Yaşlılık
Üstüne Bir Öykü: Birlikte ya da Solo
Ulaş Başar
Gezgin, ulasbasar@gmail.com
- Beyefendi,
şu amcaya işaret eder misiniz, gelsin benim yerime otursun.
Tramvaydaki
genç kız böyle diyordu orta yaşlı adama. Amca ise oralı olmadı, oturmak
istemiyordu. Böyle başladı genç kızla orta yaşlı adamın tek taraflı konuşması:
- Şimdi siz
yer vermek istediniz ya, ama amcanın oturası yok. Geçende yaşlı bir yazardan
okudum, “bize yer veriyorsunuz, rencide oluyoruz” demiş ve şöyle devam etmiş:
“böylelikle, yaşlı, çökkün, bitkin, çaresiz göründüğümüzü ima ediyorsunuz. Ya
ruhumuz gençse? Üstelik, belli bir yaştan sonra damarların tıkanmaması için
oturmak değil, ayakta durup hareket etmek daha iyi…”
Oturmaya
devam eden genç kızın yanında öyle ‘yaşlı, çökkün, bitkin, çaresiz’ görünmeyen
bir adam bu noktada araya girdi ve böyle başladı ruhu genç amca ile orta yaşlı
adamın konuşması:
- İşte tam
da beni tarif ettin. Ben 74 yaşındayım ama ruhum genç. Yaşa niye bakıyorlar ki,
bakın bol bol balık tutuyorum.
(Amca, pazar
arabasının üstünü açtığında, bir bidonun, ağzına kadar gümüş balığıyla dolu
olduğunu gören herkes şaşıracaktı.)
- Hiç
yaşınızı göstermiyorsunuz.
- Göstermem
elbette; ne kadar çok hareket o kadar gençlik…
- Nerede
tutuyorsunuz? Dört mevsim tutuyor musunuz?
- Galata
Köprüsü’nde tutuyorum. Hiç aksatmam, yaz-kış demem, her gün giderim.
-
Karadenizli misiniz, özellikle de Trabzonlu musunuz diye merak ettim. Hergün bu
kadar balık tutuyorsanız, onların yaptığı gibi tatlısını yapıyorsunuzdur belki
balığın…
- Yok, derin
dondurucuya koyuyorum, Bursa’da akrabalarım var, onlara gönderiyorum.
- Bursa’da
balık yok muymuş? Onlar tutamıyor muymuş?
- Yok, onlar
da benim yaşımda ama içleri geçmiş, tutamıyorlar. Onların hareket etmeye etmeye
içi geçmiş, ancak çiçek suluyorlar.
- İçi
geçenler genelde çiçek mi sular?
- Bizim
yaşlarımızda çoğunlukla öyle olur.
- Yani bu balıklar da akrabalara
gidiyor.
- Ama sizin
onlara balık vermek yerine balık tutmayı öğretmeniz daha iyi olmaz mıydı?!
(Karşılıklı
gülüyorlar ve böylelikle başlıyor diğer yandaki orta yaşlı hanımla orta yaşlı
adamın konuşması:)
- Bizde de
bir balıkçı var, hergün gidiyor ama bir türlü tutamıyor, hergün kovası boş
dönüyor. Yine de bir sonraki gün bir daha gidiyor. İnsan en azından utanır da,
gelmeden önce balıkçıdan balık alıp kovasına koyar, “bunları ben tuttum” der.
- Belki de
kendisiyle barışık bir insandır. Mutluluk, onun için başarıdan daha önemlidir.
Balık tutma çabasıyla eline balık geçmesini değil, balık tutma çabasının
kendisini istiyor ve seviyordur. Olamaz mı?
O sırada tramvayın arka taraflarında
bir balıkçı daha vardı; konuşmaları duyuyor ama sohbete katılmıyordu. Onun
aklından şunlar geçiyordu: “İşte bu da benim. Evden kaçıyorum, balık bahane.
Evdeki kavga, gürültü, başarı beklentisi vb. dışarıda yok. Neden evde
oturayım…”
Diğer
köşedeki bir diğer balıkçı, içinden şöyle diyordu: “Ben tutup tutup
bırakıyorum. Bir yandan tutasım var, bir yandan da kıyamıyorum.”
Bidondaki
balıklarsa şöyle diyordu seslerini duyurabildiklerine: “Bizi kendi
sorunlarınıza ne alet ediyorsunuz lanetli sapiens türü… Bir de zeki
olacaksınız… O kadar zekadan çıka çıka bunlar mı çıkıyor… Zaten iklimi de
değiştirdiniz, yumurtalarımızı bırakacak yer bulmak için akla karayı seçiyoruz.
Nice ülkeler batırdınız, bari şu dünyayı batırmayın. Ama kime anlatıyoruz ki…”
Fakat bir
dakika sonra, az önce söylediklerini unuttular ve son nefeslerinde hayatın
anlamı ve anlamsızlığı üstüne düşündüler. Sapiensler, canlı hayatını anlamlı mı
kılıyorlardı anlamsız mı… Kendileri için? Başkaları için?
O sırada,
dışarıda bir turist lokantasından eski bir parça çalıyordu: “Ben genç olmak
nedir bilirim ama sen yaşlı olmak nasıl birşey bilemezsin…”
Balıkların
arasında ne yazık ki küçük kara balık da vardı. O ise şöyle dedi: “Çocuklar,
büyüyünce (aslında hiç büyümeyin, böyle iyisiniz), benim için “gittiği yol, yol
değil” diyenlere inanmayın. Bu kadar yol bu kadar köprü bu kadar beton bu kadar
gökdelen, bunların hepsinin bir bedeli var, terletecek kadar herkesi ve
üşütecek kadar…
“Demek yaşlı
olmak böyle birşeymiş” dedi orta yaşlı adam, o yorucu, bol koşuşturmalı günün
sonunda, ayakları tutmuyor, kafası çalışmıyordu. Beyni eski kayıtları tutarken,
yenilerine izin vermiyordu. “Böylesi daha iyi değil mi?” dedi bu satırları ilk
okuyan… Ne kadar unutkanlık, o kadar mutluluk… Bilgisizlik mutluluk getirir hem
balıklara hem sapiense… Hem de bu sözü kim söylemekteyse ona...
Tramvay, son
seferini yaptı; ısrarla ayakta kalmayı yeğleyen amca, sayısız kez aynı hatta
gitti geldi. Genç olduğunu kanıtlamaya mı çalışıyordu? Yoksa kendine işkence
etmeyi seven biri miydi? Sordum ama oralı olmadı, “küçükken kara bir balıktım,
büyüdüm böyle oldum” dedi. Artık kavrukçasına beyazlaşmış bir balık olsa da,
içindeki karacayı asla susuz bırakmamıştı ve asla sus’lu…
Düşünce
trenleriyle yola çıkıp arzu tramvaylarıyla yol alan bu uygarlık, sonunda
arzuları trende bırakıp düşünceleri tramvaya bindirmişti. Arzular hızlanmış,
düşünceler yavaşlamıştı. Arzular ağır yük olmuştu, düşüncelerse hafif raylı… Ya
peki sürücüsüz mü düşüncelerimiz bu çağda? Kaç kez çıkabildik sürü olmaktan ve
ne kadar süreliğine?
Her zaman
ayakta, isyan halinde olmakta ısrarcı amca atıldı hemen:
- Tramvaylar
sürücüsüz, hava araçları insansız, denizler balıksız, trenler düşüncesiz… Ben
ne yapayım da isyan etmeyeyim bu çağda?.. Söyle nasıl oturayım da bir
izleyiciye dönüşeyim tribünlerde… En ateşli tribün bile geçemez izleyiciliğin
ötesine...
Kendisine
hak verdim: Ona baktım, geleceğimi gördüm; bana baktı, geçmişini gördü. Kendi
kendime hak verdim.
Ayakta
durmaya devam edeceğim. Aranızdaki genç ruhlular için, içinizdeki o genç ruh
için yer ayırdım yanımda. Bu hayatı böyle geçireceğiz işte, birbirimize tutuna
tutuna… Yok eğer gelen yoksa, kendi kendime dengede durmayı da bilirim.
Birlikte ya da solo, yaşlanacağız ya da gençleşeceğiz tam da böyle, bu
hayatta...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder