Videolar

16 Nisan 2021 Cuma

Ütopyada ve Distopyada İtaat ve Tevekkül ile Sorgulama ve İsyan Karşıtlığı Üzerine

 

 

 

% 3: Ütopyada ve Distopyada İtaat ve Tevekkül ile Sorgulama ve  İsyan Karşıtlığı Üzerine

 

Ulaş Başar Gezgin ve Burak Kerem Yalçın 

ulasbasar@gmail.com; burakkerem@gmail.com 

 

 

Bir özetin özetiyle başlayalım: % 3’ün birinci sezonunda Süreç odağında kişilikler ve motivasyonları, ‘Dava’ denilen örgüt, İçkara ve Açıklar anlatılıyor.(*) İkinci sezonda Açıklar’da ve İçkara’da kalan kahramanlarımızı izliyoruz. Burada Dava’ya katılan Joana ile birlikte Dava ve eylemlerine, işleyişine odaklanırken, açıklarda Michelle ve Ezequil ile oradaki mükemmel olarak tariflenen sistemin iç yüzünü görüyor ve büyük bir sırrı öğreniyoruz. Üçüncü sezonda, Açıklar’a alternatif olarak kurulan Kabuk’u, yapının karşılaştığı zorlukları, dönüşümünü, kaybedilişini ve yeniden kazanılışını izliyoruz.

 

 

% 3’te Kişilikler ve İdeoloji

 

% 3’ü kişiliklerin gelişimi açısından değerlendirdiğimizde şunları söyleyebiliriz: İlk sezonda kişiliklerin arzuları ve motivasyonları ön planda. Özellikle motivasyonlarını etkileyen veya tetikleyen unsurlar, güçlülükleri ve zayıflıklarıyla birlikte ortaya konuyor. İkinci sezonda anlatı odağından çok, kişiliklere daha derinlemesine bakabiliyoruz. Kendilerini sorgulamaları, zayıflıklarıyla yüzleşmeleri ve bunları kabullenme veya giderme ekseninde çabalarıyla, güçlü yönlerini keskinleştirme ve farkındalıklarını artırmalarına tanık oluyoruz. Üçüncü sezonda ise ne istediklerinden emin ve bu yönlerini en iyi biçimde kullanan kişiliklerle karşılaşıyoruz.

 

% 3’e bölgeler, inançlar ve ideolojiler açısından baktığımızda şunları gözlemliyoruz: Post-apokaliptik bir görüntü sergileyen İçkara’nın, Açıklar’ın üç kurucusundan ikisinin bir sabotajı sonrası bu hale geldiğini öğreniyoruz. Buradaki esas politik gücün Açıklar tarafından desteklenen Süreç inancı olduğu görülmekte. İnsanlar doğdukları andan yirminci yaşlarına kadar bu Süreç için zihinsel ve bedensel olarak hazırlanmakta. Süreç inancı yüzünden burayı kalkındırma ya da kalmayacakları veya bir daha dönmeyeceklerini düşündükleri bu yer için bir şey yapma motivasyonuna sahip değiller. Süreç’i geçemeyenler için motivasyonsa, geri döndüklerinde yaşadıkları travma ve kabul ettikleri başarısızlıklarıyla süreç için yeni bireyler yetiştirmek. Süreç’te elenen tüm adaylara travmayla baş etmek için gerekli kılavuz tedarik edileceği söylenmektedir. Bu kılavuzda bahsedilen unsurlardan biri de çocuk sahibi olmak.

 

 

% 3, Türkiye ve AB(D)

 

Aslında, dizi, Türkiye ile AB(D) ilişkisi açısından da yorumlanabilir. Özellikle 2014’ten başlayarak, Türkiye’de bir kaçış eğilimi sözkonusuydu. Gerekçeleri haklı olsun olmasın, memleketten çekip gitmek isteyenlerin çoğunun hayali, AB(D)’ye kapağı atmaktı. Kalıp ülkeyi güzelleştirmek yerine, ülkemizi sabote eden uzak ülkelere gidip kendini kurtarmak doğal karşılanıyordu. Başka ülkelerin vatandaşı olma olanağı bulunup da vatandaş olmayanlara deli gözüyle bakılıyordu, değil mi ki “Türkiye’deki durumlar belirsiz ve karışık”tı. Gidenler kalsaydı, kalabilseydi, belki uzaklara gitmeye de gerek kalmayacaktı. AB(D) herkesi kabul etmiyor. Orada da bir tür Süreç söz konusu. Süreç’i geçenler nasıl kısırlaştırılıyorsa, AB(D)’ye kapağı atanların kendilerinden bıraktıkları birtakım özellikler oluyor.

 

Türkiye’de Suriyelilere yönelik artan ‘ırkçılığı’ tartışıyoruz. İçkara’da onlarla birlikteyiz. Milliyetinden bağımsız olarak birçok insan Açıklar’a, Ege Denizi’nin ötesine geçmeye çalışıyor. Fakat akla Türkiye’de bu kadar çok Suriyeli’nin olmasının AB(D)’nin ve onun yıllar boyu desteklediği AKP iktidarının savaş yanlısı politikaları olduğu gelmiyor. Önce Suriye’yi karıştırıp yaşanmaz hale getiriyorlar, sonra bu kadar Suriyeli gelip insanlar tepki gösterince, sorumlu AB(D) değil, Türkiye halklarının (Suriyelilere yönelik saldırıların bazılarının Alevi ve Kürt yoğunluklu mahallelerde olduğunu anımsatalım) ‘ırkçılığı’ oluyor. Gerçekten de, “tepkinin onlara yönelik değil, onları buraya getirenlere yönelik olması gerekiyor.”

 

Açıklar da, İçkara’yı ne kadar Taş Devri’nde yaşatırsa, gerçekte İçkaralıları o kadar patlama noktasına getiriyor. Oysa, refahlarının ve teknolojilerinin küçük bir bölümünü bile İçkara’yla paylaşıp orayı istikrarlı duruma getirselerdi, kendi düzenleri de daha sürdürülebilir olacaktı. AB(D)’de anlaşılmayan tam da bu: İçkaralar’a verdiğiniz yalnızca işgal, savaş ve sömürü olursa, bu, size, devasa göçmen ve sığınmacı akını ve toplumsal çatışmalar olarak geri döner. Avrupa’da göçmenlere tepki gösterenler, AB(D)’nin sömürgecilik ve savaş politikaları dolayısıyla yaşanmaz hale getirilen İçkaralar yerine insanların neden Açıklar’a gitmek istediğini ya anlamıyor ya da anlamak istemiyor. İçkaralar’daki sorunları İçkaralıların beceriksizliğine, yolsuzluğuna vb. bağlıyorlar. Oysa bu sorunların kaynağı Açıklar’ın ta kendisi… Gerçekte, İçkaralar’daki sorunlar İçkaralılar’ın değil Açıklar’ın beceriksizliğinden, yolsuzluğundan vb. ileri geliyor.

 

 

Bireysel Sorunların Gizlenen Sistemikliği

 

Kapitalizm, herkese zengin olma sözü verir, ancak gerçekte çok az insanı zengin eder. 1 milyon kişiden zengin ettiği tek bir kişiyi başarı öyküsü olarak sunar, bunu sistemin başarısına yorar ve sınıfsal geçişkenliğe kanıt sayar. Oysa aç bırakılan 999,999 kişinin açlığı, sistemin başarısızlığı değil, kendi suçlarıdır. Bu düzende, başarılar kapitalizme, başarısızlıklar bireylere yüklenir. Süreç de, herkese cenneti vaat ediyor, fakat çok az kişiyi oraya kabul ediyor.

 

% 3’te, bir tür cennet ve kadercilik anlayışı baskın. Bunu korumak içinse cezalandırma veya şiddete başvurmaktan kaçınmıyorlar. Fernando’nun babasının oğlunu ihbar etmesi ve Fernando’nun öldürülmesi örneklerini anımsayalım. İçkara’da yaşayanlar, sorunlarının bireysel olduğunu falan düşünüyor. Joana’nın berbat bir çocukluğu vardır, berikinin falanca sorunu vardır. Oysa, Açıklar’ın İçkaralılar’dan gizlediği noktalardan biri, bireysel sandıkları sorunlarının sistemik olması. Bu, öyle bir yer ki elektrik bile yok.

 

Amaç, vaat edilen rahatlık olunca, dizideki kişilikler pragmatist ve/veya oportünist bir yaklaşımla sürekli olarak her olay karşısında taraf değiştirmekte sakınca görmüyorlar. Kabuk’a gelip yeni bir kurucu felsefeye tabi olsalar da yanardöner nitelikteler. Küçük burjuvazinin toplumsal hareketlenmelerde güçlünün yanında konumlanması gibi, onlar da çıkarlarına göre haksızın yanında yer almaktan geri durmuyorlar. % 3’te ilkeli yaşam, ilkeli siyaset vb. az görünür cinsten.

 

 

Sınıflı Bir Toplum Olarak Açıklar

 

Açıklar ise, üç kurucu ve başka idealist bilim insanları tarafından ütopya olarak kurulan, teknolojinin ileri olduğu bir coğrafya. Birçok ütopyada olduğu gibi burası da yalıtılmış bir yer olarak tasarlanmış. Bu ütopyanın devamlılığı için mülkiyet ve miras fikrini ortadan kaldıracak önlemler alarak kendilerince liyakata dayalı bir sistem kuruyorlar. Çocuk sahibi olmaktan bile vaz geçerek ‘Süreç’ dedikleri seçme yöntemini kullanıyorlar. Adil olduğu söylenen bu Süreç’in tek amacı, devamlılıkları için gerekli, nitelikli işgücü özellikleri taşıyan ve sisteme bağlı kişileri seçmek. Mülakatlarda ve diğer test süreçlerinde insanların İçkara’ya olan bağlılıklarına ve İçkara yaşantılarını geride bırakıp bırakamayacaklarına bakıyorlar. İçkara’yı insan kaynakları havuzu olarak görmekteler.

 

Açıklar’da mutlak itaat bekleniyor. ‘Uyumsuzluk’ gösterenler ise tedavi merkezlerinde beyin yıkamayla topluma tekrar uyumlu hale getirilmekte. Bir toplum klasiği olarak, Açıklar’da üç sınıftan insanla karşılaşıyoruz, fakat bu sınıflar arasındaki sınırlar muğlak. Yine de, bu, kesinlikle, sınıfsız bir toplum değil. Konsey, yardımcıları ve Süreç’çileri içermek üzere ilk sınıf yönetici sınıfı. İkinci sınıf, askerler/güvenlik. Üçüncü sınıf, en geniş tanımıyla emekçiler - ki buna doktorlar, bilim insanları vb. de giriyor. Teknolojinin ilerlemesiyle, birçok kol emeği gerektiren işin makinelere devredildiğini gözlemlemekle birlikte, her işin de ortadan kalkmadığını görüyoruz. Örneğin, robot-askerler, robot-doktorlar vb. söz konusu değil. Açıklar’ın sınıflı bir toplum olması, sabotaj sırrı başta olmak üzere İçkara’ya yapılan kötülükler vb. dikkate alındığında, Açıklar, bir yandan ne kadar ütopik olduğu sorusunu (yoksa distopik mi?) düşündürüyor ve o ünlü sözdeki gibi, “senin cennetin benim cehennemim” dedirtiyor ve “belki de bu dünya, başka bir gezegenin cehennemidir” (Aldous Huxley).(**)

 

 

Kabuk’un Açlıkoyunlarılaşması

 

Kabuk’a geçiyoruz: Kabuk’un kurucu felsefesi, Açıklar’a alternatif yeni bir ideoloji olarak ortaya çıkmakta ve İçkara tarafında ve tarafından ise sapkın bir inanış olarak görülmektedir. Buraya gelenler, Süreç’te başarılı olamamış veya Süreç’e girecekse bile o zamana kadar rahat yaşama arzusunda olan insanlardır. Kabuk, bu açıdan, Açıklar’ı da Dava’yı da aynı insan kaynağına talip olan yeni bir rakip olarak tehdit ediyor. Ayrıca, çıkışında, Dava’nın şiddet yönlü eylemlerine, barışçıl yanıyla bir alternatif oluşturuyor. İlk başlarda her ne kadar böyle görünse de, birçok ideoloji gibi kendi varlığını devam ettirmek için gerektiğinde Açıklar’la aynı yöntemleri kullanmaktan geri durmuyor ve üçüncü sezon sonunda Açıklar’ı yok etme kararı alıyor. Ütopya olarak kurulan bu yapının bir süre sonra eleştirdiğine dönüşmesi olgusu çarpıcı. Ancak, % 3, bir yandan da, Açlık Oyunları’nda da olduğu gibi, “aslında varolan düzenin doğru düzgün bir alternatifi zaten yok. Bütün bu çabalar boşuna” türünden, son çözümlemede, var olan düzeni olumlayıcı hiççi (nihilist) bir noktaya savruluyor. (***) 

 

Verilen hiççi ileti, karşı güçlerin ve rakiplerin, gerek ideoloji gerekse de kişiler temelinde birbirlerine dönüşmesiyle perçinleniyor. Ünlü sözde belirtildiği gibi, “savaşan taraflar sonunda birbirlerine benzemeye başlıyor”. Dava’nın da Açıklar’ın da yöntemleri şiddete dayanıyor. Daha sonra, Dava’da bu durum, Joana’nın liderliğinde değişim gösterse de örgütün kötü mazisinin etkileri devam ediyor. Fakat, Açıklar’ın vahşi şiddetini eleştirmeyip yalnızca Dava’yı eleştirdiğimizde ise, çifte standart uygulamış oluyoruz. Dava, sonuçta, şiddete şiddetle karşılık verme düşüncesiyle başlayan bir oluşum; fakat bir yandan da, Joana gibi proleter önderlerin yardımıyla kitlesel bir halk hareketine dönüşme potansiyeli taşıyor. 

 

Açıklar’ın en büyük zaafı, Süreç aracılığıyla seçtikleri insanlardır. Bu insanlardan istenenler, zeki, becerikli olmaları dışında Açıklar’da olmak için neler yapabilecekleri (ne kötülükler yapabilecekleri, kendilerinden ne kadar ödün verebilecekleri) üstünden kurgulanmıştır. Bu acımasızlıkları ve bencillikleri, güçlünün zayıfı ezdiği bir yönteme dönüşmektedir. Bir tür yapay seçilim düşüncesiyle, en iyilerin en iyisini seçerken bir anlamda da insancıl ölçütlerin tersine, en bencilleri seçmektedirler. Açıklar’ın Süreç’inden ve Kabuk’taki gelişmelerden çıkarılan ileti, hiçbir zaman herkesi değerlendirmek için adil bir seçim sisteminin olamayacağıdır. Ne kadar iyi kurgulansa ve eşit olduğu düşünülse bile bu böyledir. Bu da, dizinin hiççil altyapısını destekleyen bir başka inanış.

 

 

Dava ve Siyahların Yurttaşlık Hakları Mücadelesi

 

Dava’ya gelirsek, ‘davadaşlar’, herkesin Açıklar’ın sahip olduklarına sahip olması gerektiğini ve İçkara’nın bu durumda olmasının nedeninin Açıklar olduğunu düşünüyorlar. Bu düşüncenin ikinci parçası, kahramanlarımızın bulgularıyla da daha sonra doğrulanıyor. ‘Dava’ daha önce Açıklar’da yaşamış olan, sonra kurucuların kendilerince oluşturdukları liyakat ilkesi uyarınca İçkara’ya gönderilen, fakat Süreç’te elenerek Açıklar’a dönemeyenler tarafından kuruluyor. Yetimhanenin ve duvardaki ördek resminin öyküsü oldukça etkileyici. Dava kurucularının bu cenneti görüp kovulması hali, cenneti hiç görmeden cehennemde yaşayanlarla aralarında ciddi bir fark oluşturuyor. Onlarda engellenmişlik duygusu çok daha baskın. Bu duygu, toplu bir nitelik kazanarak Dava’nın temelini oluşturuyor. Dava’nın bu kuruluş süreci, akla sosyal psikolojideki görece yoksunluk kavramını getiriyor. 1960’larda ABD’de yurttaşlık hakları mücadelesinde yer alan siyahlarla yapılan çalışmalar, isyan edenlerin en alt sınıftaki, en çok ezilen siyahlardan çok, orta sınıf siyahlar olduğunu gösteriyor. Orta sınıf siyahlar nelerden mahrum edildiklerini görüyorlar, bunun için patlama noktasına geliyorlar. Ayrıca, özgüvenleri, en alttakilere göre daha yüksek.

 

 

% 3’te Bir Din Olarak İdeoloji ve Bir İdeoloji Olarak Din Tartışması

 

% 3, ayrıca bize şunları düşündürüyor: Süreç inancının etkisi dizide oldukça baskın. Kahramanlarımızın en büyük mücadelesi ya da kurtarmak istedikleri insanlar için mücadele etmeleri gereken yine aynı insanların inançları. Böylelikle, Bertrand Russell ve Harari gibi, marksizmi din sayanlarla materyalist tarihçiler gibi dini bir ideoloji sayanlar arasındaki tartışmaya tosluyoruz. Bu birinciler, marksizm başta olmak üzere ideolojilere şematik bakıyorlar. Örneğin, “Marks, peygamber; Kapital, İncil; cennet, komünizm” vb. diyorlar. Bu, açıkça, benzetme amaçlı bir çarpıtma. Bizim daha çok ikincileri düşünmemiz gerekiyor: Din bir ideoloji olarak, görüntüsünün ötesinde, bir inançlar toplamı olarak karşımıza çıkıyor. İnançlar toplamı, dinsel de olabilir, dindışı da. Şeyh Beddeddin isyanının dinsel bir omurgası vardır ama Ekim Devrimi için aynısı söylenemez. % 3’te günümüzün yaygın dünya dinlerinin ortadan kalktığını görüyoruz; onun yerini bir tür laik(?!) görünümlü, tanrısız, yeni çağ tarikatlaşması almış. Öte yandan, aynı çözümlemeyi, Açıklar için de yapmalıyız. Açıklar, İçkara’yı sabote ederek, gerçekte, onun yeni çağ türünden tarikatlaşmasının bilerek ya da bilmeyerek önünü açmış oluyor; fakat sonuç olarak, bu yapılanma, İçkaralıları daha itaatkar ve tevekkül sahibi yaptığı için, Açıklar’ın işine geliyor. AB(D) ile Müslüman çoğunluklu ülkeler arasındaki ilişkileri de bu eksende yorumlayabiliriz. Aslında, Açıklar, Dava’ya (Sovyetlere ya da devrim ‘tehlike’sine) karşı, inananlardan oluşan bir ‘Yeşil Kuşak’ projesi oluşturmuş oluyor. 

 

 

% 3’teki ‘Ne Yapmalı?’ ‘Nasıl Yapmalı?’ Sorunsalı

 

% 3’ün psikolojik açıdan yorumlanmaya açık bir diğer noktası ise, bütün ana kişiliklerin ve gruplaşmaların ortak tek yanının en iyisini kendilerinin bildiklerine ve yapabileceklerine inanmaları. Buna psikolojide, ‘kendine hizmet eden yanılgı’ deniyor. Bu yanılgı dolayısıyla, örneğin, insanlar alkollü araç kullanabiliyor; kaza yapanlar anımsatıldığında, “onlar içmeyi bilmiyor; ben daha temkinliyim” ya da “onlar benim kadar zeki değil” gibi yanıtlar verebiliyor. % 3’teki işbirlikleri (grubun bütünü için) genelde kısa ve verimsiz oluyor. Dolayısıyla çoğu zaman, karşılarındaki örgütlü ve bir ideoloji etrafında toplanmış Açıklar’a karşı mağlup olmaktan kurtulamıyorlar. Üçüncü sezon sonunda ise bir araya gelerek bunu aşabilecekleri konusunda umut veriyorlar. Öte yandan, Açıklar’da gerçekleşen darbe, Açıklar’ın kolektif hareket etmeden gelen güç kaynağını askerlerin yönetimine geçiriyor.  İktidarın kaynağı ve gücü ile muktedir olma halleri sorgulamaya açılmış oluyor. Aslında anaakım psikolojinin bireysel varsayımlara dayandığı için, toplu eylemler konusunda kafasının karışık olduğunu söyleyebiliriz. Bir yandan grupların bireysel aklı düşürdüğüne ilişkin araştırmalar görürüz; ama bir yandan da birey övgüsünü biraz kazıdığımızda altından kurumların ve toplulukların başarıları çıkar. % 3, bu konuda da düşündürüyor.

 

 

Çözüm Ne?

 

Çözüm, ne Açıklar’da ne Kabuk’ta ne İçkara’da. Çözüm, kapitalizmin yaptığı gibi, herkese cenneti vaat edip çok az kişiyi cennete kabul etmek yerine, kapitalizmi ve onun cennetiyle cehennemini sorgulamaktan geçiyor. Çözüm, yoksulluğun zenginlikten kaynaklandığını fark etmekten geçiyor. Öyleyse, yoksulluğu ortadan kaldırmak için yoksullukla değil zenginlikle mücadele ediyor olmalıyız. Toplumsal adalet, Açıklar’ın, Kabuk’un ve İçkara’nın ekonomik, toplumsal ve teknolojik olarak eşitlenmesinden geçiyor. O zaman kimsenin Açıklar’a gitmek gibi bir hayali olmayacak. İçkara, açıklarlaştıkça, Dava’nın çıkış nedeni ortadan kalkacak. Egemen sınıfların klasik söyleminin tersine, kaynaklar kıt değil, adaletli dağıtılmıyor. % 3’e de, ülkemize de, dünyamıza da adalet gerekiyor.

 

 

Dipnotlar:

(*) % 3’ün birinci sezonuyla ilgili bir değerlendirme için bkz.

Gezgin, U.B. (2019). Bir Mürekkep Testi Olarak Film: Anlatıbilim Açısından Film Psikolojisi ve Film Çözümlemeleri. Ankara: Töz.

https://www.kitapyurdu.com/kitap/bir-murekkep-testi-olarak-film-amp-anlatibilim-acisindan-film-psikolojisi-ve-film-cozumlemeleri-/501944.html 

 

(**) Konuyla ilgili ‘Uzaklaşan Ütopya ve Distopyalaşan Dünya’ ve ‘Devrim Öncesi Edebiyatında Ütopya: Kızıl Yıldız (1908) Örneği’ başlıklı yazıları okumak için bkz.

Gezgin, U. B. (2017). Anlatıbilim Açısından Roman, Öykü ve Masal İncelemeleri (2000-2017) [yayınlanmayı bekleyen kitap].

http://ulasbasargezginkulliyati.blogspot.com/p/roman-ve-oyku-incelemeleri.html

 

(***) ‘Açlık Oyunları’yla ilgili bir inceleme için bkz. Gezgin (2019).

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder