Videolar

16 Nisan 2021 Cuma

Çin Halk Cumhuriyeti’nin 70. Yılı Üzerine

 

Çin Halk Cumhuriyeti’nin 70. Yılı Üzerine

 

Prof.Dr. Ulaş Başar Gezgin, ulasbasar@gmail.com

Twitter: ProfUlas

 

Çin Halk Cumhuriyeti’nin 70. yılındayız. Çin kaynakları, bu vesileyle ülkenin başarılarına vurgu yapıyor; küresel Batılı kaynaklar ise zayıflıklarına. Bu iki farklı bakışın dengeli bir değerlendirmesini yapmak şart.

 

Küresel Batı’nın beklentisi, Çin’in, ekonomisini dışa açarak, Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olarak, yurtdışına daha fazla öğrenci göndererek vb., er ya da geç bir piyasa ekonomisine dönüşeceği, tekpartili düzenden Batılı türden ‘çokpartili’ bir düzene geçeceği (bu Batılı modeli uygulayıp da rahata eren bir tane bile Asya ülkesi varsa haber etsin) vb. gibi iyimser bir nitelik taşıyordu. Amerikan hükümeti, ilginç bir biçimde, Sovyetlerin çözülmesinden başlayarak, Çin’e bilerek ya da bilmeyerek, marksist bir açıdan bakıyordu!!! Temel marksist düşünceye göre (üstünde çokça tartışma olmakla birlikte) ekonomik ilişkiler altyapısal olarak siyaset başta olmak üzere diğer tüm üstyapı kurumlarını belirliyordu. Çin’in zenginleşirken Batı tipinde bir ‘demokratikleşme’ye gitmemesi, marksizmi olmasa da dogmatik marksizmi geçersiz kılacak bir nitelikteydi. İnsan toplumları, yalnızca belirlenimci yasalarla açıklanamaz. İnsan bilimleri, doğa bilimlerine indirgenemez. Bunun nedeni, insanın doğayı değiştirme gücü ve olasılığında yatar. İnsan toplumlarında ona etki eden devletler, şirketler, kurumlar, hak arama hareketleri vb. vardır. Maddi altyapı koşulları, bu öznelerin yaptıklarıyla etkileşimli olarak geleceğe doğru yol alır.

 

 

Küresel Batı’nın Dogmatik Marksçılığı

 

Devrimin ekonomik olarak en ileri toplumlarda gerçekleşeceği savı (Marks’ın İngiltere’de devrim öngörüsünün tutmayışını anımsayalım),  tam da bu nedenle yanlıştır. Bir devrimi ya da herhangi bir toplumsal gelişmeyi yalnızca gelir düzeyi, üretim düzeyi, işsizlik oranı, enflasyon vb. gibi nesnel koşullar tek başına belirlemez. Bir de, öznel koşullar vardır: Toplumsal değişimden yana ve buna karşı olan oyuncuların planladıkları ve güçleri ile kaynakları ve insanları seferber etme becerileri de etkili olur. Böylelikle, öznel özelliklerin (örneğin güçlü bir muhalefet örgütü ya da partisi) nesnel koşullara baskın çıkmasıyla, devrim beklenmeyen bir ülkede devrim olabilir ve de yokluktan kırılan, devrim beklenen ülkelerde, öznel nedenlerle, hakkını arayanlar iyi örgütlenemedikleri için devrim gerçekleşmez. İşte küresel Batı’nın Çin’le ilgili yanılgısı, yalnızca nesnel koşullara bakması, öznel özellikleri gözden kaçırıyor olmasındaydı.

 

 

ÇKP’nin Sovyet Dersleri

 

Aslında, küresel Batı’nın bu hatasında, Sovyetlerin çöküşünün büyük payı var. Orada, sosyalizm adı altında yeni bir egemen sınıf türemiş ve Sovyetlerin ortadan kalkması da, dışarıdan müdahalelerden çok bu egemen sınıfın çıkarlarından ileri gelmişti. Birçok örnekte, Sovyetlere son veren Komünist Partisi yöneticilerinin hatırı sayılır bir bölümünün, çöküşle birlikte sonradan görme yeni zengin sınıfı oluşturduğunu görmüştük. Küresel Batı’nın Çin ile ilgili beklentisi de bu yöndeydi. Çin’in yüzünü dünya kapitalizmine dönmesiyle, ülkede yeni bir egemen sınıf oluşacak ve bunlar, “komünizm bizim çıkarımıza değil; tümüyle kapitalizme geçelim” diyeceklerdi. Oysa, ÇKP, Sovyet yenilgisinden acı bir ders çıkarmıştı. Komünizmi bırakmak yerine, onu yeniden tanımladılar. Ülkede komünizmin kurulmasına çok vardı, önce Çin kalkınmalıydı; ancak ondan sonra komünizme geçilebilirdi. Bu geçiş döneminde, Çin usulü sosyalizm uygulanacaktı. Bundan kasıt ise, kamu iktisadı teşekküllerinin (KİT) stratejik amaçlarla korunduğu, fakat özel sektörün de girişimciliğe özendirildiği bir düzendi. İşte, küresel Batı’nın beklentisi, ya Sovyetlerdeki türden darbe-renkli devrim-meclisi bombalama bulamacı kanlı bir ‘Batılılaşma’ ya da bu KİT’lerin verimsiz oldukları iddiasıyla bir bir özelleştirilmesiydi.

 

 

KİT’ler Verimsiz mi?

 

Bu verimsizlik üstünde biraz duralım: İktisatta iki tür verimlilik kavramı vardır. Birincisi, üretimsel verim, ikincisi dağıtımsal verimdir. Bir ülke üretim anlamında çok verimli olabilir, fakat kaynakların topluma dağılımında büyük bir adaletsizlik varsa, bu hem etik değildir hem de o ülkenin er ya da geç toplumsal patlama noktasına gelmesine yol açar. KİT’leri tümden özelleştirirseniz, işsizliği uçurmakla kalmayıp dışa bağımlılığınızı arttırırsınız. Örneğin, kağıt bile üretemez hale gelip kağıdı dolar kuru üstünden dışarıdan alırsınız. Yerli üretimi ne kadar kısarsanız, enflasyonu o kadar uçurursunuz. Ayrıca, her üretim yüksek kazançlı değildir. Bu nedenle, özel sektör o alanlara girmez. Yine de o mal ve hizmet üretimlerinin yapılması gerekiyor. Örneğin, tümüyle serbest piyasacı bir ülkede, yetimhaneler açılamayacaktır. Kâr getirmez. Tümüyle özel sektöre bırakılsa, besin, elektrik, su ve ulaşım mal ve hizmetlerinin üretimi sekteye uğrayacaktı. İşin gülünç yanı, Çin’e serbest piyasaya geçmesini salık veren küresel Batı, asla tümüyle serbest piyasaya geçmiyordu, geçmedi de. Kimi sektörlerde, stratejik hedeflerine uygun olarak, kendi üreticilerini koruyordu. Lobici olarak hangi kesimler güçlüyse, onlar dış ticaretin yarışmacılığına karşı koruma alıyordu. Konuyu bağlayacaksak, verim, herşey değildir. Üretim her zaman, verim ve kazanç için yapılmaz. KİT’lerin özel sektörün değerlendirildiği ölçütlerle değerlendirilmesi, en başından yanlıştır. Dahası, çalışanların refahı, bu tür tartışmalarda gözden kaçıyor.

 

 

Çin Komünist Partisi’nin Gücü

 

Asıl konumuza dönersek, işler, küresel Batı’nın istediği gibi gelişmedi. Çin, Sovyetler gibi dağılmadı; ÇKP (Çin Komünist Partisi), tarih sahnesinden silinmedi. Bugün tarihin akışını değiştirme gücüne sahip ana özneler, büyük devletler ve büyük şirketler. Devletlerle şirketler arasındaki sınır, son dönemde iyice muğlaklaşmış durumda. Bu, Kuzey Atlantik’te de böyle, Çin’de de. Çin’in binlerce yıldır aynı coğrafyada yerleşik olmasının ve devasa ölçeğinin getirdiği birçok üstünlük var. Ancak, nüfusu 1.5 milyara giden bir ülkenin ister kapitalist ister sosyalist olsun, dağılmadan günümüze gelmesi bile tek başına büyük başarıdır. Bunda Çin Komünist Partisi’nin rolü göz ardı edilemez. Sosyalizmden bu kadar kolay uzaklaşılması bile, bu partinin gücünün kanıtı sayılmalıdır. Böyle büyük bir dönüşümün tüm ülkeyi alt üst etmesi beklenirdi, öyle olmadı.

 

 

Ölçek mi Parti mi?

 

Kuzey Atlantikli yorumculara göre, ÇKP, Çin’in başarılarındaki kendi payını abartıyor. Konuya şöyle bakıyorlar: “Evet Çin, 70. yılda dünyanın ikinci büyük ekonomisi oldu. Dünyanın en büyük döviz rezervlerine, en çok hızlı trene, telefona sahip vb. Ama bunlar yalnızca ölçeğinden kaynaklı veriler; ÇKP’nin başarı hanesine yazılamaz. Ona bakarsanız,” diyorlar, “en yüksek trafik kazası, intihar, grip salgını vb. de Çin’de”.

 

Ölçeğin başarıda etkisi olduğu doğru; ancak ÇKP olmasa bu ölçekteki bir ülkeden başarı çıkmayabilirdi. Akla ilk olarak, dünyanın en kalabalık demokrasisi olarak göklere çıkarılan Hindistan’da yaşanan sorunlar geliyor. İki ülkenin toplumsal koşulları çok farklı olmakla birlikte, başarılar çoğunlukla ölçeğe bağlanabilseydi, nüfusu Çin’inkine yakın olan Hindistan’dan da aynı başarıyı beklemeliydik. ÇKP iktidarında, Çin’de insanların beklenen yaşam süresi uzadı. Bu da önemli bir etmen.

 

 

Çin’in Ekonomik Başarıları

 

Küresel Batılı yorumcular, Çin’in ekonomik büyümesi anımsatıldığında, “ama kişi başı gelirde Japonya’nın, Güney Kore’nin, Tayvan’ın vb. gerisinde” demekten hoşlanıyorlar. Bu, ÇKP’nin görmezden geldiği bir bulgu değil; tersine, hedefleri arasında. Kaldı ki, kişi başı gelirde kimi ülkeleri henüz yakalayamamış olsa da, Çin’de kişi başı gelirde de büyük bir yükseliş olduğu ortada. Artık ‘Asya’nın hasta adamı’ gibi ifadeler duymuyoruz; onun yerine “uyuyan dev uyandı” gibi sözlerle karşılaşıyoruz.

 

 

Yine “ÇKP, milyonlarca Çinli’yi yoksulluktan kurtardı” sözü eleştirilir. Bu eleştiride haklı ve haksız yönler var: Milyonlarca Çinli gerçekten geçmişe göre çok daha iyi koşullarda yaşıyor. Ancak, uzun mesai saatleri (aklımıza hemen Alibaba’nın sahibi Jack Ma’nın 6 gün 12 saat çalışma söylemi (diğer adıyla ‘996’, 9’dan 9’a 6 gün çalışma) geliyor) ve berbat çalışma koşulları (bu kez ise akla intihar eden Foxconn işçileri geliyor -ki Foxconn Apple için parçalar üreten devasa Çin şirketidir), sendikasızlık, hakkını arayamama ve gelir uçurumu gibi gerçekler karşımızda. ÇKP, sosyalizmi yeniden tanımlarken, gerçekte kapitalistlerden daha kapitalist bir noktaya savruldu.

 

 

Kuzey Atlantiklilerin Özeleştiri Vakti

 

Fakat Kuzey Atlantiklilerin özeleştiri yapma vakti: Bu insancıllık açısından kötü olan sonuçlardan yalnızca ÇKP değil Çin’e yatırım yapan yabancı şirketler de sorumlu. Büyük kazançlar elde ettikleri için bu duruma ses çıkarmadılar. Ucuza çalıştırılan Çinli işçilerin sırtından elde edilen haksız kazanç, ÇKP, Çinli orta-üst sınıf ve Kuzey Atlantik kökenli şirketler arasında pay edildi. Sömürüde ortaklaştılar. Batı, askeri işgalle nitelenen eski tarzda sömürgeciliği büyük oranda bıraksa da (gerçi, Irak, Libya ve Afganistan gibi istisnalar az değil), Çinli emeği sömürüsü üzerinden -ki buna ‘emek sömürgeciliği’ adını verebiliriz- palazlandı. Bugün ‘hayran olunan’ Amerikan ve Avrupa şehirlerinde, hem geçmişte sömürgelerden yapılan gaspın hem de Çinli emek sömürüsünün rolü var. Bu kentlerde Çinli emekçilerin ödenmemiş hakları var ve “haklarını helal etmeleri” zor.

 

 

ÇKP’nin En Büyük Korkusu

 

Bugün ÇKP’li olup zengin olunabilir. Temel düşünce şu: Zengin olabilirsin, ama rüşvet alma. Zengin nasıl olunur? Devlet görevlisi, bir de şirket kurar. Devlet bağlantılarını kullanarak şirketini büyütür. O da olmadı, şirketi bir yakın akrabasının üstüne yapar. Devlet işlerinde gibi görünür ama asıl özel işini yapar. Böylece, ÇKP’li bir zenginler kulübü oluşmuş durumda. Çin’in hâlâ sosyalist olduğuna ve belli bir kalkınma düzeyinden sonra komünizme geçeceğine hâlâ iyimserce inananlara kötü haber: Mecliste kararları alan, bu kulüp. Onların çıkarları ne sosyalizmde ne komünizmde. İşte tam da bunun için, kimi araştırmacılara göre, ÇKP’nin en büyük korkusu, Çin’de maoist gençlik hareketlerinin güçlenmesi. ÇKP’ye hesap soracak en büyük oluşum bunlar olacak.

 

Çin’in teknolojik ilerlemeleri büyük başarı. Uzaya insanlı araç gönderebilen üç ülkeden biri. Yapay zekada öncü. Ancak aynı zamanda, milyonlarca MOBESE, yüz tanıma yöntemleri ve biyopolitikalarla, devasa bir gözetim toplumu. Fakat Snowden’ın ortaya çıkardığı gerçekler, Kuzey Atlantik ülkelerinin benzer bir nitelikte olduğunu ya da oraya doğru gittiğini gösteriyor. Bu nedenle, Kuzey Atlantik ülkeleri için, ‘post-demokrasi’ ifadesini kullananlar var.

 

 

70. Yılında Çin Halk Cumhuriyeti’nin Sorunları

 

Bugün Çin’in sorunlarının başında, ABD’yle ticaret savaşı, beklentinin altında kalan ekonomik büyüme rakamları ve Hong Kong’daki Amerikancı saldırgan protestolar var. Çözülemeyecek sorunlar değil. Hepsinden daha önemlisi, gelir ve varlık adaletsizliği söz konusu… Zenginlerle yoksullar arasındaki uçurum ne kadar büyürse, toplumsal patlama olasılığı o kadar yüksek olur. Ancak, başta belirttiğimiz gibi, öznel koşulları da dikkate almamız gerekiyor.

 

Bir diğer sorun, yaşlanan nüfus. Ülke, tek çocuk politikasından vazgeçmiş olsa da, çocuk yetiştirmek çok masraflı olduğundan, halk genel olarak birden fazla çocuk düşünmüyor. Çin, Güney Kore ve Japonya gibi yakın gelecekte demografik daralma felaketini yaşamak istemiyorsa, çok çocuk sahibi olmak isteyen ailelere teşvikler ödemek zorunda kalacak ya da dışarıdan büyük bir yabancı işçi göçü alacak ki bu, stratejik planlar açısından pek de olası görünmüyor. Bütün bu sorunlar bir sır değil. ÇKP’nin bunlara karşı önlem alacağına kuşku yok.    

     

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder