Edebi Bir
Yapıt Nasıl Bırakılır?
Prof.Dr. Ulaş Başar Gezgin, ulasbasar@gmail.com
Twitter: ProfUlas
Edebi bir yapıt nasıl bırakılır?(*) Bu sorunun yanıtı,
yapıtın türüyle oldukça ilişkili. En kolay bırakılma, edebi köşe yazılarında
oluyor. Bu tür, Türkiye’de az biliniyor. Buradan kastımız, şiirsel bir dille
yazılan köşe yazıları. Şöyle bir örnek verebiliriz:
“Bu ülkede hep karalar kazandı. Denizler kazansaydı böyle
olur muydu sizce? Amerikan üsleri olur muydu gül gibi ülkede, diken gibi... En
parlak gençlerimize, Amerika’ya gitmeleri öğütlenir miydi? Askerlik arkadaşı
olur muydu yine, NATO ve Türkiye? ‘Amerikan modeli’ deyip de başka bir şey
demeyecek miydi üniversiteler? Bir savaş olur muydu yine de Doğu’da,
Güneydoğu’da, canını yakan, her iki tarafın da? Bunca garip olacak mıydı
ülkede? İçeride, dışarıda süründürülecek miydi bunca genç? Bu kadar iş düşecek
miydi sansür kurullarına? ‘Sansür kurulu’ diye bir olay olacak mıydı bir kere?
Ortalık hep böyle kan mı kokacaktı? Deniz kokusu daha iyidir oysa... Açlıktan
ölen çocuk olacak mıydı, dayaktan ölen, sorumsuzluktan ve nice sayılamaz
dertten toplumu kemiren? Bu kadar reklam olacak mıydı gözümüzün önünde, hangisi
yalan, hangisi gerçek? Bu kadar çok burnu kalkık olacak mıydı ülkede, bu kadar
havalı? Yalancı olacak mıydı yine gülüşler; müşteri hoşnutluğu gülüşleri? Gerek
kalacak mıydı müşteriyi hoşnut etmeye bir kere?
Denizler kazansaydı; bu ülke, bir kere, barışırdı deniz
ürünleriyle... Karides yiyebilirdi hamsi niyetine, “mundardır onlar” demeden.
Et de yiyebilir miydi insanlar sonunda? Şöyle kebap, şöyle iskender, şöyle
adana... Vitrinde öyle kalmazdı değil mi, buharına banmazdı değil mi açlar
açıklar vitrinin dışından? Değil mi, denizler kazansaydı, denizler
kazansaydı...
(...)”
Bu tür, bırakması en kolay olanlardandır; çünkü gazete ya da
bir site için yazılır. Bunlar, özellikle birinciler, yazardan belli bir sözcük
sınırını aşmamalarını isterler. Böyle olunca, yazı belli bir sözcüğe gelince, o
noktada, metin üzerinde son düzeltmeler yapılır ve teslim edilir. Bu türün
diğer özelliği ise, birşeyler anlatmak yerine birşeyler hissettirmenin
amaçlanmasıdır; bu nedenle, anlatısal bir bütünlük gibi bir yük söz konusu
değildir.
Bundan sonra, en kolay bırakılan türlerden biri anı
olabilir. Bu türde, başımızdan geçeni anlatmak gibi bir niyetimiz olduğu için,
bu hedefe ulaştığımızda dururuz. Günceler de benzer kolaylıktadır; çünkü bir
gün boyu yapılanlar anlatılır. Başı ve sonu bellidir. Gezi yazıları da kolay
bırakılır. Fakat bugün yazılan gezi yazılarının çok azı edebi sayılır. Eskiden
edebiyatçılar gittikleri ülkeleri sanatlı bir dille anlatırlardı. Bu türün soyu
tükenmek üzere. Yine gezilerin bir başı ve sonu kolaylıkla yerli yerine
oturtulabileceğinden, bu türü bırakması daha kolaydır.
Masallar da, özellikle çocuklara yazılıyorsa, görece
kolaydır. Zaten basit ve kısa tutulması gerekir ve çoğunlukla sade bir dil ve
düz bir anlatı yapısı vardır. Kişilikler tanıtılır, başlarından geçen olaylar
aktarılır ve son… Bundan sonra deneme gelir. Deneme türü Türkçe’de öldü ya da
farklı anlamlar kazanarak düzyazıyla eşdeğer görülmeye başladı. Deneme,
düşüncelere ağırlık verilen, fakat edebi bir dil kullanılan bir türdü. Bunun
eskiden ustaları vardı. Şimdi bu da yavanlaştı.
Sonraki tür, kısa öykü. Az ve öz bir anlatı türü. Bu tür,
dergilere yönelik olarak yazılıyorsa, dergilerin belli bir uzunluk/kısalık
beklentisi olacaktır. Kısa öyküye dönüp dönüp onda değişiklik yapmak pek yaygın
bir durum değildir. Uzun öyküde değişiklik beklentisi artar ve bu tür, görece
daha zor bırakılır. En zoru ise, romandır. Hem uzunluğu hem de kurgu hakimiyeti
gibi temel zorunluluğu nedeniyle, en çok dönüp dönüp bakılan tür, roman
olmaktadır. Gerçi artık, yayınevlerinden editör desteği alınabiliyor. İkinci
bir gözün bakması fark yaratıyor. Fakat içine sinme anlamında, en zor
bırakılan, sık sık roman oluyor. Öte yandan, kimi edebiyatçılara göre, daha da
zoru var: Şiir. Şiir de roman gibi, en çok dönüp dönüp değişiklik yapılan
türlerin başında gelir. Kimi şairler, şiirleri deneme tahtasında bekletir gibi
bekletir. Düzeltmeler yıllara yayılabilir. Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi kimi
şairler ise, kimi şiir kitaplarını adeta yeniden yazmışlardır; eski baskılara
artık ulaşılamaz. Dağlarca, ilerleyen yaşlarında arı dil yanlısı olmuş, ilk
şiir kitaplarındaki eski sözcükleri ayıklamıştır; ancak bunları yaparken, kimi
durumlarda neredeyse yeni şiirler yazmıştır. Zaten diğer türlerdeki durumun
tersine, şiir için tek bir sözcük bile önemlidir. Bırakma zorluğu da buradan
kaynaklanıyor.
Bu nedenlerle, bırakması en zor türlerin, roman ve şiir
olduğunu düşünüyoruz.
Bu türlerin kitaplaşmasında ise, çok uç bir durum olmadığı
sürece içeriğe dokunulmaması yeğlenir. Temel olarak 4 tür uç durum olabilir,
bunlar değişiklik gerektirebilir: Birincisi, kişisel bir sorun olabilir:
Kitabın girişinde bir arkadaşınıza teşekkür ediyorsunuzdur, ama kitaplaşma
aşamasında aranız açılmıştır. Buna ikili ilişkiler de girer. Kitabın içeriğinde
de benzer bir sorun olabilir. Bir öyküde kendinize yakın birinden
bahsediyorsunuzdur, ama artık yakın değilsinizdir. Bir kızı/erkeği
sevmişsinizdir, şiir yazmışsınızdır; kitaplarda yer alacaktır bu şiirler; fakat
sonra o ilişki hayal kırıklığıyla sonuçlanır vb.
İkinci tür bir sorun, teknik bir sorun olabilir. Yazım
hataları ve sayfa düzeniyle ilgili sıkıntılar söz konusu olabilir.
Üçüncü tür bir sorun, yapısal bir sorun olabilir. Örneğin,
bir roman ya da öykü yazmışsınızdır, ama yapısal bir sorun vardır. Kişiliklerin
adları yanlış olabilir, bu nedenle olay örgüsünde eşleşme olamamıştır ya da
olaylarda bir tutarsızlık vardır. Örneğin, kişiliklerden birinin falanca
tarihlerde filanca şehirde yaşadığını yazmışsınızdır, ama başka bir paragrafta
ya da bölümde bununla çelişen bir bilgi vardır. Böyle bir durumda kurguya
müdahale etmek gerekebilir.
Dördüncü tür bir sorun, toplumsal boyutlarla ilişkili
olabilir. Örneğin, ilerici demokrat, kadın duyarlılığıyla dolu diye bilinen
ünlü bir şairin ilk kitabı (ki şaşırtıcı olmayacak bir biçimde gençlik
döneminde yayınlanmıştır), ırkçılık ve ayrımcılıkla doludur. Bu durumda şairin
önünde üç seçenek vardır: Ya “arşiv değeri var” diyerek bu şiirleri olduğu gibi
yayınlatır; ya utanç duyarak hiç yayınlatmaz; ya da düzeltmelerle
yayınlanmasına izin verir. Fakat ırkçı ifadeler tek tük değil de metnin
genelinde varsa - ki bu şair için durum buydu- o zaman bu seçenek geçersiz
olacaktır. Benzer bir biçimde, metinde daha önce doğru bulduğunuz fakat artık
katılmadığınız birtakım görüşler olabilir. Yine bu üç seçenek ortaya çıkar.
Buna bir örnek daha verebiliriz: Sabahattin Ali, Nazi karşıtı sosyalist bir
yazardır. Fakat 2. Paylaşım Savaşı öncesinde yazdığı bir yazıda, daha sonra
Nazi yanlısı olacak Knut Hamsun’u över. Hamsun’un faşistliği sonradan ortaya
çıkar. Sabahattin Ali’nin bunu öngörme olanağı bulunmamaktadır. Bu yazı, arşiv
değeri olduğu için yayınlanmıştır, fakat artık, yazarın düşünsel dünyasını
yansıtmaktan uzaktır.
Görüldüğü gibi, metni bırakma edimi, tür özellikleriyle
fazlasıyla ilişkili. Fazla takıntı yapmamak gerekiyor. Bir metni bırakamayış,
yeni metin üretiminin önüne geçmemeli… Yoksa, konu, erken çocukluğa kadar
geriye çekilebilecek psikodinamik yaklaşımlara kapı aralamış olacak...
(*) Bu yazıya katkıları için Alper Yaman’a teşekkür ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder