Videolar

16 Nisan 2021 Cuma

Kuşak ve Yol İnisiyatifi

 

Kuşak ve Yol İnisiyatifi: Her Yolun Çin’e Çıktığı Bir Dünyaya Doğru (mu?)

 

Prof.Dr. Ulaş Başar Gezgin, ulasbasar@gmail.com

Twitter: ProfUlas

 

Kuşak ve Yol İnisiyatifi (KYİ, eski adıyla Bir Kuşak Bir Yol), üzerinde daha fazla konuşulması gereken bir konu. Zaten biz konuşmasak da, o, kendi hakkında her yıl daha fazla konuşturan bir konu niteliği kazanacak. “Geleceğin dünyası nasıl olacak?” sorusundan kasıt, önümüzdeki 50-100 yıl ise, KYİ’siz bir kestirim ve akıl yürütme hep eksik kalmış olacak. Bu yazıda, her proje gibi olumlu olumsuz yönleri olan KYİ’ye gelecekbilim açısından bakmaya çalışacağız. Burada amacımız ne Çin övgüsü ne de yergisi...

 

 

Kuşak ve Yol İnisiyatifi, Yeni İpek Yolu mu?

 

KYİ nedir? İlk başta, tarihsel İpek Yolu’nun canlandırılması projesi gibi duruyor. Oysa hedefler de kapsam da bunun çok ötesinde. Eski İpek Yolu, belli rotalarla ve ürünlerle kısıtlıydı. Asya ile Avrupa arasındaki ticaret yollarına karşılık geliyordu. Bugün kimi zaman ‘Yeni İpek Yolu’ genel adıyla da anılan KYİ, bir kere, çok sayıda rotadan, Avrasya’ya ek olarak Afrika ve Güney Amerika’dan, yalnızca karayolu değil, deniz yolu, demir yolu ve hava yolundan, ve yalnızca yol değil, enerji hatlarından ve ekonomik bölgelerden de oluşan çok geniş bir planlamaya karşılık geliyor. Kimilerince bu, insanlık tarihinde görüp göreceğimiz en büyük altyapı projesi. 68 KYİ ülkesi, dünya nüfusunun % 65’ini ve üretiminin % 40’ını oluşturuyor. Toplam KYİ projeleri için ayrılan bütçenin 4-8 trilyon doları bulması bekleniyor.

 

KYİ’nin amacı ne? İlk bakışta, bir altyapılaşmayla maliyetlerin düşürülmesi ve ticaret mallarının ucuzlaması gibi bir düşünce öne çıkıyor. Dolayısıyla, bu, bir ekonomi ve ticaret projesi. Bu da, tarihsel İpek Yolu modeliyle uyumlu nitelikte. Ancak, projenin kaçınılmaz olarak ortaya çıkan stratejik, coğrafi ve son çözümlemede askeri sonuçları söz konusu.

 

 

Kuşak ve Yol İnisiyatifi’nde Herşey Para mı?

 

KYİ’de tek ölçüt, finansal göstergeler değil. KYİ’nin “herşeyin para olmadığı” bir modelinin olduğunu nereden anlıyoruz? Zarar eden Çin şirketleri, kimi durumlarda cezalandırılacaklarına ödüllendiriliyorlar. Diğer bir deyişle, KYİ içindeki kimi projeler zararına da olsa yürütülüyor. Bu tür bir hareket, Çin içinde, ya kamu yararı ya da istihdam gibi çifte bir seçenekle açıklanabilirdi. KYİ’de bunun karşılığı ise, Çin’in jeo-stratejik çıkarları olmuş oluyor. Öte yandan, projeler tümüyle zararına değil; KYİ’de etkin olan Çinli şirketlerin çoğu KİT (kamu iktisadi teşekkülü) değil, özel.

 

Ayrıca, KYİ’nin Çin için başka ekonomik yararları da var: Üretim fazlası, yurtdışına kaydırılmış oluyor. Çin parası daha büyük bir hızla uluslararasılaşıyor. KYİ dolayısıyla, renminbi, alımsatımlarda ve rezerv parası olarak daha çok kullanılmaya başlanıyor. Hatlar, çoğunlukla, Çin’in görece yoksul bölgeleri olan batısından ve güneyinden geçtiği için, KYİ’nin Çin’deki bölgeler arası uçurumu küçültmesi bekleniyor. Ekonomik yararlar dışında, KYİ sayesinde birçok ülkede çok daha fazla sayıda Kong Usta (Konfüçyüs) Enstitüleri açılıyor, Çin kültürü ve dili daha da küreselleşiyor. KYİ’yle birlikte, ‘küreselleşme eşittir batılılaşma’ formülü, ‘tarihin çöp kutusu’na fırlatılıyor. Çoğulcu bir küreselleşme dönemine giriyoruz; kültürel etkiler, tekyönlü ve asimetrik değil, çokyönlü ve çokboyutlu bir nitelik kazanıyor.

 

 

Çin’in Malakka Açmazına Karşı

 

Ya peki işin askeri boyutu? ABD’nin Çin’in yükselişine karşı sürekli olarak hazırlık yaptığı biliniyordu. KYİ’nin Amerikan tarafındaki karşılığı, Hindistan, Japonya ve Avustralya ile birlikte bir Hint-Pasifik dörtlüsü modeli kurgulamak oldu. Asya-Pasifik değil, ‘Hint-Pasifik’. Böyle diyerek hesapta Çin’i dışlamış oluyorlar. Bundan önce de yine bir Çin karşıtı oluşum olan Pasifik Aşırı Ortaklık öne çıkmıştı, fakat Trump’ın gelişiyle rafa kalktı.

 

Çin, KYİ’ye dek, yalnızca dış ticaret ilişkilerini değil enerji tedarikini de doğudan, Pasifik kıyılarından karşılıyordu. Fakat bu durum, ‘Malakka Açmazı’ olarak adlandırılan sorunu, Çin’in üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallandırıyordu: Pasifik’te Amerikan donanması, oldukça güçlüydü. Çin’in ticaret ve enerji hatları, çeşitli bölge ülkelerinin hak iddia ettiği Güney Çin Denizi’nden (Vietnamca’da ‘Doğu Denizi’ denir, ki bu, daha tarafsız bir ifadedir) geçiyordu. Gelecekte Çin ile ABD arasındaki bir anlaşmazlıkta, ABD, Çin’e deniz yolunu kapatabilirdi. Bunun alternatifi, Rusya’nın tarihte sıcak denizlere ulaşma düşüncesi gibi, Malezya ve çevresini es geçerek kısa yoldan Hint Okyanusu’nun batısına ve Arap dünyasına ulaşma çabası olacaktı. Bununla ilgili aday ülkeler, Myanmar, Sri Lanka ve Pakistan oldu. İlk ikisinde, kamuoyundan gelen tepkiler, projeleri yavaşlattı ve bunlar zaten enerji kaynaklarına Pakistan kadar yakınsak değildi. Hindistan ile Pakistan, İngiliz sömürgeciliğinin bir mirası olarak kanlı bıçaklı düşmandı. Çin’le Hindistan savaşmıştı. Hindistan, Çin’in yükselişinden rahatsız olmuş, ABD’ye yönelmişti. Bu denklemden, kısa sürede, Çin-Pakistan dostluğu çıktı. Pakistan, Arap dünyasına coğrafi yakınlığı açısından Çin’e bulunmaz bir olanak sunuyordu. Çatışmalarla oldukça zayıflamış olan ülkenin böyle bir cansuyuna ihtiyacı vardı. Çin, hem Pakistan’ın ticaretini canlandıracak hem de enerji talebine karşılık vermiş olacaktı. Bunun sonucu olarak, KYİ’nin ana damarlarından biri olan Çin Pakistan Ekonomik Koridoru ortaya çıktı. Kaşgar’dan Gwadar Limanı’na yeni bir ipek yolu açılmış oluyordu. Bu, Çin’in Malakka Açmazı’nı çözmekle kalmıyor, ticaret ve taşıma maliyetlerini azaltıyordu. Bu durumdan en çok rahatsız olan ise, Hindistan olacaktı.

 

Peki askerileşmeyle bunun ne ilgisi var? Şöyle bir ilgisi var: Birçok KYİ projesi, güvenlik sorunları yaşanan, iç çatışmalar, savaşlar, terörizm vb. ile kavrulan coğrafyalarda gerçekleştiriliyor. Böyle olunca bu milyarlarca dolarlık projelerin güvenliğinin sağlanması gerekiyor. Bunu ya KYİ ortağı ülke sağlayacak ya da Çin ya da ikisi işbirliği yapacak. İşte projenin askerileşmesi böyle başlıyor. Çin’in yurtdışındaki ilk deniz üssü Cibuti’de açıldı, çünkü korsanlar Çin gemilerine engel oluyordu. Bu da benzer bir durum ve başka projelerde de benzer güvenlik sorunları gerekçesiyle askerileşme oldukça olası. KYİ’nin Çin’in bir deniz gücü olarak güçlenişi ve açık denizlere hükmeden bir güce dönüşmesiyle tarihsel ve coğrafi olarak çakışması, tam da bu nedenle, bir rastlantı değil. 

 

Gerçekte 2013’te Xi Jingping’in basına açıkladığı bu projenin, Orta Asya ağırlığı nedeniyle, Çin’le ABD’nin değil Çin’le Rusya’nın arasını açması beklenirdi. Zaten ilk başlarda öyle de oldu. Çin ve Rusya arasında, inişli çıkışlı fakat her zaman dengeli ve tutarlı bir ilişki var. Çıkarlarının uyuştuğu yerlerde yan yana, uyuşmadığı yerlerde ayrılar. KYİ, bir yandan, Rusya’yla Orta Asya’nın daha iyi bağlanmasını sağlıyor; öte yandan, örneğin Avrupa’nın enerjideki Rusya bağımlılığını kırması oldukça olası. Bu açıdan, KYİ, şaşırtıcı bir biçimde, ABD’nin ve Rusya’nın zararınayken AB’nin yararına. Hatta KYİ’nin Avrupa için az konuşulan iki yararı daha var: Erişim kolaylığı nedeniyle, AB’nin turizm gelirlerini artıracak. Ondan daha da önemlisi, KYİ projelerinin gerçekleştiği/gerçekleşeceği Afrika ve Güneybatı Asya ülkelerinde, KYİ, istikrar ve ekonomik büyüme sağlayacaksa, ki bu, çok olası, böylelikle AB’ye yönelik sığınmacı/göçmen akını küçülmeye gidecek.

 

 

Kuşak ve Yol İnisiyatifi, Çin Usulü Sömürgecilik mi?

 

Çin sömürgeci mi? Uluslararası medyada Çin’i, KYİ dolayısıyla sömürgecilikle suçlayan çokça metin çıkıyor. Bunlar sömürgecilik kavramını ya fazla eğip büküyorlar ya da Çin’in KYİ kapsamında yaptıklarını şablona uydurmaya çalışıyorlar. Bu yaklaşımlara göre, sömürgeciliği niteleyen nokta, bir ülkenin bir başkasından işlenmemiş kaynaklar alıp ona bu kaynağı işleyip pahalı bir rakama geri satmasıdır. Oysa böyle bir alım-satım ilişkisi olsa olsa bağımlılık kavramını akla getirecektir. Bağımlılığının binbir çeşidi vardır ve karşılıklı bağımlılık da buna dahildir. Sözgelimi, Venezuela gibi Çin’le yakın ilişkileri olan bir ülkenin çökmesi, Çin’in yararına değil, zararına olur, projeler batar.

 

Batı tipi sömürgecilikte sömürge ülkelerdeki doğal kaynaklar satın alınmıyor, yağmalanıyor, gasp ediliyordu. Bu, askeri işgal yoluyla olanaklı kılınıyordu. Oysa Çin, büyük oranda küresel ticaretin kurallarıyla oynuyor, askeri işgal gibi bir niyeti bulunmuyor. Yağmalama yapmıyor, ticaret yapıyor. Çin’i sömürgecilikle suçlayan birçok küresel Batılı yazarın kendi ülkelerinin sömürgeciliğiyle hesaplaşmamış olduğunu, hesaplaşanların ise sömürgeciliğin kanlı ‘miras’ını hasır altı ettiğini görüyoruz.

 

Çin’in KYİ dolayısıyla sık sık ‘borç tuzağı’ kurmakla suçlandığını görüyoruz. Şöyle ki, Çin, küçük devletlere ödeyemeyecekleri kadar çok borç veriyor. Onlar bu yükün altından kalkamıyor. Ödeyemedikleri borçlara karşılık ulusal egemenliklerini zedeleyecek bir takım ödünler veriyorlar. Bunun için ilk örnekler olarak, Malezya, Myanmar ve Sri Lanka sunuluyor. Buradaki hata şu: Bu durum, Çin’e özgü değil. Batı kurumları, borç verdiği ülkelere birtakım politika değişiklikleri öneriyor. Örneğin, “KİT’leri küçült/özelleştir, memurları emekli et ya da işten çıkar, yeni memur alımı yapma, kemer sıkma politikaları uygula” vb. Bu ve benzeri borç verme koşulları, ulusal egemenliği zedelemiyor da, Çin örneğinde zedeliyor gibi bir yanlış algı var. Gerçekte, en çok KYİ yatırımı beklentisi olanların başında, Batı’nın heder ettiği, iç işlerine karışıp çökerttiği ülkeler geliyor.

 

Çin, kimseye zorla kaynak sağlamıyor. Malezya, Myanmar ve Sri Lanka örnekleri, Çin’i borç tuzakçısı saymamız gerektiğini değil, tam tersine saymamamız gerektiğini gösteriyor. Borç alanlar, sonradan cayabiliyor; projeler daha sonradan iptal edilebiliyor. Bir ülke, Batılı kurumlardan borç alıp sonra “ödemiyorum” dese, en iyimser olasılıkla yaptırımlarla, en karamsar olasılıkla ise askeri müdahaleyle, bir aldığını canıyla malıyla on ödüyor. Hatta kimi Çinli yazarlar, kendi devletlerini 2000 yılından bu yana çeşitli ülkelerin toplamda 2.5 milyar dolardan fazla borcunu sildiği için eleştiriyor.

 

 

Batı Yaparsa Sorun Değil, Ama Çin Yapınca mı Sorun Oluyor?

 

Çin için dışarıdan gözler, ‘tek adam rejimi’ demeyi severler; oysa gerçekte, alınan birçok karar, kolektif aklın ve Çin’in devlet geleneklerinin bir ürünü. KYİ de sanılanın tersine, tek bir merkezden uzaktan kumandayla yönetilmiyor; genel ve muğlak olan politikalar, uygulamacı olan yerel liderler, şirket yöneticileri vb. elinde iyice eğilip bükülüyor. Örneğin, KYİ’de yer almayan eyaletlerin yöneticileri, kapsama girmek için lobicilik yapıyor. Elbette, Çin’de Batı tipi bir demokrasi yok; ama Batı’da gerçekten demokrasi var mı? Dünya üzerindeki en büyük şirketlerin bütçeleri birçok yoksul ülkeninkini birkaça katlıyor. Bu dev şirketler, aldıkları kararlarla tüm dünyayı etkiliyor ama halkın, yurttaşların bu şirketlerin üstünde bir söz hakkı bulunmuyor. Devletlerden şeffaflık bekleniyor ama bu dev şirketler için, bu talep, ‘şirket sırrı’ denip geçiştiriliyor. KYİ projeleri şeffaf olmamakla suçlanıyor, peki bu dev şirketler ne kadar şeffaf? KYİ’yi eleştirirken bu soruyu da sormak gerekiyor. Hepsi şeffaf olmalı. Bu durumu Çin’e özgüymüş gibi tariflemek doğru değil.

 

Aynısını KYİ’nin askerileşmesi noktasında da sor(gula)mak gerekiyor. Batılı devletler dünyanın dört bir yanında askeri üsler açarken, Çin neden açmasın? Bir Batı ülkesi yeni bir üs açtığında, bu, sıradan bir olay sayılıp haber bile yapılmıyor. Çin açtığında ise, bir vaveyladır kopuyor. Temel tartışma noktalarından biri şu: Çin, dünya düzenini değiştirmeyi amaçlayan bir revizyonist midir? Kurallara uyuculuktan kural koyuculuğa mı geçmiştir? Yoksa var olan düzenden çıkarı olan statükocu bir güç müdür? Uluslararası ilişkiler bağlamında gerçekçiler, Çin’in revizyonist olduğunu ileri sürerken, liberaller, Çin’i statükocu buluyor. Birincilere göre, Çin bir tehdit; ikincilere göre ise, yalnızca işini yapıyor. İşin aslı, ikisi de doğru. Çin, bir kural koyucuya dönüşürken, kimi kurallara uymayı sürdürüyor. Nereye kadar sürdürür, o da başka bir konu…

 

Çin’in bu yükselişi, oyun kuramının eskil öncülü niteliğindeki Tukidides Tuzağı’nı akla getiriyor. Adını Atinalı tarihçi generalin (Tukidides, İ.Ö. 460-400) çok bilinen saptamasından alan kavramın anlamı şu: Bir gücün yükselişi, başkalarının korkuya (ya da başka duygulara, panik, telaş vb.) kapılmasına neden olarak, onları savaşa sürüklüyor. Dolayısıyla, Çin-ABD uyuşmazlığının önümüzdeki on yıllarda silahlı çatışmaya dönüşmesi çok yüksek olasılık.

 

 

Kuşak ve Yol İnisiyatifi Çin Usulü Küreselleşme mi?

 

Öte yandan, Batılı bir kurum olan Dünya Bankası bile, KYİ’nin küresel geliri artıracağı, uluslararası ticareti kolaylaştıracağı, yoksulluğu azaltacağı vb. gibi bulgulara yer veriyor. KYİ’den en çok yarar sağlayacak ülkelerin denizsiz ülkeler (örneğin Orta Asya ülkeleri) olacağı öngörülüyor. Bu ülkeler, ürünlerini başka ülkelere daha ucuza satabiliyor olacak; taşıma giderleri düşecek. Pakistan da, KYİ’den en çok yarar sağlayacak ülkeler arasında.

 

Birçok Asya ülkesinde, iç siyaset, şimdiden Çin ekseninde gelişiyor: Partiler ya KYİ ve dolayısıyla Çin yanlısı ya da değil. Sri Lanka ve Malezya gibi örnekler anılabilir. Batı Asya ülkelerinde, örneğin Gürcistan’da, siyasetin fay hattı, Rusyacılık ile AB’cilik arasında gidip gelirken, Nepal gibi örneklerde siyaset, Hindistancılık ile Çincilik arasında gidip geliyor. Dün Afganistan işgaliyle bağlantılı olarak Rusya ile ABD arasında gidip gelen Orta Asya ülkeleri, bugün “Rusya ya da Çin ya da her ikisi birden” gibi seçeneklerle karşı karşıya.

 

Peki KYİ, Çin usulü küreselleşme mi? Kimi araştırmacılara göre öyle, kimi araştırmacılara göre ise, daha büyük bir projenin aracı. Diğer bir deyişle, bir sonuç değil süreç. Nereye gidecek dünya? KYİ, daha güçlü, daha küresel bir Çin için bir sıçrama tahtası olacak. Her yol artık Roma’ya değil Çin’e çıkacak. Ama bu iş burada kalmayacak; çünkü yukarıda belirttiğimiz gibi, KYİ yalnızca bir ulaştırma-taşıma projesi değil.

 

Çin’in yükselişiyle belini doğrultabilen KYİ ülkeleri bir yanda, eski düzenin, Amerikan düzeninin egemenleri, ABD, Avustralya, Hindistan, Japonya ve peşlerinde sürükledikleri ülkeler öbür yanda olacak. Uzun erimde, Avrupa, KYİ ülkeleri ve diğerleri olarak ikiye bölünecek. Rusya, bir yandan ABD karşısında Çin’e sık sık destek olurken, aslında onun fazla büyümesini de istemiyor. Bunun bir kanıtı, Rus kanallarının Hong Kong’u Çin’den koparıp ABD’ye bağlama sevdalısı olan göstericilerden yana yayın yapması. Düşünce şu: “Çin güçlensin ama o kadar değil…” Hatta “ABD’yle birbirine girsin, biz Rusya olarak bu çatışmadan yara almamış güç olarak çıkıp yükselelim; 2. Paylaşım Savaşı sonrasındaki ABD gibi…” Anımsayalım: Savaşta Sovyetler yakılıp yıkılırken, farklı milliyetlerden 25 milyon Sovyet yurttaşı ölürken, ABD’nin maddi kayıpları ve can kayıpları çok daha az olmuştu. Kimilerine göre bu eşitsiz örselenme, Sovyetlerin sonul çöküşünün önnedenlerinden olmuştu. Böylesine büyük kayıplar, onyıllar içinde bile telafi edilemeyecekti.

 

Çin’in KYİ’si, Rusya’nın Orta Asya’daki manevra alanını er ya da geç daraltacak. O zaman, belki de, üç bloklu bir dünyayla karşılacağız. Zaten şimdiden böyle bir üçlü düzenin öncüllerini deneyimliyoruz. Dünya gündemini AB(D) ve bağlaşıkları kadar Çin ve Rusya’nın da meşgul ettiği, sıcak zamanlar yaşayacağız. Bunların hepsi, o günlerin önbelirtileri...

  

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder