Videolar

16 Nisan 2021 Cuma

Modern Yunanistan Tarihinde Bir Gezinti

 

Modern Yunanistan Tarihinde Bir Gezinti

 

Prof.Dr. Ulaş Başar Gezgin, ulasbasar@gmail.com

 

Bir matematikçi, evrene baktığında sayılar arasındaki ilişkileri keşfederek ve kimi zaman da icat ederek temel örüntülerin (pattern) peşine düşer.[1] Bir yazın araştırmacısı ise, anlatılardaki temel izlekleri (tema) inceler. Bu yazıda modern Yunanistan tarihinin temel izleklerini ve örüntülerini ele alıyoruz. Modern Yunanistan tarihi, 1821’de Yunanlıların Osmanlı’ya karşı kurtuluş savaşı başlatmalarıyla önceki dönemden ayrılır.[2] Ancak 1821 ve sonrasını anlamak için Bizans’a ya da en azından Bizans’ın çöküşüne bakılmalıdır.

 

 

İstanbul’un Fethine Diyalektik ve Materyalist Bakış

 

İstanbul’un fethi (alınması) ve Bizans’ın çöküşüyle ilgili olarak Türkçe’de kayda değer bir kaynak var. Bu, Yannis Kordatos’un ‘Bizans’ın Son Günleri’ adlı kitabı.[3] Türk-İslam tarihçilerinin el üstünde tuttuğu bu kitap, Bizanslıların bir bölümünün Osmanlı’yı bile isteye şehre soktuğunu ileri sürer. Kitap, Yunan milliyetçiliğinin uydurduğu efsanelere karşıdır. 29 Mayıs 1453’e kadar öne çıkan Bizans toplumsal sınıflarının çözümlemesi yapılır. Katolik Kilisesi ile Ortodoks Kilisesi arasındaki çatışmaya dikkat çekilir. Katolik Kilisesi’nin doğuya gönderdiği Latin ordusu, Haçlı Seferi bahanesiyle Konstantinopolis’i yağmalamıştır. Bunun acı anıları hâlâ canlıdır. Bu nedenle, halkın dikkate değer bir bölümü, Katolik Avrupa’dansa Müslüman Türkleri tercih etmektedir. Bizans yönetimi zaten toprak kayıpları nedeniyle vergileri iyice arttırmış; bu da halkın tepkisine yol açmıştır. Bizans halkı kurtarıcı beklemektedir. O dönemde, halk birlikçiler ve ayrılıkçılar olarak ikiye ayrılmıştır. Birlikçiler Katolik kilisesiyle Ortodoks kilisesinin birleşmesini savunurken, ayrılıkçılar Katolik kilisesini düşman olarak görür. İşte şehrin kapılarını açan, Müslüman Türkleri Tanrı’nın birlikçilere ve Katoliklere verdiği ceza olarak yorumlayanlar bu ayrılıkçılardır. Öte yandan, milli tarihyazımının tersine, iki taraf da tümüyle Hıristiyan ya da Müslüman değildir. Fatih’in ordusunda Ortodoks Sırp paralı askerler ve Bizans ordusunda Müslüman Türk paralı askerler bulunur.

 

Fetih/çöküşten sonraki ilk patrik, bir ayrılıkçıdır. Bizans’ın içindeki bölünme elbette Osmanlı’nın işine gelir. Birlikçilere karşı ayrılıkçılar desteklenir. Ayrılıkçılar daha fetihten önce Müslüman Türklerin şehri alacağına ilişkin kehanetler uydurup yaymıştır. Zaten böyle bir beklenti oluşturmuşlardır. Onlar Bizans tarafına göre ‘vatan hainleri’dir. Fakat bu ‘hain’likleri, Ortodoksların kendi içlerinde bağımsız olmalarına ve kiliselerinin bir bölümünü cami olmaktan kurtarabilmelerine yol açacaktır. Fatih gibi ince bir strateji ustası olmayan[4] Yavuz Sultan Selim, Konstantiniye’deki bütün kiliseleri cami yaptırmaya karar verir. Kiliselere koruma sağlayan Fatih fermanı kaybolmuştur. Ancak ileri yaşlarda olup fethe ve anlaşmaya tanıklık etmiş olan Müslüman yeniçeriler, kilisenin imdadına yetişir. Fatih fermanı onların tanıklığıyla tekrar kayda alınır; böylece kiliseler kurtulur.

 

Kordatos’un çıkardığı sonuçlar, milli tarihyazımının hoşuna gidecek türdendir. Oysa asıl dikkat çekici olan, onun tarihyazımı yöntemidir. Bu tarihyazımı bir kere sınıfları hakkıyla çözümleyip ekonomik altyapıyı es geçmediği için tarihsel maddeci ve tarihi iç ve dış çatışmalar üstünden tariflediği için de diyalektik maddecidir. Oysa kitabın Türkçe baskısında yazarla ilgili bilgi verilmemiş. Kim bu Kordatos? Yannis Kordatos (1891-1961), tahmin etmişsinizdir, marksist bir tarihçi. Bizans ve modern Yunanistan tarihi konusunda çok önemli yapıtlar bırakmış bir öncü araştırmacı. Ama bununla kalsa iyi: Kordatos, Yunanistan Komünist Partisi’nin kurucularından. Yayınevi, bu bilgileri vermemiş; belki çekinmiş, belki kitabın geniş okur kitlelerine ulaşmayacak olmasından çekinmiş. Keşke Kordatos’un diğer kitapları da Türkçe’ye çevrilse… Bu kitaplar, tarihyazımı yöntemi açısından önemli katkılar içeriyor.

 

 

Yunan mı Rum mu Elen mi Grek mi?

 

Devam etmeden burada duralım, çünkü o klasik zorluk, anlatımımızda hissedilir olmaya başladı. Nedir o zorluk? Türkçe’de Yunanlı ve Rum sözcüklerini ayrı ifadeler olarak kullanıyoruz. Oysa Yunanlılar da (Elen ya da Helen) Avrupa dilleri de (Grek ve türevleri) böyle bir ayrım yapmazlar. Bu ayrım Osmanlı’dan kalma keyfi ve tutarlı olmayan bir ayrımdır. Osmanlı yönetimi altında yaşayanlara toptan ‘Rum’ mu demeliyiz? Yoksa bugünkü Yunanistan sınırları içinde yaşayanlara Yunan deyip dışında kalanlara Rum mu demeli? Ya peki antik Yunan uygarlığı ne olacak? Bu uygarlığın çeşitli öğeleri Anadolu’da gelişiyor. Türkiye’de şu an yaşayanlara Rum deyip Yunanistan’da yaşayanlara Yunanlı mı diyeceğiz? Ama Yunanistan’da bugün yaşayanların önemli bir bölümü zaten Anadolu’dan göçme. Peki bunlar sözgelimi, Almanya’ya göçtüklerinde birine Rum ötekine Yunanlı demeyi sürdürecek miyiz? İşte bu çözümsüz sorular nedeniyle, Yunan ve Rum ayrımı yerine ‘Grek’ ya da ‘Helen’ demeyi daha doğru buluyoruz. ‘Grek’, Türkçe’ye ‘grekoromen’ sözcüğüyle zaten geçmiştir. ‘Helen’ ise, Türkçe’de belli bir dönemi, Helenistik Dönem’i (İ.Ö. 323-31) tarifler, kapsayıcı değildir. Dolayısıyla, yazının geri kalanında hem Yunan’ı hem Rum’u kapsamak üzere ‘Grek’ sözcüğünü kullanacağız. Ülkenin ve dilin adlandırılmasında (Yunanistan ve Yunanca) böyle bir sorunla karşılaşmıyoruz. Bu nedenle, ülke ve dil adlarına dokunmayacağız.

 

Bu adlandırma konusunun Grek tarihyazımında önemli bir boyutu da şudur: Yunanistan devleti, İ.Ö. 338’den başlatılır. Sorun şudur: Bugünkü Yunanistan coğrafyasının tarihi mi temel alınacak yoksa Greklerin tarihsel olarak yaşadığı Batı Anadolu ve Pontus gibi bölgeler de kapsanacak mı? Bu soru, Bizans’a nasıl yaklaşılacağı noktasında da kendini belli eder. Kesikli bir tarih mi söz konusu olacaktır, yoksa Bizans’la tarih çizgisindeki kopuklukların gidirildiği bir tarih mi? Bu tartışma sürer gider. Bu yazıda amacımız bunları yanıtlamak değil, bunlara dikkat çekmek…

 

 

 

 

 

 

Türkokrasi Devrinde Yaşam

 

Şimdi gelelim ‘fetih/çöküş’ sonrasına…[5] Osmanlı sömürgeciliği dönemine Türkokrasi (‘Türk yönetimi’) deniyor. Bugün bu ifade, demokrasinin ideal koşullarına sahip olmayan, Türk tipi, görüntüde (mostralık) demokrasi için kullanılıyor. Bu dönemde, Grekler, devşirme uygulaması dışında askere alınmazlar ve buna karşılık devlete bir bedel ödemelidirler. Bu durumun Grekleri ticarete yönelttiğini söyleyebiliriz.

 

Bu dönemde, Osmanlı’nın bir parçası olarak Fener Patrikhanesi, Vatikan’dan (Roma’dan) bile geri. Daha 18. yüzyılda bile güneşin dünya çevresinde döndüğünün savunulması söz konusu. Gerçi bunun Doğu-Batı Hıristiyanlığı çekişmesi boyutu da var. Yunanistan, modern zamanlarda bile bu açıdan öyle geri ki, 1980’lere dek resmi nikah yok, yalnızca kilise nikahı yapılıyor. Grek kadınlarının 1952’ye dek seçme ve seçilme hakkı yoktu. Grek tarihinde kadınların oy kullandığı ilk seçimin, 1944’te savaş sürerken komünistlerin denetimindeki dağlık bölgelerde yapıldığı ileri sürülüyor.

 

Grek egemen sınıfları, Türkokrasi devrinde işbirlikçi. Çıkarları ülkenin Osmanlı’nın bir parçası olarak kalmasıyla karşılanıyor. Sömürgecilik de kapitalizm gibi, çoğunluğa refah vaat eder gibi görünse de yapısal olarak herkesi zengin edemez. Sömürgelerin başındaki küçük bir yerli sınıfı yemler. O sınıf sayıca ve oranca ne kadar daralırsa bağımsızlık talebi de o kadar yükselir.

 

Türkokrasi devrinde, Grekler arasında, kuzeyden gelecek sarı saçlı bir ırkın Osmanlı boyunduruğundaki Grek halkı kurtaracağı biçiminde bir kehanet yayılıyor. Ruslar, o dönem, Ortodoks olup da Osmanlı egemenliğinde olmayan tek halk. Ancak Grek bağımsızlığında Rusçular, İngilizciler vb. ayrışmalar oluyor. İngiltere, birkaç nedenle Osmanlı’nın toprak bütünlüğünden yana: Osmanlı’yı Rusya’nın güney yayılmacılığına karşı bir tampon devlet olarak görüyor; “parçalamaktansa padişahı avucumun içine alırım, böylece bütün ülke bana çalışır” diye bakıyor. Rusya ise, Yunanistan dahil olmak üzere Balkan Ortodokslarının (demek ki Arnavutluk, Kosova ve Bosna dışındaki tüm Balkanların) ve Balkan Slavlarının (Yunanistan dışındaki tüm Balkan halkları) ‘özgürleşmesinden’ yana. Fakat ilerleyen onyıllarda Rusya, Balkanlarda Bulgaristan’ı destekliyor. Bu, Yunanistan’la Rusya’nın arasını açıyor. Bu süreçte Yunanistan dışındaki Balkan Ortodoksları, Grek Ortodoks Kilisesi’nden ayrılıp kendi kiliselerini kuruyorlar. Ortak düşman Osmanlı zayıf düşünce, Balkan ülkeleri onu bırakıp birbirleriyle hesaplaşıyorlar.

 

Türkokrasi devrinden bir isme dikkat çekelim: Rigas (ya da Regas) (1757-1798), Ulah kökenli sonradan grekleşmiş bir düşünce insanıydı. Grek kurtuluş savaşının ilk şehidi sayılıyor. Kaleme aldığı Fransız Devrimi’nden esinlenerek Osmanlı’ya demokrasi getirilmesini talep eden bildirilerle ve Osmanlı köleliğine karşı özgürlüğü öğütleyen şiirleriyle anımsanıyor. Rigas, Osmanlı’nın demokratikleşmesinin ilkelerini ortaya koyarken, sanıldığının tersine, eşitlikçi değildi; resmi dilin Yunanca olması ve Greklerin üstünlüğü gibi talepleri vardı. Osmanlıcı bir demokrasiden çok, Grek milliyetçiliğinin bayraktarıydı.

 

 

Grek Bağımsızlığı: “Ya İstiklal Ya Ölüm”

 

“Ya istiklal ya ölüm”, Osmanlı’ya karşı bağımsızlık mücadelesi veren Greklerin sloganı. Bu slogan, Anadolu’daki kurtuluş savaşından yüzyıl önce Yunanistan’da kullanılıyor. Yine aynı dönemde, Latin Amerika’da İspanyol sömürgeciliği karşıtı hareketlerde bu sloganı görüyoruz. Bu slogan, Latin Amerika’da başarıya ulaşacak ve asi kıtanın tümü kısa sürede bağımsız olacaktır.[6]

 

Yunanistan’da isyan çıkınca Osmanlı, Rum patriğini asar. Bu, isyancıları yolundan çevirmek yerine, büyük devletlerin isyancılardan yana saf tutmasına yol açacak; uluslararası kamuoyunu Osmanlı’nın karşısında konumlandıracaktır. Bağımsızlık ilan eden Yunanistan’ın ilk devlet başkanı, Rus Çarı’nın Yakındoğu’dan sorumlu bakanıydı. ‘Bağımsızlık’ (ne kadar bağımsızlık olabilirse artık) Avrupalı sömürgeci güçler sayesinde gelir. Rusya, İngiltere ve Fransa, Osmanlı’nın Grek bağımsızlığına müdahale etmesini askeri ve fiziki olarak (donanma yakarak) engeller.

 

Bağımsızlık sonrasında okullarda antik Grek’in dilinin öğretilmesi önem kazanıyor ve 2500 yıl öncesinin dili olan özyunanca (katharevusa, Καθαρεύουσα) öğretiliyor. Konuşma dilinin okullarda öğretilmesi ise 1970’lerde başlıyor. Özyunanca, aslında bağımsızlık sonrasında Greklerin antik Greklere neredeyse hiç benzemediği biçimindeki gözlem ve kaygıya dayanıyor. Özyunanca’yla Grek halkı daha kültürlü olacaktı; ancak öyle olmadı. Okulda öğretilen dil, günlük dile yansımadı, okul dili olarak kaldı. İlerleyen yıllarda, Greklerdeki antik atalarına benzeme saplantısı zayıfladı; ancak devlet, antik ataların devamı olduğunu ileri sürmekten geri durmadı.[7]

 

 

Küçük Asya Felaketi ya da Hezimeti

 

1. Paylaşım Savaşı sonunda Yunanistan’ın Anadolu’ya girdiği dönemde, ülke iki parçaya ayrılmış durumda. Karizmatik lider Venizelos (1864-1936), ülkeyi adeta ikiye bölüyor: Venizelos yanlıları ve karşıtları şiddetli bir biçimde kutuplaşıyor.[8]

 

Grek ordusunun İzmir’e ve genel olarak Anadolu’ya girişi, bölgeye denizden çıkarma yapan ve Oniki Adaları çoktan işgal etmiş olan İtalya’yı durdurmak için İngiltere’nin önerdiği çözüm olarak karşımıza çıkıyor. Anadolu’ya yönelik İtalyan planları olmasa belki Yunanistan’ın Anadolu’ya girmesine bile izin verilmeyecekti. Greklerin Anadolu’daki 2500 yıllık varlığı, Grek ordusunun İzmir’de denize dökülmesiyle son buluyor. Toprağını genişletme hayali, tam tersi sonuç doğuruyor. Kıbrıs örneğinde de aynısının olacağını göreceğiz.[9] Küçük Asya Hezimeti sonunda Yunanistan’a yönelik milyonları bulan muhacir göçü ve bu muhacirlerin yerli Yunanistanlılara karşı bir ağırlık oluşturması söz konusu.[10]

 

1922 Küçük Asya felaketi sonunda, ülkenin önde gelen isimleri (generaller, başbakan vd.) idam edilir. Yenilginin hıncı vatana ihanetle suçlanan (aslında etmeyen, yalnızca yenilmiş olan) kişilerden çıkarılır. Bu durum, Venizelos ekseninde karşılıklı tasfiye ve ihraçları getirecektir.

 

Bu, pek artık anımsanmıyor ama 1912-1947 arasında İtalya’ya komşuyduk. Az önce belirttiğimiz gibi, Oniki Adalar’ı 1912’de geç kalmış sömürgeci İtalya işgal etmişti. 1947’de Yunanistan’ın kendi güdümünde olacağını uman İngiltere’nin baskısıyla adalar, Yunanistan’a bırakıldı.

 

 

Selanik ve Yunanistan Komünist Partisi (YKP-KKE)

 

Yunanistan Komünist Partisi, bir Osmanlı Bulgaristanı Yahudisi olan Avraam Benaroya (1887-1979) tarafından Yunanistan Sosyalist Emek Partisi adıyla 1918’de kuruluyor; daha sonra isim değiştiriyor. YKP, Yunanistan tarihinde en eski parti. Benaroya önce Yahudi sosyalizmini örgütlemeye odaklanır; fakat daha sonra Yunanistan genelinde etnisitelerin ötesinde bir parti kurar. YKP’nin öncülü olan bu parti, 3. Enternasyonel üyesi olur. Benaroya ayrıca Selanik’ten İstanbul’a 31 Mart isyanını bastırmak için giden Hareket Ordusu’na da katılmıştır. İttihat ve Terakki, Osmanlı Balkanlarının son günlerinde Türkçülüğe doğru yönelirken, Selanik, sosyalist düşüncelerin serpilip geliştiği bir yer olmaktadır. Elbette bunlar bizim klasik tarihyazımımızda yer almayan bilgiler.

 

Selanik ve genel olarak Osmanlı’nın Balkan büyükşehirlerindeki sendikal haklar mücadelesi,  Cumhuriyet’in ilk yıllarının İstanbul’unda özellikle tütün işçileri arasında etkili olacaktır. “Sendikal mücadele, Balkanlardan miras olarak kalmıştır” diyebiliriz. Tarihsel TKP’nin işçi kökenli neferlerinden Şoför İdris, anılarında hak aramayı Balkanlardan göçen Türk işçilerden öğrendiklerini belirtir.[11] Balkanlarda sendikalı olan işçiler, Osmanlı’nın yenilmesiyle İstanbul’a göçtüklerinde yeni işyerlerinde sendikal haklarını talep ederler.

 

Selanik Yunanistan’ın eline geçtiğinde nüfusun yarıdan fazlası Yahudi. Nazi işgali sırasında çoğu öldürülüyor, büyük bir bölümü toplama kampına gönderiliyor, çok azı kaçabiliyor. Bugünkü Selanik bambaşka.

 

1920’lerle birlikte Yunanistan’da komünist hareketin yükselmesi ve 1930’larda % 10’a ulaşması söz konusu. Nazi işgali döneminde komünist olan ve olmayan (İngiliz yanlısı) direniş hareketleri ortaya çıkar. Bu ikisi arasında çatışma çıkar; çünkü ikisi de savaştan sonra iktidarı almayı planlıyor. Daha sonra komünistler kendi aralarında bölünür. Bu bölünme Stalin’in politikalarını izleyip izlememekle ilgilidir. Stalin’le Churchill bu dönemde anlaşırlar: Bulgaristan ve Romanya Sovyetlere, Yunanistan İngiltere’ye verilecek. Böylece Sovyetler Yunanistan’daki komünist harekete desteğini keser.

 

Komünist gerillalarının önce Stalin eliyle sonra genel af vaadiyle tasfiye edilmesi söz konusu olur. 2. Paylaşım Savaşı’nın sonlarına doğru Yunanistan İç Savaşı başlar.[12] Sağcılar-solcular, direnişçiler-işbirlikçiler, kralcılar-cumhuriyetçiler arasında şiddetli çatışmalar olur.[13] Mihri Belli’nin (1915-2011) ‘Kapitan Kemal’ adıyla Yunanistan dağlarında savaştığı yıllar (1946-1950).[14] Savaş, kimi kaynaklara göre 150 bin kimi kaynaklara göre ise 600 bin yurttaşın ölümüne neden olacaktır.[15]

 

Savaş sonrasında komünist parti yasadışı ilan edilir. Komünistler yine dağlara çıkar. Sonra aralarında düzenli ordu mu gerilla ordusu mu kavgası yapıp bir daha bölünürler. Ayrıca parlamenter mücadele yanlıları dolayısıyla bir daha ve bir daha bölünürler. Bunun dışında, YKP’nin kitleselleşememesinin temel nedenlerinden biri olarak Makedonya sorunu görünüyor. Komintern, Yunanistan topraklarını da kapsayacak bağımsız bir Makedonya’yı savunuyordu. YKP’nin neredeyse yarısı Makedon kökenlilerden oluşuyor ve bunlar Makedon halkının kendi kaderini tayin hakkını savunuyordu. Bu da, komünistlerin bir kez daha bölünmesi anlamına geliyordu.[16] Bu da yetmez: Sovyetler-Yugoslavya anlaşmazlığında YKP’nin Sovyetleri tuttuğunu gören Yugoslavya YKP’ye yardımı keser. 60’lı yıllarda ise YKP bu kez Sovyet komünizmi ile Avrupa komünizmi arasında bölünecektir. Bir de Türkiye’dekine benzer bir bölünme olur: Ülkedeki komünistler yurt dışındakileri ülke gerçeklerini bilmemekle ve somut durumun uzağına düşmekle suçlar. İç komünistler ve dış komünistler olarak bölünürler. Bu bölünme 80’lerde bile etkili olacaktır.

 

Bulgaristan, Yugoslavya, Arnavutluk ve Romanya’da Nazi işgaline direnen komünist partizanlar iktidara ya gelmiş ya da gelmek üzereydi; Grek komünistleri de böyle bir beklenti içindeydi.[17] Komünist partinin tarihi inişli çıkışlı. 1935-1956 arasında YKP lideri 1903 Edirne doğumlu Nikos Zakhariadis (1903-1973) yaptığı hatalı zikzaklarla tanınıyor. Örneğin, Nazi işgaline karşı YKP başkanı sıfatıyla, Grek diktatör Metaksas’ın desteklenmesi çağrısı yapması tepkiyle karşılanıyor. Ayrıca Grek partizanlarının lideri Ares Velukhiotis’i (1905-1945) Sovyetlerin güdümünde politika yapmayı ve silah bırakmayı reddettiği için hain ilan eden de aynı parti. Ares’in öldürülmesinde dahli olmasa bile sorumluluğu var. Birçok hatalı politikaya imza atan Zakhariadis, Sovyetlerdeki stalinsizleştirme sürecinin bir sonucu olarak 1956’da görevden alınıyor, Sibirya’ya sürgüne gönderiliyor ve 1973’te orada ölüyor.

 

1958 seçimlerinde YKP’nin çatı partisi olan Birleşik Demokratik Sol, tüm baskılara karşın oyların % 25’ini alır. Bu sürpriz orana bir daha ulaşılamaz. Parti, bileşenlerini de düşünürsek, genellikle % 5-15 bandında yer alır. 1980’lerin sonunda toplam % 13 oyla komünistler neredeyse geriye kalan oyların tümünü almış olan iki büyük parti arasında kilit parti olurlar ve hükümetlerden birinde adalet ve içişleri bakanlıklarını alırlar.

 

 

Yunanistan’ın Amerikanlaşması

 

1948’de Yunanistan’a yönelik Truman yardımı başlar. Bu dönem, İngiltere’nin sömürgelerinden çekilmesi sürecinin başlangıcıyla çakışır. Ortaya çıkan güç boşluğunu ABD dolduracaktır. 1950’de Yunanistan İç Savaşı son bulur. 1952’de Türkiye ve Yunanistan Sovyetlere karşı NATO’ya girer.[18]

 

Yunanistan, 2. Paylaşım Savaşı sonunda Balkanlarda (Trakya dolayısıyla Türkiye’yi saymazsak) sosyalist rejime geçmemiş tek ülke. Türkiye’yle benzer bir biçimde Sovyetlere karşı tampon ülke olarak yeniden konumlandırılıyor. Sürekli darbelerin olduğu, bir diktatörden bir başkasına geçilen bir tarih Yunanistan tarihi. Hepsinin ortak noktası, komünizm karşıtlığı. Komünistler Türkiye’deki gibi sağ iktidarlar tarafından günah keçisi yapılıyor. ABD, Grek anti-komünizmini yoğun olarak fonluyor. Peş peşe gelen iktidar partileri, ne kadar anti-komünist olduklarını kanıtlamaya çalışarak ABD’ye yaranmaya ve böylelikle koltuklarını sağlama almaya yöneliyor.

 

Küresel Batı[19] elbette Yunanistan’ın bir diktatörden diğerine geçmesine hep göz yumdu; kendi çıkarları korunduğu sürece ‘demokrasi’ elbette askıya alınabilirdi. Bu olguyu Batı’nın Afrika ve Güneybatı Asya’daki diktatörlükleri destekleyişinde, onların gerçekleştirdiği insan hakları ihlallerini görmezden gelişinde, ama kendi çıkarına çalışmayan rejimleri ihlallerle suçlaması gibi örneklerde zaten görüyoruz.

 

 

“Eskiden Osmanlı İmparatorluğu Olan Yunanistan”

 

Bugün bile Yunanistan’ın ‘Makedonya’ konusunda çok hassas olduğunu görüyoruz. Öyle ki, ‘Makedonya’nın kendisine ‘Makedonya’ demesine izin vermiyor, onun yerine ‘Eskiden Yugoslavya Olan Makedonya Cumhuriyeti’ diyorlar, daha doğrusu dedirtiyorlar. Yunanistan toprak kaybından korkuyor. Makedonyalılarsa, durumla dalga geçip Yunanistan için ‘Eskiden Osmanlı İmparatorluğu Olan Yunanistan’ diyorlar. Son zamanlarda, ‘Kuzey Makedonya’ adında anlaşılır gibi oldu; fakat bir kesinlik yok. Aslında, bu duruma tersten de bakılabilir: Bu sorun, bölünmek yerine genişlemeyi de getirebilir: Örneğin, Tibet, Çin’in bir parçası. Çin’in Hindistan’dan toprak talebi var. Gerekçesi: “Kuzey Tibet bizde; güneyin de bizde olması gerekir.”[20]

 

Bir diğer konuya geçelim: Yunanistan’ın sürekli olarak borçlanması yeni değil, kuruluşundan beri kronik olmuş bir durum bu. İflas olağan ve sıradanlaşmış durumda. Zaten Grek ekonomisinde bağımsızlığın aşağı yukarı ilk yüzyılında sanayi üretimi söz konusu değil, dışarıya tarım ürünleri (örneğin kuş üzümü) satılıyor. Osmanlı döneminden kalma özellikle denizci kökenli Grek tüccarlar ise, üretime yatırım yapmak yerine, Osmanlı ve Yunanistan’dan ucuza hammadde alıp Avrupa’ya satıp Avrupa’dan da sanayi ürünlerini satın alıp Osmanlı ve Yunanistan’a satıyorlar. Yunanistan ekonomisinin bunalımda olmadığı dönem neredeyse yok. Üstüne üstlük ‘bağımsızlığın’ ilk yüzyılında Avrupa’dan ithal edilen kralların masrafları da halkın cebinden karşılanıyor. İflasın nedenlerinden biri de bu. Yunanistan’ın başında da, Düyun-u Umumiye’ye benzer bir borçlar idaresi kuruluşu var (Uluslararası Mali Komisyon).

 

 

Bağımsızlığın Bedeli: 150 Yıl Yabancı Krallarca Yönetilmek

 

Yunanistan’ı yaklaşık olarak ilk yüzyıl Avrupa’dan gönderilen krallar yönetiyor. Bu, Yunanistan’ın bağımsızlığı için Rusya, İngiltere ve Fransa’nın birlikte aldığı bir karar. Kral, bu üçlü dışından olmalıydı, öyle de oldu. Ülke Alman ve Danimarkalı krallarca yüzyıl yönetildi. Zaten böyle bir koşulla bağımsız olmak bile, ‘ulusal onur’a ya da daha doğru bir dille bağımsızlık düşüne tersti.

 

1935-1973 arası yine krallığa dönülüyor. 1920’li yıllardan 1974’e dek ülke yönetimi ordu kademeleri arasında (amiralinden generaline, generalinden albayına) defalarca el değiştiriyor. Yunanistan’ın bağımsızlığı 1830’da tanınıyor; 1981’de AB üyesi oluyor. O zamana kadar kimlik olarak yalpaladığı söylenebilir. Grekler özellikle 19. yüzyılda, “Avrupa’ya gitmek” ifadesini kullanıyor; çünkü kendileri de Yunanistan’ı Avrupa’nın bir parçası saymıyorlar. AB üyeliğiyle Yunanistan artık kendini kesinkes Avrupa’nın bir parçası olarak görüyor ve öteki gözlerce böyle görünüyor. Fakat elbette Avrupalılık, AB’yle özdeş değil. Öte yandan, Yunanistan’ın AB’ye girmesini kimi muhalifler ABD’nin etkisinden çıkılacağı için olumlu karşılamışlardı. Oysa borç batağındaki bugünkü Yunanistan’ın Avrupalılığı yeniden sorgulamaya açılmış durumda.

 

 

Kıbrıs ve Sonrası: Çözüm Olarak Çözümsüzlük

 

Kıbrıs’ta birleşme, taksim ve (iki kurucu ulusa dayalı) bağımsızlık olasılıkları masadaydı. Bu üç durumda da (ve halen) İngiltere’nin adadaki üsleri sınırsız ve sontarihsiz olarak güvence altına alınıyor. Kıbrıs, 1950’ler ve 60’larda Grek siyasetinde bir hayli belirleyici bir etmen oluyor.

 

Kıbrıs’ta çözümsüzlük bir çözüm gibi görünmektedir. Ancak Yunanistan ve Türkiye arasındaki asıl büyük çatışma 1970’lerde başlamakla birlikte ilerleyen onyıllarda doruğuna varacaktır: Bu da kıta sahanlığı sorunudur. Bu sorun, kara sularında petrol bulunmasından ileri gelmektedir. Açıkça ekonomik olan bu sorun, milliyetçilik sosuyla sanki başka birşeymiş gibi sunuluyor.[21] Türk-Grek barışı için benzerlikler vurgulanmalı; ancak benzerlikler kimi Greklere Osmanlı dönemi sömürgeciliğini anımsatıyor. Gerçekte birçok benzerlik o zamanlardaki bir arada yaşama deneyimlerinin ürünü.[22] Grek kimliği inşası için, benzemek değil benzememek yeğ...

 

Bugün Türkiye tarafına göre iki ülke arasında kıta sahanlığına ve hava sahasına ek olarak adaların silahlandırılması ve Batı Trakya Türkleri sorunu var. Yunanistan devleti, Türk azınlık için Türk değil ‘Müslüman Yunanlı’ diyor. Bunun gerekçesi şu: “Türkokratik dönemde Grekler zorla ya da çaresizlikten Müslüman oldular; ama din değiştirmeleri onların ulus değiştirdikleri anlamına gelmez. Müslüman olmak bir insanı Türk yapmaz, yalnızca ve yalnızca Müslüman yapar.” Bu akıl yürütme kendi içinde tutarlı görünse de, Batı Trakyalı azınlığın kendilerini Türk olarak tariflemesi bu mantığı geçersiz kılıyor.   

 

Kıbrıs’a dönelim: Türkiye’nin 1974’teki Kıbrıs çıkarması, Yunanistan’da cuntanın devrilmesine yol açıyor; sivil yönetime geçiliyor (bu döneme ‘metapolitefsi’ deniyor; yeniden demokrasiye geçiş anlamında). Cunta, kendine halk desteği bulmak için Kıbrıs’ı alma planı yapıyor; ama bu plan Türkiye’nin müdahalesine yol açıyor. Böylece cunta, kaş yapayım derken göz çıkarmış oluyor ya da “Midyat’a pirince gideyim” derken evdeki bulgurdan oluyor. Bu cunta planı, Yunanistan’la Türkiye’yi savaşın eşiğine getiriyor. ABD, bu dönemde iç siyaset bunalımlarıyla çalkalandığından Yunanistan’ı bu konuda desteklemiyor. Bu durum, Yunanistan’daki Amerikan karşıtı hareketleri güçlendiriyor. Cunta yönetiminden yeni çıkan ülke, tam da bu dönemde YKP’yi yeniden yasal parti olarak kabul ediyor. Cuntanın baskısı ve Kıbrıs’taki sonuç ters tepip ülkedeki solu uçuşa geçiriyor. Fakat bu dönem sancılı geçecektir. Cuntanın devletin kilit noktalarına yerleştirdiği isimleri yeni bir darbeye yol açmadan tasfiye etmek gereklidir. Bu da eski rejime tavizler getirecektir. Yeni başbakan (Karamanlis), yönetimi sırasında yeni bir darbe beklentisi nedeniyle evde yatmaz, bir savaş gemisinin gözetiminde olmak üzere denizde bekletilen yatında kalır. Yine de, kısa bir süre sonra darbeciler ve Kasım 1973 Politeknik katliamının sorumluları kamuya açık mahkemelerde yargılanır ve ağır cezalara çarptırılırlar.[23]

 

1974’te krallık, ülkeye bir asalak gibi yapışan bu gereksiz kurum, bir halkoylamasıyla (% 70’e % 30’la) kaldırılır. Krallığın bu kadar geç bir döneme kadar hortlaması, yine İngiltere ve ABD destekli anti-komünizmden ileri gelir. 1981’de ise Yunanistan’da ilk ‘sosyalist’ hükümet (PASOK - Panhelenik Sosyalist Hareketi) iktidara gelir. Fakat sosyalistlik yalnızca isimde, vaatlerde ve halkla ilişkiler kampanyalarında kalacaktır.  

 

Bu bağlamda, Grek siyasetinde baba-oğul Papandreu’lar öne çıkıyor. Öğrenciyken Troçkist olan oğul Papandreu (Andreas, 1919-1996), daha sonra ABD’ye gider ve Amerikan vatandaşı olur. Dönüşünde babasının[24] desteğiyle devlet katlarında hızla yükselir, 1981-1989 ve 1993-1996 arasında başbakan olacaktır.[25] 1967 albaylar cuntası onu hapse atar, ABD’nin müdahalesiyle salıverilip Amerika’ya sığınır. Bu dönemde öğrencilik yıllarındakinden daha radikal bir kuram ve pratik içerisine girer, cuntaya karşı diasporayı örgütler ve ayaklanma çağrısı yapar. Ancak ülkeye dönüp de iktidara geldiğinde bütün radikal söylemi yumuşar. Herhalde Amerikan vatandaşı bir başbakanın NATO’dan çıkılması gibi bir vaati gerçekleştirmesi söz konusu olmayacaktı. Ancak o, tutamayacağı vaatlerle seçmeni ikna etmekte ustaydı.

 

 

Yunanistan: Sonuçlar ve Çıkarımlar

 

Yunanistan’ın siyasal tarihinde dış dinamiklerin iç dinamiklere sık sık baskın çıktığını görüyoruz. Bu, kuşkusuz, eski bir sömürge ve küçük bir ülke olmasından ileri geliyor. Yunanistan, İstanbul nüfusundan daha küçük nüfusuyla ve Türkiye’nin altıda birine karşılık gelen yüzölçümüyle, büyük güçlerin elden çıkarılabilir gözüyle baktığı bir ülke oldu. 1821’den başlayarak bağımsızlığı Avrupalı güçler güvence altına alıyor; daha önce belirtildiği gibi, 100-150 yıl Avrupalı krallarca yönetiliyor; 2. Paylaşım Savaşı sonrası rejim tipi Sovyetler ile İngiltere arasındaki toprak paylaşımıyla belirleniyor ve bugün yine borçlar dolayısıyla, ülke, Avrupa’nın insafına kalmış durumda. Osmanlı sömürgeciliği döneminde kleptler yani ‘eşkıyalar’ direniş için büyük öneme sahipti. Klept, sözcük olarak ‘hırsız’ anlamına geliyor. Ancak eşkıyaların Grek kurtuluş savaşına katkıları dolayısıyla olumlu bir anlam kazanmıştı. Bugün borçları alıp cebe indiren Grek egemen sınıflarının yönetimi için ‘kleptokrasi’ deniyor. Onlar çalıyor ama borç, halkın hesabına yazılıyor.

 

SYRIZA’nın seçildikten sonra çark etmesi, Türkiye’de birçoklarını şaşırttı.[26] Oysa, 1980’lerden bu yana, bu bir Grek siyaseti klasiği olmuş durumda. Seçim kampanyalarında radikal bir söylem egemen oluyor; iktidar olunca yumuşama başlıyor ya da radikalizm söylemde kalıyor. Özelleştirme yerine kamulaştırma yıllar öncesinde PASOK’un vaatleri arasında yer alıyor ama elbette uygulanmıyor. Ayrıca zaten bu vaatin gerçekleşmesi için gerekli olan rüşvet, yolsuzluk, insan kayırma, bilerek batırma gibi uygulamalara da son verilmiyor. Yine PASOK’un NATO’dan ve AB’den çıkılması ve Amerikan üslerinin kapatılması gibi vaatleri gerçeklemedi. Fakat bu vaatlerin öne çıkması, toplumda böyle bir eğilim olduğunu da gösteriyordu. Bugün bir tek Girit’te Amerikan (deniz) üssü bulunuyor. Seçmenin tepkileriyle diğerleri kapatıldı.

 

Nüfus 11 milyon; yaklaşık 7 milyon Grek yurtdışında yaşıyor. En büyük Grek nüfusu ABD’de (3 milyon). Göçlerin çoğu, yoksulluktan göçler. Geçici düşünülen bu göçler kalıcılaşıyor. Kültürel olarak kolaylıkla küresel Batılı toplumlara uyum sağlayıp bunlarla bütünleşebilmeleri olgusu göze çarpıyor. Yurtdışından Yunanistan’daki akrabalara gönderilen paralar ekonomi için 19. yüzyıldan beri önemli...[27]  19. yüzyıl sonlarıyla 20. yüzyıl başlarında Rusya’ya ve daha sonra Sovyetlere doğru büyük bir Pontuslu Rum göçü oluyor. Sovyetler dağılınca bu göçmenlerin çoğu Yunanistan’a göçüyor.  Diasporada bir Pontus Grek’i, Moskova belediye başkanı olurken, 2. kuşak bir Grek, Massachusetts valisi (ve daha sonra devlet başkanı adayı) oluyor.

 

Günümüzdeki Yunanistan’ı haberlerden izlediğimiz kadarıyla az çok biliyoruz. Ülkeyi heder eden sorunlar az çok aklımızda. Avrupa, fabrika ayarlarına dönmüş durumda. Yunanistan, artık antik Greklerin torunları olarak görülmüyor. Troykanın suyuna giden bir SYRIZA, Yunanistan’ı bunalımdan çıkarır mı bilinmez. Ancak bu yazıda paylaştığımız bilgilere bakılırsa, ülkenin 200 yıllık kökleşmiş yapısal sorunları var. Bunlar çözümlenmeden ülkenin düze çıkması zor... Öte yandan, bu olağanüstü koşullar, olağanüstü kararlar alan bir halkı ortaya çıkarıyor. Grek halkı, belki bir gün, Nepal halkı gibi tüm dünyayı şaşırtacak. Büyük çaplı, çözümsüz görünümlü sorunlar radikal siyasetin yükselişini getiriyor. Dünyanın bir kez daha Yunanistan’dan sarsılması şaşırtıcı olmayacak...

 

 

 

 

 

 



[1] Bu konuyla ilgili ilgi çekici bir belgesel için bkz. https://www.youtube.com/watch?v=M-cluOc-7fc

[2] Konuya giriş için şu kaynak önerilir:

Clogg, Richard (1992/1997). Modern Yunanistan Tarihi [A Concise History of Greece](çev. Dilek Şendil). İstanbul: İletişim.

[3] Kordatos, Yannis (1931/1999/2006). Bizans’ın Son Günleri [Τα τελευταία χρόνια της Βυζαντινής Αυτοκρατορίας] (Yunanca’dan çev. Muzaffer Baca). İstanbul: Alkım.  (Türkçe baskıda geçen özgün Yunanca kitap adında, birkaç harf hatası olmuş. Doğrusu burada verildiği gibi. Bu arada, kitabın çevirmeni 1956 İskeçe doğumlu Batı Trakya Türkü.)

[4] Buna kimileri ‘Fatih’in hoşgörüsü diyor; oysa bu, daha çok bir strateji olarak duruyor.

[5] Bir taraf için fetih olan, diğer taraf için çöküş olduğu için metinde bu iki sözü birlikte kullanıyoruz. Daha fazla bilgi için bkz. Gezgin, U.B. (2013). 1453: Fetih mi İşgal mi El Değiştirme mi? https://bianet.org/biamag/toplum/147056-1453-fetih-mi-isgal-mi-el-degistirme-mi

Bizans’ı Bizans tarafından okumak isteyenler için bkz. Anna Komena (1148). Alexiad: Anadolu’da ve Balkan Yarımadası’nda İmparator Alexios  Komnenos Dönemi'nin Tarihi: Malazgirt’in Tarihi [Ἀλεξιάς] (çev. Bilge Umar). İstanbul: İnkılap.   

[6] Bkz. Gezgin, U.B. (2017). Yeni Sömürgecilik: Eski Sömürgeciliğin Torunu. Biamag, 22 Nisan 2017. https://bianet.org/4/29/185776-yeni-somurgecilik-eski-somurgeciligin-torunu

[7] Bu özleşmenin bir diğer etkisi de, Türkçe kökenli soyadlarının kişisel kararlarla Yunanca’ya çevrilmesiydi. Ayrıca yeni doğanlara Hıristiyan adlar yerine antik Grek isimleri (örneğin Homeros, Aristoteles vb.) veriliyordu. Adların özleştirilmesi etkili olsa da, aynı etki, soyadlarının özleştirilmesinde görülmedi. Bugün hâlâ birçok Grek, Türkçe ya da Türkçe-Yunanca karışımı soyadları taşımaktadır.

[8] Bu bir Grek siyaseti klasiğidir. Kişilik kültü parti programlarının sık sık önüne geçer. Grek siyasi tarihi öylesine çok kişilik kültüne dayanır ki, kişi partisi bile kurulmuştur: Georgios Papandreu Partisi. (Bunun bir benzeri Kamboçya’da: Sam Rainsy Partisi.)

[9] Benzer bir duruma Kore tarihinde rastlanır. Koreli devrimciler ülkelerini işgale niyetlenen Japonya’ya engel olmak için bir Japon generaline suikast düzenlerler; bunu gerekçe gösteren Japonya, 1910’da Kore’yi işgal eder. Önlemeye çalıştıkları şeye böylelikle yol açmış olurlar.

[10] Küçük Asya hezimetini öncesi ve sonrasıyla bir Şirinceli Grek’in gözüyle görmek için bkz. Sotiriyu, Dido (1962/2014). Benden Selam Söyle Anadolu’ya [Ματωμένα χώματα] (çev. Atilla Tokatlı). İstanbul: Can.

Kitabın kadın yazarı, hemşerisi olan Aydınlı bir Grek’in başından geçenleri romanlaştırır. (Bu arada, o dönem İzmir, Aydın’a bağlıydı. Dolayısıyla, Şirince, Aydın’a bağlı bir yerleşim oluyordu.) Kitabın Yunanca adı, ‘Kanlı Topraklar’dır [Ματωμένα χώματα]; fakat İngilizce sürümü, ‘Hoşçakal Anadolu’ (‘Farewell Anatolia’) adıyla çıkmıştır. Türkçe çeviride, neyse ki, İngilizce çevirinin başlığı dikkate alınmış; çünkü ‘Kanlı Topraklar’ kitabın barışçıl içeriğini yansıtmaktan uzak. Kitap ayrıca dizi filme çekilmiştir. Bölümlerin tümü Yunancadır, fakat Türkçe ifadeler ve cümleler olduğu gibi veriliyor. Dizinin bütün bölümleri şuradan izlenebilir:

https://www.youtube.com/playlist?list=PL9SAWZuOf5TZhhTZPQu6odWsevA4jEpX9

[11] Bkz. Akgül, Hikmet (2004). Şoför İdris: Anılar. İstanbul: Yar. 

[12] Burada özellikle ‘Yunan İç Savaşı’ yerine ‘Yunanistan İç Savaşı’ dedik; çünkü ilk ifade, etnik niteliğiyle, Makedon kökenli direnişçileri dışlamaktadır. Savaş, Yunanistan’da geçtiğine göre, onu etnisite yerine coğrafyayla anmak daha doğru olur. Aynı biçimde, Türkçe’de ‘İspanyol İç Savaşı’ değil, çok doğru olarak ‘İspanya İç Savaşı’ diyoruz. Oysa, İspanyolca’da bu savaş, ‘İspanyol İç Savaşı’ (‘Guerra Civil Española’) olarak geçerek Baskları, Katalanları ve İspanya’nın yardımına koşan binbir milletten gönüllü savaşçıyı dışlamış oluyor.

Bkz. Gezgin, U.B. (2017). İspanya İç Savaşı: Darbe, Direniş ve Tarihyazımı. http://dunyalilar.org/ispanya-ic-savasi-darbe-direnis-tarihyazimi.html/

Yunanistan’da iç savaş için ‘Yunan’ ya da ‘Yunanistan’ ifadeleri kullanılmamakta, yalnızca ‘İç Savaş’ (ο Eμφύλιος [Πόλεμος]) denmektedir.

[13] Yunanistan İç Savaşı’yla ilgili en derli toplu Türkçe kaynakta savaşın başat çatışmaları olduğu kadar, sol içi çatışmalar da ayrıntılarıyla anlatılır. Kitaba bakılırsa Yunanistan’da komünistlerin iktidarı alması Sovyetlerin kendi çıkarını güden siyasaları nedeniyle engellenmiştir. Konu dönüp dolaşıp Stalin-Churchill anlaşmasına geliyor. Bu değerli kitap için bkz. Eudes, Dominique (1985). Kapetanios: Yunan İç Savaşı (çev. Yavuz Alogan). İstanbul: Belge.  

[14] Mihri Belli’nin anıları için bkz. Belli, Mihri (1999). İnsanlar Tanıdım-1. 2. Baskı. İstanbul: Doğan.

[15] Bu dönemden ‘Ege Denizi Kararınca’ şarkısı kalmıştır (bkz. https://www.youtube.com/watch?v=pctCLiE-71c&t=7s ); fakat bu şarkının Yunanca aslına bir türlü ulaşamadım. Belki de böyle bir marş yoktu da, Türkiye solu öyle tanıtmıştı. (Kişisel not: Bu şarkı, erken yitirdiğimiz babam Aydınlı Hasan Basri Gezgin’in (1952-1983), arkadaşlarının dediğine göre, en sevdiği devrimci şarkıydı.)

[16] Bu tablo, herhalde tanıdık gelmiş olmalı.

[17] Bulgar partizanlarının iktidarı alma sürecine ilişkin sürükleyici bir roman için bkz. Grıbçeva, Mitka (2009). Seni Halk Adına Ölüme Mahkum Ediyorum [Митка Гръбчева (1916-1993), В името на народа] (çev. Bülent Habora). 25. baskı. İstanbul: Yar Yayınları. (Kitabın Bulgarca adı, ‘Seni Halk Adına’ biçiminde. Türkçe çeviride ‘Ölüme Mahkum Ediyorum’ eklenmiş.)

[18] Osmanlı ve cumhuriyet tarihinde bir hatanın iki kez tekrarlandığını ve ikinci seferin faturasının hâlâ ödenmek zorunda olduğunu görüyoruz. Bu hata, Alman hayranlığıdır. Osmanlı’nın son yıllarındaki Alman hayranlığı, Osmanlı’nın yenilgisiyle ve topraklarının paylaşıma açılmasıyla sonuçlandı. Oysa daha az bilinen Alman hayranlığı, 2. Paylaşım Savaşı yıllarında gerçekleşti. Türkiye görünüşte tarafsızdı, ancak bir yandan Almanya’yla gizliden gizliye ticaret yapılıyor, bir yandan da devlet güdümündeki basın ve kamuoyu Hitler’e övgüler düzüyordu. Dönemin yöneticilerinin çoğu koyu Nazi hayranlarıydı. Ne yazık ki Türkiye, bir kez daha yanlış ata oynayıp yenilmiş sayılacaktı. Türkiye’nin savaş sırasındaki Nazi yandaşlığı Sovyetlerin gözünden kaçmaz. Savaşta 24 milyon insanını yitiren bu ülke Ekim Devrimi’nden beri emperyalist güçlere karşı cumhuriyet rejimini desteklemiştir. Ancak Türkiye’deki Nazi destekçiliği nedeniyle, Sovyetlerin savaş sonrasında muzaffer olarak, Türkiye’den talepleri olur. Bu talepler, kurtuluş savaşı yıllarında olduğu gibi müzakereyle çözülebilecekken, İsmet İnönü rejimi korkuyla ABD’ye yanaşır. Türkiye’nin Amerikanlaşması, savaş sırasındaki Nazi hayranlığından kaynaklanmıştır. ABD’nin yardım için çeşitli koşulları vardır. Bunlardan biri de, alelacele çok partili rejime geçilmesidir. Böylelikle İnönü ve CHP, ülkedeki Nazi hayranlığından kaynaklanan Sovyet taleplerinden korkarak kendi intihar fermanını imzalar. Herhalde, korku, dağları aşmış olmalıdır. Halkın tek partiye tepkisi büyüktür; bu nedenle eski CHP bir türlü iktidara gelemez. İktidara gelebilmek için sola kırar; yine de yaranamaz. Oysa İsmet İnönü’nün CHP’si kendini tümüyle sola kapatmıştı. Onun döneminde solcu aydınlar inim inim inletilmişti. İlk olarak akla Aziz Nesin, Nazım Hikmet ve Sabahattin Ali geliyor. İnönü rejimi, ABD’ye ne kadar Amerikancı olduğunu göstermek için, özellikle gençleri topluyor, “solcuları tutukladık” diye ABD’ye haber uçuruyordu. Sola vurarak, hak arama mücadelelerinin gelişmesine izin vermeyerek çokpartili hayata geçmek demek, ülkeyi sağ partilere mahkum etmek demektir. CHP bunu sonradan anladı, ama artık çok geçti. İşte ikinci hatanın bedelini hâlâ ödüyoruz.

Bu konuda daha fazla ayrıntı için bkz. Belli, Sevim (1994). Boşuna mı Çiğnedik? İstanbul: Belge. 

Gezgin, U.B. (2017). En Büyük Tehlike: Irkçılık Broşürü Üstüne. Biamag, 1 Nisan 2017.

https://bianet.org/biamag/tarih/185024-en-buyuk-tehlike-irkcilik-brosuru-ustune

Nesimi, Abidin (1977). Yılların İçinden. İstanbul: Gözlem.

Sertel, Yıldız (1993). Annem Sabiha Sertel Kimdi, Neler Yazdı? İstanbul: YKY.

Sertel, Zekeriya (2001). Hatırladıklarım. 5. Basım. İstanbul: Remzi.

[19] Burada ‘Küresel Batı’ kavramını küresel düzende Batı olarak kabul edilen ülkeler olarak tarifliyoruz; çünkü coğrafi olarak ‘Batı’ ifadesi yanıltıcıdır. Sözgelimi, Bosna ve Arnavutluk Batı’dadır ama Batı sayılmaz. İsrail ve Gürcistan Doğu’dadır ama Batı sayılır. Batı’daki en yaygın din Doğu’da (Güneybatı Asya’da) doğmuştur ama o din de Batılı sayılır. Kuzeylilik-Güneylilik gibi son dönem moda olan kavramlar da yanıltıcı olabiliyor: Avustralya ile Yeni Zelanda Güney’de olmalarına karşın Batılı sayılıyor, bütün bir kuzeyi kaplayan Rusya, Batılı sayılmıyor.

Bkz. Gezgin, U. B. (2017). Asya’da 15 Yıl: Yükselen Bir Coğrafyanın İzinde [yayınlanmayı bekleyen kitap].

http://ulasbasargezginkulliyati.blogspot.com/p/asyada-15-yil-yukselen-bir-cografyanin.html   

[20] Bir diğer örnek: İran’da bir Kürdistan bölgesi var, ama İran’ın Kuzey Irak’taki devletin adıyla ilgili bir sorunu bulunmuyor. Bu ve benzeri nedenlerle, Yunanistan’ın bu konudaki hassas tutumu anlaşılır gibi değil. Bu durum, bir tek, Yunanistan’ın bu konuda açıkça haksız olması ve haksız olduğunun da farkında olmasıyla açıklanabilir herhalde.

[21] ‘Seçilmiş travmalar’ gibi psikanalitik yönelimli açıklamalar da Türklerle Grekleri araştırmacının seçtiği kalıplara uydurmaya çalışarak gerçeklikten uzaklaşıyor. Bkz. Gezgin, U. B. (2007). Yansısal açıdan Türk-Yunan sorunu. İzinsiz Gösteri Dergisi, sayı 139 (Mayıs 2007). http://www.izinsizgosteri.net/asalsayi139/ulas.basar.gezgin_139.html

[22] Bkz. Gezgin, U.B. (2017). Barış Araştırmalarının Temel Eksiği: Sınıfsal Çözümleme. Evrensel Gazetesi, 2 Temmuz 2017. https://www.evrensel.net/haber/325203/baris-arastirmalarinin-temel-eksigi-sinifsal-cozumleme

[23] 16-17 Kasım 1973’te  cuntaya karşı olan öğrenciler Atina’da ayaklanır, üniversiteyi işgal ederler. İsyan kanla bastırılır. Politeknik katliamı, gençlerin militanlaşmasında etkili olacaktır.

[24] Babası, sağcı başbakan Georgios Papandreu (1888-1968)’dur. 1967 albaylar cuntası baba Papandreu’yu görevden alır. Bir yıl sonraki kitlesel niteliğiyle bir protesto gösterisine dönüşen cenazesi, sağcı olmasına karşın, halkın gözünde cuntaya karşı bir direniş simgesine dönüşür.

[25] Yakın dönemlere dek Grek siyasetinde yaşlılar (yetmişli ve seksenli yaştakiler) baskındı. Artık değişiyor.

[26] Bkz. Gezgin, U.B. (2018). SYRIZA’s Metamorphosis As Seen By the Turkish Left: A Critique of Leftism Without Economics and Class Analysis. Athens Journal of Mediterranean Studies.

https://www.athensjournals.gr/mediterranean/2018-1-X-Y-Gezgin.pdf

[27] Bunun en klasik örneği Filipinler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder