Videolar

16 Nisan 2021 Cuma

Vahşi Batı Filmlerinde Savaş ve Barış İzlekleri ve Cinsiyetçilik

 

Vahşi Batı Filmlerinde Savaş ve Barış İzlekleri ve Cinsiyetçilik

 

Prof.Dr. Ulaş Başar Gezgin, ulasbasar@gmail.com

Twitter: ProfUlas

 

Kimi Vahşi Batı filmlerinde yerliler ile beyazlar arasındaki savaş konu edilir. Kimi zaman çatışmalar, ateşkese ve hatta barışa evrilir. Olaylar, çok özgül bir tarih ve coğrafyada geçmesine karşın, bu filmlerde barış araştırmaları açısından birçok evrensel öğenin ele alındığını görüyoruz.

 

 

Tarkan, Malkoçoğlu ve Vahşi Batı

 

Kimi anlatılar, tümüyle Beyaz kahramanlık destanı biçimindeki hamasi yapımlar. Bu tür anlatıların birkaç gömlek ilerisi, beyaz üstünlüğüne, Amerikan Nazizmi’ne ve Ku Klux Klan’a kadar bile gidebilir. Bir kere vahşi batı filmlerinin genelinde, Amerika’nın dört bir yanındaki demiryollarını inşa eden Çinli işçiler çoğunlukla yok sayılır. (*) Afrikalı-Amerikalılar da yer almazlar. Latinolar yer alabilir; ancak bunlar, İngilizce konuşmadıkları için tam Beyaz sayılmazlar ve genellikle kötü rollerde gösterilirler. Bu destansı, hamasi yapımlar, bunlara ek olarak, eski İran ve Orta Asya dini Manicilik gibi ikicidir. Kurmaca dünya ikiye ayrılır: İyiler ve kötüler. Elbette, iyiler hep beyazdır; gerisi, teferruat sayılabilecek kötülerdir. Kızılderililer sivil halka saldıracak kadar vahşidir; Beyazlar ise asla sivil halka yönelik katliam yapmaz. Onlar, kendilerine saldıranlara yanıt vermiş olurlar yalnızca. Bu filmler, bunun ötesinde, bugünkü Amerikan düzenini meşrulaştırmak gibi bir işlev de görürler: Beyaz atalar, bu toprakları vahşi Kızılderililerden kurtarıp abad etmişler; torunlarına güzel bir ülke bırakmışlardır. Atalar, bu topraklar için canını, kanını feda etmiş; en küçük kum tanesini bile vahşilerden söke söke almıştır. Bu filmler, yine çok özgül konuları ele alıyor gibi görünseler de aslında Tarkan ve Malkoçoğlu gibi yapımlarla benzerlikler gösterirler. Tarihse olarak bu yapımlardan önce olduklarından, esinlenme söz konusu bile olmuş olabilir. Elbette farklar da vardır: Vahşi Batı’da temel çatışma konusu, din değildir; ekonomik çıkar, din kisvesi altında savunulmamakta, açıktan öne sürülmektedir. Beyaz adam, huzur ister, toprak ister, altın ister, kendinden olmayanı köleleştirmek ister ya da zevkine vurmak… İster de ister… Ve yerlileri hep yendiği bu filmlerde, ola ki yenilmeye başladığında, uzaklardan bir askeri birlik, mutlaka yardıma yetişir. ‘Deus ex machina’nın Vahşi Batı’ya dokunuşudur bu...

 

 

Vahşi Batı’da ‘Makbul Kadın’ ve Başlık Parası

 

Aynı çatışmalara tek yönlü bakmayan Vahşi Batı filmlerinde ise, daha nesnel bir anlatım görülür. Beyazlar tümüyle iyi olmadığı gibi, yerliler de tümüyle kötü değildir. Aralarında barış yanlıları ve savaş yanlıları olarak ayrılırlar. İki tarafta da ağırlıklı olarak erkeklere yer verilir.

 

Kadınlar, yine de, önceki tür anlatılarda da bu tür anlatılarda da eşitsiz konumlardadırlar. İki tarafta da kadınların nadir olarak savaşçı olduğunu görürüz. Bunun yerine, korunmaya muhtaç zayıf kişilikler olarak temsil edilirler. Yine iki tarafta da kadınlar erkeklerin sözünden çıkmaz ve çıkamaz; çıkmalarına izin verilmez. Beyaz kadınlar, beyaz erkekler ne derse onu yapar. “Dışarıya çıkma” derlerse, çıkmazlar; “oraya git” derlerse giderler. Aralarından nadir olarak iyi silah kullananlar çıkar ama onlardan bile ataerkiye uymaları istenir; ‘kurşun atmalarına’ ancak ve ancak erkeklerin düşmanı yenmeye gücü yetmediği durumlarda  izin verilecektir.

 

Kızılderililerde ise, bir geleneksel toplum klasiği olarak başlık parası uygulamasını bile görürüz. Genç kızlar, her zaman sevdiklerine kavuşamazlar. Son sözü babalar söyler. Diğer bir deyişle, savaşan taraflar birbirlerinden çok farklı gibi görünseler de, ataerkide birleşirler. Vahşi Batı anlatılarında norm dışına çıkan beyaz kadınlar, genellikle orta ve üst sınıftan gelirler. Sınıfları cinsiyetlerine baskın çıkar. Bir kez daha, toplumsal cinsiyetin sınıflardan bağımsız olmadığını görürüz. Kadın, bu anlatılarda alt sınıftansa, öykü anlatıcıları çoğu kez, ona seks işçiliğini ya da daha iyi bir olasılıkla bar kadınlığını uygun görür. Kızılderili tarafındaysa, genç kızlar söz konusu olduğunda bunlar sık sık şefin kızı olurlar. Şefler bu bağlamda sürekli olarak şeflik ile babalık rolü arasına sıkıştırılır.

 

Bu filmlerde, savaş mantığına karşı iki tarafın da Aşil topuğunun, diğer bir deyişle en zayıf noktasının yine kadınlar olduğunu görürüz. Neden? Çünkü bu anlatılarda, kadınlar, erkekler kadar sert değildir; duygusaldır, karşı tarafla empati yapmaya yatkındırlar; savaşçıl bir anlayışla vahşileşen beyaz ve yerli erkeklere karşı, daha insanilerdir. Beyaz kadın, sevecendir; erkekler yerli çocuğu çölde kaderine terk edecekken, onların gaddarlığına tek karşı çıkacak olan, beyaz kadındır. Bu anlatılarda, kadınlar barış potansiyeli taşırlar ama aynı zamanda zincirin en gevşek halkasıdırlar. Bir örnekle açıklayalım.

 

 

Karma Evlilikler, Barış ve Asimilasyon

 

Genç beyaz erkek çölde can çekişirken bir Kızılderili çocuğu tarafından kurtarılır. Kızılderililer beyazlardan nefret ederler, ama ne de olsa herkes insandır, ona bakar, iyileştirirler. Bu genç adam daha sonra başka bir yerliden yerli dilini öğrenecek ve bir barış elçisi olacaktır. Bu beyaz barış elçisi, yerlililere yalnızca bir can borçlu değildir. Aynı zamanda, kızılderili şefinin kızına aşık olmuştur ve bu aşk karşılıklıdır. Beyaz adamın kültürü, barışçıl da olsa, yerli topluluğuna kadınlar aracılığıyla girmiş olur. Tersi ise, diğer bir deyişle, beyaz bir kadınla yerli adamın aşkı, çok nadirdir. Bu asimetrik ilişki, halklar arasındaki eşitsizlikle koşut gider.

 

Çeşitli barış araştırmalarında, karma ilişkilerin ve bu ilişkilerden doğan karma çocukların, barış inşasında kayda değer bir özne niteliği taşıdığı ileri sürülür. Savaşa ilk karşı çıkacak olan, sevdiği karşı tarafta olan olacaktır; ve hatta ondan daha önce, yarı Beyaz yarı yerli bir çocuk/genç karşı çıkacaktır savaşa. Fakat ortada bir de nüfus dengesizliği vardır. Beyazlara karşı yerliler sayıca azınlıktadır. Dolayısıyla, Kızılderililer için çoğunluk kültürünün karma evlilikleri sindirmesi ve bu evliliklere karşın geleneksel kültürün korunması sözkonusu olamaz. Kısa erimde iyi niyetli olan bu karma evlilikler, uzun erimde bir asimilasyon aracına dönüşür.(**) Bu, akla, Türkiye’de sayıları onbinlere kadar düşürülmüş Ermenileri getirir. Karma evlilikler, sözkonusu kültür iyice azınlıktaysa, geleneksel kültürün zayıflaması gibi bir sonuç doğurabilir.

 

 

 

Raşomon, Geronimo, Koçis

 

Bu Vahşi Batı filmleri, tümüyle kurmaca değildir; gerçek olaylara dayanır. Ancak gerçek olaylara dayanan her anlatı gibi, farklı açılardan anlatılmaya açıktır. Bunu, Akira Kurosawa’nın filmlerinden biri olan ‘Raşomon’ (1950) örneğinde çok net bir biçimde görürüz. Aynı olaydan kalkarak, farklı kişilerin bakışıyla farklı filmler çekilebilir. Bu teknik uyarıyla birlikte, barış yanlısı yerli şefi (Koçis, Cochise) ve savaş yanlısı diğer şefin (Geronimo), gerçek kişilikler olduklarını not etmeliyiz. Kızılderili halkları, soluk benizlilerin memleketlerine akın etmesi sonucunda büyük ikilemlerle karşı karşıya kalır. Kızılderili kültürü, başka sözcüklerle ifade edilmekle birlikte, şehitliği yüceltir. Bu kültürde, doğru bilinenler uğruna hayat feda edilebilir. Bu doğrular ya da değerler, bireysel değillerdir, topluluk değerleridir. Neyin ölmeye değer olduğu konusunda son sözü şef söyler; fakat bu anlatılarda şef, bir diktatör gibi resmedilmez. Başkalarının görüşlerini alır, daha çok bir halk önderi niteliği taşır. Fakat Beyaz kültürüne maruz kalmayla birlikte, onun otoritesi de sarsılmaya başlar. Sözünden çıkanlar artar.

 

 

Ya Ölüm Ya Liçi

 

İkilemler birden fazladır: Karşıdaki devasa silahlı güce karşı, yerliler ne yapmalıdır? Kanlarının son damlasına kadar direnmeliler midir? Yoksa barış mı yapmalılardır? Savaşmaya devam ederlerse, “tüten tek bir ateş” bile kalmayacaktır. Sonuna dek savaşmak, onları toplu imha edilmeye götüren yolu açacaktır. Barış ise zaten eşitlerin barışı değildir; hatta daha da kötüsü, Beyazların dayattığı barış, var olan eşitsizliği daha da derinleştirir, perçinler ve kalıcı hale getirir. Böyle bir durumda, tek bir doğru yanıt yoktur. Bu nedenle, yerliler, savaş yanlıları ve barış yanlıları diye ikiye bölünür; fakat iki kesimi de aynı kötü son (imha ya da soykırım /soy tükenimi) bekler: Ya Kızılderili olarak imha edileceklerdir ya da Beyazlarla barışarak zaman için Beyazlaşacak, Kızılderili kültüründen uzaklaşacaklardır. Barış yanlısı şef Koçis’in oğlu Taza, barış için Amerikan askeri üniformasını bile giymeye razı olur. Beyazlaşma, liçileşme böyle başlar. Liçi, dışı kırmızı; içi beyaz bir meyvedir. Bu üniformalılaşmayla birlikte, artık Kızılderili gibi görünen, ancak içeriden Beyaz gibi düşünen, Beyazlığı içselleştirmiş olan ucubeler türeyecektir. Soluk benizliler böylelikle başarıya ulaşacaktır. “En iyi Kızılderili, ölü Kızılderili’dir” sözü ünlüdür; oysa bu, doğru değildir; bu, Amerikan sömürgeciliğinin ilk döneminin mantığını yansıtır. İkinci dönemde, en iyi Kızılderili, Beyazların çıkarını kendi çıkarının önüne koyan, Beyaz’dan daha Beyaz, sadık Kızılderili olup çıkaverir. Diğer bir deyişle, madem ki canı bağışlanmıştır, o zaman Beyaz adamlara hizmet etmesi beklenir. Bu liçileşmenin hâlâ etkili olduğunu görüyoruz. Nerede mi? Amerikan ordusu için Vietnam’da çarpışmayı büyük bir onur sayan Kızılderililerden yakın zamanlarda “Amerikan ordusuna hizmet etmekten gururluyum” diye üniformalı paylaşımlar yapan Kızılderililere çokça örnek bulunuyor. Gazetelere de yansıdığı gibi, Amerikan ordusunda, Kızılderililerin nüfustaki oranının üstünde bir yerli askeri oranı bulunuyor. Irak ve Afganistan işgallerinde özellikle Navajo kökenli askerler büyük kayıp veriyor.(***)

 

Sonucun iki durumda da yenilgi olacağını çoktan anlamış olan Geronimo gibi şefler, “sonuç aynı olacağına göre, bari onurumuzla ölelim” diye düşünürler, sonuna dek savaşırlar. Geronimo ve diğer direnen şeflerin adları anımsanır, onurlu yerliler olarak. Beyazların barışına imza atan Koçis gibi isimler ise kısa sürede unutulur… Bu direnen şeflere ilişkin destanlar, yerliler arasında da beyazlar arasında da, sözlü edebiyatın başyapıtları olarak kendilerine yer bulmayı başaracaktır.

 

Yaya ve Okludan Atlı ve Tüfekliye

 

Beyazlarla ilk temaslardaki toplu ölümlere karşı, yerli liderleri bir hamlede bulunurlar gerçekte. Kızılderilileri atlardan ayrı düşünemeyiz. Oysa Kuzey Amerika’da atların soyu Buz Devri’nde tükenmişti. Yeni Dünya’ya atlar, Beyaz sömürgeciler eliyle yeniden getirilir. Hatta kimi tarihçiler, Yeni Dünya yerlilerinin ekonomik az gelişmişliğini at’sızlık ve bundan kaynaklı taşıma ve ulaşım zorluğuna bağlarlar. Konuya dönersek, Kızılderililer, bir hamle yaparak, at’lanırlar. Sonrasında ise silahlanırlar. Atları ve silahları ya çalarlar ya da çarpışmalardan sonra ganimet olarak elde ederler. Üçüncü bir yol daha vardır: Ticaret. Beyazların arasında silah tüccarları da bulunur; ve üstelik bunlar, askerler arasından bile çıkmaktadır. Bir evrensel izlek daha…

 

Bir anlatıda (‘Son Komançi’), bu Beyaz silah tüccarı, bir suçlu iken, başka bir anlatıda (‘Sınır Kaşifi’) Amerikan ordusundaki bir yüzbaşıdır. Aslında bu silah satışlarının, tarafları askeri olarak eşitlendirmesi beklenir; oysa böyle olması olanaksızdır; çünkü Amerikan merkezi askeri gücü karşısında, yerliler hem dağınıktır hem de topyekün bir savaşa hazır değildir. Anlatıda, yerlilere silah satanlar, onları “silahları çaldılar” diye ihbar ederek iki tarafın arasını açmak isterler ve satıştan gelen parayı cebe atmakla kalmaz, Amerikan ordusuna yerlilere saldırılması için bir bahane de üretmiş olurlar. Bunlar elbette günümüzde savaş ağalarının, savaş tüccarlarının öncülleridir. Beyaz Amerikan ordusunun vahşiliğine dayanamayıp istifa etmiş beyaz bir eski subay, bir iz sürücü olarak karşımıza çıkar. Kendisi yerli dillerini ve geleneklerini iyi bilen bir ara figür olarak, çatışmaları durdurmanın bir yolunu bulur. Ancak, elbette, bu çatışmasızlıklar asla kalıcı olmayacaktır.

 

Kızılderililer artık atlı ve silahlıdır. Bölgeyi iyi bilirler. Gerçekte, birçok çatışmada gerilla taktikleri uygularlar. Pusuya yatarlar, sürünürler. Çoğu kez, bunun tersine düzenli orduların işi olan meydan muharebesi gibi çarpışmalardan kaçınırlar. Fakat at’lansalar da silahlansalar da merkezden sürekli takviye edilen Beyazlara karşı duramayacaklardır. Bu açıdan bakıldığında, bir kahramanlık destanı yazılması gerekiyorsa, bunun Beyazlara değil Kızılderililere ilişkin olması daha doğru olur. Tam da bu nedenle, “Amerika’nın asıl kurucu babaları (evet anneleri değil, yine cinsiyetçilik), Beyazlar değil yerlilerdir” düşüncesiyle, ünlü Beyaz dağ kabartmasına karşılık (Rushmore Dağı’nda 4 beyaz Amerikalı liderin yüzleri kazılı; bunlar, Washington, Jefferson, Roosevelt ve Lincoln), yerli dağ kabartması oyma çalışması yapanlar bulunuyor. Bu alternatif yerli anıtında Çılgın At gibi yerli liderlerin yüzleri kabartma olarak yer alacak.

 

Görüldüğü gibi, kimi Vahşi Batı filmleri, sanıldığının tersine, çağının ötesinde ve evrensel izlekleri işliyor. Bu filmlerin bu açıdan değerlendirilmesi, barış araştırmalarına yeni kavramlar armağan edebilir. Bu anlatılar, fazlasıyla güncel nitelikte.(****, *****)

 

 

 

 

DİPNOTLAR:

 

(*) Bu istisnalar sayıca çok azdır ve genelde yakın tarihlidir. Örneğin, Hırsızlar ve Günahkarlar - Heathens and Thieves - 2012 (Şuradan izlenebilir:

https://www.youtube.com/watch?v=eGmwI3gwFqA) ve Şerif, Dedektife  Karşı (https://www.youtube.com/watch?v=cHGH4sSS5t8).

 

Değerli çinbilimci Arif Dirlik, Amerikan resmi tarihyazımında ülkenin kuruluşundaki Çinli emeğinin yok sayılmasını eleştirir ve konuyla ilgili olarak hazırlanmış belge ve makalelerden oluşan bir derleme kitabıyla bu tarihe şerh koyar. Bkz.

Gezgin, U.B. (2018). Arif Dirlik'in Türkçe'ye Çevrilmemiş Kitapları. / Books Not Translated

into Turkish of Arif Dirlik. Journal of East Asian Studies in Türkiye, 1, 1, 106-142.

Gezgin, U.B. (2018). Arif Dirlik (1940-2017): Marksist Bir Düşün İnsanı İçin Bir Portre

Denemesi. Bilim ve Gelecek Dergisi, Ocak 2018 sayısı, sayı 167, s.78-84.

https://bilimvegelecek.com.tr/marksist-bir-dusun-insaninin-ardindan-arif-dirlik-1940-2017/

 

Bunların dışında, Afrikalı-Amerikalıları yok saymayan bir Vahşi Batı filmi örneği olarak, Django-Zincirsiz’i (Django Unchained - 2013) anabiliriz. Ancak, film, yoğun içeriği nedeniyle ayrıca kapsamlı bir inceleme gerektiriyor. (Şuradan izlenebilir:

https://www.youtube.com/watch?v=4gNMR-pw8T4 )

 

(**) Bu evliliklerde kadınla erkeğin eşit olduğu durumda bile, Beyaz toplumda Kızılderili kadını eşit sayılmaz. Bu, akla, ‘Saklı Hayatlar’ (2011) filminde geçen, Alevi gelinlere yapılan muameleyle ilgili uyarıyı getirir ve uyarı, Sünni babanın düşünce ve davranışlarıyla da doğrulanacaktır (bkz. https://www.youtube.com/watch?v=clbSDqy8e9g ). ‘Savaşçı Kızılderili’ filmindeki ilişkide kadınla erkek zaten başta bile eşit değildir. Anlatı, Beyaz’ın Kızılderili genç kızı taciz etmesiyle başlar ve bu eşitsiz ilişki, aşka ve evliliğe dönüşür. Kızılderili kadının bedeni, Beyaz kadının bedeniyle başından beri eşit değildir.

 

(***) Bkz. Pilkington, E. (2011). Why Native Americans fight and die for same US army that slew their ancestors. the Guardian, 06.09.2011.

https://www.theguardian.com/world/2011/sep/06/native-americans-fighting-us-military

 

(****) Bu yazı 5 filme odaklanılarak hazırlandı. Bunlar;

Kırık Ok (Broken Arrow, 1950). Şuradan izlenebilir:

https://www.youtube.com/watch?v=L37l1T4rqno

Kızıl Şeytanın Oğlu Taza (Taza, Son of Cochise, 1954). Şuralardan izlenebilir:

https://www.youtube.com/watch?v=bNJ1RV6jKWE

https://www.youtube.com/watch?v=eR2NvbLXsXg

https://www.youtube.com/watch?v=PDnXInz8eOs

Savaşçı Kızılderili (the Indian Fighter, 1955) Şuradan izlenebilir:

https://www.youtube.com/watch?v=cGZgi68tX-k

Son Komançi (Last of the Comanches, 1953) - Şuradan izlenebilir:

https://www.youtube.com/watch?v=edslcE-ubUQ

Sınır Kaşifi (Quincannon, Frontier Scout, 1956) -Şuradan izlenebilir: 

https://www.youtube.com/watch?v=7T5G0CmwTPo

 

(*****) Yazı boyunca, kolay okunurluk ve anlaşılırlık açısından, ‘Kızılderili’ ve ‘yerli’ gibi sözcükleri kullandık. Oysa bunlar, Yeni Dünya’nın yerli halklarının kendi içlerindeki çeşitlilikleri yok sayan ifadeler. Gerçekte, bu halklar, birbirlerinin dillerini anlayamayacak kadar farklılar ve çoğu örnekte, birbirlerine düşmanlar. Bu çeşitliliğin yok sayılması durumu, Afrika ve Avustralya yerlileri için de geçerli. Bir de, İngilizce’nin ve genel olarak Avrupa dillerinin yarattığı kavram karışıklığı var: ‘Indian’ sözcüğü hem Hintli hem yerli anlamına geliyor. Bu, sömürgeci Kolomb’un Yeni Dünya’yı ilk başta Hindistan sanmasından ileri gelmişti. Kimi zaman, Türkçe’de bununla ilgili yanlış çevirilere rastlıyoruz: Hintliler kastedildiğinde ‘yerli’, yerliler kastedildiğinde ‘Hintli’ gibi yanlış çeviriler olabiliyor.

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder