinde,
KYİ, istikrar ve ekonomik büyüme sağlayacaksa, ki bu, çok olası, böylelikle
AB’ye yönelik sığınmacı/göçmen akını küçülmeye gidecek.
Kuşak ve Yol
İnisiyatifi, Çin Usulü Sömürgecilik mi?
Çin sömürgeci mi? Uluslararası medyada Çin’i, KYİ
dolayısıyla sömürgecilikle suçlayan çokça metin çıkıyor. Bunlar sömürgecilik
kavramını ya fazla eğip büküyorlar ya da Çin’in KYİ kapsamında yaptıklarını
şablona uydurmaya çalışıyorlar. Bu yaklaşımlara göre, sömürgeciliği niteleyen
nokta, bir ülkenin bir başkasından işlenmemiş kaynaklar alıp ona bu kaynağı
işleyip pahalı bir rakama geri satmasıdır. Oysa böyle bir alım-satım ilişkisi
olsa olsa bağımlılık kavramını akla getirecektir. Bağımlılığının binbir çeşidi
vardır ve karşılıklı bağımlılık da buna dahildir. Sözgelimi, Venezuela gibi
Çin’le yakın ilişkileri olan bir ülkenin çökmesi, Çin’in yararına değil,
zararına olur, projeler batar.
Batı tipi sömürgecilikte sömürge ülkelerdeki doğal kaynaklar
satın alınmıyor, yağmalanıyor, gasp ediliyordu. Bu, askeri işgal yoluyla
olanaklı kılınıyordu. Oysa Çin, büyük oranda küresel ticaretin kurallarıyla
oynuyor, askeri işgal gibi bir niyeti bulunmuyor. Yağmalama yapmıyor, ticaret
yapıyor. Çin’i sömürgecilikle suçlayan birçok küresel Batılı yazarın kendi
ülkelerinin sömürgeciliğiyle hesaplaşmamış olduğunu, hesaplaşanların ise
sömürgeciliğin kanlı ‘miras’ını hasır altı ettiğini görüyoruz.
Çin’in KYİ dolayısıyla sık sık ‘borç tuzağı’ kurmakla
suçlandığını görüyoruz. Şöyle ki, Çin, küçük devletlere ödeyemeyecekleri kadar
çok borç veriyor. Onlar bu yükün altından kalkamıyor. Ödeyemedikleri borçlara
karşılık ulusal egemenliklerini zedeleyecek bir takım ödünler veriyorlar. Bunun
için ilk örnekler olarak, Malezya, Myanmar ve Sri Lanka sunuluyor. Buradaki
hata şu: Bu durum, Çin’e özgü değil. Batı kurumları, borç verdiği ülkelere
birtakım politika değişiklikleri öneriyor. Örneğin, “KİT’leri
küçült/özelleştir, memurları emekli et ya da işten çıkar, yeni memur alımı
yapma, kemer sıkma politikaları uygula” vb. Bu ve benzeri borç verme koşulları,
ulusal egemenliği zedelemiyor da, Çin örneğinde zedeliyor gibi bir yanlış algı
var. Gerçekte, en çok KYİ yatırımı beklentisi olanların başında, Batı’nın heder
ettiği, iç işlerine karışıp çökerttiği ülkeler geliyor.
Çin, kimseye zorla kaynak sağlamıyor. Malezya, Myanmar ve
Sri Lanka örnekleri, Çin’i borç tuzakçısı saymamız gerektiğini değil, tam
tersine saymamamız gerektiğini gösteriyor. Borç alanlar, sonradan cayabiliyor;
projeler daha sonradan iptal edilebiliyor. Bir ülke, Batılı kurumlardan borç
alıp sonra “ödemiyorum” dese, en iyimser olasılıkla yaptırımlarla, en karamsar
olasılıkla ise askeri müdahaleyle, bir aldığını canıyla malıyla on ödüyor.
Hatta kimi Çinli yazarlar, kendi devletlerini 2000 yılından bu yana çeşitli
ülkelerin toplamda 2.5 milyar dolardan fazla borcunu sildiği için eleştiriyor.
Batı Yaparsa
Sorun Değil, Ama Çin Yapınca mı Sorun Oluyor?
Çin için dışarıdan gözler, ‘tek adam rejimi’ demeyi
severler; oysa gerçekte, alınan birçok karar, kolektif aklın ve Çin’in devlet
geleneklerinin bir ürünü. KYİ de sanılanın tersine, tek bir merkezden uzaktan
kumandayla yönetilmiyor; genel ve muğlak olan politikalar, uygulamacı olan
yerel liderler, şirket yöneticileri vb. elinde iyice eğilip bükülüyor. Örneğin,
KYİ’de yer almayan eyaletlerin yöneticileri, kapsama girmek için lobicilik
yapıyor. Elbette, Çin’de Batı tipi bir demokrasi yok; ama Batı’da gerçekten
demokrasi var mı? Dünya üzerindeki en büyük şirketlerin bütçeleri birçok yoksul
ülkeninkini birkaça katlıyor. Bu dev şirketler, aldıkları kararlarla tüm
dünyayı etkiliyor ama halkın, yurttaşların bu şirketlerin üstünde bir söz hakkı
bulunmuyor. Devletlerden şeffaflık bekleniyor ama bu dev şirketler için, bu
talep, ‘şirket sırrı’ denip geçiştiriliyor. KYİ projeleri şeffaf olmamakla
suçlanıyor, peki bu dev şirketler ne kadar şeffaf? KYİ’yi eleştirirken bu
soruyu da sormak gerekiyor. Hepsi şeffaf olmalı. Bu durumu Çin’e özgüymüş gibi
tariflemek doğru değil.
Aynısını KYİ’nin askerileşmesi noktasında da sor(gula)mak
gerekiyor. Batılı devletler dünyanın dört bir yanında askeri üsler açarken, Çin
neden açmasın? Bir Batı ülkesi yeni bir üs açtığında, bu, sıradan bir olay
sayılıp haber bile yapılmıyor. Çin açtığında ise, bir vaveyladır kopuyor. Temel
tartışma noktalarından biri şu: Çin, dünya düzenini değiştirmeyi amaçlayan bir
revizyonist midir? Kurallara uyuculuktan kural koyuculuğa mı geçmiştir? Yoksa
var olan düzenden çıkarı olan statükocu bir güç müdür? Uluslararası ilişkiler
bağlamında gerçekçiler, Çin’in revizyonist olduğunu ileri sürerken, liberaller,
Çin’i statükocu buluyor. Birincilere göre, Çin bir tehdit; ikincilere göre ise,
yalnızca işini yapıyor. İşin aslı, ikisi de doğru. Çin, bir kural koyucuya
dönüşürken, kimi kurallara uymayı sürdürüyor. Nereye kadar sürdürür, o da başka
bir konu…
Çin’in bu yükselişi, oyun kuramının eskil öncülü
niteliğindeki Tukidides Tuzağı’nı akla getiriyor. Adını Atinalı tarihçi
generalin (Tukidides, İ.Ö. 460-400) çok bilinen saptamasından alan kavramın
anlamı şu: Bir gücün yükselişi, başkalarının korkuya (ya da başka duygulara,
panik, telaş vb.) kapılmasına neden olarak, onları savaşa sürüklüyor.
Dolayısıyla, Çin-ABD uyuşmazlığının önümüzdeki on yıllarda silahlı çatışmaya
dönüşmesi çok yüksek olasılık.
Kuşak ve Yol
İnisiyatifi Çin Usulü Küreselleşme mi?
Öte yandan, Batılı bir kurum olan Dünya Bankası bile,
KYİ’nin küresel geliri artıracağı, uluslararası ticareti kolaylaştıracağı,
yoksulluğu azaltacağı vb. gibi bulgulara yer veriyor. KYİ’den en çok yarar
sağlayacak ülkelerin denizsiz ülkeler (örneğin Orta Asya ülkeleri) olacağı
öngörülüyor. Bu ülkeler, ürünlerini başka ülkelere daha ucuza satabiliyor
olacak; taşıma giderleri düşecek. Pakistan da, KYİ’den en çok yarar sağlayacak
ülkeler arasında.
Birçok Asya ülkesinde, iç siyaset, şimdiden Çin ekseninde
gelişiyor: Partiler ya KYİ ve dolayısıyla Çin yanlısı ya da değil. Sri Lanka ve
Malezya gibi örnekler anılabilir. Batı Asya ülkelerinde, örneğin Gürcistan’da,
siyasetin fay hattı, Rusyacılık ile AB’cilik arasında gidip gelirken, Nepal
gibi örneklerde siyaset, Hindistancılık ile Çincilik arasında gidip geliyor.
Dün Afganistan işgaliyle bağlantılı olarak Rusya ile ABD arasında gidip gelen
Orta Asya ülkeleri, bugün “Rusya ya da Çin ya da her ikisi birden” gibi seçeneklerle
karşı karşıya.
Peki KYİ, Çin usulü küreselleşme mi? Kimi araştırmacılara
göre öyle, kimi araştırmacılara göre ise, daha büyük bir projenin aracı. Diğer
bir deyişle, bir sonuç değil süreç. Nereye gidecek dünya? KYİ, daha güçlü, daha
küresel bir Çin için bir sıçrama tahtası olacak. Her yol artık Roma’ya değil
Çin’e çıkacak. Ama bu iş burada kalmayacak; çünkü yukarıda belirttiğimiz gibi,
KYİ yalnızca bir ulaştırma-taşıma projesi değil.
Çin’in yükselişiyle belini doğrultabilen KYİ ülkeleri bir
yanda, eski düzenin, Amerikan düzeninin egemenleri, ABD, Avustralya, Hindistan,
Japonya ve peşlerinde sürükledikleri ülkeler öbür yanda olacak. Uzun erimde,
Avrupa, KYİ ülkeleri ve diğerleri olarak ikiye bölünecek. Rusya, bir yandan ABD
karşısında Çin’e sık sık destek olurken, aslında onun fazla büyümesini de
istemiyor. Bunun bir kanıtı, Rus kanallarının Hong Kong’u Çin’den koparıp
ABD’ye bağlama sevdalısı olan göstericilerden yana yayın yapması. Düşünce şu:
“Çin güçlensin ama o kadar değil…” Hatta “ABD’yle birbirine girsin, biz Rusya olarak
bu çatışmadan yara almamış güç olarak çıkıp yükselelim; 2. Paylaşım Savaşı
sonrasındaki ABD gibi…” Anımsayalım: Savaşta Sovyetler yakılıp yıkılırken,
farklı milliyetlerden 25 milyon Sovyet yurttaşı ölürken, ABD’nin maddi
kayıpları ve can kayıpları çok daha az olmuştu. Kimilerine göre bu eşitsiz
örselenme, Sovyetlerin sonul çöküşünün önnedenlerinden olmuştu. Böylesine büyük
kayıplar, onyıllar içinde bile telafi edilemeyecekti.
Çin’in KYİ’si, Rusya’nın Orta Asya’daki manevra alanını er
ya da geç daraltacak. O zaman, belki de, üç bloklu bir dünyayla karşılacağız.
Zaten şimdiden böyle bir üçlü düzenin öncüllerini deneyimliyoruz. Dünya
gündemini AB(D) ve bağlaşıkları kadar Çin ve Rusya’nın da meşgul ettiği, sıcak
zamanlar yaşayacağız. Bunların hepsi, o günlerin önbelirtileri...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder